Hazret-i Meryem, Dâvûd aleyhisselâmın neslindendir. İbn-i Asakir'in (rahmetullahi aleyh) rivâyetine göre, Hazret-i Meryem'in, Dâvûd aleyhisselâma kadar olan nesebi şöyle bildirilmiştir: Meryem, İmrân'ın kızıdır. İmrân, Mâsân'ın oğlu, o Âzer'in, o Yûd'un, o Ahnez'in, o Sâduk'un, o Iyazûz'ün, o Elyakîm'in, o Eybûd'un, o Zeryabil'in, o Şaltâl'ın, o Yûhînâ'nın, o Berşâ'nın, o Amûn'un, o Mîşâ'nın, o Hazkiyâ'nın (Hazkıyâl'ın), o Ahâz'ın, o Mûsâm’nın, o Azriyâ'nın, o Yevârim'in, o Yûşâfat'ın, o Îsâ'nın, o İbân'ın, o Rec'âm'ın, o Süleymân'ın, o da Dâvûd'un (aleyhisselâm) oğludur. Bu silsile hakkında daha değişik rivâyetler de vardır. Fakat, Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olduğunda ihtilaf yoktur. Babası İmrân, zamanında, çok namaz kılmakla tanınmıştı. Annesi Hunne de Fâkûd'un kızı idi. Fâkûd, Kâbîl'in oğlu idi. Annesi de o zamanın çok ibâdet edenlerinden idi.
Meryem (radıyallahü anhâ) gece-gündüz hep ibâdetle meşgûl olurdu. O kadar çok ibâdet ederdi ki, ibâdeti Benî İsrâil arasında darb-ı mesel hâline geldi. Hâli ve hareketi, yaşayışı pek güzel idi. Allahü teâlâ ona bir çok kerâmetler, güzel hâller ihsân etmiş idi. Kerim hâllerden, şerefli muâmelelerden yâni kerâmet cinsinden onda görünen şeyler, harikulade hâller meşhûr olup yayıldı.
Âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki: “Habîbim! Meryem'i de) yâd eyle ki, o, ırzını (bir kal'a gibi) haramdan korumuştu...” (Enbiyâ sûresi: 91)
“(Allahü teâlâ, îmân edenlere Fir’avn'un hanımı Âsiye binti Müzahim'i (radıyallahü anhâ) bir misâl yaptığı gibi) İmrân'ın kızı Meryem'i de (radıyallahü anhâ) bir misâl yaptı ki, o ırzını, bir kal'a gibi korumuş, pek sağlam bir şekilde muhâfaza etmişti.” (Tahrim sûresi: 12)
“Yâd eyle şu vakti ki; melekler (yani Cebrâil aleyhisselâm, Hazret-i Meryem'e şifâhen) şöyle demişti: Ey Meryem! Muhakkak ki Allahü teâlâ (çok ibâdet etmenle ve tertemiz olmanla) seni seçti ve seni (kötü hasletlerden ve kabîh, çirkin âdetlerden) pâk etti. Ve seni âlemdeki (zamanındaki) bütün kadınlara mümtaz kıldı, (Hazret-i Meryem, Allahü teâlânın pek çok lütûf ve ihsânına kavuştu. Allahü teâlâ bunu beyân buyurduktan sonra, bu nîmetlere şükür olarak ibâdet ve tâatını arttırmasını ona vâcib kıldı ve buyurdu ki:) “Ey Meryem! (Şükür için) Rabbin teâlâ hazretlerine tâata devam eyle! (Veya O'na şükür için namazında kıyamını uzun eyle!) Rabbine secde eyle! Rükû edenlerle beraber rükû eyle (namaz kılanlarla namaz kıl). (Âl-i İmrân sûresi: 42-43)
Bu emirden sonra hazreti Meryem'in ibâdet ve tâata devamı daha çok arttı. İmâm-ı Evzâî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Vakta ki Meryem (radıyallahü anhâ) bununla emrolundu, namazda çok durmaktan, çok namaz kılmaktan ayakları şişti...”
Hazret-i Meryem, o zamanda bulunan bütün kadınların en fazîletlisi idi. Nitekim Buhârî’de Hazret-i Ali'nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “İmrân kızı Meryem, zamanında dünyâda bulunan bütün kadınların hayırlısıdır. Bu ümmetin kadınlarının en hayırlısı da Hadice'dir.” (radıyallahü anhümâ) buyurmuşlardır.
Tefsîr âlimleri yukarıda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 42. âyet-i kerîmesini tefsîr ederken buyuruyorlar ki: Hazret-i, Meryem'e gelerek, söz söyleyen Cebrâil aleyhisselâm idi. Nitekim Meryem sûresinin 17. âyet-i kerîmesinde bu husûsta meâlen; “Derken biz ona rûhumuzu (Cebrâil aleyhisselâmı) gönderdik de o, Meryem'e hilkati tam, her âzası düzgün, yakışıklı bir genç sûretinde görünüverdi...” buyruldu. Bu âyet-i kerîme, Hazret-i Meryem ile konuşanın Cebrâil aleyhisselâm olduğuna delâlet etmektedir. Hal böyle iken, aynı husûs Âl-i İmrân sûresinin 42. âyet-i kerîmesinde zikredilirken, Hazret-i Meryem'e söz söyleyenin bir melek değil de melâike şeklinde çoğul olarak zikredilmesi, Cebrâil aleyhisselâmın kıymetini ve şânının büyüklüğünü bildirmek içindir. Çünkü, Cebrâil aleyhisselâm meleklerin reisidir.
Tefsîr âlimleri yukarıda meâli verilen Âl-i İmrân sûresinin 43. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde buyuruyorlar ki: Bu âyet-i kerîmede Hazret-i Meryem'e, Hak teâlâya şükür için namazda kıyamı uzun yapması emredildi. Bundan sonra secde ve rükû emredildi. Böylece bu rükûnlerin fazîletine ve bunlara hakkıyla riâyet edilmesine işâret olunmuştur. Ayrıca secdenin rükûdan önce zikredilmesi de, namazın en fazîletli rüknü olmasından dolayıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secde ettiği andır” buyruldu. İşte secde bu derece fazîletli ve pek kıymetli bir tâat olduğu için, âyet-i kerîmede rükûdan evvel zikredilmiştir.
Hazret-i Meryem'in fazîletleri, üstünlükleri hakkında İmâm-ı Ahmed'in senetleri ile hazret-i Enes'den bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Âlemdeki kadınlardan dördü pek yüksektir: Meryem binti İmrân, Fir’avn'ın hanımı Âsiye, Hadîce binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed” buyruldu.
Tirmizînin çeşitli yollarla hazret-i Enes'den bildirdiği hadîs-i şerîfte de; “Âlemdeki kadınların en hayırlıları dörttür. Meryem binti İmrân, Fir’avn'ın hanımı Âsiye, Hadîce binti Huveylid ve Fâtıma binti Muhammed Resûlullah” buyruldu.
Ebû Yala, senetleri ile İbn-i Abbâs'dan bildirir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) toprağın üzerine dört çizgi çizdi ve; “Bunların ne olduğunu bilir misiniz?” buyurdu. “Allah ve Resûlü bilir” dediler. Buyurdu ki: “Cennet’teki kadınların en üstünleri; Hadîce binti Huveylid, Fâtıma binti Muhammed, Meryem binti İmrân ve Fir’avn'un hanımı Âsiye binti Müzâhim'dir.” Bu Hadîs-i şerîfi Nesâî de bildirmektedir.
İbn-i Asâkir'in senetleri ile Câbir bin Abdullah'tan bildirdiği hadîs-i şerîfte; “Dünyâdaki kadınların efendileri dörttür. Fâtıma binti Muhammed, Hadîce binti Huveylid, Âsiye binti Müzâhim ve Meryem binti İmrân” buyruldu.
Âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, Cebrâil aleyhisselâm Hazret-i Meryem'e geldiğinde, Allahü teâlânın onu âlemdeki bütün kadınlar üzerine seçtiğini bildirdi. Allahü teâlâ bu seçmenin, onun babasız olarak çocuk doğurması ve bu çocuğun büyük bir peygamber olacağını müjdelemesi şeklinde olduğunu bildiriyor.
Tefsîr âlimleri buyuruyorlar ki: “Ey Meryem! Muhakkak ki, Allahü teâlâ seni seçti ve seni pâk etti ve seni âlemdeki bütün kadınlara mümtaz kıldı” demek, seni kötü ahlâktan arındırdı, iyi ve güzel ahlâk ile seni süsledi demektir. “Âlemdeki kadınlar” dan maksat, zamanındaki kadınlardır. Nitekim, A’râf sûresinin 144. âyet-i kerîmesinde Mûsâ aleyhisselâma da; “Muhakkak ki, seni bütün insanlar üzerine seçtim” buyurdu. Halbuki, malûmdur ki, İbrâhim aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmdan efdâldir, üstündür ve Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) ikisinden de üstündür. Bunun gibi Duhân sûresinin 32. âyet-i kerîmesinde İsrâiloğulları için; “İlimde onları bütün âlemler üzerine seçtik” buyrulduğu hâlde, Resûlullah'ın ümmeti, geçmiş ümmetlerin hepsinden üstündür; sayı bakımından onlardan çok, ilimde onlardan efdâl, amelde, İsrâiloğullarından ve başkalarından daha çok beğenilendir. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, âlemdeki bütün insanlar demek, o zamanda, âlemlerde bulunan bütün insanlar demektir.
Meryem'in (radıyallahü anhâ) ismi, Kur'ân-ı kerîmde çok zikredilmiş, Enbiyâ sûresinin 91. âyet-i kerîmesinde ismi geçmeden, fakat ona işâretle, ırzını çok güzel koruduğu bildirilmiş, Mâide sûresinin 75. âyet-i kerîmesinde ise “Sıddîka” diye övülmüştür.
Hazret-i Meryem'in fazîletleri, diğer insanlar arasında mümtaz, ayrı bir yeri olması, maddeler hâlinde özetle şöyledir.
1- Beyt-ül-Makdis'e nezir olarak kabûl edilmesi. Halbuki, o zamana kadar, sâdece erkek çocuklar kabûl edilir, kız çocuklar kabûl edilmezdi.
2- Beyt-ül-Makdis'de bulunan odasına, Hak teâlâ tarafından gaybî olarak rızkının gönderilmesi.
3- Kerâmetlere nâil olması.
4- Cebrâil aleyhisselâm ile konuşup görüşmesi.
5- Hazret-i Îsâ'nın kundakta iken konuşması ve böylece, Hazret-i Meryem'in iftirâlardan temiz olduğunun sabit olması.
6- Kendinin ve oğlu Hazret-i Îsâ'nın, âleme ibret ve misâl kılınması.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.