Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Hazret-i Meryem'in, Hazret-i Îsâ'ya hâmile olması

Hazret-i Meryem'in, Hazret-i Îsâ'ya hâmile olması || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Hazret-i Meryem bu endişe ve heyecan içinde iken, Cebrâil aleyhisselâm, onun yakasına veya gömleği üzerine nefha etti, üfürdü, sonra oradan ayrıldı ve gitti.
Böylece Hak teâlânın emri ve kudretiyle, hazret-i Meryem, hazret-i Îsâ'ya hâmile oldu. Cebrâil aleyhisselâmın o nefhasından, üfürmesinden sonra, onun hazreti Îsâ'ya hâmile olduğu Meryem sûresinin 22. âyet-i kerîmesinde, bildirilmektedir. Bu sırada onbeş yaşında idi. Hazret-i Îsâ'ya hâmile olduğunda on yaşında olduğu, yeni büluğa ermiş olup, bundan evvel sâdece iki defâ hayız gördüğü de bildirilmiştir. Bundan bir müddet sonra, normal olarak hâmilelik hâlleri görülmeye başlandı. Rivâyete göre onun hâmile olduğunu ilk farkeden, Yûsuf-i Neccâr oldu. Bilindiği gibi, Yûsuf-i Neccâr ile Hazret-i Meryem nişânlı idiler.
Yûsuf-i Neccâr onun hâmile olduğunu görünce, adeta ne olduğunu şaşırdı. Bunu nasıl yorumlayacağını bilemedi. Onun iffet, hayâ ve edebinin ne derece kemâlde olduğunu biliyor, yanlış bir iş yapmasına aslâ ihtimâl vermiyordu. Fakat hazreti Meryem hâmile idi ve bunun, zâhirde bir tek izâhı vardı, o da, bir erkeğe yakın olması... Bu durum karşısında ne yapacağını, nasıl tavır alacağını bilemiyor, fakat mes’eleyi çözemediği için de adeta aklını kaçıracak gibi oluyordu. Nihâyet bir yolunu bulup, hazreti Meryem'e dedi ki: “Ben sende çok garib bir hâl görüyorum. Bu mes’eleyi saklayıp, kendimle mezâra götürmeyi yâni ölünceye kadar hiç kimseye bahsetmemeyi istediysem de muvaffak olamadım.” Hazret-i Meryem ona; “Söylemek istediğini söyle” dedi. Yûsuf-i Neccâr; “Bana söyler misin? Hiç tohum ekmeden ekin biter mi?” dedi. O; “Evet biter” dedi. Yûsuf; “Peki yağmur yağmadan ağaç yetiştiği olur mu?” dedi. O; “Evet olur” dedi. Yûsuf; “Erkek olmadan çocuk meydana gelir mi? Babasız olarak çocuk doğar mı?” dedi. Bunun üzerine Meryem (radıyallahü anhâ), şöyle dedi: “Evet doğar. Allahü teâlâ tohumu ilk yarattığında, tohumdan mı yarattı? Elbette tohumsuz yarattı. Bunu biliyor musun? Allahü teâlâ, ağacı ilk yarattığında yağmur ile mi yarattı? Elbette yağmursuz yarattı. O, yağmuru da, suyu da, ağacı da, tohumu da kendi ilâhî kudretiyle ve sâdece "Ol" emri ile yarattı. (Yine ezelî takdiri ile bu âlemde her şeyin sebepler ile meydana gelmesini dilediğinden, meselâ yağmuru, ağacın yetişmesi için bir sebep kıldı. Böyle sebepler olmadan da elbette yaratır. Fakat yine O, hâdiselerin sebepler ile vukû bulmasını dilediği için, hâdiseler, sebepler ile cereyan etmektedir. Meselâ; ateşi yakmaya, bıçağı kesmeye sebep kılmıştır. Fakat dilerse bunlarda tesir halketmez. Meselâ; ateşin, İbrâhim aleyhisselâmı yakmaması, bıçağın, hazreti İsmâil'i kesmemesi böyledir.) Yoksa sen, tohum ile yağmur sebepleri olmazsa, Allahü teâlâ ekin ile ağaç yetiştiremeyeceğini mi zannediyorsun?”
Hazret-i Meryem'in bu sözlerine karşı Yûsuf-i Neccâr; “Hayır öyle bir şey demiyorum. Bilakis Allahü teâlâ dilediği her şeyi yapmaya kâdirdir. Mutlak kudret sâhibi yalnız O'dur. Bir şeyin olmasını dileyince yalnız "Ol" emrini verir. O şey de hemen oluverir diyorum” dedi. Meryem (radıyallahü anhâ) “Peki sen Allahü teâlânın Hazret-i Âdem-i ve Hazret-i Havvâ'yı da anasız ve babasız olarak yarattığını bilmiyor musun?” deyince, o; “Evet biliyorum” dedi.
Bu konuşmalardan, Hazret-i Meryem'in -haşa- yanlış bir iş işlemediğini, bu hâmileliğin, Hak teâlânın takdiri ve kudretiyle, bir erkekle temas olmadan meydana geldiğini iyice anlayan Yûsuf-i Neccâr, artık bu husûsta daha fazla soru sormanın, fikir yürütmenin ve çeşitli zanlarda bulunmanın yersiz olduğunu düşündü ve yanlış karar vermekten kaçındı.
Hazret-i Meryem'in hâmileliği belli olup, açığa çıkınca, ortalıkta bu mes’ele konuşulmaya ve herkes tarafından dedikodusu yapılmaya başlandı. Yahudiler çeşit çeşit iftirâlarda bulunuyor, akla gelmeyecek ve ağza alınmayacak şeyler söylüyorlardı. Hazret-i Meryem gibi, iffet ve nâmusun, edeb ve hayânın zirvesinde olan tertemiz bir hanım için bu şekildeki sözler ve dedikodular elbette tahammülü mümkün olmayan bir sıkıntı, acısı çok şiddetli olan bir dert idi.
Bu husûsta Meryem sûresinin 22. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyrulmaktadır: “… Bununla (karnındaki bu çocuğu ile) âilesinden uzak bir yere (bir dağın ardında ve Beyt-i Lahm denilen bir yere) çekildi.” (Beyt-i Lahm, Kudüs'ün 10 kilometre güneyinde bir kasaba olup, o zaman sâkin, tenhâ bir yerdi.)
Hazret-i Meryem'in bu şekilde ayrı bir yere çekilmesi tabii ki, sıkıntıları gidermiyor, belki sâdece azalmasına sebep oluyordu. Lâkin insanların böyle ileri geri konuştuklarını düşündükçe, üzüntü ve sıkıntısı artıyordu. Zâten hâmilelik hâli başlı başına, çok zahmetli bir durum idi. Bununla beraber, insanların yalan yanlış, uygunsuz lâflar konuşmaları da bu zahmetin üzerine ikinci bir sıkıntı ve zahmet oluyordu. O ise, bütün bunların, Hak teâlânın dilemesi ve takdiri ile olduğunu düşünerek tahammül etmeye çalışıyordu. Günleri hep böyle üzüntü ve sıkıntı içinde geçiyordu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget