Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Süleymân Aleyhisselâm ve Atlar

Süleymân Aleyhisselâm ve Atlar || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Allahü teâlâSâd sûresi 31. âyet-i kerîmesinde; Süleymân aleyhisselâmın ne güzel bir kul olduğunu, bütün vakitlerinde Allahü teâlâya, tevbe ve tesbîh ile yönelen bir zât olduğunu bildirmektedir. Müfessirler, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyorlar ki: Bütün hâllerinde Allahü teâlâya tevbe ve rücûu çok olan kimse; “Ne iyi kuldur” diye vasıflanır. Çünkü, insanın kemâli, hakkı ve hayrı tanımasındandır. Marifetlerin başı, Allahü teâlâyı tanımaktır. Tâatların başı ise, her hayrın Allahü teâlâdan olduğunu îtirâf etmektir. Böyle kimsenin, tevbesi ve Allahü teâlâya dönmesi çok olur ve; “Ne iyi kuldur” vasfına mazhar olur.
Âyet-i kerîmenin devamında meâlen; “Hani ona öğleden sonra, bir ayağını tırnağı üstüne dikip, üç ayağının üzerinde duran koşu atları gösterilmişti de; Muhakkak ki ben hayr (at) sevgisine (sadece) Rabbimi zikretmek için düştüm demişti. Nihâyet (bu atlar) perdenin arkasına gizlenmişlerdi (gözden kaybolmuşlardı. Dedi ki:) Onları (atları) bana döndürün. Hemen ayaklarını, boyunlarını okşamaya, taramaya başladı.” buyrulmuştur. (Sâd sûresi: 31-33) Bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Fahreddîn-i Razî (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurmaktadır: Muhârebe için at yetiştirmek, bizim dînimizde olduğu gibi Süleymân aleyhisselâmın dîninde de sevâb idi. Süleymân aleyhisselâm, at yetiştirmeye ehemmiyet verirdi. Bir gazâ için hazırlık yapıyordu. Bir yere oturup, atların hazırlanmasını, koşturularak idman yaptırılmasını emretti ve; “Ben bunları dünyâ nîmetlerinden haz almak için değil; Allahü teâlânın emri için, O'nun dînini takviye etmek, kuvvetlendirmek arzumun çokluğundan seviyorum” buyurdu. İşte; “Muhakkak ki ben, hayr (at) sevgisine (sadece) Rabbimi zikretmek için düştüm.” meâlindeki âyet-i kerîmeden murâd budur. Sonra Süleymân aleyhisselâm, atların yine koşturulmalarını emredince, dört nala gözden kayboldular. Süvârilere, atların kendisine getirilmesini emretti. Atlar getirilince, ayaklarını ve boyunlarını sığadı. Süleymân aleyhisselâm atların ayaklarını ve boyunlarını sığamakla;
1- Düşmanı defetmekteki yardımları ve hizmetleri pek büyük olduğu için, onların kıymet ve şerefini ifâde etti.
2- Mülkü muhâfaza etmekte pek çok faydası görülen atlara, gerekli alâkayı göstermiş oldu.
3- Süleymân aleyhisselâm, atların ahvâlini, hastalıklarını ve onlarda bulunanları gâyet iyi biliyordu. Bu sebeple, onların durumlarını gözden geçirmek, bacaklarını ve boyunlarını sığamak sûretiyle, onlarda herhangi bir hastalık hâlinin olup olmadığını öğrenmek istedi.
Âyet-i kerîmede, Süleymân aleyhisselâmın atlarının vasıfları da bildirilmektedir. Onlar, üç ayağını basar, diğer ayağının tırnağını dikerek hareketsiz dururlardı. Bu duruş şekli, tam ve hareketsiz bir duruş olup daha çok hâlis arap atlarında görülür. Ayrıca, bu atlar, çok süratli koşardı. Arkalarından yetişilmez, fakat kimin peşinden koşturulurlarsa derhal yakalarlardı.
Âyet-i kerîmede ata; “hayr” buyrulmuştur. Nitekim Buhârî ve Müslim’de Cerir radıyallahü anhdan şöyle rivâyet edilmiştir: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), gazâ atının alnına dökülen perçemini mübârek parmağı ile büktü ve; “Gaza atının perçeminin örgülerinde, kıyâmet gününe kadar, hayır bağlıdır. O hayır, âhırette sevâb, dünyâda ganîmettir” buyurdu.
Başka bir Hadîs-i şerîfte; “At üç nevî insana nispetle üç kısma ayrılır: “Ecr, setr ve vizr (günah). Sâhibi için ecr olan at, cihâd ve gazâ için beslenen attır. Sâhibi için setr olan at, Allahü teâlânın verdiği servetin şükrünü izhar etmek için ve övünmekten kaçınarak beslenen attır. Sâhibi için günâh olan at ise, övünmek için beslenen attır” buyrulmuştur.
Buhârî’de, Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur: “At, bâzı kimseler için sevâbdır. (yani kişinin sevâb kazanmasına vesile olur.) Bâzı kimseler için bir perdedir. (Onunla ihtiyaçlarını te’min eder.) Bâzı kimseler için de, vebâldir (günahtır). At, kendisi için hayır olan kimseye gelince, o atını Allah yolunda (cihad için) bağlamıştır (bakıp beslemiştir). Bol otlu geniş bir sahada veya çayırlıkta ayağının ipi uzatılırsa, at burada her ne yerse, at sâhibi için iyilik, sevâb olur. Eğer ipini kırıp şahlanarak bir veya iki mil mesâfeye koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve onun gübreleri de sâhibi için hasene (sevab) olur. Bu sırada bir nehre uğrayıp, onun suyundan içerse, sâhibi sulamak istememiş olsa bite, atın içtiği bu su da sâhibi için hasene olur. İşte, cihâd için bağlanan at, sâhibi için büyük bir sevâbdır. Bir kimse de atını, halktan müstağni olmak, iffetini muhâfaza etmek (geçimini onunla kazanmak) için bağlar (besler) ve hayvanlarının üzerindeki Allah hakkı olan zekâtını ve onların sırtına tâkâtlerinden, güçlerinden fazla yük yüklememeği unutmazsa, bu at da o kimse için (fakirliğe karşı) bir hail, (yani bir) perdedir. Bir kimse de atını öğünmek, riyâ ve müslümanlara husûmet için bağlarsa, bu at onun için büyük bir vebâl olur.”
Gazâ için at bağlayıp, beslemenin fazîletine dâir, bir çok âyet-i kerîme vardır. Enfâl sûresi 60. âyet-i kerîmesi, bunlardan biridir. Âyet-i kerîmede, meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Kâfirlerin hücûm ve işkencelerine uğramamak, onları da saâdet-i ebedîyyeye kavuşturmak için, insan gücünün yettiği kadar, durmadan çalışınız. En mükemmel harp vâsıtalarını yapınız. (Cihâd için) bağlanıp beslenen atlar hazırlayınız. Bununla (bu hazırlanma ile), Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı (Mekke kâfirlerini) ve bunlardan başka sizin bilmeyip, Allahü teâlânın bildiği diğer düşmanlarınızı (hıristiyan, yahudi ve mecûsî) da korkutursunuz. Allahü teâlâ yolunda ne sarfederseniz, (ecri) eksiksiz ödenir ve siz aslâ haksızlığa uğratılmazsınız.”
Tefsîr âlimlerinin bildirdiğine göre, bu âyet-i kerîmede, Allahü teâlâ, kâfirleri müslüman olmakla şereflendirmeyi veya cizye kabûl ederek İslâmiyetin himâyesi altına girenlerin; çalışmalarına, ibâdetlerine karışmayıp, canlarını, mallarını, nâmuslarını korumayı emrediyor. Bu sûretle, bütün dünyânın kardeş olup birleşmesini, îmân etmesini, sevişmesini istiyor. İslâmiyeti anladığı hâlde inâd edip inanmayanları da içine alan, umûmi bir adâlet ve saâdet kurmağı, bütün insanlara, hayvanlara, dirilere, ölülere yâni her şeye, bir rahatlık kazandırmayı emrediyor. Rivâyete göre, İbn-i Sîrîn'e bir kimse gelerek, bir tanıdığının (rüyasında) kendisine, malının üçte birini kal’alar için sarfedilmesini vasiyet ettiğini söyledi. İbn-i Sîrîn (rahmetullahi aleyh); onun malının üçte biri ile gazâ için at alıp beslenmesini söyledi. Bunun üzerine o şahıs; “Fakat onun vasiyeti, kal’alar için sarfedilmesidir” deyince, İbn-i Sîrîn, şöyle buyurdu: “Onun kal’alar ile murâdı, gazâ atlarıdır. Hattâ bir şâir de; Adî ve bayağı kimselerden korunabilmem için kal'am tuğla ve kerpiçten duvarlar değil, atlardır” demiştir.”
Ayet-i kerîme, okla, silâhla, ata binme tâlimi ile ve ok eğitimi yapmakla, muhârebeye hazırlanmanın farz-ı kifaye olduğunu göstermektedir.
Müslümanların, düşmanda bulunan silâhları öğrenmesi ve yapması, farzdır. O hâlde, bugün atom bombasını yapmaya ve bunun için lüzumlu matematik, fizik, kimya bilgilerini öğrenmeğe çalışmak farzdır. Önümüzde bulunan atom harbine hazırlanmazsak, dînimizi, milletimizi koruyamayız. Harb için, atom tesislerini hazırlamak, bunlardan sulh zamanında, insanların refâhı için istifâde etmek, dîni vazifemiz ve ibâdetimizdir. Hükümetin, milletin harbe hazırlanması, ibâdettir. Hazırlanmaması, büyük günâhtır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “İlim, Çin'de de olsa alınız!” buyurdu. Yâni ilim, dünyânın en uzak yerinde bulunsa ve kâfirlerde de olsa, gidin alın buyurdu. Çünkü Çin, o zaman, en kâfir ve çok uzak bir yer idi. O hâlde, cihâd için gerekli bilgileri, en uzak kâfirlerden de arayıp, bulup, öğrenmek, yapmak hazırlıklı olmak beş vakit namazdan sonra, en birinci vazife, en büyük ibâdettir. İbn-i Abidîn, üçüncü cilt, cihâd bahsinde buyuruyor ki: “Düşman hücûm ettiği veya hücûm korkusu olduğu zaman, her müslümanın harb etmesi farz-ı ayndır.” Atom harbi muhakkak olduğundan, buna hazırlanmak, farz-ı ayn hâline gelmiştir.
Hadîka’da el afetlerinde buyuruyor ki: “Nefsin hoşuna giden faydasız şeylere lehv ve la'b denir ki, boş yere vakit geçirmektir. Yalnız zevcesi ile oynamak ve harb oyunları helâl olup, başkaları haramdır. Harbe hazırlanmak için; at yarışları, atış, güreş, ok tâlimleri, lüzumlu teknik tecrübeleri yapmak câizdir. Hattâ lâzımdır ve çok sevâbdır.”
Âyet-i kerîmede, muhârebe için böyle bir hazırlığın yapılmasının sebebi, bu hazırlanma ile Allah'ın düşmanı olan Mekke kâfirlerini korkutmak olduğu bildirilmiştir. Çünkü kâfirler, müslümanların muhârebeye hazırlıklı olduklarını, muhârebe için lâzım gelen bütün harb silâhlarını ve vâsıtalarını hazırladıklarını bildikleri zaman, müslümanlardan çekinip korkarlar. Bu sebeple; müslümanlara tecâvüz edemezler; fazla korkmalarından cizye vermeyi kabûl ederler; müslüman olmalarına sebep olur; müslümanların düşmanlarına, çekindikleri için yardımda bulunamazlar. Bir de dışardan gelmesi muhtemel tehlikelere karşı vatan, emniyet içinde olduğundan, millet rahat ve huzûra kavuşur ve bu yoldaki çalışmalar günden güne ilerler. Hayat seviyesi yükselir. İlimde ilerlemeler olur. Ayrıca her türlü harp vâsıtalarına sâhip olunca, bu durum müslümanların, düşmanlarını açıkça korkuttuğu gibi, düşmanlıklarını gizleyenleri yâni münâfıkları da korkutur. Onlar korkunca; müslümanlar hakkındaki arzu ve isteklerinden vazgeçerler, gizli küfürlerinden bıkıp, müslüman olabilirler. Ayrıca müslümanların arasını açmak için bekledikleri fırsat, müslümanların kuvvetli olmasıyla gecikir. Bozgunculuk yapmaya cüret edemezler. İstemeseler bile, hizmet yapmak için yarışırlar.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget