Hunne (radıyallahü anhâ), kızı Meryem'i alarak Beyt-ül-Makdis'e götürdü. Oradakilere durumunu izâh etti. Bu çocuk her ne kadar kız ise de, daha o doğmadan evvel doğacak çocuğunu mabedin hizmetine vermek üzere nezrettiğini, bunu bu hâliyle kabûl etmelerini söyledi. Sonra Meryem'i vazifelilere teslim ederek; “Alınız! Bu çocuk buraya adaktır” dedi. Vazifeli zevat bunu kabûl etmeye karar verdiler. Ancak, bu kızı kimin himâyesine vermeleri husûsunda karara varmaları icâbediyordu. İlk davranan Zekeriyyâ aleyhisselâm oldu. Zirâ, Hazret-i Zekeriyyâ, Beyt-ül-Makdis'in imâmı ve Meryem'in teyzesi olan Elîsânın beyi idi. Zekeriyyâ (aleyhisselâm); “Bu çocuğa benim yakınlığım vardır. Bunun teyzesi benim hanımımdır. Bu sebeple onu benim alıp yetiştirmem daha münâsiptir” buyurdu. Fakat, gelen çocuk, İmrân bin Mâsân gibi meşhûr ve büyük bir zâtın kızı olduğu için, orada bulunan herkes onu almak ve yetişmesiyle bizzat meşgûl olmak istediler. Hal böyle olunca herkesin râzı olacağı bir usûle başvurdular. Herkes Tevrât-ı şerîfi yazdıkları kalemi suya atacaktı. Kiminki batmazsa o, Hazret-i Meryem'le meşgûl olacaktı. Anlaşmaları bu şekilde olmuştu. Nihâyet çocuğu himâyesine almak isteyenlerin hepsi, aralarında tespit edip anlaştıkları şekilde bir derenin kenarına gittiler. Her biri Tevrât yazmakta kullandıkları kalemlerini suya attı. Atılan kalemlerin hepsi battığı hâlde Zekeriyyâ aleyhisselâmın kalemi suyun yüzünde kaldı. Bunun üzerine ittifâkla, Hazret-i Meryem'in Zekeriyyâ aleyhisselâmın himâyesine verilmesi kararlaştırıldı.
Bu husûsta Âl-i İmrân sûresinin 44. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: (Ey Habîbim!) İşte bu (Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ aleyhimüsselâm, Hunne ve Meryem kıssaları) sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem'i hangisi himâyesine alacak diye (Benî İsrâil âlimlerinin Tevrât yazdıkları) kalemlerini nehre bıraktıklarında, sen onların yanlarında değildin ve yine sen, onlar bu husûsta muhâseme ederlerken (bu husûsta adeta birbirleriyle çekişirlerken) de onların yanlarında değildin.”
Rûh-ul-Beyân tefsîri’nde, hâdisede Tevrât'ı yazdıkları kalemleri seçmeleri, onları mübârek ve çok kıymetli tuttukları içindir. Ayrıca bereketlenmeleri de söz konusudur buyrulmaktadır.
Tefsîr âlimleri, Hazret-i Meryem'i himâye etmeye çok ehemmiyet verilmesi, hattâ onu kimin himâyesine verecekleri husûsunda aralarında anlaşmazlığa düşmelerinin sebebini de şöyle izâh etmişlerdir:
1- Hazret-i Meryem'in babası olan İmrân, kavminin efendisi, reîsi idi. Bunun için, babasına hürmeten onun himâyesine çok ehemmiyet verdiler, herkes; “Ben himâyeme alayım” diye can attı.
2- Bilindiği gibi, Hunne, doğacak çocuğunu Allahü teâlâya ibâdette ve Beyt-i Makdis’in hizmetinde bulunması için nezretmişti. Orada bulunanlar bunu, tâ başından beri biliyorlardı. Bu sebeple herkes onu, kendi himâyesine almak için can attı.
3- Daha önce nâzil olan ilâhî kitaplarda, Hazret-i Meryem ve oğlu Îsâ aleyhisselâmdan bahsedildiği için, herkes böyle bir çocuğu kendi himâyesinde bulundurmayı istedi. O kadar ki, bu husûsta aralarında anlaşmazlık meydana geldi. Bakacak olanı, bir nevi imtihân ile tespit etmeye karar verdiler.
Zekeriyyâ aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle gâlip geldi ve Meryem'e hizmet vazifesi ona verildi. Zirâ ne yönden bakılırsa bakılsın, bu hizmete lâyık ve müstehak olan yalnız o idi.
Allahü teâlâ Hunne'nin (radıyallahü anhâ) bu samîmi duâsını kabûl edip, Meryem'i çok güzel bir yere yerleştirmişti. Nitekim Âl-i İmrân sûresinin 37. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Bunun üzerine Rabbi onu (Meryem'i) güzel bir kabûl ile kabûl etti. Onu güzel bir nebât gibi büyüttü. (Onu iyi bir şekilde yetiştirdi, terbiye etti veya onun yaratılışını noksansız yaptı.) Zekeriyyâ'yı da ona (bakmaya) kefil kıldı...”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.