Süleymân aleyhisselâmın; insanlar, cinler ve kuşlardan meydana gelen bir ordusu vardı. Nitekim, âyet-i kerîmede meâlen; “Süleymân (aleyhisselâm) için; cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları toplandı. Onlar, bir intizam üzere sevk olunuyorlardı. (Hem sevk edilirler, hem de dağılmadan tertipli gitmeleri te’min edilirdi) buyrulmuştur. (Neml sûresi: 17)
Rivâyete göre, Süleymân aleyhisselâmın cinler tarafından dokunmuş olan bir yaygısı vardı. Kendisi ve ordusu bu yaygının üzerine çıkar, rüzgâr onu emredilen yere götürürdü. Sabahtan öğleye kadar bir aylık, öğleden akşama kadar bir aylık yol kat ederdi. Ayrıca rüzgâr, duymak istediği sesleri de Süleymân aleyhisselâma getirirdi.
Süleymân aleyhisselâmın ordusundaki vazifeliler, yemek kaplarını ve malzemelerini de yanlarına alır, ihtiyaç oldukça yemek yapar, ekmek çıkarırlardı. Bu şekilde havada seyahat ederlerdi. Yine bir gün emir verilip, Süleymân aleyhisselâm ve ordusu İran'daki İstahar şehrinden (Persepolis'den) Yemen tarafına hareket etti. Yolculuk esnâsında Medîne-i münevverenin bulunduğu yerden geçerken, Süleymân aleyhisselâm; “İşte burası, âhır zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâmın hicret edeceği beldedir. O zaman O'na îmân eden ve tâbi olanlara ne mutlu” dedi. Sonra yollarına devam ettiler. Mekke-i mükerremeye vardılar. Kâbe-i muazzamanın etrâfındaki putları gördüler. Süleymân aleyhisselâmın oradan ayrılması üzerine Kâbe-i muazzama ağlamaya başladı. Allahü teâlâ da Kâbe-i muazzamaya; “Seni ağlatan nedir?” buyurunca; “Yâ Rabbî! Etrâfımda sana değil de bu putlara tapılıyor” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ; “Ağlama! Senin etrâfını secdeye varan âlimlerle dolduracak ve bulunduğun yerde Kur'ân-ı kerîmi indireceğim. Bulunduğun yere, habîbim Muhammed aleyhisselâmı peygamber olarak göndereceğim. Seni, (haccı) farz kılarak bana ibâdet eden kimselerle ma’mûr edeceğim. Bu sebeple sana, yuvasına uçarak gelen kuşlar gibi gelirler. İnsanlar devenin yavrusuna, güvercinin yumurtalarına olan hasreti gibi sana hasret duyarlar. Seni putlardan ve şeytandan temizlerim” buyurdu.
Süleymân aleyhisselâmın ordusu daha sonra Tâif'de Sedir vâdisine, sonra da karıncaların çok olduğu Neml vâdisine ulaştı. (Neml vâdisinin Şam'da olduğu da rivâyet edilir.) Süleymân aleyhisselâmın ordusunun, kendilerine doğru geldiğini gören karıncaların reîsi durumundaki dişi bir karınca, arkadaşlarını ikaz edip; “Ey karıncalar! Süleymân aleyhisselâm ve ordusu bize doğru geliyor. Çabuk yuvalarınıza girin. Bilmeden üstünüze basıp sizi öldürebilirler” deyince, karıncalar reîslerinin sözüne uyarak, yuvalarına girdiler. Bu hâdise. Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirildi: “Nihâyet karıncaların vâdisine geldikleri zaman, (reisleri olan) dişi bir karınca; Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleymân (aleyhisselâm) ve ordusu bilmeyerek sizi çiğneyip kırmasın? dedi.” (Neml sûresi: 18)
Karınca, Süleymân aleyhisselâma itâat etmekle me’murdu. Elbette itâat ettiği zâtı, onun fazîlet ve adâletini bilirdi. Karıncalarda, Allahü teâlânın ihsân ettiği bir anlayış vardır. Çünkü onlar, faydalarına olan şeyleri bilirler. Meselâ, yuvalarına götürdükleri buğday tanesini, çimlenmemesi için ikiye bölerler. Fakat, kişniş otunu dört parça yaparlar. Çünkü kişniş otu, iki parça olursa tekrar bitip büyür.
Tefsîr âlimleri şöyle buyurdular: “Karınca, Süleymân aleyhisselâmın peygamber olduğunu, onun zulüm yapmayacağını biliyordu. Bu sebeple; “Bilmeyerek sizi çiğneyip kırmasın” dedi. Yâni karınca, Süleymân aleyhisselâm ve emrindekilerin, bir karıncayı bile çiğnemeyecekleri husûsundaki fazîlet ve adâletlerini gâyet iyi biliyordu. Ancak, bilmeyerek ortaya çıkacak bir kazâdan sakınmaları için, yuvalarına girmeleri, ortada dolaşmamalarını söyledi. Bu âyet-i kerîme, Süleymân aleyhisselâm ve yanındakilerin, bilerek eziyet etmekten, zulümden berî (uzak) olduklarını bildirmektedir.
Ayrıca bu âyet-i kerîmede bâzı tenbihler vardır: 1- Yolun içinde bulunan kimsenin; yoldan geçenlerin, kendisine herhangi bir zarar vermesinden sakınması lâzımdır. 2- Süleymân aleyhisselâm masumdur. O, hayvanları kasden öldürmez. Lâkin, yanlışlıkla olabilir. Bu âyet-i kerîme, peygamberlerin günâh işlemekten masum olduklarına inanmanın vâcib olduğunu bildirmektedir. 3- Karıncaların reîsi, diğer karıncaların; Süleymân aleyhisselâmın mülk ve saltanatının şâşâsını görüp, Allahü teâlâyı zikirden geri kalmamalarını; bir de onların Allahü teâlânın nîmetlerine nankörlük etmelerine sebep olmaktan korktuğu için, yuvalarına girmelerini emrettiğini söyleyen âlimler de vardır. Bu kavli nakleden Fahreddîn-i Razî hazretleri, bu mânânın, zenginlerle düşüp kalkmanın mahzurlu olduğuna işâret ettiğini bildirmiştir.
İnsana ve yemeklere zarar veren karıncaları, eziyet etmeden ve suya atmadan öldürmek câizdir. İçinde karınca bulunan odunu, yere vurup silkeledikten sonra yakmak câizdir. Fare, bit, pire, akrep ve çekirgeyi her zaman öldürmek câizdir. Biti diri olarak yere atmak ve her canlıyı yakmak mekruhtur. Zarar veren kediyi, kuduz köpeği ve yırtıcı hayvanları keskin bıçakla kesmek ve vurmak, zehirlemek câizdir. Dövmek câiz değildir. Dövmek, terbiye için olur. Hayvanın aklı olmadığı için terbiye edilmez. Öldürülmesi vâcib olanı, başka çâre bulunmadığı zaman yakarak öldürmek câiz olur.
Süleymân aleyhisselâm, dişi karıncanın, âyet-i kerîmede beyân buyrulan sözünü, uzaktan duydu. Bir rivâyete göre, rüzgâr kendisine karıncanın sözünü ulaştırdı. Süleymân aleyhisselâm tebessüm etti. Nitekim, âyet-i kerîmede meâlen; “Onun (dişi karıncanın) bu sözünden (dolayı), gülercesine tebessüm etti” buyrulmuştur. (Neml sûresi: 19) Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) gülmesi tebessümdür. Nitekim, Buhârî-i şerîfte Hazret-i Âişe'nin; “Ben, Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek ağzını açarak güldüğünü görmedim. O ancak tebessüm ederdi (gülümserdi)” buyurduğu bildirilmektedir.
Süleymân aleyhisselâmın, gülercesine tebessüm etmesinin iki sebebi vardı: 1) Karıncanın, gerek kendisinin ve gerekse ordusunun merhametli oldukları ve takvâları husûsundaki sözü hoşuna gitmişti. 2) Allahü teâlânın başkalarına nasîb etmediği, karıncanın sözünü anlamak nîmetini, kendisine ihsân ettiği için sevinçli idi. Bu sebeple, bâzı âlimler şöyle buyurmuşlardır: Süleymân aleyhisselâmın bu tebessümünün zâhirî sebebi, karıncanın sözüne taaccüp etmesinden idi. Bâtınî sebebi ise; Allahü teâlânın, karıncanın sözünü anlamayı, kendisine ihsân etmesinden ve onun sözünün, gerek kendisinin ve gerekse ordusunun mahlûklara şefkât ve merhamet ettiklerini göstermesinden ve buna sevinmesinden dolayı idi.
Bunun üzerine, Süleymân aleyhisselâm, karıncalar yuvalarına girinceye kadar, ordusunu vadiye bırakmadı. Kendisi de, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmetlere şükür vazifesini yerine getirmek ve bu husûsta Allahü teâlâdan yardım istemek için, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi meâlen; “Ey Rabbim! Bana ve ana ve babama lütfettiğin nîmetine şükretmemi ve (geri kalan ömrüm içinde) senin râzı olacağın iyi işler yapmamı bana ilhâm et (muvaffak kıl). Rahmetinle beni de (Cennet’te) sâlih kullarının arasına koy. (İsmimi onların ismi arasında bulundur. Beni onlar arasında haşret) dedi.” (Neml sûresi: 19)
Süleymân aleyhisselâm, Allahü teâlâdan, önce âhıret sevâbına kavuşmaya vesile olacak şeyi, sonra da âhıret sevâbını istedi. Âhıret sevâbına vesile olacak iki şey vardır. Bunlar; daha önce verilen nîmete şükretmek, bir de Allahü teâlânın râzı olacağı işleri yapmaktır. Süleymân aleyhisselâm, verilen nîmetin şükrünü yerine getirebilmek için, Allahü teâlâdan yardım talebini meâlen; “Bana ve ana ve babama lütfettiğin nîmetine şükretmemi...” demek sûretiyle ifâde etmiştir. Babalara yapılan lütûf ve ihsân, oğullara lütûf ve ihsândır. Şerefli bir babanın oğlu olmak, o oğula Allahü teâlânın nîmetidir. Bunun içindir ki, Süleymân aleyhisselâm, ebeveynine verilen nîmetlerin şükrü ile de meşgûl olmuştur. Süleymân aleyhisselâm, babası Dâvûd'a aleyhisselâm verilen peygamberlik ve ilme vâris olmuş, saltanata da kavuşmuştu. Ayrıca annesi de sâliha ve afîfe bir hanım idi.
Süleymân aleyhisselâm, Allahü teâlâdan râzı olduğu amellerle meşgûl olmayı nasîb etmesini; (Kalan ömrümde) senin râzı olacağın iyi ameller yapmamı bana ilham et...” demek sûretiyle ifâde etmiş; “Rahmetinle beni de (Cennet’te) sâlih kullarının arasına koy” demek sûretiyle de, âhıret sevâbını istemiştir. Süleymân aleyhisselâm; “Rahmetinle” demiştir. Çünkü, kul, iyi amelleri ile değil, ancak Allahü teâlânın rahmeti, lütûf ve ihsânı ile Cennet’e girer. Sâlih ameller ise, sâdece Allahü teâlânın merhametine lütûf ve ihsânına kavuşmaya vesiledir.
Mektûbât-ı Masumiyye’de buyruluyor ki: Kulun işlemiş olduğu hayırlı amellerin hepsi, Allahü teâlânın, ona vermiş olduğu vücûdun şükrünün karşılığı olamaz. Diğer bir nîmeti de Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bildirmiştir: “Kimse, Allahü teâlânın rahmeti olmadan Cennet’e giremez.” Eshâb-ı kirâm; “Siz de mi yâ Resûlallah?” diye sordular. Resûlullah efendimiz; “Evet. Ben de!” buyurdular. Bunun gibi Kur'ân-ı kerîmde ve Hadîs-i şerîflerde, kulun amelinin karşılığı olarak, dünyâda ve âhırette verileceği bildirilen sevâblar da ihsân-ı ilâhîdir. Çünkü kul, bu amelleri, Allahü teâlânın ihsânı ile yapabilmektedir.
Süleymân aleyhisselâm, şükredici ve sâlih olmakta sebâtkâr ve devamlı olması için Allahü teâlâya yalvardı. Kendisini, Cennet’te, sâlihler arasında bulundurmasını isteyerek, duâsını bitirdi. Nitekim, daha önce peygamber olan babaları da böyle duâ etmişlerdi. Süleymân aleyhisselâmın böyle duâ etmesi, onun masum olmasına, son nefeste îmânla gitme korkusundan emîn olmasına mâni değildir. Yâni o, hem günâhlardan masum, hem de son nefeste îmânla gideceğinden emîndir. Ancak böyle duâ etmesi, müslümanlara böyle yapmalarını öğretmek içindir.
Hadîs-i şerîfte; “Nimet, vahşî hayvan gibidir. Onu şükürle bağlayınız” buyruldu. Çünkü nîmete şükredildiği zaman, yerinde sabit kalır, durur. Nimete nankörlük yapılınca, kaçar. Hazret-i Ali de; “Size, nîmetin uçlarından ulaştığı zaman, az şükretmek sûretiyle, onları uzaklara kaçırmayınız” buyurmuştur. Yâni kendisinde bulunan nîmetlere şükretmeyen, uzakta olan nîmetlerden mahrûm kalır.
Sâlih kullar, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hepsi ve îmân, amel ve ibâdette onlara tâbi olanlardır. Sâlihlik, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet etmek, âsî olmamak, günâhlara yönelmemekle mümkündür. Bu ise, bütün peygamberlerin ve evliyânın istediği yüksek bir derecedir. Allahü teâlânın bir kimseyi sâlihlerden yapması; o kimseyi sâlih yaratması, veya onda bulunan bozukluğu gidermesi ile olur.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.