Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Hazret-i Meryem'e, Îsâ Aleyhisselâmın müjdelenmesi

Hazret-i Meryem'e, Îsâ Aleyhisselâmın müjdelenmesi || Peygamberler Ansiklopedisi || Hadis Kütüphanesi

Hazret-i Meryem onbeş yaşına ulaştığında, Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişânlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden, Allahü teâlâ, Hazret-i Meryem'e babasız olarak bir çocuk vereceğini müjdelemişti.
Rivâyete göre, Hazret-i Meryem, Beyt-ül-Makdis'te kendisi için Zekeriyyâ aleyhisselâm tarafından tahsis edilen odada bulunur, ihtiyaç hâlinde dışarı giderdi veya ibâdetini orada yapar, sair zamanlarda Zekeriyyâ aleyhisselâmın hanımının yanında bulunurdu. Bu husûsta rivâyetler muhteliftir. Böyle bir vesile ile, evinin veya Beyt-ül-Makdis'in doğusunda bir yerde bulunurken veya güneşlenirken, yanına Cebrâil aleyhisselâm geldi. Her âzası tam, düzgün bir genç insan şeklinde idi. Aslî şeklinde değil de böyle bir insan şeklinde gelmesi, Hazret-i Meryem'in onu aslî şekliyle görmeye tahammül edemiyeceği içindir.
Hazret-i Meryem, birden karşısında böyle birini görünce, kemâl-i edebinden ve iffetinin çokluğundan pek fazla endişelendi, kalbine ürperti geldi. Bulunduğu yer tenhâ idi. Buna rağmen perde de çekmişti. Böyle iken oraya genç bir kimsenin gelmesi onu telâşa düşürmüştü. Hemen; “Ben senin bana bir zarar vermenden, kullarını böyle zararlardan korumaya kâdir ve her nîmet ve ihsânın sâhibi olan Allahü teâlâya sığınırım. Benim yanımdan çekil. Eğer Allahü teâlânın azâbından korkar, günâh işlemekten sakınırsan, herhangi bir fenâlık yapmazsın. Yanımdan git ve bana taarruz etme” dedi.
Genç bir delikanlı sûretinde gelen Cebrâil aleyhisselâm, ona, kendinin melek olduğunu ve endişelenmemesini bildirip; “Ben senin, benden kendisine sığındığın Hak teâlâ hazretlerinin bir elçisiyim. Yâni ben insan değilim. Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir haberci meleğim. Senin temiz bir oğlan doğuracağını müjdelemek için gönderildim” dedi. Meryem (radıyallahü anhâ), onun vazifeli bir melek olduğunu anlayınca, biraz rahatladı. Fakat endişesi de gittikçe arttı. Sonra; “Benim hiç çocuğum olur mu? Ben evli değilim. İffetsiz bir kimse de değilim ki, başkasından hâmile kalmış olayım. Bana hiç bir erkek dokunmadı. Bir erkek ile bir araya gelmedim. Günâh da işlemedim. O hâlde benim nasıl çocuğum olur ki?” dedi.
Cebrâil aleyhisselâm ona; “Evet iş dediğin gibidir. Sen evli değilsin. Şer'î hudûdun dışına taşarak bir iffetsizlik de yapmadın. Fakat Hak teâlâ sana, babasız bir çocuk ihsân edecek. Böyle yapmak O'na pek kolaydır. Zirâ O, her dilediğini yapmaya kâdirdir” dedi.
Hazret-i Meryem, Allahü teâlânın, bir çocuğu babasız olarak halketmeye kâdir olduğunu elbette bilir ve tasdik ederdi. “Benim nasıl çocuğum olur ki...” diye sorup, kendi durumunu izâh etmesi, buna inanmamasından değil, bu işin nasıl olacağını anlamak istemesindendir.
Daha sonra, Cebrâil aleyhisselâm bu işin takdir edildiğini, tamam olduğunu; çocuğun, babasız olarak Allahü teâlânın (Kün=Ol) emriyle yaratılacağını ve isminin Meryem oğlu Mesîh Îsâ olduğunu bildirdi. Ayrıca çocuğun, Allahü teâlâ katında mertebe ve derecesinin pek yüksek, makbûl bir kul olduğunu söyleyerek, onun sıradan bir çocuk olmadığını insanlara hak ve hakîkati bildireceğini de haber verdi.
Mesîh; meshedilmiş, meshedilen demektir. Îsâ aleyhisselâma niçin Mesîh dendiği husûsunda tefsîr âlimlerinden muhtelif rivâyetler gelmiş olup, bunlardan bâzıları şöyledir:
1- Her türlü pisliklerden uzak, günâhlardan temizlenmiş olduğu için ona bu isim verilmiştir.
2- Hangi hastaya dokunsa, Allahü teâlânın izni ile hasta iyi olurdu. Bunun için Mesîh denilmiştir.
3- Îsâ aleyhisselâm yeryüzünde çok seyahat ederdi. Buna işâretle Mesîh denilmiştir.
4- Mesîh, İbranî dilinde Mübârek mânâsınadır. Hazret-i Îsâ'nın şerefinin ve fazîletinin üstünlüğünü bildirmek için, bu mânâya işâretle Mesîh denilmiştir.
Ayrıca kıyâmetin büyük alâmetlerinden olan Deccal'e de Mesîh denir ki, onun -haşa- yukarıdaki fazîletlerle hiç bir ilgisi yoktur. Ona, Mesîh denmesinin sebebi gözünün birinin silik olmasıdır.
Cebrâil aleyhisselâmın genç bir insan şeklinde Hazret-i Meryem'e gelerek, onu bir oğul ile müjdelemesi ve bu esnada aralarında geçen konuşmalar husûsunda, Âl-i İmrân sûresinin 45-47. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Melâike (Cebrâil aleyhisselâmdedi ki: Ey Meryem! Allahü teâlâ, kendinden bir kelimeyi ("Ol" emri ile yaratılacak bir çocuğu) sana müjdeliyor ki, o çocuğun ismi, Meryem oğlu Mesîh Îsâ'dır. Dünyâda da âhırette de vecîh (şerefi yüksek, kadri yüce) dir. (Denildi ki, dünyâda vecîh olması, peygamberliği; âhırette vecîh olması ise şefâatidir.) ve o mukarreb (yani Hak teâlâ indinde yüksek derecelere sâhip) olanlardandır. O beşikte iken (süt emerken) de, yetişkin iken de insanlarla konuşacaktır. O sâlihlerden (bütün emirlere uyan ve bütün yasaklardan kaçınan, içini ve dışını Hak teâlânın emirlerine uyduran iyi kimselerden) dir.
(Melek böyle söyleyince, Hazret-i) Meryem; “Ey Rabbim! Bana hiç bir insan dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. (Bunun üzerine Allahü teâlâ ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla, onun lisânıyla) buyurdu ki: “Evet öyledir. Sana bir kimse dokunmamıştır. Fakat Allahü teâlâ neyi dilerse yaratır. Bir şeyi dileyince ona sâdece “Ol" der. O da hemen oluverir.”
Allahü teâlâ eşyayı, mahlûkları bilinen zâhirî sebepler ve maddelerle, tedricen, safha safha yaratmaya kâdir olduğu gibi, bu sebepler hiç olmadan, bir defâda ve bir anda yaratmaya da elbette kâdirdir.
Yine bu husûsta Meryem sûresinin 16-21. âyet-i kerîmelerinde de meâlen buyruldu ki: Kur'ân-ı kerîmde Meryem kıssasını da zikret. Hani o, âilesinden ayrılıp şark tarafında, (evinin veya Beyt-ül-Makdis'in doğu tarafında) bir yere çekilmişti. (Bir rivâyette hayzdan temizlenip gusül etmeğe gitmişti. Burası çok tenhâ bir yer ise de, tesettüre, örtünmeye pek çok riâyet ettiğinden) onların kendini görmemesi için ayrıca bir de perde edinmişti. Perde ile örtünmüş, perde çekmiş idi. Derken biz ona rûhumuzu (Cebrâil aleyhisselâmı) gönderdik de, o, Meryem'e, hilkati tam, her âzası düzgün, yakışıklı bir genç sûretinde göründü. (Meryem (radıyallahü anhâ) bu tanımadığı yabancıyı görünce, melek olduğunu bilemediği için, kemâl-i iffetinden dolayı pek telâşlanarak): “Ben senden, rahmân olan Allahü teâlâya sığınırım. Eğer mü’min ve müttekî isen, fenâlıktan hakkıyla sakınan bir insan isen bana taarruz etme. Bana yaklaşma ve yanımdan çekil (yani senden, Allahü teâlâdan korkman ümid olunur. Senin Allahü teâlâdan korkman ise, benim O'na sığınmamla mümkün olur. Bu sebeple senden Allahü teâlâya sığınırım.)” dedi.
(Tefsîr âlimleri Cebrâil aleyhisselâmrûh buyrulması husûsunda muhtelif sebepler bildirmişlerdir. Bâzıları; “Hak teâlânın, onu sevdiğini, ondan râzı ve kendine yakın kullarından olduğunu beyân içindir. Nitekim bir kimsenin sevdiğine “rûhum” demesi âdet olmuştur dediler. Cebrâil aleyhisselâm da ona) dedi ki: Gerçekten ben senin, kendisine sığındığın Rabbin teâlâ tarafından, O'nun emriyle gelen haberciyim ki, sana, bütün fenâlıklardan temiz, hayırlı olmasıyla medholunan, bir oğlan vermeye (vesile olmaya) geldim. (Meryem (radıyallahü anhâ), gelenin hakîkî bir insan değil, bu sûrette görünen bir melek olduğunu, ondan kendisine bir zarar gelmeyeceğini anlayıp, bununla beraber, bunun nasıl olacağını merâk ederek;) “Benim nasıl bir oğlum olabilir ki, bana hiç bir beşer (nikahı ile) dokunmamış, yaklaşmamıştır. Ben zinâkâr, iffetsiz ve fâcire biri de değilim dedi.
(Cebrâil aleyhisselâm) dedi ki: “(Yâ Meryem!) Evet hâl dediğin gibidir. Lâkin, Rabbin teâlâ hazretleri, buyurdu ki; O (zahiri sebepleri bulunmadan bir çocuk halketmek, yaratmak) bana pek kolaydır. Biz onu kudretimize bir alâmet ve insanlardan onun dînine tâbi olanlara onu bir rahmet kılarız. Bu ezelde hükmolunmuş, takdir edilmiş bir iştir. Bu hükümde bir değişiklik, bozulma olmaz.”
Yukarıda da bildirildiği gibi Hazret-i Meryem, Âdem aleyhisselâmdan o zamana kadar hiç olmamış bir durumla, yâni babasız çocuk meydana gelmesi durumuyla karşılaştığı için ziyâdesiyle hayrete düşmüştü. Kendinin evli ve iffetsiz biri olmadığını bildirip, nasıl çocuğum olabilir ki diye suâl etmesi, babasız olarak bir çocuk meydana gelemeyeceğinden değildi. Zâhirî sebepleri olmadan, Allahü teâlânın sâdece "Ol" emri ile dilediğini her an var etmeye mutlak kâdir olduğunu elbette biliyordu. Suâli, böyle bir şeyin nasıl olacağını anlamak içindi. Gerçi Âdem aleyhisselâmAllahü teâlânın kudretiyle annesiz ve babasız meydana gelmişti. Ondan sonra, Hazret-i Havvâ, Hazret-i Âdem'in sol kaburga kemiğinden yaratılmıştı. Yâni Âdem aleyhisselâm, anasız ve babasız olarak topraktan halkolunduğu, yaratıldığı gibi, hazreti Havvâ da ondan annesiz olarak yaratıldı. Fakat ondan sonra insanın çoğalmasına hep anne ile babanın bir araya gelmesi sebep kılındığından, bu âdetin aksine bir durum görünüşte mümkün değildi. Hazret-i Âdem'den bu kadar zaman geçtikten sonra yeniden böyle bir hâlin zuhûr etmesi, elbette herkesin hayret ve dikkatini çekecekti. İşte hazret-i Meryem'in hayret ve endişesi de bu noktadan kaynaklanıyordu. Âlemde kimseye nasîb olmamış bu ilâhî lütûf, onu ziyâdesiyle heyecanlandırıyordu. Bu iş ve bu işin netîcesi nasıl olacaktı? Sonra insanların tavrı ne olacaktı? Hazret-i Meryem ne gibi iftirâlara uğrayacak, bu husûsta ne sıkıntılar çekecekti? İnsanlara ne diyecek, bu hâli nasıl kabûl ettirecekti? İnanacaklar mıydı?


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

[blogger]

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget