Âl-i İmrân sûresinin 81 ve 82. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Hatırla şu zamanı ki, Allahü teâlâ peygamberlere hitâben; Size kitap ve hikmet verdim. Sonra sizin elinizdeki kitap ve hükümlerimizi tasdik edecek bir peygamber gelecektir. O'na elbette îmân edecek ve yardımda bulunacaksınız diye söylemiş ve bunun için peygamberler ve ümmetlerinden ahd, kuvvetli, sağlam söz almıştı.
(Hak teâlâ hazretleri böyle ahd alma sırasında onlara bu sözleri söyledikten sonra) “Bunu ikrâr ettiniz mi? Bu ağır ahdimi üzerinize alıp kabûl eylediniz mi? buyurdu. Onlar da; ikrâr ettik dediler. Allahü teâlâ da; öyle ise birbirinize karşı (kendiniz ve size tâbi olanlar üzerine) şâhid olun. Ben de sizinle beraber şâhidlerdenim. Artık ikrardan sonra, kim yüz çevirirse, işte onlar îmândan çıkmış asi, fâsık kimselerdir.”
Bu âyet-i kerîmede, Hak teâlânın peygamberlerden ahd aldığı bildirilmektedir. Peygamberden ahd almak, ümmetinden ahd almak demektir. Zirâ herhangi bir peygamberin, Allahü teâlâya itâatten yüz çevirmesi, aslâ düşünülemez. Böyle bir şey mümkün olmadığından, âyet-i kerîmede ümmetler muhatab alınmıştır. Yâni hitâb peygamberlere değil ümmetleredir.
Tefsîrlerde zikredildiğine göre, bu âyet-i kerîmeler, peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı haber vermektedir. Âyet-i kerîmede geleceği bildirilen peygamber, Muhammed aleyhisselâmdır. Allahü teâlâ Muhammed aleyhisselâmı, dünyânın her tarafında bulunan insanlara peygamber olarak göndereceğini, vaktiyle bütün peygamberlere ve onlar vâsıtasıyla bütün ümmetlere haber vermiş, O'nun bu risaletini (peygamberliğini) kabûl ve ikrâr etmelerini emir buyurmuştur.
Yine Hak teâlâ hazretleri, bütün insanlardan Muhammed aleyhisselâmın zamanına erecek olanların, muhakkak sûrette O'na îmân getirmelerini ve kendisine yardım etmelerini emretmiştir. Bununla beraber, buna riâyet etmeleri husûsunda onların hepsinden ahd yâni kuvvetli söz almıştır.
Bu ahde uymayanların fâsıklardan olacağı bildirilmiş, bütün bunlar Kur'ân-ı kerîmde haber verilmiştir. Hal böyle olunca, peygamberlerin hepsi diğerlerini kabûl ve tasdik etmekte ve Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber verip, O'nu doğrulamaktadırlar. Ayrıca, O, peygamberlerin en yükseği, en üstünü ve sonuncusu olup, bütün insanlara ve cinnîlere peygamber olarak gönderilmiştir. Bu bakımdan bütün peygamberler, diğerlerine ve ümmetlerine, O'nun zamanına ulaşanlardan ne pahasına olursa olsun, O'na inanıp uymalarını sıkı sıkıya emir ve vasiyet etmişlerdir. Bu husûs çok önemlidir. Onun için Hak teâlâ hazretleri, peygamberlerden ve dolayısıyla ümmetlerinden ahid almayı kâfi görmedi. Peygamberlere hitâben; “Âhır zaman peygamberi olan Muhammed aleyhisselâma, îmân edip; dînine yardımcı olacağınızı ikrâr ettiniz mi ve bu şekilde ümmetlerinizden ahid aldınız mı?” buyurdu. Enbiyâ-i kirâm (aleyhimüsselâm); “Bu minval üzere ahdimizi ikrâr ettik” dediler. Böylece Hak teâlâ hazretleri; “Siz, nefsinizin ve ümmetinizin ikrarına şâhid olun. Ben de sizinle beraber bu ikrarınıza şâhidim” buyurdu.
Bu husûsta Saf sûresinin 6. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Bir vakit Meryem oğlu Îsâ (aleyhisselâm) şöyle demişti: “Ey İsrâiloğulları Ben, size, Allahü teâlânın peygamberiyim. Benden evvel Mûsâ'ya (aleyhisselâm) nâzil olan Tevrât'ı tasdik edici ve benden sonra gelecek Ahmed (Muhammed aleyhisselâm) ismindeki peygamberin müjdecisiyim. Sonra o (Îsâ veya Muhammed aleyhimesselâm) apaçık mûcizelerle onlara geldiğinde; işte bu apaçık bir sihirdir dediler.”
Tefsîr âlimleri, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Ebû Mûsâ el-Eş’arî'nin (radıyallahü anh) şöyle rivâyet ettiğini zikretmektedirler: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ilk müslümanların ağır işkence ve zulüm altında zor duruma düşmeleri üzerine; “Siz Habeş ülkesine gidiniz. Allah sizi orada ferahlığa kavuşturur ve sizi yine toplar...” buyurdu.
Bunun üzerine müslümanlardan bir grup, Habeşistan'a hicret ettiler. Habeş hükümdârı Necâşî, onlarla konuşunca, kendilerine çok yardım etti. Sonra kendisi de müslüman oldu. Necâşî dedi ki: “Muhakkak ki, Muhammed aleyhisselâm, Allahü teâlânın resûlüdür. Îsâ aleyhisselâm onu müjdeledi. Sâhip olduğum şu mülk ve şu insanların işlerini yüklenmem olmasaydı, O'na gider nalınlarını taşırdım...”
Abdullah bin Selâm'ın (radıyallahü anh) rivâyetine göre; Tevrât’da, Muhammed aleyhisselâmın sıfatı ve Îsâ aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın yanına defnedileceği yazılıdır.
Âlimler, Hücre-i saâdette yâni Peygamber efendimizin medfûn bulunduğu türbede, bir kabirlik boş yer bulunduğunu, o yerin Îsâ aleyhisselâma âit olduğunu bildirmişlerdir.
Ka'b-ül-Ahbâr'dan (radıyallahü anh) şöyle rivâyet olunur: Havârîler, Îsâ aleyhisselâma; “Ey Rûhullah! Bizden sonra gelecek bir ümmet var mıdır?” diye suâl ettiler. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “Evet. Sizden sonra hakîm, âlim ve takvâ sâhibi bir ümmet gelecektir. Onlar, ilimde sanki peygamberler gibidir. Onlar az bir rızıkla Allahü teâlâdan râzıdırlar, Allahü teâlâ da az bir amelleri sebebiyle onlardan râzıdır.”
Görüldüğü gibi. Îsâ aleyhisselâm, Peygamber efendimizi Ahmed ismiyle haber vermiş ve geleceğini müjdelemiştir. Ahmed, Resûlullah efendimizin güzel isimlerinden biri olduğu gibi, mânâ bakımından hamd ve senâsı, medhi en ziyâde ve çok olan demektir. Nitekim bizzat kendileri bir Hadîs-i şerîflerinde, isimlerinin Kur'ân-ı kerîmde Muhammed, İncîl’de ise Ahmed olarak bildirildiğini haber vermişlerdir. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), Ahmed isminin iki mânâda olabileceği bildirilmiştir:
1- Peygamberler (aleyhimüsselâm) Allahü teâlâya çok hamdederler. Fakat Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Allahü teâlâya hamdetmekte bütün peygamberlerden daha ileridedir. Ahmed ism-i şerîfi bunu ifâde etmektedir.
2- Güzel hasletleri sebebiyle peygamberler medholunurlar. Fakat medholunacak, övülecek, güzel huylar ve fazîletler bakımından Muhammed aleyhisselâm diğer peygamberlerin hepsinden daha ileridedir.
Başta, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Dârimî, Nesâî ve başka hâdis âlimlerinin (rahmetullahi aleyhim) bildirdikleri bir hadîs-i şerîfte de buyruldu ki: “Benim müteaddid isimlerim vardır. Ben Muhammed'im, ben Ahmed'im. Ben Mâhî'yim ki, Allahü teâlâ benimle küfrü yok eder. Ben Hâşir'im ki, halk, kıyâmet günü benim izimce haşrolunacaktır. Ben Âkıb'ım (Sonuncuyum) ki, benden sonra peygamber yoktur.”
Peygamberlerin hepsi, Muhammed aleyhisselâmın geleceğini haber vermişlerdir. Îsâ aleyhisselâm da, O'nun gelmesinin çok yakın olduğunu müjdelemiştir. Bu sebeple, peygamberler içinde, ümmetlerine Muhammed aleyhisselâmdan en çok bahseden Îsâ aleyhisselâm olmuştur. Resûlullah efendimiz de Hazret-i Îsâ ile olan yakınlıklarını, Hadîs-i şerîflerinde beyân buyurmuşlardır.
Muhammed bin İshak, Sevr bin Yezid'den, o Hâlid bin Ma'dân'dan, o da Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbından alarak şöyle dedi: Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân dediler ki: “Yâ Resûlallah! Bize kendinizden haber verir misiniz?” Buyurdu ki: “Ben, ceddim İbrâhim'in duâsıyım. Kardeşim Îsâ’nın müjdesiyim! Annemin ise rüyâsıyım. O bana hâmile iken Şam saraylarını aydınlatan bir nûrun kendinden çıktığını görmüştü...”
Peygamberlik, İsrâiloğulları içinde Îsâ aleyhisselâma ulaşınca, onlar arasında kalkıp; “Artık peygamberlik, İsrâiloğullarında son buldu. Bundan sonra peygamberlerin mutlak sonuncusu olan Nebî, Arabî, ümmî Ahmed gelecektir. O, Muhammed bin Abdullah bin Abdülmuttalîb bin Hâşim olup, Halîlullah İbrâhim aleyhisselâmın oğlu. İsmâil'in (aleyhisselâm) neslindendir” buyurdu.
İshak bin Bişr (rahmetullahi aleyh), senetleri ile Ebû Hüreyre'den bildirir: Allahü teâlâ, Îsâ bin Meryem'e vahyedip buyurdu ki: (Ey Îsâ! Emrimi yerine getirmeye çalış. Sakın gevşeklik gösterme! Ey çok temiz, iffetli hanımın oğlu, dinle ve itâat et! Seni âlemlere, âyet, alâmet olarak yarattım. Bana ibâdet ve tevekkül eyle! Kitabı kuvvetli tut, onu açıkla! Onlara beni anlatırken, haktır, haydır, hiç zeval bulmaz de! Ümmî, Arabî peygamberi, deve ve tâc (sarık), kaftan, nalın ve kılıç sâhibini tasdik etsinler. O (yani Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem); iri gözlü, geniş alınlı, nûr yüzlü, hafif kıvırcık saçlı, sık sakallı, kaşları arası açık, latîf burunlu, ön dişleri seyrek, alt dudağı ile çene arası çukurca, boynu gümüş ibrik gibi, mübârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı beraber, göğsü geniş, avuçlarının içi geniş, bakmak isteyince bütün bedeni ile dönen, yürüyünce sanki taşlık bir yerden yürüyor ve yukarıdan aşağı iniyormuş hissini veren, yüzündeki ter, inci taneleri gibi olup, kendisinden misk kokusu yayılan, kendinden önce ve sonra misli görülmemiş ve görülmeyecek olan, boyu, huyu, kokusu güzel, hanımı çok, nesli az, nesli ancak mübâreklerden olan bir şanlı peygamberdir. Cennet’te bir sarayı vardır. Onda sıkıntı ve gürültü yoktur. Benim katımda öyle bir yeri vardır ki, insanoğlundan oraya ulaşan kimse yoktur. Sözü Kur'ân, dîni İslâm'dır. Ben ise Selâm'ım. Tûbâ, O'nun zamanına ulaşıp, O'nun günlerini görüp, sözünü dinleyenlerin, O'na tâbi olanlarındır.”
Hişâm bin Ammâr, Velîd bin Müslim'den, o Abdurrahmân bin Zeyd'den, o da babasından (rahmetullahi aleyhim) şöyle bildirir: Hazret-i Îsâ; “Yâ Rabbî! Bu merhume ümmetten bana haber ver” dedi. Allahü teâlâ da buyurdu ki: “Ahmed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetidir. Peygamberler gibi âlim ve hâkimlerdir. Onlara az bir şey versem, benden râzı olurlar. Ben de az bir amelleri sebebiyle onlardan râzı olurum. La ilâhe illallah demeleri ile onları Cennet’e sokarım. Ey Îsâ! Cennet’te bulunanların çoğunu onlar teşkil eder.” Bunu, İbn-i Asakir rivâyet etti.
Yine İbn-i Asakir senetleri ile bildiriyor ki: Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma vahy edip buyurdu ki: “Ey Îsâ! En çok düşündüğün, en fazla kıymet verip azîz tuttuğun şey, benim emir ve yasaklarım olsun. Onlara tam uy. Âhıretin için benim rızâmı azık tut. Nafile ibâdetlerle bana yaklaş ki, seni seveyim. Benden başkasına dönme. Ziyan edersin. Belalarıma sabret. Kazâma râzı ol! Senden râzı ve memnun olmama çalış. Benim memnuniyetim ve rızâm, itâat etmeye (bağlıdır.) İsyâna değil. Bana yakın ol. Zikrimi dilinde devamlı et. Muhabbetim kalbinde olsun. Ömrünün hiç bir ânı gaflet ile geçmesin. Beni arayıcı, bana koşucu ol. Kalbin, haşyetimden ölecek gibi olsun. Benim rızâmı kazanmak için geceleri kolla, uyuma; mahşer gününde susuz kalmamak için gündüzleri su içme, yâni oruç tut. Gayretini iyiliklere sarf et. Her yerde iyilik üzere ol, yüzün hayra, iyiliğe dönük olsun. Kullarım arasında nasîhatimle bulun, onlara adâletimle hükmet. Gözünü yorgunluk perdesinden koruyup parlattım. Ölü misâli yatıp uyuma, çünkü dirisin, nefes alıyorsun.
Ey Meryem oğlu Îsâ! Kulum, kendini benim huzûrumda küçük ve aşağı tutmadıkça, kâmil îmân etmiş olmaz. Benim için alçalırsa sevâbını bulur. Seni şâhid tutarım ki, o kul, değişmediği ve benim yolumu değiştirmediği müddetçe azâbımdan emîndir.
Ey bekâr, temiz, çok iffetli Meryem'in oğlu Îsâ! Yaşadığın müddetçe kendin için ağla! Dünyâdan ve dünyâ ehlinden uzak dur. Dünyâ lezzetlerini, dünyâyı sevenlere bırak. Tatlı ve yumuşak sözlü, açıkça selâm verici ol. Herkes uyurken, sen uyanık bulun. Âhıretle ilgili tehlikelerden sakın, geleceğe âit korku ve belâlardan kurtulma çârelerini ara. Çoluk-çocuğun ve malın fayda vermediği gün gelmeden hazırlan. Gâfiller gülerken, sen gözüne hüzün mili ile sürme çek. Bunda sabırlı ve sevap bekleyici ol. Sabredenlere vâd ettiklerime kavuşursan, sana müjdeler olsun. Dünyâdan maksadın, âhıreti kazanmak olsun. Sende kalmayacak olanı tatsan da, tadı nerede! Sana gelmeyenden ise, zâten tat alamazsın. Dünyâdan, sana yetecek kadarla yetin, rahat ol! Gör ki, bunlarla nelere ulaşacaksın. Hesaplı amel et. Çünkü mesul olacaksın. Eğer sâlih evliyâm için hazırladıklarımı gözlerin görseydi, kalbin erir, canın çıkardı.”
Ebû Huzeyfe'nin (radıyallahü anh) rivâyetine göre, Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâma vahyedip, buyurdu ki: “Ey Îsâ! Gökleri ve yeri yarattığım zaman; bana ibâdet edip, senin ve annen için benim söylediğimi söyleyenleri sana komşu, arkadaş yapacağımı, sana olan iyilik ve ihsânımda onları da sana ortak edeceğimi takdir ettim. Yine gökleri ve yeri yarattığım zaman, seni ve anneni ilâh edinenlerin Cehennem’in en dibinde azâb görmelerini takdir eyledim.
Gökleri ve yeri yarattığım gün, dînimi kulum Muhammed'in elinde kuvvetlendirmeyi ve O'nunla peygamberlerin sonunu getirmeyi irâde eyledim. O Mekke'de doğar, Medîne'ye hicret eder ve Şam'a sâhip olur. O kaba ve sert değildir. Sokaklarda gürültü etmez. Giyinmede, süste, konuşmada yaramaz söz etmez. Her işte, her şeyde O'na güzel istikamet veririm. Her iyi ahlâkı ona ihsân ederim. İçini takvâ ile doldururum. Hikmeti O'nun aklı, vefâyı O'nun tabîatı, adâleti, O'nun sîreti, hakkı O'nun şeriatı, İslâm'ı O'nun dîni ederim. İsmi Ahmed'dir. O'na hidâyet ve ilim verir, şânını yüceltirim. O'nun eliyle insanlara hidâyet veririm. O'nunla; duymayan kulakları, perdeli kalbleri açarım. Çeşitli zararlı düşünce ve istekleri O'nun vâsıtasıyla yok ederim. Onlar marûfu emir ve münkeri nehyederler. İsmime karşı saygılı, ihlâslı olup, peygamberlerin getirdiklerini tasdik ederler. Mescidlerinde, meclislerinde, evlerinde ve bulundukları ve gittikleri yerlerde onlara tesbîh, takdis ve tehliller veririm. Rükû ve secde ederler, benim için namaz kılarlar. Benim uğrumda saflar ve kitleler hâlinde cihâd ederler. Kurbanları kanlarıdır. İlmin aslı kalblerinde olur. Gece bana ibâdette abid, gündüz benim için cihâdda arslandırlar. Bunlar benim onlara fazîlet ve ihsânlarımdır. Bunları dilediğime veririm. Ben büyük fazîletler, ihsânlar sâhibiyim.”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.