Duâları kabûl olanlar şunlardır: 1- Çâresiz ve muhtâç olanın duâsı, 2- Mazlumun duâsı, 3- Babanın duâsı. Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte; “Üç duâ muhakkak kabûl olur. Bunlar; babanın duâsı, yolcunun duâsı ve mazlumun duâsıdır” buyruldu. 5- Sâlih kimsenin duâsı, 6- İtâatkar evlâdın ana-babasına duâsı, 7- Yolcunun duâsı, 8- İftar vakti oruçlunun duâsı, 9- Müslümanın mü’min kardeşine gıyâbında yaptığı duâ, (Böyle bir duâ, riyâdan uzak ve ihlâsa daha yakındır.) 10- Başkasına zulmü kastederek veya akrabâsı ile alakayı kesmeye götüren bir şey ile duâ edilmediği veya (Dua ettim de kabûl olmadı) demediği müddetçe, bir kimsenin yaptığı duâ kabûl olur.
Ka'b-ül-Ahbâr bildirdi ki: Mûsâ aleyhisselâm zamanında büyük kuraklık ve kıtlık oldu. Mûsâ aleyhisselâm İsrâiloğulları ile üç gün duâya çıktığı hâlde duâsı kabûl olmamıştı. Allahü teâlâ; “İçinizde koğuculuk yapan kimse olduğu müddetçe duânızı kabûl etmem” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “O kimdir? yâ Rabbî! Bize bildir de onu aramızdan çıkaralım” deyince, Allahü teâlâ; “Yâ Mûsâ, ben sizi koğuculuktan menederken kendim mi koğucu olayım?” diye vahy etti. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm da; “Hepiniz koğuculuktan tevbe edin” buyurdu, ve hepsi tevbe ettikten sonra Allahü teâlâ onlara rahmetini verdi.
Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi aleyh) anlatıyor; “Benî İsrâil'de yedi sene yağmur yağmadı, kıtlıktan çöplüklerdeki leşleri yiyecek vaziyete düştüler. Bu vaziyette dağlara çıkarak Allah'a duâ ettiler, yalvardılar ve niyaz ettiler. Fakat Allahü teâlâ onların peygamberlerine şöyle vahyetti; “Eğer bana doğru yürümekten ayaklarınız dizlerinize kadar sürtülse, elleriniz semâya değecek gibi yüksek dağlara tırmansanız ve duâdan dilleriniz de yorulsa, kul haklarını ödemedikçe, duânıza icâbet etmem ve ağladığınıza acımam.” Bunun üzerine onlar kul haklarını ödediler ve birbirleriyle helâlleştiler. Allahü teâlâ da rahmet ve bereketini üzerlerine saçtı. Mâlik bin Dinâr da (rahmetullahi aleyh) şöyle anlatıyor. Yine Benî İsrâil, meydana gelen bir kuraklık sebebiyle duâya çıkmıştı. Allahü teâlâ peygamberlerine şöyle bildirdi: “Sen onlara haber ver, pis beden, haram ile dolmuş mide ve kana bulanmış eller ile karşıma çıkarak benden rahmet diliyorlar. Bu vaziyette rahmet şöyle dursun yalnız gadabımı ve benden uzaklığı kazanırlar. Bu hâllerinden vazgeçsinler de onlara rahmetimi yağdırayım.”
Tabiînden olan Ebû Sıddîk Nâcî (rahmetullahi aleyh) anlatıyor: “Süleymân aleyhisselâm maiyetiyle yağmur duâsına çıkmıştı. Yolda sırtüstü yatan ve ayakları havada bir karınca gördü. Karınca; “Allah'ım! Ben de senin yaratıklarından biriyim, senin rahmetine ve senin bana vereceğin rızka muhtacım. Sen bizi başkasının suçundan dolayı helâk etme.” diye duâ ediyordu. Bunu gören Süleymân aleyhisselâm; “Geri dönelim, yağmur için gerekli duâ yapılmıştır” dedi.”
Evzâî (rahmetullahi aleyh) anlatıyor: “Bir gün insanlar yağmur duâsına çıkmıştı. Bilâl bin Sa'd, Allahü teâlâya hamd ü senâ ettikten sonra; “Ey cemâat! Kusurlu olduğunuzu îtirâf edersiniz değil mi?” diye sordu. Halk; “Evet, Allahü teâlâ affetsin” dedi. Bunun üzerine Bilâl bin Sa'd, cemâatiyle birlikte ellerini kaldırarak; “Allah'ım! Kusurlarımızı îtirâf ederek huzûruna geldik. Mağfiretin, bizim gibi kusurunu îtirâf edenleredir. Allah'ım! Sen bizi affet, bize merhamet et ve rahmetini bize indir” diye duâ etti. Allahü teâlâ da rahmetini inzal buyurdu.
Mâlik bin Dinâr'a (rahmetullahi aleyh) “Allah'a duâ et, bize rahmet versin” dediklerinde; “Siz yağmurun geciktiğinden şikayet ediyorsunuz, ben ise bizim bu hâl ve hareketlerimize göre üzerimize taş yağmasının gecikmiş olduğunu söylüyorum” dedi.
Rivâyet olundu ki; Bir gün Îsâ aleyhisselâm bir cemâat ile yağmur duâsı için sahraya çıktı. Orada cemâate dönerek; “Günâh işleyen ve günâhkâr olanlar geri dönsün” buyurdu. Günâhkâr oldukları için herkes geri döndü. İçlerinde tek bir kişi kaldı. Îsâ aleyhisselâm ona dönerek; “Sen hiç günâh işlemedin mi?” diye sordu. Adamcağız; “Vallahi bir defâ namaz kılarken (parmağıyla işâret ederek) şu gözüm oradan geçen bir kadına ilişti, namazı müteakip bu gözümü çıkardım. Bundan başka günâh işlediğimi bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “O hâlde sen duâ et de ben âmin diyeyim” buyurdu.O da böyle yaptı ve yağmur yağdı.
İbrâhim bin Edhem'e sordular ki: “Allahü teâlâ; “Ey kullarım, benden isteyiniz, kabûl ederim, veririm.” (Mü’min sûresi 60) buyuruyor. Halbuki istiyoruz vermiyor? Cevaben buyurdular ki: “Allahü teâlâyı çağırırsınız O'na itâat etmezsiniz. Kur'ân-ı kerîmi okursunuz, gösterdiği yolda gitmezsiniz. Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerinden faydalanırsınız, O'na şükretmezsiniz. Cennet’in ibâdet edenler için olduğunu bilirsiniz, hazırlıkta bulunmazsınız. Cehennem’i asîler için yarattığını bilirsiniz, ondan sakınmazsınız. Babalarınızın, dedelerinizin ne olduklarını görür, ibret almazsınız. Ayıbınıza bakmayıp başkalarının ayıplarını araştırırsınız. Böyle olan kimseler, üzerine taş yağmadığına, yere batmadıklarına, gökten ateş yağmadığına şükretsinler. Daha ne isterler? Duâlarının netîcesi, yalnız bu olursa yetmez mi?”
Atâ es-Sülemî (rahmetullahi aleyh) diyor ki: “Kuraklık oldu ve yağmur duâsına çıktık. Yolda Sa'dûn el-Mecnûn'u gördüm, o da beni görünce; “Ey Atâ, bugün insanların mezârlarından kalktıkları, dirilme günü mü, yoksa kıyâmet günü müdür? Ne oluyor?” diye sordu. Ben; “Hayır yağmur duâsına çıkıyoruz” dedim. Mecnûn; “Günâhkâr ve dünyâya bağlı gönüllerle mi, yoksa Allah'a yönelmiş gönüllerle mi çıkıyorsunuz?” diye sorunca, ben; “Hayır Allah'a bağlanmış ve tevbekar kalplerle çıkıyoruz” dedim. Mecnûn; “Ey Atâ, sen o haktan ayrılanlara söyle, hâk ve hakîkatten ayrılmasınlar, zirâ Allahü teâlâ onları görüyor” dedi ve sonra gözlerini semâya dikerek; “Allah'ım! Memleketimi kullarının isyânıyla helâk etme, gâfillerin gözünden saklanan senin esma-i hüsnan ve gizli olan nîmetlerine sığınarak memleketimi bereketlendirecek ve kullarını sulayacak bol rahmetini senden isterim, ey her şeye kâdir olan Allah'ım!” diyerek duâ etti. Atâ devamla diyor ki; daha duâ bitmemişti ki, gök gürledi, şimşek çaktı ve bardaktan dökülürcesine yağmur yağmaya başladı. Bunun üzerine bir köşeye çekilerek şöyle söyledi: “Zahid ve abidler ne güzel insanlardır. Zirâ onlar Mevla'ları için yemeyi, içmeyi terkettiler. Allah sevgisinden gözlerine uyku gelmedi, geceler geçti, kendileri hâlâ bîdâr yâni uyanıktılar. Allah'a kulluk onları her şeyden alıkoydu. Gâfil insanlar onların mecnûn olduğunu sanmışlardı.”
İbn-i Mübârek (rahmetullahi aleyh) de hâtıralarını şöyle anlatıyor; Şiddetli bir kıtlık ve kuraklık senesi idi. Medîne'ye gittim, halk ile beraber yağmur duâsına çıktık. Üzerinde adi ketenden iki elbise bulunan ve birini izâr, diğerini de peştemal olarak kullanan siyahî bir genç, benim yanı başıma gelerek oturdu ve; “Allah'ım! Amellerimizin kötülüğü, günâhlarımızın çokluğu senin katında yüzlerimizi kararttı, bizi terbiye etmek için rahmetini bizden kestin. Ey hilm ve vakâr sâhibi olan, ey kulları kendisinden iyilikten başka bir şey bilmeyen Allah'ımız, şu anda kullarına rahmetini yağdırmanı senden dilerim” diye duâ etti. “Bu saatte bu saatte” derken gökyüzü bulandı ve her taraftan yağmur yağmaya başladı. İbn-i Mübârek şöyle devam ediyor; oradan ayrıldık. Fudayl'ın (rahmetullahi aleyh) yanına gittim. Fudayl; “Ne oluyor, seni mahzûn görüyorum?” dedi. Ben de hâdiseyi kendisine anlattım ve siyahî delikanlının durumunu söyleyince, Fudayl bir ah çekerek yere düştü ve bayıldı.
Yine rivâyet olundu ki; Hazret-i Ömer bin Hattâb (radıyallahü anh), hazret-i Peygamberin amcası Abbâs'ın (radıyallahü anh) da bulunduğu bir cemâatle yağmur duâsına çıkmıştı. Hazret-i Ömer; “Allah'ım! Sevgili Habîbin ve O'nun amcası vâsıtasıyla sana ilticâ ediyoruz. Sen bunların yüzü suyu hürmetine bize rahmetini yağdır” diye duâsını bitirdikten sonra, hazret-i Abbâs elini kaldırarak; “Allah'ım! Semâdan gelen her belâ, günâh sebebiyle gelir ve bu belâyı tevbe kaldırır. Ben sevgili Habîbinin amcası olduğum için halk benim vâsıtamla sana müracaat ediyorlar. İşte günâhkâr olan bizler ellerimizi sana kaldırdık, boyunlarımızı tevbe ile karşında eğdik. Sen gayb olanı terketmeyen, beli kırılanı yalnız bırakmayan bir koruyucusun. İşte küçükler perişân, büyükler sefil oldu. Bu yüzden şikayet sesleri sana yükseldi. Sen âşikâreyi de gizliyi de bilirsin. Allah'ım, kulların ümîdleri kesilip helâk olmadan onların imdadına yetiş. Zirâ senin rahmetinden ancak kâfirler ümîd keserler. Rahmetini yetiştir” diye duâ etti. Duâsını tamamlamadan dağlar gibi bulutlar gökyüzünü kapladı ve rahmet yağmaya başladı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.