Zekeriyyâ aleyhisselâm, doksandokuz veya yüzyirmi yaşına geldiği hâlde, zürriyetini devam ettirecek, bir evlâdı yoktu. Hanımı da doksansekiz yaşındaydı. Gerek kendisinin, gerekse hanımının artık çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Zâten hanımı acuze olup, hiç çocuk doğuramazdı. Fakat o, Allahü teâlâ dilerse, Hazret-i Meryem'e hesapsız nîmetler ve rızıklar verdiği gibi, kendisine de bir evlat ihsân edebileceğine inanıyordu.
Zekeriyyâ aleyhisselâm, Beyt-ül-Makdis'de, Hazret-i Meryem'in ibâdet etmekte olduğu odaya girdiği zaman, ona, Allahü teâlâ tarafından türlü nîmetler ihsân edildiğini görüp, içine evlat sevgisi düştü. Allahü teâlâya duâ edip, zürriyetini devam ettirecek sâlih bir evlat ihsân etmesini diledi. Hazret-i Meryem'e bunca nîmetleri ihsân eden Allahü teâlâ, bana da bir erkek evlâdı ihsân etse diye kalbinden geçirip, Âl-i İmrân sûresinde bildirildiği gibi meâlen; “Orada (Hazret-i Meryem'in müstesna vaziyetini ve türlü nîmetlere kavuştuğunu gören ve ihtiyâr bir hâlde bulunan) Zekeriyyâ (aleyhisselâm), Rabbine (gece yarısı) duâ etti: Rabbim! Senin tarafından (kudretinle fadlından), çok temiz bir zürriyet (salih bir evlat) ihsân eyle. (Hunne'ye ihtiyârlığı hâlinde mübârek bir çocuk olan Meryem'i verdiğin gibi, bana da vermek lütfunda bulun.) Muhakkak sen duâya icâbet edersin. (Benim bu duâmı da kabûl buyur.) (Bu duâdan sonra) Zekeriyyâ (aleyhisselâm) mihrabında (odasında) namaz kılarken melekler (Cebrâil aleyhisselâm) ona (şöyle) nidâ etti: (Yâ Zekeriyyâ!) Muhakkak Allahü teâlâ, seni, kendinden gelen bir kelimeyi (Îsâ aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim (nefsini şehvetlerden korumakta son derece muvaffak olarak) ve sâlihlerden (Nebîlerin sulbünden gelen) bir peygamber olmak üzere Yahyâ'yı (onun dünyâya gelip, peygamber olacağını) müjdeliyor” buyruldu. (Âl-i İmrân sûresi: 38-39)
Bu husûs, Meryem sûresi 7. âyetinde de meâlen şöyle zikredildi: “(Allahü teâlâ melek vâsıtasıyla buyurdu ki:) “Ey Zekeriyyâ! Biz seni Yahyâ isminde bir oğulla müjdeleriz. Ondan önce bu isimde kimseyi tesmiye kılmadık. (Bu adı kimseye vermedik.)”
Allahü teâlânın, doğmadan önce bizzat ismini bildirmesi, Yahyâ aleyhisselâma mahsus bir husûsiyet olup, onun şânının ve derecesinin yüksekliğini bildirmektedir. Zirâ daha önce ondan başka dünyâya gelmeden önce kimsenin ismi bildirilmedi. Rivâyet edilir ki, Zekeriyyâ aleyhisselâm, Cebrâil aleyhisselâmdan bu müjdeyi işitince, hayrete düştü. Hayreti, Allahü teâlânın kudretinden şüphe etmekten değildi. Cenâb-ı Hakk'ın kudretinden emîn olduğu hâlde, müjdenin nasıl olacağı keyfiyetini öğrenmek için idi. Bu sebeple; “Yâ Rabbî! Ben ve zevcem ihtiyâr olduğumuz hâlde mi bize çocuk ihsân edeceksin? Yoksa bizi genç bir hâle getirip ondan sonra mı bize ihsân edeceksin?” diye öğrenmek istedi. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Zekeriyyâ (aleyhisselâm); Yâ Rabbî! Bana ihtiyârlık gelmişken ve zevcem de acuze iken, benim nasıl oğlum olabilir? dedi. (Allahü teâlâ yahut Cebrâil aleyhisselâm) dedi ki: Yâ Zekeriyyâ! Böyledir. Allahü teâlâ dilediğini yapar.” (Âl-i İmrân sûresi: 40)
“(Zekeriyyâ aleyhisselâm) dedi ki: Rabbim! Benim nasıl oğlum olur ki: Zevcem doğurmaz, acuzedir. Ben ise ihtiyârlığın son haddine varmışımdır.” (Cebrâil aleyhisselâm) dedi ki: öyledir (fakat) Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır. Daha evvel sen bir şey değilken seni yaratmışımdır.” (Meryem sûresi: 9-10)
Zekeriyyâ aleyhisselâm bu müjdeye sevinip, arzusunun çokluğunu arz ederek; “Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin çocuğun; meydana geleceğine, delil ve alâmet olmak üzere, bu gönlüme yerleşmesi ve kalbimin, bana vâdettiğin şeyde mutmain olması için nişân ver. Bununla zevcemin ne zaman hâmile olacağını bileyim. O alâmetle ben bu nîmeti şükürle karşılayayım” diye münâcâtta bulundu. Nitekim, İbrâhim aleyhisselâm da; “Yâ Rabbî! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster deyince (cenâb-ı Hak); Ölüyü diriltmeye kâdir olduğuma inanmadın mı? buyurdu. İbrâhim (aleyhisselâm); Evet. Kesin olarak inandım. Lâkin (gözümle de görerek) kalbim mutmain olsun dedi.” (Bakara sûresi: 260) Cenâb-ı Hak, Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabûl etti. Bu husûs, Âl-i İmrân sûresi 41. âyetinde meâlen şöyle bildirildi: (Zekeriyyâ aleyhisselâm) dedi ki: yâ Rabbî! Bana (bu husûsta) bir nişân ver. (Bir nişân göster de zevcemin hâmile olduğunu bilip, şükür secdesine kapanayım. Allahü teâlâ, Zekeriyyâ aleyhisselâma vahy ederek) buyurdu ki: Senin nişânın sade bir işâretten başka, insanlara üç gün söz söylememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah O'nu tesbîh et (namaz kıl). (Zekeriyyâ aleyhisselâm) dedi ki: “Rabbim! Bana (bu husûsta) bir nişân ver” (Allahü teâlâ) buyurdu ki: “Senin nişânın, sapasağlam olduğun hâlde üç gece (üç gün) insanlarla konuşmamandır. Derken Zekeriyyâ (aleyhisselâm) mescidinden kavminin karşısına çıktı ve onlara; Sabah akşam tesbîhte bulunun diye işâret verdi.” (Meryem sûresi: 11, 12)
Zekeriyyâ aleyhisselâm, geçici bir müddetle insanlarla konuşmaktan mahrûm olmakla birlikte, Allahü teâlâyı tesbîh etmekten ve O'na ibâdet ve tâatta bulunmaktan geri kalmadı. Üç gün Beyt-ül-Makdis'de Rabbine ibâdet edip, insanlarla konuşmadı ancak işâretle anlaştı.
Zekeriyyâ aleyhisselâmın doğurmayan ve ihtiyâr olan zevcesi hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselâm doğdu. Onun doğumu âilede bayram havasının yaşanmasına sebep oldu. Bâzı rivâyetlerde bildirildi ki: “Yahyâ aleyhisselâm doğduğu zaman, melekler tarafından semâya kaldırıldı. Sütten kesilinceye kadar gıdasını Cennet nehirlerinden aldı. Sonra babasına verildi. Onun yüzünün nûrundan ve Hüsn-i cemâlinden bulunduğu ev aydınlanırdı.”
Rivâyete göre, Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile Îsâ aleyhisselâmın doğumu aynı sene içinde idi. Yahyâ aleyhisselâmın annesi ona hâmile iken, bir gün yolda Hazret-i Meryem ile karşılaştı. Ona; “Sen hâmile misin?” diye sordu. Hazret-i Meryem de; “Niçin böyle soruyorsun?” deyince, Yahyâ aleyhisselâmın annesi; “Benim karnımdakinin, senin karnındakine tâzim ettiğini görüyorum” dedi. Bu rivâyet, Yahyâ aleyhisselâmla Îsâ aleyhisselâmın aynı sene içinde doğduklarını ve daha doğmadan Yahyâ aleyhisselâmın Îsâ aleyhisselâma uyacağına işâret etmektedir.
Doğumundan îtibâren fevkalâdelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâmın yetişme şekli, zamanındaki diğer çocuklardan farklıydı. Babası Zekeriyyâ aleyhisselâm hem insanlara Allahü teâlânın dînini anlatıyor, hem de Beyt-i Makdis'de Rabbine devamlı ibâdet edip, Tevrât'ı okuyor ve okutuyordu. Yahyâ aleyhisselâm da aynı havayı teneffüs ederek yetişiyordu.
Yahyâ aleyhisselâm, babasının derslerini ve vâzlarını dinleyip, Allahü teâlâya ibâdet etmeğe başladı. Bu arada Yahyâ aleyhisselâm, küçük yaşından îtibâren Tevrât'ı okumağa, onun hükümlerini anlamağa başladı. Hem kendisi okuyup öğreniyor, hem de çevresindeki insanlara anlatıyordu.
Zâten, Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından îtibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât'ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmişti. Bu husûs Meryem sûresinin 12. âyetinde meâlen şöyle beyân buyruldu: “(Allahü teâlâ buyurdu ki: Biz Zekeriyyâ'ya Yahyâ'yı ihsân ettik ve şöyle dedik:) “Yâ Yahyâ! Kitabı (Tevrât'ı) kuvvetle tut (yani onu ciddiyetle al, hükümlerini mütalaa et. Onu okurken kalbinden ve zihninden başka şeyleri sil. Tevrât'ın hükümlerine göre amel et). Ve biz ona (Yahyâ aleyhisselâma) daha çocuk iken (rivayete göre henüz üç yaşındayken) hikmet verdik. (Tevrât'ı okuma ve fıkhî hükümlerini anlama kâbiliyeti verdik. Yâhud ona nübüvvet ihsân ettik.)”
“Sâvî tefsîrinde buyruluyor ki: “Bu âyet-i kerîmede şuna işâret vardır. Yahyâ aleyhisselâmın Tevrât'a kuvvet ve ciddiyetle sarılması emredildi. Zirâ Allahü teâlânın kelâmı yücedir. Şânına lâyık davranmak lâzımdır. Bunun gibi, ilim talebesi, ilme büyük bir arzu ve iştiyakla sarılmalı, bir an bile geri durmamalıdır. Kendini tamâmen ilme verse bile sâdece bir kısmına kavuşabilir. Şâyet çalışmazsa hiç bir şey kazanmaz. Bunun için İmâm-ı Şafiî;
Ey kardeşim, ilme altı şey kavuşturur,
Ve bunları genişçe sana edeyim beyân:
Zekâ, heves, gayret ve yetecek kadar mal,
Bir üstâdın telkini, ayrıca uzun zaman.
nazmını buyurmuştur.
Resûlullah efendimize, Yahyâ aleyhisselâma emredildiği gibi emredilmedi. Zirâ Allahü teâlâ O'na büyük bir azîm ve kuvvet vermişti. Bu sebeple emre ihtiyaç yoktu.
İmâm-ı Gazâlî hazretleri bu âyet-i kerîmeyi; Allahü teâlânın kelâmı olan Kur'ân-ı kerîmin okunduğu esnada, kalbden ve zihinden her türlü düşüncenin atılması ve saf bir gönülle okunması gerektiği şeklinde tefsîr etmiştir.
Zirâ Kur'ân-ı kerîmde beyân buyrulan ilâhî feyzlerden istifâde edebilmek için; kalbin her türlü düşünce ve isteklerden uzak tutulması gerekir.
Büyüklerden birisine; “Kur'ân-ı kerîm okuduğun zaman hatırına başka şeyler gelir mi?” diye sorduklarında: “Benim için Kur'ân-ı kerîmden daha sevimli bir şey yok ki, hatırıma başka şeyler gelsin” diye cevap verdi. Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân ve Tabiînden bâzıları, aklı başka yerde iken veya gönlünde başka düşünceler var iken bir âyet okusalar, onu iâde eder, tekrar kalb huzûru ile okurlardı. Böylece Kur'ân-ı kerîm okurken huşû ve huzûr u kalb ile okumak gerektiğini işâret buyurmuşlardır.
Bu ölçüler ve şartlar içinde yetişen Yahyâ aleyhisselâm, çocukluğundan îtibâren olgun, vakâr sâhibi idi. Bu bakımdan emsâli çocuklardan farklıydı. Vaktini boş şeylerle geçirmezdi. Hattâ bir gün, yaşıtı çocuklar oyun oynadıkları sırada, onu da dâvet etmişlerdi. O sırada; bu Kâinatın nasıl yaratıldığını ve insanların var oluş sebep ve hikmetlerini düşünmekte olan Yahyâ aleyhisselâm, arkadaşlarına; “Biz oyun oynamak için yaratılmadık” diye cevap vermişti.
Bu husûsta, Râmûz-ül-Ehadis’de Mu’âz bin Cebel'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allahü teâlâ rahmet etsin, kardeşim Yahyâ'ya (aleyhisselâm) ki o; küçük iken çocuklar kendisini oyun için çağırdıklarında; Ben oyun için mi yaratıldım dedi. O küçük iken oyun için böyle söylerse, yetişkin kimsenin günâh işlemesindeki hâli nasıl olur?”
Küçük yaştan îtibâren Tevrât'ı ve ahkamını öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm, bâzan Beyt-ül-Makdis'de, bâzan da tenhâ ve ıssız yerlerde ibâdet ve tâatla meşgûl olurdu. Öğrendiklerini İsrâiloğullarına anlatır, onları, Allahü teâlânın emirlerini yapmağa ve yasaklarından kaçınmağa dâvet ederdi. Gayet mütevâzî ve sade bir hayatı vardı. Kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yer, dünyâya gönül vermezdi.
Yahyâ aleyhisselâm, Îsâ aleyhisselâm ile akran idi. Râmûz-ül-ehadis’de Hasen'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Yahyâ (aleyhisselâm) Îsâ'ya (aleyhisselâm) dedi ki: Sen rûhullah ve kelimetullahsın. Benden hayırlısın. Îsâ (aleyhisselâm) ise; Bilakis, sen benden daha hayırlısın. Seni Allahü teâlâ selâmladı. Ben kendimi selâmladım dedi.” Bu hadîs-i şerîf onların aynı zamanda yaşadığını ve birbirlerine karşı tevâzû göstererek iltifâtta bulunduklarını bildirmektedir.
Kıldan elbise giyerek hayatını devam ettiren Yahyâ aleyhisselâm, gece-gündüz Rabbine ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı.
Allahü teâlâ, ağlamakta olan Yahyâ aleyhisselâma vahy edip; “Ey Yahyâ! Eğer Cehennem’in nasıl olduğunu bilseydin, kıldan değil, demirden elbise giyer, daha çok ağlardın” buyurdu. Bunun üzerine Yahyâ aleyhisselâm, içli içli ağladı ve ağlamaktan, gözyaşları sebebiyle nûrlu yüzü yara oldu.
Babası Zekeriyyâ aleyhisselâm, insanlara vâz ve nasîhat vermek istediği zaman etrâfına bakar, eğer Yahyâ aleyhisselâm varsa, Cennet ve Cehennem’den bahsetmezdi. Bir gün her nasılsa vâz ederken Hazret-i Yahyâ'yı görmeyip, Cehennem hâllerinden ve korkularından bahsederek buyurdu ki: “Kardeşim Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlâdan bana haber verdi ki; Cehhennem'de Sekran denilen bir dağ vardır. Bu dağın dibinde Gadbân denilen bir vadi vardır. Bu vadi Allahü teâlânın gadabına uğrayanlar için yaratılmıştır. Bu vadide derinliği yüz yıllık mesâfe olan bir kuyu, bu kuyu içerisinde ateşten sandıklar, ateşten elbiseler ve ateşten zincirler vardır.”
Bir köşede bulunan Yahyâ aleyhisselâm bu sözleri işitince başını kaldırdı ve; “Sekran'dan ve Allah'ın gadabından nasıl gâfil olduk” diye şiddetli ah edip, feryâd etti ve ağlayarak mescidden ayrıldı. Sahraya yönelip, bir tepenin dibinde oturup Rabbine ibâdet etmeğe başladı. Zekeriyyâ aleyhisselâm, vâz ve nasîhatte bulunduğu meclisten kalkıp, üzülerek evine geldi ve zevcesine; “Ey Yahyâ'nın annesi! Kalk ve Yahyâ'yı ara. Ben onun ölmüş olacağından korkarım” dedi. Yahyâ aleyhisselâmın annesi onu bulmak için sahraya çıktı. Yolda giderken, iki gençle karşılaştı. Onlar; “Ey Yahyâ'nın annesi nereye gidiyorsun?” diye sordular. Annesi; “Oğlum Yahyâ'yı arıyorum. Onun yanında Cehennem anıldığı için çıktı. Nereye gittiğini bilmiyorum” dedi. Hazret-i Yahyâ'nın annesi, o gençleri geçip, bir çobana rastladı. Çobana; “Ey Çoban! Şöyle şöyle bir genç gördün mü?” diye sordu. Çoban ona dedi ki: “Umulur ki, sen Yahyâ'yı arıyorsun.” Annesi; “Evet o benim oğlumdur. Yanında Cehennem ateşi anıldığı için şehri terk etti” dedi. Çoban dedi ki; “Onu, küçük bir tepenin üzerinde, ayaklarını suyun içine uzatmış, gözlerini, semâya dikmiş hâlde gördüm. “Yâ Rabbî! Senin indindeki derecemi görmeyince soğuk ve serin bir şey içmeyeceğim diyordu.” Yahyâ aleyhisselâmın annesi o tarafa yöneldi. Oğlunun yanına varıp başını şefkâtle okşadı. Kendisiyle birlikte eve dönmesini istedi. Yahyâ aleyhisselâm, annesiyle eve geldi. Annesi; “Kıldan elbise yerine, yün elbise giymeyi arzu eder misin? Çünkü o, daha yumuşaktır” dedi. Daha sonra oğlu için yiyecek bir şeyler hazırladı. Yahyâ aleyhisselâm onu yedi ve istirâhat için uykuya vardı. Uykudayken ona denildi ki: “Ey Yahyâ! Benim evimden daha hayırlı bir ev, benim komşuluğumdan daha hayırlı bir komşuluk mu istersin?” Yahyâ aleyhisselâm, uykudan hemen kalkıp cenâb-ı Hakk'a yalvararak; “Yâ Rabbî! Beni hatâdan muhâfaza eyle. İzzetin ve celâline yemîn ederim ki; Beyt-i Makdis’in gölgesinden başka bir yerde gölgelenmeyeceğim” dedi. Sonra da annesine yönelip; kıldan bir elbise istedi. Annesi ona istediği elbiseyi getirdi. Onu giydi. Bu sırada Zekeriyyâ aleyhisselâm, zevcesine; “Ey Yahyâ'nın annesi! Onu bırak. Ondan gaflet perdeleri giderildi. Ona bu dünyâ hayatı fayda vermez” dedi. Sonra Yahyâ aleyhisselâm kalkıp Beyt-ül-Makdis'e geldi. Oradaki âlimlerle ve Allahü teâlâya ibâdet edenlerle ibâdete devam etti. Rüşd çağına ulaştığı zaman Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce, Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dînin esaslarına uyması ve Tevrât'ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. Îsâ aleyhisselâma İncîl nâzil olup, Tevrât'ın hükmünü nesh edince, İsrâiloğullarını İncîl'in emir ve yasaklarına uymaya çağırdı. Daha sonra Şam'a giderek, insanları hak yola dâvet etti. Yahyâ aleyhisselâmın dâvetini kabûl edenler olduğu gibi, türlü bahanelerle ona karşı çıkanlar da olmuştu.
Peygamberlerin mûcizelerini gördükleri hâlde, onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehîd eden İsrâiloğulları, Îsâ aleyhisselâma da karşı çıkıp, onu şehîd etmek istediler. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra, Yahyâ aleyhisselâm İncîl'in hükümlerini insanlara anlatmaya devam etti. Zalim yahudi hükümdârı Herod'un torunu Birinci Herod, Hazret-i Yahyâ'ya karşı iyi muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı. Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde kardeş kızıyla veya zevcenin başka kocasından olan kızıyla evlenmek câiz idi. Hazret-i Îsâ'ya nâzil olan İncîl'de ise, bir kimsenin kardeş kızıyla veya zevcesinin başka kocasından olan kızıyla evlenmesi yasaklanmıştı. Yahudi hükümdârı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ aleyhisselâm, bu evliliğin, Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinde câiz olmakla birlikte, tebliği ile me’mûr olduğu Hazret-i Îsâ'nın kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkansız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi. Kızını süsleyip, Herod'un ilgisini çekmek için sâkîlik yapmak üzere onun meclisine gönderdi. Eğlence esnâsında fazla içki sebebiyle sarhoş olan Herod, kıza evlenme teklif elti. Zâten yegane maksadı hükümdârla evlenmek olan kız, bu evliliğin gerçekleşebilmesi için Yahyâ bin Zekeriyyâ'nın öldürülmesini istedi. Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan Herod, bir müddet durakladıktan sonra; “Başka bir şey iste” dedi. Kızın ısrârı üzerine, Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesini veya öldürülüp başının getirilmesini adamlarına emretti. Herod'un adamları, Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp başını kesmek sûretiyle şehîd ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi, başını kesmek sûretiyle şehîd etti. Kesilmiş olmasına rağmen, Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: “Bu kızı almak sana helâl değildir” diye defâlarca söyledi. Allahü teâlâ, Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak için, onların başına bâzı musîbetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde, Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir.
Yahyâ aleyhisselâm, şehîd edildiği zaman otuzdört yaşlarında bulunuyordu. Onun; Îsâ aleyhisselâmın göğe çıkarılmasından ve babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın şehîd edilmesinden önce şehîd edildiğini bildiren kaynaklar da vardır. Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları başka başka şehirlerdedir. Mübârek başı ise Şam'daki Ümeyye Câmii'ndeki türbe içerisindedir.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.