Hazret-i Meryem, Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesinde yetişti. Hazret-i Zekeriyyâ'nın zevcesi (hanımı) ile Hazret-i Meryem'in annesi Hunne hanım kardeş idi. Hazret-i Zekeriyyâ'nın hanımı Îsâ’ veya Elîsâ ile hazreti Meryem'in kardeş oldukları da rivâyet edilmiştir. Buna göre hazreti Meryem, hazreti Zekeriyyâ'nın baldızı olmaktadır. Aralarındaki bu yakın akrabâlıktan dolayı hadîs-i şerîfte, Îsâ ile Yahyâ aleyhimesselâmın teyze oğlu oldukları bildirilmiştir.
Tefsîr âlimleri âyet-i kerîmede geçen; “Güzel bir kabûl ile kabûl buyurdu...” kısmını şu şekilde izâh etmişlerdir. Önce, Allahü teâlâ Hazret-i Meryem'i ve oğlu Îsâ aleyhisselâmı şeytanın dokunmasından korudu. İkinci olarak, Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesine verdi. Sonra rızkını Cennet nîmetlerinden ihsân etti. Yukarıda da zikredildiği gibi, Hazret-i Meryem'in rızkı Cennet’ten gelirdi. Ayrıca, o zamana kadar Beyt-i Makdis hizmetine sâdece erkek çocuklar kabûl edildiği hâlde, annesi Hunne'nin yalvarması ve ilticası üzerine Hak teâlâ onu da kabûl buyurdu.
Rûh-ul-beyan tefsîri’nde bildirildiğine göre, Hunne'nin, daha başlangıçta yaptığı nezrinde, niyeti doğru, sâdık idi. Ancak, kız çocuk doğurmakla nezrini yerine getiremeyeceği için, Allahü teâlâdan utanmış ve bu husûstaki güçsüzlüğünü Allahü teâlâya arzetmiştir. Buradan anlaşılıyor ki, kul, nefsini kırmak, ihlâsı kalbine yerleştirmek için uğraşmalı ve yaptığı amelleri Allahü teâlânın kabûl etmesi için bütün gücüyle gayret etmeli, bununla beraber yine de kendini, nefsini kusurlu görmelidir.
Yine Rûh-ul-beyan tefsîri’nde, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, var gücüyle çalışıp gayret ettikten sonra, yine kendisini kusurlu görüp istiğfâr etmesi icâb ettiği husûsunda Şeyh Ebül-Abbâs'ın (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurduğu nakledilmektedir: “Allahü teâlâ masiyeti (günahı), tâatin (sevab olan amelin) içine katar. Meselâ bir kul tâat işler, Allahü teâlânın beğendiği amelleri yapar. Bundan sonra da kendisinde ucb hâsıl olur. Yâni kendini ve ibâdetini beğenir. Yaptığı tâata güvenir. Bu tâati yapmayanları küçük görür. “Benim gibisi var mı?” der. Allahü teâlâdan bunların karşılığını ve bedelini ister. İşte bu kulun yaptığı tâat, güzeldir, sevâb bir iştir. Fakat çeşitli uygunsuz düşüncelerle bu tâatin etrâfı günâhlarla kuşatılmış, çok günâh işlenmiş olur. Yâni o tâat sanki tâat olmaktan çıkarılmış, günâha vesile hâline getirilmiştir.
Diğer taraftan bir kul da, unutarak, yanılarak bir kabahat, günâh işler. Fakat günâhın hemen arkasından çok pişman olur, üzülür. Bunun affı için Allahü teâlâya ilticâ eder ve O'na sığınır. İşlediği bu günâh sebebiyle kendi nefsini çok aşağı ve pek bayağı görür. Bu günâhı işlemeyen mü’minleri kendinden üstün ve kıymetli bilir.
İşte, yukarıdaki misâlin aksine olarak bu kul, günâh işlememeye âzamî dikkat ve gayret ettiği hâlde, yanılarak bir günâh işlemiş, fakat arkasından hemen pişman olup kendi nefsini aşağılamıştır. Bu sebeple de işlediği günâhın etrâfı sevâblarla çevrilmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, kul kendi nefsini her zaman haksız, kusurlu ve noksan bilmeli, hatâyı başkasında değil kendinde görmelidir. Tâat husûsunda, ibâdetlerde çok gayretli olmalı, gevşeklik göstermemeli, ancak yaptığı ibâdet ve tâatlara da güvenmemelidir. Tâatı yaptıktan sonra unutmalı, yaptığını noksan ve kusurlu bilmelidir. Böyle olduğu takdirde yüksek mertebelere ve Cennet nîmetlerine kavuşması umulur.
Yoksa, devamlı olarak yaptığı tâatları düşünür, kabahatlerini hiç hatırlamazsa, kendisinde ucb hâsıl olur. Yaptığı ibâdetleri, dolayısıyla kendini beğenir ve kibre kapılır. Yaptığı amellerine güvenir. Böyle olunca amelleri boşa gider. Bunun için; “Taatı muhâfaza etmek, onu işlemekten daha zordur” demişlerdir.
İnsanın, amellerindeki gayret ve çalışmasındaki maksadı, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaktan başka bir şey olmamalıdır. Kendi iyiliklerini ve başkalarında gördüğü kusur ve kabahatleri örtmeli, unutmalı, görmezlikten gelmeli; işlediği hatâ ve günâhları ise aslâ unutmamalı, devamlı tevbe ve istiğfâr etmelidir.
Tefsîr âlimleri, Âl-i İmrân sûresinin 37. âyet-i kerîmesinde; “...Rabbi onu güzel bir nebât gibi büyüttü...” şeklinde zikredilen kısmı tefsîr ederlerken buyuruyorlar ki: Rabbi onu güzel terbiye ile terbiye edip, yetiştirdi. Rabbi onun yaratılışını, noksansız ve eksiksiz bir şekilde tam, düzgün yaptı. Allahü teâlâ onu ve oğlunu (Îsâ aleyhisselâmı) âlemlere bir âyet yâni kudretine alâmet ve delil kıldı.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.