Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Süleymân Aleyhisselâm da bütün peygamberler gibi son derece adil idi

Süleymân Aleyhisselâm da bütün peygamberler gibi son derece adil idi || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Devrindeki insanlar ve sonra gelenler, onun adâletine hayran oldular. Bütün dünyâda adâlet timsali olarak kabûl edildi. Nitekim Hazret-i Ömer'in adâleti de böyle meşhûr olmuştur. Adaletin ne olduğu, İslâm âlimlerinin kitaplarında uzun yazılıdır. Adalet; huyları ve hareketleri, dîne ve akla uygun olmaktır. Görünüşü içi gibi olmak, herkesin yanında yalnız iken olduğu gibi bulunmaktır. İki yüzlü olmak, adâlet değil münâfıklıktır.
İslâm âlimleri, adâletin iyi huyların en şereflisi olduğunu bildirmişler; “Adil kimse insanların en iyisidir” buyurmuşlardır. İyiliklerin en şereflisi de adâlettir. Adalet, itidalde yâni ortada olmak demektir. “Ortadan ayrılanda adâlet vardır” demek, yanlış olur.
Bir malı, bir nîmeti bölerken; muâmelâtta, alış-verişte ve ukûbâtta yâni cezâ vermekte adâlet lâzımdır.
Allahü teâlâKur'ân-ı kerîmde adâlet ve ihsânı emretmekte ve Nahl sûresi 90. âyetinde meâlen; “Muhakkak ki Allah, adâleti, ihsânı ve akrabâya vermeği emrediyor...” buyurmaktadır.
Adalet, her şeyi yerli yerine koymak demek olup zulmün zıddıdır. Her hakkın başı, Allah hakkı olduğundan, O'na ortak koşmamak, tevhide îmân etmek esastır. İhsân, farzları yerine getirmek, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmek, bir şeyi güzel ve iyi yapmak mânâlarına gelir.
Müfessirler bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle buyurdular: Emîr-ül-mü’minîn Ali (keremallahü vecheh); “Mazlumların hakkını vermek adâlettir. Mahrum olanların murâdını vermek ise ihsândır.” Müfessirlerin şahı Abdullah bin Abbâs (radıyallahü anhümâ); “Adalet, tevhiddir. İhsân, günâhkârları affetmektir”. Muhammed bin Ka'b-i Kurzî; “Adalet; duâ, ihsân cömertliktir. Gece duâ ve istek eli ile aldığını, gündüz cömertlik eli ile vermektir” buyurmuşlardır.
Süfyân bin Uyeyne de; “Adalet, dışını ve içini aynı bulundurmak; ihsân, içini dışından daha iyi yapmaktır” buyurdu.
Adalet üç kısma ayrılmaktadır:
1- Allahü teâlâya kulluk etmek. 2- İnsanların haklarına riâyet etmek, âmirlere, kanunlara karşı gelmemek, âlimlere hürmet, emânetlere vefâ, alışveriş haklarını edâ ve vâdleri yerine getirmek. 3- Geçmişlerin haklarını edâ etmek. Bu da, onların borçlarını ödemek vasiyetlerini yerine getirmek, vâkıflarını muhâfaza etmek ve bıraktıkları hayrat ve hasenâtı devam ettirmekle olur.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); “Sultânın bir saatlik adâleti, teb’anın altmış senelik ibâdetinden iyidir” başka bir rivâyette ise; “Yetmiş senelik ibâdetten iyidir” buyurdu. Âlimlerden biri, bu Hadîs-i şerîfi tevil edip, buyurdu ki: “Alimler; altmış sene, çarşı pazarda bulunanlara emr-i maruf yapıp, Cumâ namazı vaktinde, dükkanlarınızın kapılarını örtün, câmiye gidin dese, yine de bir çokları buna aldırış etmez. Ama sultân, Cumâ namazı vaktinde hiç kimse dükkanını açmayacaktır, herkes Cumâ'ya gidecektir emrini verse, bütün şehirde dükkanını açacak tek bir kişi çıkmaz.” Sultânın bir saatlik adâletinin teb’anın altmış yıllık ibâdetinden iyi olduğu buradan anlaşılmaktadır.
Sultânın, devlet reîsinin ve adamlarının teb’asına adâlet üzere davranıp şefkâtli olmaları, âhıret azâblarını göz önüne getirmeleri, hüküm verirken ehline ve teb’asına eşit ve adil olmaları lâzımdır. Ahrette kurtulanlar ancak bu şekilde davrananlardır.
Sahîh-i Müslim’de, Abdullah bin Ömer'in (radıyallahü anhümâ) bildirdiği Hadîs-i şerîfte; “'Muhakkak ki adâletle hareket edenler, nûrdan minberler üzerinde bulunurlar” buyurdu.
Ömer bin Abdülaziz (rahmetullahi aleyh) halîfe idi. Bir gün, öğle namazından sonra yaslanmış, istirâhat ediyordu. Oğlu, kapıdan içeri girdi ve; “Ey Emîr-el mü’minin! Kıyâmette sana, şu zamanda yaslanıp dinlenecek yerde adâlet yapsaydın denirse, ne cevap verirsin?” deyince; “Doğru söylersin” deyip istirâhatını terketti. Bu zamanda zulümden çirkin hiç bir şey yoktur. Nitekim Sahîh-i Müslimde Ebû Zer Gıfârî (radıyallahü anh) rivâyeti ile Resûlullah’dan (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirilen hadis-i kudsîde; “Ey benim kullarım! Ben ki, Allah'ım, zulmü kendime haram eyledim (yani benim zâtım zulmetmekten paktır.) Sizin aranızdaki zulmü de haram eyledim. O hâlde, sakın birbirinize zulmetmeyiniz” buyruldu. Buhârî ve Müslim Sahîhlerinde, Abdullah ibni Ömer'in (radıyallahü anhümâ) Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiği Hadîs-i şerîfte; “Zulüm, kıyâmette zulmet, karanlık olacaktır” buyruldu. Bir başka Hadîs-i şerîfte; “İki günâh vardır ki, insan daha ölmeden, (yani dünyâda iken) zararlarını çeker: Biri Allahü teâlânın kullarına zulmetmek, diğeri ana ve babaya itâat etmeyip, isyân etmektir” buyruldu.
Sahîhayn'da Ebû Mûsâ'nın (radıyallahü anh) bildirdiği Hadîs-i şerîfte; Allahü teâlâ zâlime mühlet verir. Ama onu tutunca da, öyle bir tutar ki, Hakk'ın tutmasından ne kendisi ne de bir başkası onu kurtarabilir” buyruldu. Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); “İşte Rabbin, zulümkar memleketleri çarptığı zaman, böyle yakalayıp çarpar. Doğrusu O'nun cezâlandırması çok acıklı, pek elem vericidir” meâlindeki, Hud sûresinin 102. âyet-i kerîmesini okudu. Bir Hadîs-i şerîfte de; “On kişi üzerine hükümet eden kimseyi, Arasat'a bağlı olarak getirirler. Adalet etmişse kurtulur, zulmetmişse tutulur” buyruldu. Başka bir rivâyette de; “İki kimseyi idâre eden” buyrulmuştur. O hâlde, Allahü teâlânın kullarına zulmeden, hakîkatte kendine zulmetmiş olur. Çünkü zulmün karşılığı insanın kendine döner. Kendisinde görülmezse evlâdına mîras kalır.
Nîk ü bed insan, bulur elbet cihânda ettiğin.
Kendi bulmazsa cezâ, mîras olur evlâdına.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget