Îsâ aleyhisselâm kıyâmet yaklaşınca, Şam'daki Ümeyye Câmii minaresine inecek ve kırk sene yaşayacaktır. Bu zaman zarfında, İslâmiyeti yayacak ve Mehdî aleyhisselâm ile buluşacak evlenip çocukları olacaktır. Sonra Medîne'de vefât edip, Peygamber efendimizin medfûn bulunduğu Hücre-i seâdete defnolunacaktır.
Îsâ aleyhisselâm, gökten indirildiği zaman, İslâmiyete uyup, kendi ictihâdı ile hüküm çıkaracaktır. İchtihad ile çıkaracağı bütün ahkam, Hanefî mezhebindeki ahkama benzeyecek, yâni İmâm-ı âzam’ın ictihâdına uygun olacağını büyük âlim Muhammed Pârisâ hazretleri bildirmektedir.
Kur'ân-ı kerîmde Zühruf sûresi 61. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyruldu: “Gerçekten o (Îsâ'nın nüzûlü) kıyâmet için (yaklaştığını bildiren) bir beyândır, alâmettir. Onun için, o kıyâmetin geleceğinde sakın şüphe etmeyin de, benim şeriatime tâbi olun. İşte bu biricik doğru yoldur.”
İmâm Ahmed'in râvîleri ile Ebû Hüreyre’den, onun da bizzat Resûlullah'tan bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Peygamberlerin babaları bir, dinleri (nin furû'u ayrı, esası) bir, anneleri ayrıdır. Ben, Meryem oğlu Îsâ'ya (aleyhisselâm) herkesten lâyıkım. Çünkü benimle onun aramızda peygamber yoktur. Kıyâmete yakın o inecektir. Onu görünce şu hâlleri ile tanıyın: Orta boylu, kırmızı beyaz tenli, düz (kıvırcık olmayan) saçlıdır. Yaş olmasa da saçı ıslak gibidir. İki asâsı (küçük bastonu) olur. Salîbi (haçı) kırar, domuzu öldürür. Cizyeyi kaldırır. Zamânında müslüman olmayan bütün milletler pasif ve helâk olur. Allahü teâlâ onun zamanında Deccal'i helâk eder. Yeryüzünde emniyet (ve adâlet) tesis olur. Hattâ deveyle aslan, inekle kaplan, koyunla kurt birlikte otlar. Çocuklar yılanlarla oynar da zarar görmezler. Allahü teâlânın dilediği kadar yeryüzünde kalır. Sonra vefât eder. Cenâze namazını Müslümanlar kılıp, sonra onu defnederler.” Yine İmâm-ı Ahmed'in bir başka yolla Ebû Hüreyre hazretlerinden olan rivâyetinde: “Yeryüzünde kırk sene kalır. Sonra vefât eder ve müslümanlar namazını kılarlar” diye gelmiştir.
Hazret-i Îsâ, Şam'daki Mescid-i Emevî’nin Ak minaresine iner. Tam sabah namazı kılınacağı sırada indiğinden, müslümanların imâmı ona; “Ey Rûhullah! Öne geç namazı sen kıldır” der. “Hayır, sen kıldır. Ben sana uyayım” deyip, arkasında durur ve namazını kılar. Sonra müslümanlarla birlikte çıkıp, Deccal'i aramaya koyulur ve Lud kapısında ona yetişir. Kerâmetli eli ile onu öldürür. Îsâ aleyhisselâm inince, domuzu öldürür, istavrozu kırar. İslâm'dan başka hiç bir şeyi kabûl etmez. Revha geçidinden hac yahut umre yahut her ikisi için çıkar. Kırk sene kalır. Sonra ölür ve denildiğine göre Resûlullah'ın ve Eshâbından hazret-i Ebû Bekr ile Ömer'in bulunduğu hücreye, yâni Ravda-i mutâhharaya defnolunur.
İbn-ül-Harrât’ın (radıyallahü anh) El-Cem'u beyn-es-Sahîhayn adlı kitabında bildirdiği bir hadîs-i şerîfte; “Vallahi Meryem'in oğlu (Îsâ aleyhisselâm) adil bir hakem olarak mutlaka inecek ve mutlaka haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç-dişi develer başıboş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasetlikler muhakkak sûrette kalkacak. (Îsâ aleyhisselâm) insanları mala dâvet edecek, fakat malı hiç bir kimse kabûl etmeyecektir” buyrulmuştur.
Sahîh-i Müslim’de Deccal'den bahsedilen bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “...Mesîh (Îsâ aleyhisselâm), Dımeşk'ın doğusundaki Ak minare’ye iki boyalı elbise içinde, elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesîh (Îsâ aleyhisselâm) bu adamı (Deccal'i) arayacak, nihâyet ona Lud kapısında yetişerek öldürecektir. Sonra bu adamın şerrinden kendilerini Allahü teâlânın koruduğu bir kavim, Meryem oğlu Îsâ'ya gelecek, onların yüzlerini silecek, onlarla Cennet’teki derecelerine güre konuşacaktır. O bu hâlde iken, Allahü teâlâ Îsâ'ya (aleyhisselâm); “Ben öyle bir takım kullarımı çıkardım ki, onları öldürmeye hiç bir kimsenin eli varmaz. Şimdi sen benim kullarımı Tûr'a götürerek koru” diye vahiy indirecek ve Allahü teâlâ Ye’cüc'ü ve Me’cüc'ü gönderecektir. Bunlar her tepeden sür’atle sızacaklardır. Bu sûretle öncüleri Taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Son gelenleri oraya uğrayacak ve; “Bu gölde bir zamanlar hakîkaten su vardı” diyeceklerdir. Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları muhâsara edilecek, hattâ onlardan birine bir öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha makbûl olacaktır. Bunun üzerine Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları (Allahü teâlâya) niyaz edecekler. Allahü teâlâ da Ye’cüc ve Me’cüc'ün üzerine, boyunlarına isabet edecek deve kurdu gönderecektir. Böylece bir kişinin ölmesi gibi helâk olarak sabahlayacaklardır. Sonra Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları (Tûr’dan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların lâşe ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklardır. Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları yine Allahü teâlâya niyaz edecekler, Allahü teâlâ da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek, bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek Allah'ın dilediği yere atacaklardır. Sonra Allahü teâlâ öyle bir yağmur gönderecek ki, ona ne kerpiç ev, ne de çadır mâni olabilecektir. Bu yağmur yeryüzünü yıkayacak, onu ayna gibi yapacaktır. Sonra yere, mahsulünü bitir, bereketini tekrar getir, denilecektir. İşte o gün cemâat, nar yiyecekler ve onun kabuğu altında gölgeleneceklerdir. Süte bereket verilecek hattâ yeni doğurmuş bir deve, bir çok insana kâfi gelecek; yeni doğurmuş bir sığır, insanlardan bir kabîleyi doyuracak, yeni doğurmuş bir koyun, akrabâdan bir oymağa yetecektir. Onlar bu hâlde iken Allahü teâlâ latîf, hoş bir rüzgâr gönderecek, bu rüzgâr onları koltuklarının altlarından yakalayacak, her mü’minin ve her müslümanın rûhunu kabzedecek, (dünyâda) insanların kötüleri kalarak yeryüzünde eşekler gibi alenen çiftleşeceklerdir. İşte kıyâmet bunların üzerine kopacaktır.”
İmâm-ı Süyutî hazretleri, Îsâ aleyhisselâmın kıyâmete yakın geleceğine dâir yazdığı, “Nüzulü Îsâ fî âhır-iz-zemân” isimli eserinde buyuruyor ki: Allahü teâlâya hamd ve seçtiği kullarına selâm olsun. 888 (m. 1483) senesi Cemâzil-evvel ayının altısı Perşembe günü bana bir suâl geldi. Suâlde; “Îsâ aleyhisselâm âhır zamanda gökten indiği zaman, bu ümmet arasında ne ile hükmedecek? Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği din (İslâmiyet) ile mi, yoksa kendi tebliğ ettiği İsevîlik dîni ile mi hükmedecek? v.s.” deniliyordu. Ben de ona kısa olarak şu cevapları verdim.
Îsâ aleyhisselâm gökten inince, bu ümmet arasında Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği din ile hükmedecektir. Âlimler bunu açık olarak beyân etmişlerdir. Bu husûsta Hadîs-i şerîfler ve icma' vardır.
Ahmed ibni Hanbel, Bezzâr ve Taberânî’nin (rahmetullahi aleyhim) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Îsâ bin Meryem, Muhammed'i, dîni üzere tasdik ettiği hâlde iner. Deccal'i öldürür, sonra kıyâmet kopar.”
İbn-i Hibbân, Sahîh’inde şu Hadîs-i şerîfi rivâyet etmiştir. “Îsâ bin Meryem gökten iner. İmâm olur. Rükû'dan kalkınca; “Semi' Allahü limen hamideh” der. Deccal-i öldürür ve mü’minler gâlip olur.”
Böyle söylemek ise, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine mahsustur.
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Îsâ bin Meryem iner. Beş vakit namazı ve Cumâ namazını kılar.” Bu Hadîs-i şerîf, Îsâ aleyhisselâmın, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dîni üzere ineceği husûsunda çok açıktır. Çünkü beş vakit ve Cumâ namazı Muhammed aleyhisselâmın ümmetine mahsustur.
İbn-i Abbâs'ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Evvelinde benim, sonunda Îsâ bin Meryem'in, ortasında Ehl-i beytimden olan Mehdî'nin bulunduğu bir ümmet nasıl helâk olur.” (Aynı Hadîs-i şerîfi, Nesâî de İbn-i Abbâs'dan rivâyet etmiştir. İmâm-ı Süyutî Ed-Dürer-ül-Mensur’da da rivâyet etmiştir.)
Alimlerin bu husûsta buyurdukları:
Hattâbî (rahmetullahi aleyh) Meâlim-üs-sünen kitabında buyurdu ki: Hadîs-i şerîfte; “Îsâ aleyhisselâm domuzu öldürür” buyruldu. Bu Hadîs-i şerîf; domuzun öldürülmesinin vâcib ve bu hayvanın necis yâni pis olduğuna delildir. Îsâ aleyhisselâmın domuzu öldürmesi, Muhammed aleyhisselâmın dîninin hükmüne göredir. Îsâ aleyhisselâm âhır zamanda inecektir. İslâmiyet ise, kıyâmete kadar bâkîdir.
İmâm-ı Nevevî, Müslim'in şerhinde buyuruyor ki: “Îsâ aleyhisselâmın gökten inmesinden murâd, Muhammed aleyhisselâmın dînini nesh eden, onun hükmünü ortadan kaldıran bir din ile inmesi değildir. Hadîs-i şerîflerde bu mânâda hiç bir şey bulunmamaktadır. Bilakis, Hadîs-i şerîfler, Îsâ aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın dînine dokunmayacağını, Muhammed aleyhisselâmın dîninden insanların terkettikterini ihya edeceğini göstermektedir. Îsâ aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın dînini bilmesi ve onun ile hükmetmesinin dört yolla olduğu söylenebilir.
1- Bütün peygamberler, kendi zamanlarında kendilerinden önceki ve sonraki peygamberlerin aleyhimüsselâm dinlerini biliyorlardı. Bu ise vahiyle onlara indirilen kitaplarda görülmekte ve diğer peygamberlerin dinlerine dâir işâretlerle olmaktadır.
Bunun delili şöyledir: Hadîs-i şerîflerde ve eserlerde Îsâ aleyhisselâm, ümmetine, Muhammed aleyhisselâmın kendisinden sonra geleceğini müjdelediği; O'nun dîninin kendi dîninden başka olacağını haber verdiği bildirildi.
Arais-ül-mecalis kitabında, Ka’b-ül-Ahbâr'dan (radıyallahü anh) şöyle nakledilmektedir: Ka'b-ül-Ahbâr, bir yahudiyi ağlarken gördü ve; “Niye ağlıyorsun” dedi.
Yahudi; “Bâzı şeyleri hatırladım da onun için ağlıyorum” diye cevap verdi. Ka'b; “Allah için, seni ağlatan şeyi sana haber verirsem, beni tasdik eder misin?” dedi. Yahudi âlimi; “Evet, tasdik ederim” dedi. Ka'b-ül-Ahbâr dedi ki: “Allah için söyle! Tevrât’da; Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Ben burada bir ümmet buluyorum. Onlar insanlar içinden çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısıdır. Mârufu, yâni Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeyleri emrederler. Münkeri, yâni O'nun sevmediği beğenmediği şeyleri yasaklarlar. Bütün kitaplara îmân ederler. Kör Deccal'i, öldürünceye kadar, dalâlet ehli ile harbederler” buyrulduğunu gördüğünü ve; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini. Allahü teâlânın da ona; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buldun mu? Okuduğun kitaplarda hiç böyle bir hâdiseye rastladın mı?” Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b buyurdu ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın, Tevrât'a bakıp; Ben bir ümmet buluyorum ki, onlar hamd edici, güneşi gözetip, ona göre amel edici bir iş yapmak isteyince, inşâallahü teâlâ deyicidirler” buyrulduğunu ve; “Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyurduğuna, rastladın mı?” Yahudi âlimi; “Evet” cevâbını verdi.
Ka'b dedi ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bunda bir ümmet buluyorum. Kefâret (yemin, oruç) borçlarını ve sadakalarını (zekatlarını) emredilen yerlere verirler, heba etmezler. Onlar tesbîh ederler, duâlarının kabûl olmasını isterler, duâları kabûl olunur, şefâat ederler, şefâatleri kabûl olunur” buyrulduğunu ve Mûsâ aleyhisselâmın; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyurdu dediğini buluyor musun? Kitaplarınızda bunu da okudun mu?” Yahudi âlimi; “Evet okudum” dedi.
Ka'b (radıyallahü anh) devam edip; “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; Ben burada bir ümmet buluyorum, onlardan biri yüksek bir yere çıkınca, Allahü teâlâyı tekbir eder, yâni “Allahü Ekber” der, alçak bir yere inince “Elhamdülillah” der. Toprak onlar için temiz, yeryüzü onlara mesciddir. Nerede olsalar, cünüplükten temizlenirler. Su bulamadıkları zaman, temiz toprakla temizlenmeleri (teyemmüm etmeleri), su ile abdest almaları gibidir” buyrulduğunu ve Hazret-i Mûsâ'nın; “Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu da görüp okudun mu?” dedi. Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b dedi ki: “Allah için söyle!” Hazret-i Mûsâ'nın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bunda bir ümmet buluyorum. Onlardan biri, bir iyilik yapmaya niyet edince, yapmasa da ona sevâb verilir. Kötülük yapmaya niyet edince, yapmayınca günâh yazılmaz, yaparsa bir günâh yazılır” buyrulduğunu ve; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b yine dedi ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben seçilmiş, rahmet olunmuş bir ümmet buluyorum, kitaba vâris olurlar. Kimi nefsine zulmeder, kimi hak, adâlet üzere olur, kimi de iyilikte çok ileriye geçer. Ben onların hepsini merhamet olunmuş buluyorum. Onları bana ümmet eyle” dediğini ve Allahü teâlânın; “Onlar, Ahmed'in (Muhammed aleyhisselâmın) ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlim; “Evet” dedi.
Ka'b (radıyallahü anh) devam edip; “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bir ümmet buluyorum. Mıshafları göğüslerindedir. (Kitapları olan Kur'ân-ı kerîmi ezberlemişlerdir.) Cennet ehlinin çeşitli elbiselerini giyerler. Namazlarında melekler gibi saflar hâlinde dururlar, mescidlerinde sesleri arı vızıltısı gibidir. Onlardan bir kişi Cehennem’e girmez ve onlardan kimisi, hesâba çekileceği kıyâmet gününü, ölümü, ağaç ardındaki harman gibi (yani pek yakın) görürler. Onları bana ümmet eyle dediğini” ve Allahü teâlânın ona; “Onlar Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlim; “Evet” dedi.
Mûsâ aleyhisselâm, Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine ihsân olunan iyiliklerin ve nîmetlerin bu kadar çok olduğunu hayretle müşâhede edince; “Keşke Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eshâbından olsaydım” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona vahyederek, “O'nu seçip beğendiğini, O'nun esbabından olmasının imkânsız olduğunu, çünkü O'nun daha sonraki zamanlarda yâni kıyâmete yakın geleceğini bildirdi. Fakat, kıyâmette seni O'nunla buluştururum. Yakınında eylerim.” buyurdu. Bunlar ve daha başka husûslar, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği dîne (İslâmiyete) mahsus hükümler olup, önceki dinlerde bulunmamaktadır. Allahü teâlâ bunları Mûsâ aleyhisselâma bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm da, ictihâd ve taklid ile değil, vahy ile öğrendi.
Allahü teâlâ peygamberlerine aleyhimüsselâm ve onlara indirdiği kitaplarda, bu ümmetle alakalı haberleri, hâdiseleri ve halîfelerle ilgili haberleri de bildirmiştir.
Peygamberlere bu bilgiler ictihâda ve taklide ihtiyaç duymadan vahiy yoluyla, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiştir. Kur'ân-ı kerîm önceki kitapların bilgilerini kendinde toplamıştır.
2- Îsâ aleyhisselâmın, Hadîs-i şerîflere müracaat etmeden Kur'ân-ı kerîmden İslâmiyetle alakalı hükümleri çıkarması mümkündür. Zâten Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı kerîmin mânâlarını ümmetine açıklamıştır. Îsâ aleyhisselâmın peygamber olması, doğrudan Kur'ân-ı kerîmden İslâmiyetle alakalı bilgileri anlamasını gerektirir. Bu bakımdan, din bilgilerinin hepsi, Resûlullah efendimizin, Kur'ân-ı kerîmi açıklayıp bildirdikleridir. İmâm-ı Şafiî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: Din âlimlerinin bildirdiklerinin hepsi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesinin; sünnet-i seniyyenin hepsi de, Kur'ân-ı kerîmin açıklamasıdır.
3- Aralarında Tacüddîn Sübkî'nin de bulunduğu bâzı âlimler, Îsâ aleyhisselâmın peygamberliği devamlı olmakla beraber, Resûlullah efendimizin ümmetinden ve Eshâb-ı kirâmdan sayıldığını; Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken, tasdik edip O'nunla görüştüğünü söylemişlerdir. Îsâ aleyhisselâm, İsrâ (Mîrâc) gecesindeki görüşmelerinden başka, Peygamber efendimizle birkaç defâ görüşmüştür.
İbn-i Asakir, Enes bin Mâlik’ten şöyle rivâyet etti. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) buyurdu ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe-i muazzamanın etrâfında tavâf ediyordu. Bu sırada Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) görmediğimiz birisi ile müsafeha ettiler. Biz; “Ey Allah'ın Resûlü senin, tanımadığımız birisi ile tavâf ettiğini gördük.” deyince, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); “O, kardeşim Îsâ bin Meryem'dir. Tavâfını bitirinceye kadar onu bekledim ve ona selâm verdim” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâmın, İslâmiyete dâir hükümleri doğrudan Resûlullah efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) almış olması da mümkündür. Bunun için bir mâni bulunmamaktadır.
4- Îsâ aleyhisselâm gökten indiği zaman yeryüzünde Resûlullah efendimizle buluşacağı ve lâzım olan dîni bilgileri Resûlullah efendimizden alacağıdır. Bunda da hiç bir mâni yoktur. Bu, bana zâhir olan yoldur. Bu husûsta dört senedim var:
a) Ebû Yala (rahmetullahi aleyh) Müsned’inde Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir. “Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Îsâ bin Meryem elbette inecektir. Sonra kabrime gelip, “Yâ Muhammed!” dese, elbette ona cevap veririm.”
b) Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken, peygamberleri aleyhimüsselâm görür ve yeryüzünde onlarla buluşurlardı. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâc yolculuğunda, kabrinde namaz kılarken Mûsâ aleyhisselâma uğradığı doğrudur. Resûl-i ekrem buyurdu ki: “Peygamberler diridirler ve kabirlerinde namaz kılarlar.” Aynı şekilde Îsâ aleyhisselâm yeryüzüne inince, peygamberleri görecek ve onlarla buluşacaktır. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile de buluşup, lâzım olan dîni bilgileri O'ndan öğrenecektir.
c) Bâzı âlimler şöyle buyurdular: “Evliyânın, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanık olarak görmesi ve onunla buluşması, Resûlullah efendimizden ilim ve marifet alması, o velînin kerâmetlerindendir.”
İmâm-ı Gâzâlî, Ahmed Rıfâî, Tacüddîn Sübkî, İmâm-ı Yafiî, Kurtubî, İbn-i Ebî Hamza bu âlimlerdendir. Bunu açık açık söylemişlerdir.
Evliyâdan birisi şöyle anlattı: Bir âlimin yanına gitmiştim. Bu âlim, hâdis diye bir şey rivâyet etti. O sırada orada bulunan velî bir zât, o âlime; “Senin söylediğin söz hadîs-i şerîf değildir.” dedi. Âlim olan zât; “Sen bunun hadîs-i şerîf olmadığını nereden biliyorsun?” deyince, velî zât; “İşte bak! Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) başında durmuş; “Ben bu sözü söylemedim” buyuruyor) dedi. Bu hâl o âlime de keşfolundu. O âlim de Resûlullah efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) gördü ve tevbe etti.
Şeyh Ebü’l-Hasen de şöyle buyurdu: “Bir göz açıp kapayıncaya kadar, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) görmeseydim kendimi müslümanlardan saymazdım.”
Evliyânın böyle hâlleri olunca, Îsâ aleyhisselâm gibi bir peygamberin istediği vakitte Resûlullah efendimizle buluşması, ictihâd ve Hadîs-i şerîfleri ezberleme gibi durumlara ihtiyaç duymadan, doğrudan Resûlullah efendimizden dînin hükümlerini alması elbette mümkündür.
d) Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) çok Hadîs-i şerîf rivâyet ediyordu. Fakat onun bu kadar Hadîs-i şerîf rivâyet etmesi iyi karşılanmıyordu. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) da onlara şöyle cevap verdi: “Eğer ben vefât etmeden önce Îsâ aleyhisselâm inse, ona Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadîs-i şerîfini nakletsem, o beni tasdik ederdi” dedi. Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh), Îsâ aleyhisselâm beni tasdik eder sözü; “Hazret-i Îsâ'nın, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesinin hepsini bildiğine delildir. Hattâ bu sözü ile Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Hazret-i Îsâ'yı, rivâyet ettiği Hadîs-i şerîflerin sahih olduğu husûsunda da merciî kabûl etmiş oluyor.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.