Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Îsâ Aleyhisselâmın Fazîletleri

Îsâ Aleyhisselâmın Fazîletleri || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Hazret-i Îsâ'nın fazîletleri pek çoktur. Daha doğumundan önce onun üstünlükleri, fevkalâde hâllerine işâret olan hâdiseler görülmeye başlamıştır.
Tefsîr-i Hazin’de bildirildiğine göre, Meryem (radıyallahü anhâ) Hazret-i Îsâ'ya hâmile iken, Zekeriyyâ aleyhisselâmın hanımı Elîsâ’ da Yahyâ aleyhisselâma hâmile idi. Bu hâmilelik günlerinden birinde Elîsâ’ (radıyallahü anhâ), Hazret-i Meryem'e; “Ben hâmileyim biliyor musun?” dedi. O da; “Ben de hâmileyim” dedi. Bunun üzerine Elîsâ’; “Benim karnımdakinin (Yahyâ aleyhisselâmın) senin karnındakine (Îsâ aleyhisselâma) hürmet ve tâzimde bulunduğunu hissediyorum” dedi.
İmâm-ı Kurtubî (rahmetullahi aleyh); “Elîsâ’, karnındaki oğlunun, başını Meryem'in karnı tarafına döndürdüğünü hissederdi” buyurdu.
Hazret-i Meryem demiştir ki: “Îsâ (aleyhisselâm) karnımda iken, yalnız olduğum zaman birbirimizle konuşurduk. Yanıma bir kimse gelse, konuşmayı keserdik. Ben zikir ve tesbîhle meşgûl olsam, o da karnımda tesbîhle meşgûl olurdu ve ben onun tesbîh ettiğini devamlı olarak işitirdim.”
Hazret-i Îsâ bir günlük iken, iki aylık kadar görünürdü. Bu şekilde çok güzel olarak büyüdü. Bir miktar büyüyüp yetişince, Hazret-i Meryem onu hocaya vermek istedi. Hazret-i Îsâ; “Anneciğim! Allahü teâlâ bana hocaya lüzum ve ihtiyaç göstermedi. Senin karnında iken bana, Tevrât'ı ve İncîl’i öğretti” dedi. Hazret-i Meryem; “Evet doğrudur. Ama, yine de hocanın yanında bulunman iyidir” dedi. Mektebe ilk vardığında hoca, hemen ona yakın gel deyip derse başlamak istedi. Îsâ aleyhisselâm; “Ey hoca! Sen câhil imişsin. Zirâ sana bir çocuk getirildiği zaman önce ismini sorup, sonra öğretmeye başlaman lâzım değil mi?” dedi. Hoca; “Doğru söylüyorsun, ismin nedir?” dedi. O da; “Îsâ’dır” dedi.
Bundan sonra Hoca; “Besmeleyi oku” dedi. O da okudu. Sonra; “Ebced'i oku” dedi. Hazret-i Îsâ başını kaldırıp; “Ebced'in ne olduğunu bilir misin?” dedi. Hoca; “Bilmiyorum” dedi. O; “Bilmediğin şeyi bana nasıl öğreteceksin?” buyurdu. Hoca; “Öyleyse sen bana öğret” dedi. Hazret-i Îsâ ona; “Kürsiden in!” dedi. O da indi. Hazret-i Îsâ kürsîye çıkıp oturdu ve; “Şimdi sor” dedi. Hoca; “Ebced yâni elif, bâ, cim, dâl nedir?” dedi. Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki: “Ebced'in elifi, Allah'a ve âlâullah'a yâni Allahü teâlânın nîmetlerine; bâ'sı behcetullah'a (Allahü teâlânın güzelliğine) ve behâullah’a yâni Allahü teâlânın kadrine, yüceliğine; cim'i cemâlullah'a (Allahü teâlânın güzelliğine); dâl'ı, dînullaha; hevvez'in hâ'sı, hâviyyeye yâni Cehennem’e; vav'ı “Veyl, nâr ehli içindir” demeye; zâ'sı, zefîr-i Cehennem’e yâni Cehennem’in feryâdına; huttî'nin hâ'sı, istiğfâr edenlerin hatâlarının düşmesine; kelemen, “Kelâmullah mahlûk değildir” demeye; sa'fes, “Gayrete gayret, cezâya cezâ” demeye; karaşet, “Kıyâmette Allahü teâlâ halkı bir yere toplar” demeye işârettir.” O böyle söyleyince, hoca efendi şaşıp kaldı ve Hazret-i Meryem'e haber gönderip; “Hâtun, oğlunu al git. Onun üstâda ihtiyâcı yoktur. Kendisi üstâddır” dedi. Böylece Ebced'in mânâsını ilk veren Îsâ aleyhisselâm oldu.
Salebi'nin Arais-ül-Mecâlis isimli kitabında şöyle yazar: “Îsâ aleyhisselâm mektebde çocukların her birine evlerindekilerin yaptıklarını haber verir, ey filan, evine git. Evindekiler filan yemeği yeyip, senin hisseni ayırdılar der. Çocuklar eve gidince, bize Îsâ haber verdi, hani hissemiz deyip, alırlardı. Yahudiler çocuklarına, o sihirbazdır. Onunla oynamayın derlerdi. Sonra çocuklarını onunla görüştürmemek için bir odaya kapatırlardı.
Bir defâ Îsâ aleyhisselâm çocukları aramıştı. Anne-babaları yalan söyleyip, burada yoklar dediler. Bu odada ne var dedi. Maymunlar ve domuzlar vardır dediler. Îsâ aleyhisselâm, öyle olsunlar dedi. O gittikten sonra yahudiler kapıyı açıp baktıklarında, çocuklarının maymun ve domuz şekline dönüşmüş olduğunu gördüler. Yahudilerin arasında bu haber yayılınca, hepsi çok korktular. Hazret-i Meryem oğluna bir zarar gelmesinden korkup, bu hâdise üzerine bir merkebe binerek oğlu Îsâ (aleyhisselâm) ile Mısır'a gitti.
İshak bin Bişr, Cüveybir'den ve Mukatil'den, onlar, Dahhak'tan, o da İbn-i Abbâs hazretlerinden bildirdi: “Îsâ aleyhisselâm çocukluğunda, Allahü teâlâ tarafından ilhamla, acib, garib, yâni insanların görmedikleri şeyleri görür ve bilirdi. Bunlar yahudiler arasında yayıldı. Îsâ aleyhisselâm büyüdükçe İsrâil oğullarının düşmanlığı arttı. Ona kastettiler, yâni öldürmek istediler. Annesi korktu. Allahü teâlâ, annesine ilham edip, onu Mısır'a götürmesini bildirdi.”
Bütün âlimler bildirmişlerdir ki, peygamberlerin hepsi diğer insanların hepsinden elbette daha üstün, şerefli ve fazîletlidir. Peygamberler içinde resûller, yâni şeriat sâhibi, kendisine yeni bir din verilen peygamberler diğerlerinden daha fazîletli, üstün ve şereflidir. Bunlar arasında da, kendilerine ülü’l-azm denilen altı peygamber, diğerlerinden üstün ve kıymetlidir. Bu altı peygamber; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Bu Ülü’l-azm peygamberlerin de en üstünü, bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmdır.
İşte hazret-i Îsâ da ülü’l-azm peygamberlerden olmakla, makâm ve derecesi pek üstün, fazîlet ve kemâlâtı pek yüksektir, Hazret-i Ebû Hüreyre de; “Peygamberlerin efendisi; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır” buyurmuştur.
Hazret-i Îsâ, Allahü teâlânın emri ve kudreti ile babasız olarak doğduğundan, ona Kelimetullah denir. Nitekim, daha evvel yukarıda geçen Âl-i İmrân sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde bu husûsa işâret vardır. Yine bu husûsta Nisâ sûresinin 171. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Muhakkak ki, (Allahü teâlânın kulu) Meryem oğlu Îsâ Mesîh, Allahü teâlânın (insanları, Allahü teâlânın dînine dâvet için gönderdiği) resûlü ve Allahü teâlânın kelimesidir (ki. Hak teâlânın “Ol” emri ile, babasız olarak, Allahü teâlânın kudretiyle meydana geldi)...”
Tefsîr-i kebir ve Rûh-ul-beyan’da yukarda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 45. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde, Îsâ aleyhisselâmın kelimetullah olması izâh edilirken buyruluyor ki: Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı; “Kün-Ol” emri (kelimesi) ile yarattı. Gerçi her şey Allahü teâlânın “Kün” emri ile var olmaktadır. Hakîkî sebep budur. Fakat, zâhirî (insanlar arasında bilinen, meşhûr olan) sebeplerde vardır ki, Hak teâlânın âdet-i ilâhiyyesi, işlerin bu zâhirî sebeplerle meydana gelmesidir. Hak teâlâ, hiç bir sebep olmadan da yaratmaya elbette kâdirdir. Fakat, kendi bildiği nice hikmetler ve kullar için nice faydalardan dolayı sebepler araya koymakta, sebepler ile yaratmaktadır.
Bilindiği gibi, bir çocuğun meydana gelmesi, diğer her şey gibi, zâhirî bir sebebe bağlıdır. O da ana ve babanın bir araya gelmesidir. Allahü teâlâ, belki herkesin anlayamayacağı nice hikmetlerinden dolayı, Hazret-i Îsâ'yı işte bu zâhirî sebep olmadan sâdece “Kün” emriyle yarattı. Bu bakımdan Hazret-i Îsâ'yı, Hak teâlânın “Kün” kelimesine nispet etmek daha muvafık olmaktadır. Bu sebeple, Hazret-i Îsâ, sanki Allahü teâlânın “Kün” kelimesinin bizzat kendisidir. Bunun için ona, Kelimetullah denilmiştir.
Hazret-i Îsâ'nın bir lakabı da Rûhullah'dır. Yukarıdaki âyet-i kerîmenin devamında buna işâret olunmuş ve Hazret-i Îsâ'nın diğer rûhlar gibi, Allahü teâlânın halk ettiği, yarattığı, O'nun tarafından gelen bir rûh olduğu bildirilmiştir. Hak teâlânın izni ile ölüleri dirilttiği, kalbleri ihya ettiği için ona Rûhullah denildi diyenler de olmuştur.
Yine yukarıda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 45. âyet-i kerîmesinde, Hazret-i Îsâ'nın dünyâ ve âhırette vecîh (şerefi yüksek, kadri yüce) olduğu bildirildi. Âlimler bu vecîh olmayı iki şekilde izâh etmişlerdir:
1- Îsâ aleyhisselâmın dünyâda vecîh olması; duâsının kabûl olması, Allahü teâlânın izni ile ölüleri diriltmesi, duâ ile körleri ve baras hastalığı olanları iyileştirmesidir. Âhırette vecîh olması ise; yolundan ayrılmayan, gösterdiği yolda bulunmuş olan ümmetine şefâatçi kılınmasıdır.
2- Dünyâda vecîh olması; yahudilerin, hakkında söyledikleri ayıplardan berî (uzak) olmasıdır. Âhırette vecîh olması ise; sevâbının çok ve Allahü teâlâ indinde derecesinin yüksek olmasıdır.
Bu âyet-i kerîmede, Hazret-i Îsâ'nın dünyâ ve âhırette vecîh olduğu zikredildikten sonra, onun mukarrebînden olduğu bildirildi. Âlimler bunun, Hazret-i Îsâ'nın semâya yükseltileceğine, meleklerin onunla birlikte bulunacaklarına işâret olduğunu bildirmişlerdir.
İshak bin Bişr'in senetleri ile Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) verdiği haberde şöyle bildirildi: Îsâ aleyhisselâm bebekken olan ilk konuşmasından sonra, Allahü teâlâya, kulakların duymadığı bir tâzim münâcâtında bulunup şöyle dedi: “Ey Allah'ım! Yüceliğinde yakınsın; yakınlığında yücesin. Yarattıklarının hepsinden üstünsün. Sözlerinle havada yedi kat gök yarattın. Hepsi emrine hazır, el pençe divân durmaktadır. İçinde meleklerin vardır; seni tesbîh ve takdis ederler. Karanlıklar içinde, onlarda, yâni gökte ışık kaynakları yarattın. Geceyi ay ve yıldızla aydınlık, gündüzü güneşle ışıklı eyledin. Havada hamd ile tesbîh eden gök gürültüsü yarattın. Gökte yıldızlar yarattın ki, yolunu kaybetmiş olanlar, onlarla yollarını bulur.
Ey yüce Allah'ım! Denizleri, dağları yarattın. O yücelikleri, yükseklikleri ile dağlar, huzûrunda başları eğik ve itâatkar, emrine hazır, denizin dalgaları, izzetin karşısında dökük ve dağınıktır. Nehirler, dereler, kaynaklar akıttın. Ağaçlar, meyveler yarattın. Hepsi senin emrindedirler.
Ey Allah'ım! Sen ne yücesin! Seni hakkıyla kim medhedebilir? Vasfı ile senin vasfına, sıfatları ile senin sıfatlarına kim ulaşabilir? Bulutları yayar, esirleri darda kalanları kurtarırsın. Hükmün haktır, hak olan hükmü verirsin. Hüküm verenlerin en hayırlısı sensin. Senden başka ilâh yoktur. Sen her ayıb ve noksandan münezzehsin! Bize her günâhımızdan sonra istiğfâr etmemizi emrettin. Senden başka ilâh yoktur. Akıllı kulların senden muhakkak korkar. Şehâdet ederiz ki, sen ihdâs edilen, meydana çıkarılıp, uydurulan bir ilâh değilsin. Zikri bitecek bir Rab değilsin! Bizi yaratmada sana yardım eden bir başkası yoktur ki, senin kudretinden şüphe edelim. Şehâdet ederiz ki, sen, bir teksin, samedsin, doğurmamış ve doğurulmamışsın ve senin eşin, benzerin yoktur.”
İshak bin Bişr, Cüveybir ve Mukatil'den, onlar Dahhak'tan, o da, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anhüm) alarak dedi ki: Îsâ aleyhisselâm bebekken yaptığı mûcizevî konuşmadan sonra bir daha konuşmadı; çocukların konuşma çağına gelince konuşmaya başladı. Bu yaşa gelince, Allahü teâlâ, onu hikmet ve beyânla konuşturdu. Yahudiler onun ve annesinin hakkındaki iftirâlarını arttırdılar ve ona âsî oğlu diye isim verdiler. Nitekim Allahü teâlâ bunu bildirip, Nisâ sûresi: 156. âyet-i kerîmesinde; yahudilerin, Îsâ aleyhisselâmı inkâr etmekle küfre düştüklerini ve Hazret-i Meryem'e zina isnadı ile büyük bir iftirâda bulunup, aleyhinde konuştuklarını haber vermektedir.
İmâm-ı Buhârî ve Müslim (rahmetullahi aleyhima) râvîleri ile birlikte Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh), o da, Resûlullah efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle bildirmektedirler: “Îsâ (aleyhisselâmçalan (hırsızlık eden) bir adamı görüp ona; “Çaldın mı? Dedi. O da, hayır kendisinden başka ilâh olmayan (Allahü teâlânın) hakkı için söylüyorum ki, çalmadım dedi. Bunun üzerine Îsâ (aleyhisselâm); Allah'a inandım ve gözümü yalanladım (yani gözümle gördüğüme inanmadım) dedi.”
Yâni, yemîn ettiğin için gözümü yalanladım buyurmakla, kendisinin çok temiz yaratılış ve seciye üzere olduğunu gösterdi.
Yine Buhârî ve Müslim'de, Ubâde'nin (radıyallahü anh) bildirdiği bir hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup, ortağı, eşi, benzeri bulunmadığına ve Muhammed (aleyhisselâmın) Allahü teâlânın kulu ve resûlü olduğuna, Îsâ'nın (aleyhisselâmAllah'ın kulu, resûlü, Meryem'e ilkâ' eylediği kelimesi ve rûhu olduğuna, Cennet ve Cehennem’in hak olduğuna şehâdet edeni, ameli ne olursa olsun Allahü teâlâ Cennet’e koyar” buyruldu.
Yine Buhârî'de Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) isnadı ile bildirilen bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Beşikte iken konuşan sâdece üç kişi olmuştur. Birisi (hazret-i) Îsâ'dır. Biri şudur ki, İsrâiloğullarından Cüreyc adında biri vardı. Namazda idi. Birden annesi gelip, onu çağırdı. (Kendi kendine) ona mı cevap vereyim yoksa namaza mı devam edeyim dedi. Annesi (onun kasıtlı olarak cevap vermediğini zannedip); Yâ Rabbî! Ona fahişe kadınların yüzlerini göstermeden canını alma dedi. Cüreyc bir kulübede kalırdı. Bir taraftan bir kadın gelip, onunla konuşmak istedi. Cüreyc konuşmaktan kaçındı. Kadın bir çobana yaklaşıp, nefsini ona teslim etti. (Çobanla zina etti.) Ondan bir oğlu oldu. Kadına, bu çocuk kimdendir dediler. Cüreyc'dendir dedi. Adamlar oraya koşup, kulübesini yıktılar, sövdüler, hakâret eylediler. (Cüreyc) abdest alıp namaz kıldı. Sonra o çocuğun yanına gitti ve; Ey oğlan! Baban kimdir? dedi. Çocuk; Filan çobandır dedi. İnsanlar (hakikati anlayınca, Cüreyc'e); Senin kulübeni altından yapalım mı? dediler. Hayır, topraktan yapın dedi.
Yine İsrâiloğullarında bir kadın vardı. Bir de emzikli oğlu vardı. Bir gün, hayvan üstünde heybetli, güzel elbiseli bir adam oradan geçti. Kadın; Yâ Rabbî! Oğlumu onun gibi yap dedi. Çocuk, annesinin göğsünü bırakıp, gelen atlıya döndü ve; Yâ Rabbî! Beni onun gibi yapma dedi. Sonra annesinin göğsünü emmeye başladı. Daha sonra kadın, çocuğuyla birlikte bir câriyeye uğradı. Kadın; Yâ Rabbî! Oğlumu bunun gibi yapma dedi. Çocuk, annesinin göğsünü bırakıp; Yâ Rabbî! Beni onun gibi eyle dedi. Annesi; Niçin böyle dedin? deyince, çocuk; O hayvan üstündeki heybetli adam, cebbârlardan, zâlimlerdendir. Bu kadın ise, zina ve hırsızlıkla itham edildi, ama, ikisini de yapmamıştır, temizlerdendir” dedi.”
Ebû Osman'dan gelen haberde buyruldu ki: Îsâ aleyhisselâm bir dağın başında namaz kılardı. İblis, yanına gelip; “Sen her şeyin kazâ ve kader ile olduğunu mu söylersin?” dedi. O da; “Evet” buyurdu. “Öyleyse kendini bu dağdan aşağı at ve kaderim böyle idi de!” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Ey mel’ûn! Allah, kullarını tecrübe, imtihân eder, kulların O'nu imtihân etmeğe hakkı yoktur” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm ile alakalı olarak bâzı âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki: “Meryem oğlu Mesîh (Îsâ aleyhisselâmmuhakkak bir peygamberdir. Ondan önce de bir çok peygamberler geçti. Annesi (Hazret-i Meryem) ise sıddîka (çok doğru, dürüst ve iffetli) bir kadın idi...” (Mâide sûresi: 75)
“Sonra (Nûh ve İbrâhim aleyhimesselâmın) arkalarından peygamberlerimizi ardarda gönderdik. Arkalarından da Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâmgönderdik ve ona İncîl’i verdik. Kendisine tâbi olanların (bağlı kalanların) kalplerine de ince bir duygu ve merhamet ihsân ettik...” (Hadid sûresi: 27)
“...Meryem oğlu Îsâ'ya (ölüleri diriltmek, anadan doğma kör olanları ve baras illeti bulunanları tedavi etmek ve gaybden haber vermek gibi) apaçık mûcizeler verdik ve onu Rûh-ul-kuds ile takviye ettik, kuvvetlendirdik...” (Bakara sûresi: 87, 253)
Tefsîr âlimleri bu âyet-i kerîmelerde geçen Rûh-ul-kuds'ü çeşitli şekillerde tefsîr edip, açıklamışlardır.
1- Bâzı âlimler; Rûh-ul-Kuds'ün, Cebrâil aleyhisselâm olduğunu bildirmişler ve bunu bir kaç şekilde izâh etmişlerdir.
a) El-Kuds, tâhir yâni temiz demektir ve bu kelime ile burada Allahü teâlâ zikredilmektedir. Dolayısıyla Rûh-ul-Kuds, Rûhullah demektir. Rûh'la murâd, Cebrâil aleyhisselâmdır. Cebrâil aleyhisselâmın, Allahü teâlâya nispet edilmesi, yâni Rûh-ul-Kuds (Allahü teâlânın rûhu) buyrulması, Cebrâil'in aleyhisselâm şerefini bildirmek, onun Hak teâlâ katındaki derecesinin yüksekliğini beyân etmek içindir.
Nitekim, Allahü teâlâya nispet etmek sûretiyle şerefini ve kıymetini bildirmek için Kâbe-i muâzzamaya Beytullah (Allahü teâlânın evi), Sâlih aleyhisselâmın devesine de Nâkat-üllah (Allahü teâlânın devesi) buyrulması da böyledir.
b) Beden, rûh ile canlı kalabildiği gibi, din de Cebrâil aleyhisselâm ile canlı kalır. Çünkü Cebrâil aleyhisselâm, peygamberlere (aleyhimüsselâm) vahiy getirmekle me’mûr olup, mükellef olan insanlar; ancak Hazret-i Cebrâil'in Hak teâlâdan peygamberlere getirdiği vahiyle, dîni hayatlarında sabit kalabilmektedir.
c) Cebrâil aleyhisselâm ve diğer melekler rûhanî mahlûklardır. Ancak rûhanîlik, Cebrâil aleyhisselâmda daha tam ve kâmildir.
Âlimlerden Rûh-ul-Kuds ile alakalı olarak başka rivâyetler de gelmiş ise de, bu husûstaki en kuvvetli rivâyet, Rûh-ul-Kuds'ün, Cebrâil aleyhisselâm olduğu şeklindedir.
2- Bâzı âlimler Rûh-ul-Kuds, İncîl’dir demişlerdir. Nitekim Şura sûresinin 52. âyet-i kerîmesinde; “Sana emrimizden bir rûh vahyettik...” buyruldu. Mazharî, Celâleyn ve Medarik gibi birçok mûteber tefsîrlerde, bu âyet-i kerîmede geçen “Rûh”un, Kur'ân-ı kerîm olduğu bildirilmiştir.
İncîl’e rûh buyrulması, o asırda din işlerinin onunla canlı kalması, dünyâya âit faydaların onunla muntazam olması sebebiyledir. Çünkü, Allahü teâlânın kitabı, kalbleri canlı tutmaktadır.
3- Bâzı âlimler; “Burada geçen Rûh-ul-Kuds'le murâd, ism-i âzamdır. Îsâ aleyhisselâm ölüleri bunu okuyarak diriltir, bir çok mûcizeleri bunu söyleyerek gösterirdi” demişlerdir.
4- Bâzı âlimler de; “Rûh, Îsâ aleyhisselâmın rûhudur. Kuds ise Allahü teâlâdır. Hazret-i Îsâ'nın rûhunun Hak teâlâya nispet edilmesi, onun şerefine, yüksekliğine işârettir” demişlerdir.
Rûh kelimesinin, Cebrâil aleyhisselâma, İncîl’e ve İsm-i âzama söylenmesi, isnat edilmesi mecazdır. Çünkü rûh, insanın bedeninin canlılığına sebep olduğu gibi, Cebrâil'in (aleyhisselâm) bildirdikleri (Allahü teâlâdan vahiy yoluyla getirdikleri) de kalblerin canlılığına sebep olmaktadır.
İncîl, Allahü teâlânın emir ve yasaklarının öğrenilmesine sebeptir. İsm-i âzam ise, maksatların ve dileklerin hâsıl olmasına vesiledir.
Rûh ile Cebrâil aleyhisselâm arasındaki yakınlık ve beraberlik daha tamdır. Şöyle ki:
1- Cebrâil aleyhisselâm, nûranî, latîf bir mahlûktur. Bu sebeple ikisi arasındaki benzerlik daha tamdır. Dolayısıyla Rûh-ul-Kuds'e, Cebrâil demek daha lâyık olmaktadır.
2- Âyet-i kerîmede; “...Biz onu Rûh-ul-Kuds ile takviye ettik” buyrulmasından murâd; yardım etmektir. Yardım etmenin, Cebrâil aleyhisselâma isnat edilmesi hakîkî mânâ ile; İncîl ve İsm-i âzama isnat edilmesi ise mecazî mânâ iledir. Bu sebeple de Rûh-ul-Kuds'ün, Cebrâil (aleyhisselâm) olması daha lâyıktır.
Îsâ aleyhisselâm zühd sâhibi olmakta pek ileri idi. Dünyâ malına hiç meyletmezdi. Hasen-i Basri (rahmetullahi aleyh); Îsâ aleyhisselâm, kıyâmette zahidlerin reîsidir buyurmuştur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget