Mısır'la, Medîne-i münevvere arasında Kızıldeniz kenarında, İyle yahut Medyen yahut Taberîyye şehrinin halkı, yetmişbin kişi olup, İsrâiloğullarından idiler. Onlar, balık avlamak ve satmakla geçinirlerdi. Cenâb-ı Hak, Cumartesi günü balık avından onları men etti. Cumartesi günü, Mûsâ aleyhisselâmın dîninde ibâdetten başka her iş haram olduğundan, balık avlamaya kimse cesâret edemezdi. Onlar da Cumartesi günü avlanmamak üzere nebîleri Dâvûd aleyhisselâma söz verdiler. İsrâiloğulları, Cumartesi'ye riâyet edip balık avlamamakla emrolundukları hâlde, şeytan onlara; “Siz balığın avından nehyolunmadınız, eklinden (yemesinden) nehyolundunuz” diyerek kalplerine vesvese verdi. Böylece bir kısmı Cumartesi'nin tâzimini ihlal ve balık avlamakla ilâhî yasağa muhâlefet ettiler. Cumartesi günü, Allahü teâlânın hikmeti ile su yüzü balıkla dolar, diğer günler ise görünmezlerdi. Bu durum onlar için bir imtihân idi. Binaenaleyh, ilâhî emre uyarak imtihânı kazanmak mümkün iken, aksini yapmakla azâba koştular.
Tefsîr-i Hazin’de bildirildiği üzere; Eshâb-ı Sebt, üç fırka oldu. Birinci fırka; Allahü teâlânın emrine karşı gelip Cumartesi günü balık avlarlar, yerler, satarlar, hattâ sahilin kenarına havuzlar yaparak, Cumartesi günü balıklar içine dolunca, ağzını kaparlar, Pazar günü o balıkları toplarlardı. Yasaklandıkları bu iş üzerinde ısrâr ederler, hîlelerini örtmek isterlerdi. Bunlar daha da ileri giderek, Cumartesi'nin haramlığı kalktı derlerdi. İkinci fırka; bunların hâline sükut eder, balık avlama günâhını işlemezlerdi. Üçüncü fırka; günâhı işlemedikleri gibi, günâhı işleyenlere vâz ü nasîhat eder ve Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden men etmeye çalışırlardı. Sükût edip balık avlama günâhını işlemeyen, emr-i maruf ve nehy-i anil münkerde bulunmayanlar bunlara; “Helak olacak veyahut azâb görecek bir kavme niçin vâzeder ve kendinizi yorarsınız, emeğinize yazıktır” derlerdi. Nâsîhat etmekten geri durmayanlar da; “Cenâb-ı Hakk'ın huzûrunda mâzur olmak için iyiliği emreder, haram ve günâhlardan nehyederiz” diye cevap verirlerdi.
Tefsîr âlimleri bildirdi ki: Nâsîhat edip emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerde bulunanlar isyân içinde olanların herhangi bir azâba uğrayacaklarını düşünerek, âsî ve bozguncularla kendileri arasına bir duvar çektiler. Yerlerini ayırıp, başka bir kapıdan işlediler ve onlara karışmadılar. Bir gün asîlerin dışarı çıkmadığını görünce, merâkla gidip baktılar. Bir gecede Hakk'ın gadabı ile hepsinin maymun; yahut gençlerinin maymun, yaslılarının hınzır (domuz) sûretinde olduğunu gördüler. Bunlar, kâfir olup maymun sûretine çevrilen akrabâlarını tanıyamadılar. Lâkin maymunlar akrabâlarını tanıyıp, yanlarına gelerek elbiselerini kokladılar ve ağlaştılar. Mü’minlerin; “Biz size, Allahü teâlânın emrini gözetin, haram ve günâh işlerden vazgeçin demedik mi?” sözlerine de, yalnız başlarıyla cevap verip, tasdik ettiler ve üç gün sonra öldüler. Mü’minler ise helâk olmaktan kurtuldular. Arais’de; “Kâfir olup hayvan şekline çevrilen onikibin kişi şehirden çıktı. Sahrada şaşkın şaşkın dolaşıp üç gün sonra hepsi öldü. Hak teâlâ rüzgârla yağmur gönderip, leşlerini deryâya bıraktı” diye bildirilmektedir. Meâlim-üt-Tenzîl’de; Avlanmayıp, lâkin avlayanları da men ve nehy etmeyip susanlar da, birlikte şekil değiştirdiler denmektedir.
Kur'ân-ı kerîmde bu husûs meâlen şöyle bildirilmektedir: “(Habîbim!) Onlara (yahudilere) denizin yakınındaki (sahildeki) o kasabayı (onun hâlini ve ahâlisinin başına gelenleri) sor. Hani onlar Cumartesi gününün hürmetini ihlal ederek haddi aşmışlardı. Çünkü, Cumartesi tatili yaptıkları gün, balıklar akın akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu. Cumartesi tatili yapmayacakları gün ise gelmiyordu. İşte biz, itâatten çıkmakta olduklarından dolayı, kendilerini böylece imtihân ediyorduk. İçlerinden bir tâife (ki, bu kötü ameli işlemez ve işleyeni de men etmezdi. Bunlar o nehy edenlere); Allah'ın kendilerini (dünyâda) helâk edeceği veya (ahirette) şiddetli bir azâb ile cezâlandıracağı bir kavme ne diye nasîhat veriyorsunuz? dediği zaman, onlar da (o nasîhat edenler de); Bizim nasîhatimiz, Rabbimizin yasak ettiğini beyân etmek, üzerimize vâcib olmakla Allah indinde mâzur olmamız içindir. Umulur ki, onlar korkup günâhı terk ederler demişlerdi. Vakta ki onlar (masiyet işleyenler), nasîhati unuttular (kabul etmediler). Biz de kötülükten vazgeçirmekte sebât edenleri selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise, yapmakta oldukları fısklar yüzünden, şiddetti bir azâb ile yakaladık. Bu sûretle, onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrâr edince, kendilerine rahmetten uzak olduğunuz hâlde, hor ve zelîl maymunlar olun dedik.” (A’râf sûresi: 163-166)
“(Ey İsrâiloğulları!) Muhakkak siz, (seleflerinizden) Cumartesi günü hadd-i tecâvüz edenlerin hâlini bilirsiniz. Biz onlara dedik ki; Zelîl ve hakîr maymunlar olun! (Üç gün sonra da helâk oldular.) Binaenaleyh onu, hem önündekilere (o zaman hazır olanlara), hem ardındakilere (sonradan geleceklere), ibret verici cezâ ve (müminlerden) takvâya erenlere de bir öğüt yaptık.” (Bakara sûresi: 65, 66)
“Ey kendilerine kitap verilenler (Tevrât verilen yahudiler!) Sizinle olan (Tevrât'ı) tasdik edici olmak üzere indirdiğimize (Kur'ân-ı kerîme); biz bir takım yüzleri silip ve belirsiz edip de enselerine çevirmezden, Yâhud Eshâb-ı Sebt'e ettiğimiz lânet gibi kendilerini de lânetlemezden evvel îmân edin. Allahü teâlâ emir ve vâdini hüküm ve kazâsını infaz edicidir.” (Nisâ sûresi: 47)
“İsrâiloğullarından olup da küfredenlere (yani Eshâb-ı Sebt'e ve Eshâb-ı Mâide'ye), Dâvûd'un da, Meryem oğlu Îsâ'nın da (aleyhimesselâm) diliyle lânet olunmuştur. (Eshâb-ı Sebt maymun sûretine, Eshâb-ı Mâide de hınzır sûretine çevrildi.) İşte bu, lânet olanların isyân etmeleri ve ifrâta sapmaları sebebiyle oldu. Onlar, işledikleri herhangi fenâlıktan, birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Hakikat, yapmakta devam ettikleri şey ne kötü idi.” (Mâide sûresi: 78, 79)
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.