Îsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına gönderilen bir peygamberdir. İsrâiloğulları daha önce kendilerine Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği hak dîne uymakta gevşeklik gösterdiler. Pek çok îtirâzda bulundular, hattâ doğru yoldan tamâmen ayrıldılar. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra da nebîler gönderildi. Bu nebîler, İsrâiloğullarını Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dîne uymaları için uyarıp, tebliğde bulundular. İsrâiloğulları bunları dinlemediği gibi, pek çoğunu da şehîd ettiler, İsrâiloğullarının bütün bu isyânları ve azgınlıkları; bâzan zulüm ile öldürülmelerine, bâzan da esir edilip zillet içinde yaşamalarına sebep oldu.
Îsâ aleyhisselâma peygamberliği bildirildiği sırada da İsrâiloğulları dağınık bir şekilde ve zillet içinde yaşıyorlardı. Hattâ kendilerini kurtaracak bir peygamber bekliyorlardı. Bekledikleri bu peygamberin, mücâdeleci, tuttuğunu koparan, çok şiddetli, kavgacı, yahudileri diğer milletlerin esâretinden kurtaracak olan bir şahsiyet olmasını umuyorlardı. Îsâ aleyhisselâm, onları hidâyete kavuşturmak için gönderilip, vazifelendirilince, İsrâiloğulları ona inanmadılar. Onu çok yumuşak buldular.
Kurtarıcı olarak gelen Îsâ aleyhisselâm, dünyâda sulh ve selâmet hisleri yerleştirmeye, insanları birbirleriyle barıştırmaya çalıştı. Yahudilere, sapık yolda olduklarını ve bundan dönmelerini söyledi, ibâdet olarak yaptıkları şeylerin gerçek ibâdet olmadığını ve ahlâklarının bozukluğunu bildirdi. Kendisine tâbi olmalarını ve sâdece gösterdiği yolun doğru olduğunu söyledi. Îsâ aleyhisselâma inanmayan yahudiler, sonunda onu öldürmeye kalkıştılar. Fakat Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı diri olarak semâya kaldırdı.
Yahudilerin, Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüsleri ve Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasının keyfiyeti husûsunda farklı rivâyetler vardır:
İbn-i Abbâs'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Yahudilerden bir cemâat, Îsâ aleyhisselâm ve annesi Hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkında; “Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. Sen beni “Ol” kelimen ile yarattın. Bana ve anneme dil uzatanlara lânet eyle” diye bedduâda bulundu. Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabûl eyledi. Hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören yahudiler, hâdiseyi aralarında görüştüler. Hepsi Hazret-i Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden biri olan Yehuda (Judas), birkaç kuruş karşılığı Îsâ aleyhisselâmın yerini onlara haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için yahudilerle beraber eve girince, Allahü teâlâ, Yehuda'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahudiler de, onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar, öldürüp astılar. Îsâ aleyhisselâm da göğe kaldırıldı. Bu sırada 33 yaşında idi.
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip, orada öldüğüne, fakat sonra dirilip göke çıktığına; müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine, doğrudan doğruya göke kaldırıldığına inanırlar.
Yahudiler, Îsâ aleyhisselâma benzetilen şahsı yakalayıp, Îsâ aleyhisselâm diye öldürdükten sonra; “Eğer bu Îsâ (aleyhisselâm) ise, bizim arkadaşımız nerede? Şâyet, bu bizim arkadaşımız ise, Îsâ aleyhisselâm nerede?” dediler. İşte bu, yahudilerin Îsâ aleyhisselâm hakkındaki ihtilaflarıdır. Bu husûsta şüpheye düştüler. “Yüzü ona benziyor, bedeni o değil” dediler.
Bu husûsta, Kur'ân-ı kerîmde Tevrât'ı değiştiren İsrâiloğullarının inkârları ve isyânları sebebiyle lânete uğradıkları meâlen şöyle bildirildi: “Bu, (onları lânetlememiz) bir de inkârlarından, Meryem'e büyük iftirâda bulunmalarında, Allah'ın resûlü Meryem oğlu Îsâ'yı; öldürdük demelerinden ötürüdür. Yoksa onu öldürmediler ve haça germediler. Fakat onlara öyle göründü. (Onlardan biri Îsâ (aleyhisselâm) şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü.) Bu husûsta ihtilaf edenlerin bilgileri ancak zan etmekten ibârettir.
Onu asmadılar, onu öldürmediler. (Onların Îsâ aleyhisselâmı öldürmeleri, iddia ettikleri gibi, aslâ meydana gelmemiştir. Veya onların, onu öldürmeleri, kendileri yanında kat’î olarak sabit değildir. Onların; “Biz Îsâ'yı öldürdük” demeleri zan iledir. Fakat bu bir hakîkat değildir. Yâhud onlar öldürdükleri şahsın Îsâ aleyhisselâm olduğunu kat’î bir şekilde bilip öldürmemişlerdir.” Bilakis, Allahü teâlâ, onu kendi katına yükseltti.
Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, (yahudilerden intikâmını alır. Dilediği şeyde O'na kimse mâni olamaz.) Hakîmdir, (yahudiler üzerine lânet ve gadabı ile hükmetti. Nitekim onlara Yentıyûnus bin Esbisyanûs Rûmî'yi musallat etti. O, pek çok yahudiyi topluca öldürdü. Yâhud Îsâ aleyhisselâmı yahudilerden kurtarıp, onu kendi katına yükseltmesine dâir tedbirinde hikmet sâhibidir.)” (Nisâ sûresi: 157, 158)
Îsâ aleyhisselâmın diri olarak göke çıkarılması husûsunda Âl-i İmrân sûresinde de şöyle buyrulmaktadır: “Yahudiler (Îsâ aleyhisselâmı öldürmek için) hîleye saptılar. Allah da (Îsâ aleyhisselâmı göke kaldırmak ve hîlekârlardan birini Îsâ aleyhisselâm gibi gösterip, yine kendilerine öldürtmek sûretiyle onlara) mukabele etti, cezâ verdi. Allahü teâlâ (hile yapanlara, umulmayan yerden cezâ vermeye) onlardan daha kâdirdir. O zaman Allahü teâlâ buyurdu ki: “Yâ Îsâ! Muhakkak ben, seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp meleklerin makâmına yükselteceğim. Seni (ecelin bitince) öldürecek olan benim. Seni (sana kasteden) kâfirlerin arasından çıkaracağım, onların şerlerinden kurtaracağım. Senin dînine tâbi olanları, kıyâmet gününe kadar küfredenlerin (inkâr edenlerin) üstünde tutacağım. Sonra (ahirette) dönüşünüz (yani, Îsâ aleyhisselâm, ona îmân edenler ve inkâr edenlerin dönüşü) de yalnız banadır. O vakit aranızda, ihtilaf ettiğiniz şeyde (Îsâ aleyhisselâmın durumuna dâir, hak olan şeyde) hükmü ben vereceğim.
O kâfirlere gelince, ben onları dünyâda da âhırette de en şiddetli bir azâb ile (dünyâda kat’î, esirlik, cizye ve zillet ile âhırette Cehennem azâbı ile) cezâlandıracağım ve onları azâbdan kurtarmak için (azabımıza mâni olacak) hiç bir yardımcıları yoktur. Fakat îmân edip, sâlih amel işleyenlere gelince, Allah onların hayır amellerinin sevâbını (mükâfatını) noksansız olarak verecektir. Allah zâlimleri sevmez (kâfirlere merhamet etmez, merhamet etmeyince, onlara azâb eder). (Âl-i İmrân sûresi: 54-57)
Fahreddîn-i Razî (rahmetullahi aleyh); “Yahudiler hîle yaptılar. Allahü teâlâ onlara mukabelede bulundu ve cezâ verdi...” meâlindeki bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken şöyle buyurdu: Yahudilerin mekri (hilesi), Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye kastetmeleridir. Onların bu mekrine, Allahü teâlânın ne ile mukabele buyurduğu, onları ne ile cezâlandırdığı hakkında şunlar bildirilmiştir:
1- Yahudilerin Îsâ aleyhisselâmı öldürme teşebbüsleri üzerine, Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı göke yükseltti. Bu şöyle olmuştur: Yahudilerin Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye kastettikleri sırada, Cebrâil aleyhisselâm bir an bile Îsâ aleyhisselâmdan ayrılmıyordu. Nitekim âyet-i kerîmede; “Biz onu Rûh-ul-kuds (Cebrâil aleyhisselâm) ile te’yid ettik” (Bakara sûresi: 253) buyrulmuştur. İşte, yahudilerin bu teşebbüsleri üzerine, Cebrâil aleyhisselâm Îsâ aleyhisselâma çatı penceresi olan bir eve girmesini söyledi. Îsâ aleyhisselâm böyle bir eve girince, Cebrâil aleyhisselâm onu bu evden göke çıkardı. Yehuda, Îsâ aleyhisselâm gibi gösterildi. Îsâ aleyhisselâm diye o yakalandı ve haça gerildi. Orada hazır bulunanlar üç fırkaya (gruba) ayrıldılar. Onlardan bir fırka; “Îsâ aramızda Allah idi. Şimdi gitti”, diğer fırka; “Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın oğlu idi”, öbür fırka ise; “Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın kulu ve resûlüdür. Hak teâlâ semâya (göke) kaldırmak sûretiyle ona ikrâm ve ihsânda bulundu” dediler. Bu fırkalardan her birinin müstakil cemâati vardır. Ancak itikatlarının bozukluğu sebebiyle, ilk iki fırka kâfir olup, îtikâdlarının düzgünlüğü sebebiyle üçüncü fırka mü’min kalmıştır.
Hülasa, Allahü teâlânın onların mekrine mukabelesi; Îsâ aleyhisselâmı göke kaldırması ve onlara Îsâ aleyhisselâma zarar vermeye imkân vermemesi ile olmuştur.
2- Havâriler 12 kişi idiler. Onlar bir evde toplanmışlardı. İçlerinden birisi münâfıklık etti. Yahudilere, Îsâ aleyhisselâmın bulunduğu yeri gösterdi. Allahü teâlâ, onu, yahudilere Îsâ aleyhisselâm gibi gösterdi. Îsâ aleyhisselâmı ise göke kaldırdı. Onlar da o münafığı, Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar, haça gerdiler. İşte Allahü teâlânın onların mekrine mukabelesi böyle olmuştur.
3- Muhammed bin İshâk (rahmetullahi aleyh) şöyle anlattı: Yahudiler, Îsâ aleyhisselâmın göke kaldırılmasından sonra, havârîlere pek çok eziyet ve işkence yaptılar. Onlara güneşte eziyet ettiler. Fakat havârîler bütün bu eziyetlere sabır ve tahammül gösterdiler.
Âl-i İmrân sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde geçen “müteveffîke” lâfzı sıfat olup, seni öldüreceğim mânâsına değildir. Bir hıristiyan papazın hazırlamış olduğu ve Beyrut'ta katolik matbaasında basılan Arapça El-Müncid lügat kitabında (teveffâ) kelimesine; “Hakkını tam olarak almak” mânâsı verilmiştir. Şânına lâyık olanı vermek demektir. Öldürmek mânâsına mecazen kullanılmaktadır. Yâni bu âyet-i kerîmenin meâli; “Ben, senin şânına lâyık olanı yaparım, meleklerin makâmına yükseltirim” demektir. Allahü teâlâ dilerse yükseltir. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı yükseltmeyi dilemiş ve yükseltmiştir. Yahudiler tarafından öldürülmesini dilememiş ve çarmıha başkasını gerdirmiş, Hazret-i Îsâ'yı öldürtmemiştir. Bunun için bâzı tefsîr âlimleri “teveffî” kelimesine “almak” mânâsını verip; “Yahudilerin katlinden hıfzetmek için, yerden seni kâmilen alır kabzederim” meâli ile tevil etmişlerdir.
Kurtubî tefsîrinde bu âyet-i kerîme tefsîr edilirken şöyle buyrulmuştur: Dahhak ve Ferrâ; “Ben seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp...” meâlindeki âyet-i kerîmede “teveffî” kelimesi ile “râfî” yâni yükseltmek kelimesi arasında takdim te’hir vardır. Çünkü bu iki kelime arasındaki “vav”, tertipi gerektirmez. Takdim te’hire göre mânâ şöyledir: “Seni, îmân etmeyip küfredenlerin arasından, tertemiz olarak kurtarıp meleklerin makâmına yükselteceğim. Yeryüzüne indirilmenden sonra da (ecelin gelince) vefât ettireceğim.”
Bu husûsta Hasen-i Basri hazretleri ve İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyhima) şöyle buyurmuşlardır: Teveffînin mânâsı, “Seni ölmeden yeryüzünden alıp semâya yükseltirim” demektir. Nitekim Arapça'da; “Falan kimseden malımı teveffî ettim” demek, malımı aldım demektir. Bu bakımdan “teveffî” kelimesi öldürmek mânâsına değil, almak mânâsınadır... İbn-i Zeyd de; Teveffî, kabz yâni almak mânâsınadır. Teveffî ve yükseltme birlikte olmuştur. Îsâ aleyhisselâm ölmemiştir, diridir buyurdu.
Rebî' bin Enes de; “Teveffî, uyku ölümüdür, yâni uyumak, uyutmak mânâsınadır” buyurmuştur. Nitekim En’âm sûresi 60. âyet-i kerîmesinde bu kelime; uyutmak, uyutarak ölü gibi yapmak mânâsında geçmektedir. Çünkü uyku, ölümün kardeşidir yâni ölüme benzer. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) “Cennet’te uyku var mıdır?” diye sorulunca; “Hayır, uyku ölümün kardeşidir. Cennet’te ise ölüm yoktur” buyurdu. Bu husûsta sahih olan kavl, Hasen-i Basri'nin (rahmetullahi aleyh) ve İbn-i Zeyd'in (radıyallahü anh) buyurdukları gibi olup, şöyledir: “Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı diri olarak göke kaldırmıştır. Göke çıkarılırken vefât ettirilmemiş ve uyutulmamıştır. Bu kavl, Taberî'nin tercihidir.”
Rûh-ul Beyân tefsîrinde, Hasen-i Basri'nin (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurduğu kaydedilmiştir. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı semâya kaldırdı. Semâ, Allahü teâlânın ihsân ve ikrâm mahallidir. Meleklerin mekânıdır. Orada Allahü teâlâdan başka hiç bir kimsenin hükmü geçerli değildir. Bu sebeple, Îsâ aleyhisselâmın böyle bir mekâna kaldırılması, Allahü teâlâya kaldırılmak gibi oldu. Çünkü bu mekânda Allahü teâlâdan başkasının hükmü cereyan etmez.
Yine Rûh-ul-Beyân’da Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasındaki hikmet şöyle bildirilmiştir: “Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın kelimesi olduğu için, meleklerin onunla beraber bulunmak sûretiyle, ondan bereketlenmelerini, faydalanmalarını murâd buyurmuştur. Nitekim melekler, Âdem aleyhisselâm ile beraberlikleri sırasında ondan isimleri ve çeşitli ilimleri öğrenmek sûretiyle bereketlenmişlerdi.”
Yahudilerin, Îsâ aleyhisselâmı öldürüyoruz zannederek, ona benzetilen birini öldürmeleri ve onu çarmıha germe hâdisesi, o zaman Rum imparatoru tarafından duyuldu. Yahudiler, o Rum imparatoruna bağlı idiler. Rum imparatoruna şöyle denildi: “İsrâiloğullarından birisi çıktı. Kendisinin Allahü teâlânın resûlü olduğunu haber verir, ölüleri diriltir, abraş ve ekmehi (anadan doğma körü) iyileştirirdi. Fakat şimdi o öldürüldü.” Bunun üzerine Rum imparatoru; “Haberim olsa idi, onun öldürülmesine mâni olurdum” dedi. Ve havârîleri yahudilerin arasından çekip aldı. Havârîlere Îsâ aleyhisselâm hakkında sordu. Onlarda, Îsâ aleyhisselâmın ahvâlini olduğu gibi anlattılar. İmparator, Îsâ aleyhisselâmın dînine tâbi oldu. Yahudilerin haça gerdikleri şahsı indirip, gözler önünden kaldırdı. Onun asıldığı haça, hürmette bulundu. Onu muhâfaza etti. Sonra İsrâiloğulları ile muhârebe etti. Onlardan pek çok kimse öldürdü. İşte Rumlar arasında nasrânîlik böyle zuhûr etti. Rum imparatorunun ismi Tabârîs idi. O, böylece nasrânî oldu. Ancak nasrânîliğini belli etmedi. Bundan sonra gelen Maltîs ismindeki imparator, Îsâ aleyhisselâmın göke yükseltilmesinden 40 sene sonra Beyt-ül-Makdis'e hücûm etti. Pek çok kimseyi öldürdü ve esir etti. Şehirde taş üstünde taş bırakmadı. Bu hâdiseden sonra, Kureyza ve Nadr isimlerindeki yahudi kabîleleri buradan çıkıp, Hicaz'a gittiler. İşte bütün bunlar, Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâmı yalanlamaları ve öldürmeye kastetmelerine karşılık yahudilere verdiği cezâlardır.
Hazret-i Îsâ'nın son günleri hakkında Barnabas İncîl’i aşağıdaki bilgiyi veriyor: “Roma askerleri Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman, cenâb-ı Hakk'ın emriyle Kerubiyyun (dört büyük melek) Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil aleyhimesselâm onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehuda'yı (Judas'ı); “Sen Îsâ'sın!” diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen, sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmıha götürüp astılar.
Daha sonra hazret-i Îsâ, annesi Meryem ve havârîlerine göründü. Meryem'e; “Anneciğim, görüyorsun ki ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûda haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyâyı süsleyerek aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhid yapıyorum” dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günâhkârların nedamet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şakirdlerine yâni havârîlere dönerek; “Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun” dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şakirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semâya kaldırdılar.) (Bâb: 215-222)
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.