Îsâ aleyhisselâm oniki yaşına kadar annesiyle Mısır'da kaldı. Sonra, küçüklüğünde gittikleri Mısır'dan Kudüs'e dönerek Nâsıra kasabasında yerleştiler. Otuz yaşına girince, burada, Hak teâlâ tarafından peygamber olduğu bildirildi. Bulunduğu Nâsıra şehrine nispetle, Hazret-i Îsâ'ya tâbi olanlara Nâsrânî denilmiştir. Nâsrânî denilmesinin sebebi hakkında başka rivâyetler de vardır.
Peygamber olduğu kendisine bildirilince, hemen tebliğe başladı. İnsanların îmâna gelmelerini, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğreterek, ona göre amel etmelerini ve isyânda bulunmamalarını istedi.
Îsâ aleyhisselâmın peygamberliği husûsunda Hadid sûresinin 26 ve 27. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Hiç şüphesiz ki biz, (Hazret-i) Nûh'u (kavmine) ve (Hazret-i) İbrâhim'i de (kavmine ve Nemrud ve ona tâbi olanlara) birer peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği de, kitabı da onların nesillerine verdik. Onların kavimlerinden bâzısı, pek azı îmân edip, hidâyet buldular. Pek çoğu da, peygamberlerine itâati ve kitaplarıyla ameli terkederek fâsıklardan oldular. (Âyet-i kerîmede husûsen Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmın zikredilmesi, onların şerefini bildirmek içindir. Bilindiği gibi Hazret-i Nûh, Hazret-i Âdem'den sonra bütün insanlığın atasıdır. Hazret-i İbrâhim de Arabların ve İbranîlerin ceddi, atasıdır.)
(Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmdan) sonra, onların arkalarından peygamberlerimizi ardarda gönderdik. Hepsinden sonra da Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâm) onlara tâbi kıldık, peygamber olarak gönderdik. Ona İncîl’i verdik. Ona tâbi olan mü’minlerin kalblerinde birbirlerine şefkât ve merhamet ihsân ettik...”
Îsâ aleyhisselâm tebliğ vazifesine devam ederken birçok kimse küfürde direterek söylenilenleri kabûl etmiyordu. Nitekim yukarıdaki meâli verilen âyet-i kerîmelerde, Hak teâlâ hazretleri, Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmın peygamberliklerini ve bunların gönderildiği kavimlerin pek azının îmâna geldiğini, ekseriyetinin ise küfürde kaldıklarını, haber vermektedir.
Târih boyunca, insanların çoğu kendilerine gönderilen peygamberlere karşı çıkmış, yalnız pek azı inanıp kabûl etmiştir. İnanmayanlar, inanmamakla yâni dâveti kabûl etmemekle kalmamış, o peygambere ve ona tâbi olanlara, çirkin iftirâlar atmaya, çeşit çeşit sözler ve hareketlerle onları incitmeye, akla hayâle gelmeyen ezâ ve cefâlarda bulunmaya başlamışlardır. İşte Hazret-i Îsâ tebliğe devam ederken insanların çoğu inanmayıp, ona da karşı çıktı.
Îsâ aleyhisselâmın peygamberliğinin dâvetinin üç safhada olduğu bildirilmiştir. O, ilk önce kendisinin, Allahü teâlâ tarafından İsrâiloğullarına peygamber gönderildiğini ve Rabbinden bir hikmet ile geldiğini bildirdi. Kendisine îmân etmelerini söyledi. İnsanlara Allahü teâlâdan korkmalarını, peygamber olduğu için kendine tâbi olmalarını ve itâat etmelerini emretti.
Bütün peygamberlere yaptıkları gibi, insanlar ondan da, peygamberliğine delil olarak, mûcizeler istediler. Umûmiyetle, kabûl etmeye yanaşmayan insanlar, inâdlarına bir sebep bulmak isterlerdi. Bu yüzden mûcize göster derlerdi. Güyâ peygamber olduğunu söyleyen zât, mûcize olacak fevkalâde bir şey gösteremeyecek, onlar da inanmamalarının bahanesini bulmuş olacaklardı. Bâzıları da, hakîkaten samîmi kalb ile, o zâtın peygamber olduğunu anlamak için, mûcize ister ve mûcizeyi görünce de derhal kabûl ve tasdik ederdi.
İşte, bütün peygamberler gibi, Îsâ aleyhisselâm da bütün bu istekler karşısında pek çok mûcizeler gösterdi. Böylece şüphe ve tereddüde mahal bırakmadı.
Hazret-i Îsâ, dâvetinin ikinci safhasında; kendinden önce, Benî İsrâil peygamberlerinin ilki olan Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın ve hükümlerinin bozulmamış aslî şeklini tasdik edici olduğunu bildirdi. Bununla beraber, Hak teâlânın, kendisine yeni bir din verdiğini ve İncîl kitabını indirdiğini söyledi. Böylece Tevrât’da bulunan bâzı hükümlerin değiştirildiğini açıkladı.
Bilindiği gibi, Tevrât'ı tasdik demek, onun ilâhî kitaplardan olduğunu kabûl etmek demektir. Îsâ aleyhisselâma hattâ bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma bildirilen dinlerde, ibâdetlere ve muâmelâta âit bâzı hükümlerde değişiklikler bulunması onun ilâhî bir kitap olduğunu tasdike mâni değildir. Nitekim şimdi bütün mü’minler, Tevrât ve diğer ilâhî kitapların hak olduklarına inanmakta, fakat bugün Kur'ân-ı kerîm hariç diğerlerinin tahrif edilip, değiştirilmiş olduğunu bilmektedirler. Yine bütün ilâhî kitaplarda, Allahü teâlâ tarafından, peygamberler vâsıtası ile bildirilen îmân, îtikâd husûsları hep aynı olup, hiç değişmemiştir. Bütün peygamberler ümmetlerine aynı îmânı bildirmişler, hep aynı şeylere inanmayı emretmişlerdir. Çeşitli zamanlarda gönderilen ilâhî dinlerde olan değişiklikler, hep ibâdetlerde, kalb ve beden ile yapılması ve sakınılması icâbeden husûslarda olmuştur. Îmâna âit husûslar değişmemiştir.
Îsâ aleyhisselâm da kavmine, kendinden önce gönderilmiş olan Tevrât'ı tasdik ettiğini bildirip, bununla beraber, Hak teâlânın kendisine İncîl ismindeki ilâhî kitabı vahyedip bildirdiğini söyledi. Bu husûsta Âl-i İmrân sûresinin 50. âyet-i kerîmesinde meâlen Îsâ aleyhisselâmın kavmine şöyle dediği bildirilmiştir; “... Size hem benden önce nâzil olan Tevrât'ı tasdik edici olarak, hem de üzerinize haram kılınmış olan şeylerin bâzısını helâl kılmak (Hak teâlânın sizlere mubah ettiğini bildirmek) için geldim ve sizlere Rabbinizden, peygamberliğimi tasdik edici bir alâmet, mûcize getirdim. O hâlde artık Allahü teâlâdan korkun ve sizi O'na dâvet ettiğim şeyde bana itâat edin.”
Saf sûresinin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Bir vakit Meryem oğlu Îsâ (aleyhisselâm) şöyle demişti; “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allahü teâlânın peygamberiyim. Benden evvel Mûsâ'ya (aleyhisselâm) nâzil olan Tevrât'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed aleyhisselâm) ismindeki peygamberin müjdecisiyim...”
Zuhruf sûresinin 63. âyet-i kerîmesinde de meâlen buyruldu ki: “Vaktâ ki Îsâ (aleyhisselâm) mûcizelerle (İncîl âyetleri ile ve yeni bir din ile) geldiğinde şöyle demişti: “Ben size ilâhî hükümlerle ve ayrılığa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. Onun için Allahü teâlâyı inkâr etmekte ve insanları O'nun dîninden alıkoymakta O'ndan korkun ve size tebliğ ettiğim husûslarda bana itâat edin.”
Tefsîr-i Mazharî'de bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyruldu ki: Mûsâ aleyhisselâmdan sonra yahudiler hevâ ve arzularına uyarak 71 fırka oldular. Îsâ aleyhisselâm gelince, onların bâtıl ve bozuk inanışlarına mâni oldu. Onlara hak dîni, doğru yolu gösterdi.
Nitekim Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadis-i şerîfde, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Yahudiler yetmişbir fırkaya, nasârâ (hıristiyanlar) da yetmişiki fırkaya ayrılmışlardı. Ümmetim ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.” Bu Hadîs-i şerîfi; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn-i-Mace sahih senetle rivâyet etmişlerdir.”
Fahreddîn-i Razî hazretlerinin beyânına göre; âyet-i kerîmede geçen “hikmet”, Allahü teâlânın zâtı, sıfatları ve fiillerinden lâzım olanlar yâni îtikâd edilecek husûslardır. Yâni akaid ilmidir. “Ayrılığa düştükleri şeylerin bâzısı...” ile murâd ise, dînin fürûî kısımları yâni amelî hükümlerdir.
Îsâ aleyhisselâm dâvetinin üçüncü safhasında, kendilerine peygamber olarak geldiği İsrâiloğullarını tevhîde, ancak ve sâdece Allahü teâlâya inanmaya, sırf O'na îmân etmeye dâvet etmiştir. Bu husûsta âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki: “(Îsâ aleyhisselâm İsrâiloğullarına şöyle dedi:) Şüphe yok ki, Allahü teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na ibâdet edin. İşte dosdoğru yol budur." (Âl-i İmrân sûresi: 51, Zuhruf sûresi: 64, Meryem sûresi: 36)
“(Îsâ aleyhisselâma ilâhlık isnat ederek;) “Meryem oğlu Mesîh Îsâ şüphesiz ki, Allah'ın kendisidir” diyenler, muhakkak ki, kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh (Îsâ aleyhisselâmın kendisi, bizzat) onlara; “Ey İsrâiloğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allahü teâlâya ibâdet ediniz. Her kim Allahü teâlâya şirk, ortak koşarsa, muhakkak ki, Allahü teâlâ ona Cennet’i haram etmiştir. Onun meskeni, varıp kalacağı yer Cehennem’dir. Şirkle kendi nefislerine zulmedenlere, kendilerini Cehennem’den kurtarma husûsunda yardım edecek hiç kimse yoktur demişti.” (Mâide sûresi: 72)
Tefsîrlerde bu âyet-i kerîme açıklanırken buyruluyor ki: “Hazret-i Meryem'in oğlu Mesîh Îsâ ilâhdır diyenlerin sözleri küfür ve bunları söyleyenlerin kâfir oldukları bildirildi.”
Fahreddîn-i Razî hazretlerinin bildirdiğine göre, hıristiyanlardan Yakubiyye fırkası böyle söylemişlerdir. Onlar; “Allahü teâlâ, Hazret-i Meryem'in oğlu Îsâ'ya hulûl edip, girdi. Onun bedeninde şekillendi, onun şeklinde göründü. Dolayısıyla Allah budur. Yâni Îsâ'dır” dediler. Böylece Hak teâlâya şirk koştular. Böyle söyleyip îtikâd edenlerin hepsi kâfir oldu.
Îsâ aleyhisselâm onların bu bozuk îtikâdlarını düzeltmek ve kendilerini hak yoluna sevketmek için onlara buyurdu ki: “Ey İsrâiloğulları! Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allahü teâlâya ibâdet edin. Benim ilâh olduğum şeklinde bir îtikâdda bulunmayın. Zirâ ilâh olmakla benim münâsebetim yoktur. Çünkü ben de sizin gibi bir beşerim. Dolayısıyla Allahü teâlâ sizin nasıl Rabbiniz ise benim de Rabbimdir. Ben de O'nun bir kuluyum. Şu hâlde bu yanlış îtikâddan vaz geçin, Hak teâlâya şirk koşmayın. Zirâ şirk koşan kimseye, Allahü teâlâ Cennet’i haram kılmıştır. Müşrik olan kimsenin makâmı, meskeni, kalacağı yer Cehennem ateşidir.” Îsâ aleyhisselâm böyle söylemekle onlara, hem hak olan doğru îtikâdı bildirip târif etti, hem de şirk ve başka sebeplerle kendilerine zulmedenlere aslâ yardımcı bulunmayacağını bildirdi.
Yine tefsîr âlimlerinin bildirdiklerine göre, Hak teâlâ hazretleri, bu âyet-i kerîmede, müşrik olanların, Allahü teâlâya şirk koşanların cezâlarının üç şekilde olduğunu beyân etmiştir. Birincisi, Cennet’in onlara haram olması; ikincisi, meskenlerinin, kalacakları yerin Cehennem ateşi olması ve üçüncüsü ise, o gibi zâlimlere herhangi bir şekilde yardım edebilecek yardımcıları olmamasıdır.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.