İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymak, Tevrât-ı şerîfin hükümlerini bildirmek üzere gönderilen bir Nebîdir. İsrâiloğullarından her bir meliki ve teb’asını irşad için bir peygamber gönderilirdi. Şa’yâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarının başında Sudîka adında sâlih ve adil bir zâtın melik olduğu sırada gönderildi. Melik Sudîka, Süleymân aleyhisselâmın neslinden idi.
İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâm zamanından beri, çok maceralı ve karışık bir hayat sürüp dinlerinde sebât göstermediler. Kendilerine gönderilen Nebîlere de; ya kısa dönemler hâlinde tâbi oldular, veya hiç tâbi olmayıp isyân ettiler. Sonunda Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği ve gönderilen Nebîlerin yeniden tebliğ ettiği hak dinden, tamâmen ayrıldılar. Zamânla Tevrât-ı şerîfi bile değiştirip aslını bozdular. Kendilerine göre sapık bir yol tuttular ve bu bozuk yolda sürüklenip gittiler.
Şa’yâ aleyhisselâm peygamber olarak gönderildiği zaman, İsrâiloğulları doğru yoldan ayrılıp, son derece azıtmışlardı. Onun peygamberliği; Hazret-i Zekeriyyâ, Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ'dan önce idi. Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın gönderileceğini müjdeledi. Şa’yâ aleyhisselâm, bir gün, Allahü teâlânın emriyle minbere çıkıp, uzun bir hutbe okudu ve İsrâiloğullarına nasîhat etti. Âhır zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâmın geleceğini ve O'na kadar gelecek olan peygamberleri haber verdi. Sonra devamla İsrâiloğullarını, Allahü teâlânın emirlerine uymadıkları ve gönderdiği peygamberleri öldürmeleri sebebiyle kınadı. “Mûsâ aleyhisselâmın dîninin hükümlerine uymadığınız için Allahü teâlânın size gadabı vardır” diyerek, onlara ihtarda bulundu.
Sudîka'nın hükümdârlığı zamanında, pek fazla azmayan İsrâiloğulları, Bâbil meliki Senharib'in zulmüne maruz kaldı. Bu melik, altıyüzbin kişilik bir ordu ile üzerlerine yürüdü. Beyt-ül Mukaddes'in önüne kadar geldi. Melik Sudîka, bu sırada ayağındaki bir yara sebebiyle hasta idi. Üzerlerine böylesine bir hücûmun yapılması karşısında, sıkıntı içinde çâresiz kalmıştı. Bu zor durum karşısında, Şa’yâ aleyhisselâma gidip; “Ey Allah'ın peygamberi! Şüphesiz ki, Bâbil meliki büyük bir ordu ile üzerimize geldi. Halk onlardan çok korktu ve darmadağın oldu” diye haber verdi. Sonra da, kendisine pek ağır gelen bu hâdise karşısında elinden bir şey gelmediğini belirterek, Şa’yâ aleyhisselâma; “Sana, Allahü teâlâdan bu hâdise ile ilgili hiç vahiy gelmiyor mu? Allahü teâlâ bizim ve Senharib'in ve ordusunun hakkında ne takdir buyuruyor?” diye sordu. Şa’yâ aleyhisselâm; “Bu husûsta bir vahiy gelmedi” dedi. Melik Sudîka ve tebaası çâresiz bir hâlde iken, Şa’yâ aleyhisselâma vahiy gelip, Allahü teâlâ hükmünü bildirdi.
Şa’yâ aleyhisselâm, melik Sudîka'ya gidip şöyle dedi: “Allahü teâlâ, senin ecelinin geldiğini bildirdi. Yerine kendi hânedanından bir halîfe tâyin etmeni emretti.” Melik bunu işitince, kalkıp namaza durdu. Sonra da hâlis bir kalble, gözlerinden yaşlar dökerek ağlayıp; “Ey her şeyin Rabbi olan yüce Allah'ım! Yâ İlâhelâlemîn! Yâ Kuddûs-el-mütekaddis! Yâ Rahmân! Yâ Rauf! Seni bir dalgınlık ve uyku tutmaz. Allah'ım! Benim amellerimi, işlerimi ve adâletle hükmettiğimi sen biliyorsun. Bunların hepsi senin takdirinledir. Benim, gizlediğim ve açığa vurduğum her şeyi, sen en iyi bilensin” diye içli bir duâ yaptı. Allahü teâlâ sâlih bir kul olan melikin duâsını kabûl buyurdu ve Şa’yâ aleyhisselâma vahyedip, melikin duâsını kabûl ettiğini, ona merhamet edip, ömrünü onbeş sene uzattığını ve düşmanından da koruyacağını bildirmesini emretti. Şa’yâ aleyhisselâm da gelip, melik Sudîka'ya bildirdi. Melik bu haberi alınca, pek ziyâde ferahlayıp, korkusu dağıldı. Elemi ve kederi sona erdi. Hemen secdeye kapanıp şükretti ve secdede şöyle dedi: “Allah'ım! Senin için secde eder, senin ismini zikrederim. Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini azîz, dilediğini zelîl edersin. Sen gizli ve açık olan her şeyi bilirsin. Sen ezelî ve ebedîsin, senin bir başlangıcın ve sonun yoktur. Senin varlığın kesin ve şüphesizdir. Sen, aklın tasavvurundan kibriya perdesi ile örtülmüş ve işâretlerden münezzehsin. Sen, muhtâç ve zayıflara merhamet ederek duâlarını kabûl edersin.” Melik Sudîka, şükür secdesinden kalkınca, Allahü teâlâ Şa’yâ aleyhisselâma onun ayağındaki yarası için de bir ilaç bildirdi. Şa’yâ aleyhisselâm bunu melike haber verdi. Melik bildirilen ilacı yarasına sürüp hastalıktan da kurtuldu.
Melik Sudîka bundan sonra Şa’yâ aleyhisselâma; “Allahü teâlâya arzet ki, düşmanla bizim hâlimizin ne olacağına dâir bir bilgi ihsân buyursun” dedi. Şa’yâ aleyhisselâm Allahü teâlânın bu husûsta kendisine vahiyle bildirdiklerini de haber verip; “Düşmanına karşı, Allahü teâlâ sana kâfidir. Seni koruyacak. Düşman ordusunu, sabahleyin tamâmen ölmüş hâlde bulacaksın. Sâdece, Senharib ve kâtiplerinden beş kişi sağ kalacak” dedi. Sabahleyin şehrin kapısından bir ses duyuldu: "Ey Melik! Düşmanına karşı Allahü teâlânın yardımı sana kâfidir. Haydi dışarı çık, düşmanın helâk oldu” diyordu. Melik Sudîka dışarı çıkıp baktığında, düşman askerinin tamâmen kırıldığını gördü. Bâbil kralı Senharib'in aranması için adamlar gönderdi. Nihâyet bir mağarada beş adamıyla bulundu. Yanındaki beş kişi kâtipleri olup, birisi oğlu Buhtunnasar idi. Melik Sudîka bunları bağlatıp, günde her birine ikişer tane ekmek verdi. Sonra bunları yetmiş gün şehirde dolaştırdı. Bâbil kralı, melik Sudîka'ya şöyle dedi: “Benim için, öldürülmek böyle dolaştırılmaktan daha iyidir. Beni böyle dolaştırma, fakat öldür!” Melik onu öldürmeyi düşününce, Şa’yâ aleyhisselâm; “Onu öldürme! Memleketine gönder. Başlarına gelenleri anlatsın” dedi. Melik Sudîka Şa’yâ aleyhisselâmın tebliğine uyarak, hepsini serbest bırakıp memleketine gönderdi. Melik Senharib, yedi yıl sonra öldü. Yerine oğlu Buhtunnasar'ın geçmesini vasiyet etti. Onbeş sene sonra İsrâiloğullarının başında bulunan melik Sudîka da vefât etti. Melik Sudîka vefât edince, İsrâiloğulları içinde saltanat kavgaları başladı. Vurma, öldürme ve çeşitli karışıklıklar ortaya çıktı. Onlar böyle azmakta iken, Şa’yâ aleyhisselâm dâimâ nasîhat ediyordu. Fakat, dinleyen yoktu.
Şa’yâ aleyhisselâm bir defâsında Allahü teâlânın vahyi üzerine, kavmine Allahü teâlânın verdiği nîmetleri hatırlattı. Darmadağın bir davar sürüsü gibi iken, bir araya toplanabildiklerini ve muhâfaza edildiklerini; bütün bunlara karşılık; nîmetlere kavuşunca, azıp birbirleriyle koçların çarpıştığı gibi çarpışmaya ve birbirlerini öldürmeye başladıklarını hatırlattı. Hattâ bu çarpışmadan, kırığı sarılacak bir kemik kalmamış gibi darmadağın ve perişân olduklarını bildirdi. Sonra da; “Vay bu hatâkâr ümmete! Vay bu isyânkar kavme ki, ölümün ve felaketin kendilerine nereden geldiğini bilemiyorlar” diyerek onları uyardı. Bundan sonra, onların hâllerini boş bir arâziyi imar edip, içine dikilen çeşitli meyve ağaçlarına benzetti. Fakat, en güzel şekilde imar edilip dikilen bu bahçede ağaca benzeyen İsrâiloğullarının, kalitesiz ve tatsız meyve verdiklerini dile getirdi. Allahü teâlânın, onlara hidâyet yolunu gösterdiğini ve kendisinin de bunu bildirmek için peygamber olarak gönderildiğini, saâdet yoluna girmedikleri için perişân olduklarını söyledi.
Şa’yâ aleyhisselâm İsrâiloğullarına uzun bir konuşma yapıp, perişân ve azgın hâllerini dile getirdikten sonra, kurtuluş yolunu da açıkça bildirdi. Bu konuşmasında, sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın âhir zamanda geleceğini de müjdeledi. Konuşmasını bitirince, İsrâiloğulları ona iyice düşman kesildiler. Öldürmek için üzerine hücûm ettiler. Şa’yâ aleyhisselâm, onların arasından kaçıp uzaklaştı. Yolda bir ağaç yarılıp açıldı. Bu ağacın kovuğuna girip gizlendi. Ağaç kapandı. Fakat, eteğinden bir parça dışarıda kaldı. Onu tâkib eden İsrâiloğulları, bunun farkına vardılar. Ağacın içinde gizlenmiş olan Şa’yâ aleyhisselâmı şehîd ettiler. Böylece, kendilerine Allahü teâlâ tarafından gönderilen peygamberi dinlemeyip, büyük bir felakete düştüler. Dünyâ ve âhıret saâdetinden mahrûm kaldılar. Daha sonraki yıllarda, Buhtunnasar tarafından yurtları istila edildi. Bir kısmı kılıçtan geçirildi. Bir kısmı da esir edildi. İsrâiloğulları, içine kurtların daldığı koyun sürüsü gibi darmadağın oldu. Büyük bir zillete ve bedbahtlığa düçâr oldular.
Şa’yâ aleyhisselâm, sevgili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın geleceğini müjdeleyip, İsrâiloğullarına, Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu bildirdi: “Ben ümmî bir Nebî göndereceğim. O; sert ve kaba değil, sokaklarda bağırmaz. Fuhuştan uzak durur. Edebe uygun olmayan söz söylemez. Ben O'na her güzellik için istikamet vereceğim. Her üstün ahlâkı bahşedeceğim. Vakârı O'na libâs (vasıf) yapacağım. İyiliği, şiarı yapacağım. Kalbini takvâ ile dolduracağım. Düşüncesini hikmet, vefâ ve doğruluğu O'na tabîat, huy yapacağım. Affedip, iyiliği emretmeyi O'na ahlâk yapacağım. Onun gidişâtını adil, yolunu hak yapacağım. Hidayeti O'na rehber kılacağım. Milletini İslâm, ismini Ahmed yapacağım. Dalaletten sonra O'nun vâsıtasıyla hidâyet vereceğim. Cehaletten sonra, O'nun vâsıtasıyla ilim vereceğim. Düşkünlükten sonra, O'nunla yükselteceğim. Tanınmazken, O'nunla şan vereceğim. Azlıktan sonra, O'nunla çoğaltacağım. Darlıktan sonra, O'nunla zenginleştireceğim. Tefrikadan sonra, O'nunla birleştireceğim. Değişik kalbleri, dağınık arzuları, ayrı ayrı ümmetleri, O'nun ile bir araya getireceğim. O'nun ümmetini insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet yapacağım.
Benim vahdaniyetimi bildirmek ve bana îmân etmek için emr-i maruf, (iyilikleri emretme) nehy-i münker (kötülüklerden sakındırma) yapacaklar. Benim için namaz kılacaklar. Benim yolumda saf saf olup, ordular hâlinde cihâd edecekler. Benim rızâma kavuşmak için mallarını ve diyârlarını terkedecekler. Ben onlara mescidlerinde, meclislerinde, yattıkları, gezdikleri yerlerde; tekbir (Allahü ekber), tevhid (La ilâhe illallah), tesbîh (Sübhânallah), hamd (Elhamdülillah) demeyi; midhat (medh ve senâ), temcîd (dua ve senâ) yapmayı ilham edeceğim. Sokak başlarında tekbîr, tehlil ve takdis edecekler. Benim için yüzlerini ve etrâflarını temizleyecekler. Bedenlerine elbiseler giyecekler. Gece çok ibâdet eder, gündüz arslan kesileceklerdir. Bu benim bir ihsânımdır ki, dilediğime veririm. Ben çok ihsân sâhibiyim.”
Şemâil-ür-resûl kitabında da, peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın geleceğinin, Şa’yâ aleyhisselâma vahyedilmek sûretiyle şöyle bildirildiği kaydedilmiştir: “Ey Âkır (yani Mekke)! Rabbinin sana hibe edeceği şu çocukla sevin! Senin için O'nun bereketiyle bütün yerler genişleyecek. Binaların yeryüzünde sağlam temele oturtulacak. Evlerinin kapıları yükselecek. Yeryüzünün melikleri pek çok hediyeler ve bağışlarla sağından ve solundan gelecekler. Senin bu çocuğun (yani Muhammed aleyhisselâm) bütün milletlere, şehirlere ve iklimlere vâris olacaktır. Korkma, üzülme! Düşmandan sana aslâ bir zarar gelmeyecek, başına gelenlerin hepsini unutacaksın.”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.