Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Kaynak eserlerde zikredildiğine göre, Hazret-i Îsâ doğduğu sırada, Filistin’deki yahudi kralı çocukları öldürtüyordu. Bu sebeple, Hazret-i Meryem, oğlu Îsâ aleyhisselâmı alarak Mısır'a gitti. Orada oniki sene kaldılar. Mısır'a gitmeleri husûsunda daha değişik rivâyetler de vardır.
Bu husûsta Mü’minun sûresinin 50. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Biz, Meryem oğlu Îsâ'yı (aleyhisselâm, beşikte iken konuşmasıyla) ve annesini (herhangi bir erkekle, temas olmadan bir oğlan doğurmasıyla) kudretimize delâlet eden bir âyet (alamet) kıldık ve o ikisini, oturaklı (sabit, geniş, üzerinde oturmaya çok müsait) akarsuları bulunan yüksek bir mekânda barındırdık.”
Âyet-i kerîmede bildirilen mekânın Mısır olduğu haber verilmiş, Dımeşk (Şam) ve başka yerler olduğu husûsunda da çeşitli rivâyetler gelmiştir.
Hazret-i Meryem'in, oğlu Hazret-i Îsâ ile birlikte Mısır'a hicret etmesine sebep olarak şu rivâyet de zikredilmiştir: Hazret-i Îsâ'nın doğduğu gece gökyüzünde büyük bir yıldız görünmüş ve İran şahı bu hâdiseden korkarak kâhinlere sormuştu. Onlar da; “Bu, yeryüzünde büyük bir doğumun olduğuna işârettir” cevâbını vermişlerdi. Böylece şah, dört bir yana elçiler gönderip, bu durumu (doğumu) anlamalarını emretti. Onlara altın ve mücevherden çeşitli hediyeler verip, etrâfa yolladı. Şam kıtasına geldiklerinde, oranın hükümdârı, geliş sebeplerini sordu. Durumu ona anlattılar. O zamanı (yani yıldızın gökte göründüğü zamanı) sordu. Hükümdâr ve adamları cevap olarak hazret-i Îsâ'nın o saatte Beyt-i Lahm'de doğduğunu ve daha sonra beşikte iken konuşması mûcizesinin her tarafta duyulduğunu söylediler. Bunun üzerine Şam hükümdârı, elçileri, yanlarındaki hediyelerle Hazret-i Meryem'in yanına gönderdi. Tanıdık bir adamını da yanlarına katıp; “Bunlar onun yanından ayrılınca, sen çocuğu öldürürsün” dedi. Hediyelerle birlikte Hazret-i Meryem'e geldiklerinde, Hazret-i Meryem'e nidâ gelip; “Şam hükümdârının elçileri, senin çocuğunu öldürmek için geldiler” dendi.
Bunun üzerine Hazret-i Meryem, Hazret-i Îsâ'yı yüklenip, onu Mısır'a götürdü. Hazret-i Îsâ, oniki yaşına ulaşıncaya kadar orada ikâmet ettiler. Bu küçük yaşta, kendisinden kerâmetler ve fevkalâde hâller zâhir oldu. Bunlardan biri şu idi ki; evinde kaldıkları ağanın bir şeyi kaybolmuştu. Bu evde, fakirler, zayıflar, düşkünler muhtâçlar kalırdı. Ağa, kaybolan bu malı, parayı kimin aldığını anlayamadı. Hazret-i Meryem'e bu hâdise çok ağır geldi. Orada kalan diğer insanlar da çok üzüldü. Ev sâhibinin canı çok sıkılmıştı. Bu işi siz yaptınız diyerek oradakileri azarladı. Îsâ aleyhisselâm bu hâli görünce, duruma müdahale etti. O sırada orada biri kör, biri kötürüm iki kişi vardı. Hazret-i Îsâ, kör adama seslenip; “Hadi, şu kötürümü al ve ayağa kalk” dedi. “Ben bunu yapamam” diye cevap verince; “Hadi, hadi. Evin şurasındaki delikten, ikiniz parayı alırken yaptığın gibi yap” buyurdu. O böyle deyince, körle kötürüm onu tasdik ettiler ve aldıkları parayı getirdiler. Îsâ aleyhisselâm, insanların gözünde büyüdü. Halbuki yaşı daha pek küçük idi.
Hazret-i Îsâ'nın Mısır'da kaldığı oniki sene içinde kendisinde görülen, fevkalâde hâllerden biri de şudur: Ağanın oğlu, çocuklarının sadakası olarak insanlara ziyâfet tertip etmişti. İnsanlar toplanıp, yemeğe başlayınca, onlara içecek bir şey de vermek istemişti. Küplerin yanına gelince bir şey bulamadı. Canı sıkılıp mahcub oldu. Îsâ aleyhisselâm bu hâlini görünce, kalktı yanına geldi ve elini küpün ağzına sürdü. Böyle yapar yapmaz küplerin hepsi pek güzel şerbetler ile doluverdi. Oradaki insanlar, parmaklarını ısırırcasına hayrette kaldılar ve ona tâzim ettiler. Kendisine ve annesine pek çok mal ve para arz ettiler. Onlar ise kabûl etmediler.
Hazret-i Meryem, oğlu Hazret-i Îsâ ile birlikte oniki sene Mısır'da kaldı. Sonra tekrar Kudüs'e gelerek Nâsıra şehrine yerleştiler.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Îsâ aleyhisselâmın kundakta iken ve en açık sözlerle, iftirâya mahal bırakmayacak şekilde konuşması, yahudileri susturmuştu. Bu sözlerle onların bütün iftirâlarını, yalan yanlış sözlerini çürütmüştü.
Fakat bir müddet sonra aynı iftirâ ve ithamlarını tekrarladılar. Hazret-i Meryem'e -haşa- zinâ isnat ediyorlar, hiç bir şekilde, çocuğun babasız olarak meydana gelemeyeceği iddiasında bulunuyorlardı. Bu iftirâ ve çirkin yalanlarını Zekeriyyâ aleyhisselâma da bulaştırdılar. Hâşâ; “Bu zinayı yapsa yapsa o yapmıştır” dediler. Bunu insanlar arasında yaydılar ve nihâyet o mübârek peygamberi şehîd ettiler. (Bkz. Zekeriyyâ aleyhisselâm) Bâzı bozuk itikatlı, pis, kötü kalbli zındıklar, Hazret-i Meryem'e ve onunla -haşa- zina etti diye Hazret-i Zekeriyyâ'ya iftirâ ettikleri, hattâ işi, Zekeriyyâ aleyhisselâmı şehîd etmeye kadar vardırdıkları gibi, bununla da kalmadılar. Hazret-i Meryem'le aynı mescidde bulunan ve değişik bir odada ibâdetle meşgûl olan Yûsuf-i Neccâr'a da iftirâ ettiler. Hazret-i Meryem, Yûsuf ile gayr-i meşru alâka kurmuş diye ithamda bulundular.
İşte Hazret-i Meryem'in insanlardan saklanıp, tenhâ bir yere çekildiği ve âyet-i kerîmede de bildirildiği gibi: “Keşke bundan evvel ölmüş ve tamâmen unutulmuş olsaydım” sözünü, bu zaman söylediği de rivâyet edilmiştir.
Hazret-i Meryem, insanların, kendisini töhmet altında tutacaklarını, elinde çocukla onların yanına gelince, ona inanmayacaklarını, ne söylerse yalanlayacaklarını biliyordu. Halbuki yine o insanlar, onun çok ibâdet ettiği mescidde mücâvir olup, hep tâat üzere bulunduğunu, zarurî bir ihtiyâcı olmayınca dışarı çıkmadığını, ayrıca peygamberler âilesinden, dînini seven ve kayıranlardan olduğunu da biliyorlardı. Bu sebepten büyük ve ağır gam yükünü yüklenip, keşke bundan evvel ölmüş olaydım ve tam unutulaydım. Yâni hiç yaratılmayaydım dedi.
Onların Hazret-i Meryem'e yaptıkları iftirâların çirkinliği husûsunda Nisâ sûresi: 156. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Yahudiler, Îsâ'yı (aleyhisselâm) inkâr ve Meryem'e zina isnat etmekle büyük iftirâda bulundular.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bizans İmparatoru Büyük Konstantin'in, Hıristiyanlık dînine karıştırdığı ve Îsâ aleyhisselâmın doğduğu gece olduğunu iddia edip, bayram îlân ettiği geceye Noel gecesi adı verilmiştir. Miladî senenin Ocak ayının birinci günüdür. Bu günü esas alarak hazırlanan takvime de “Miladî Takvim” denir.
 Büyük Konstantin, putperest iken, miladın 313. senesinde, hıristiyanlığı kabûl etmiş ve İstanbul şehrini büyültüp imar etmiş ve (Konstantiniyye) ismini vermişti. Bütün İncîllerin birleştirilmesi için bir konsil toplamış, konsilde mevcût İncîlleri dörde indirtmiş ve noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabûl etmiş, böylece yeni bir hıristiyanlık dîni kurulmuştu.
Dünyânın güneş etrâfında dönmesi esnâsında, 1 Ocak târihinin hiç bir husûsiyeti yoktur. Bu târihin sene başı olması için de hiç bir kozmografik mahiyet bulunmamaktadır.
Kudüs civarında dünyâya gelen Hazret-i Îsâ'nın doğum târihi hakkında, o zamanın edip ve münevverlerinin eserlerinde hiç bir bilgiye rastlanmamaktadır. En küçük vakaları bile yazan Roma târihçilerinin, Hazret-i Îsâ gibi büyük bir peygamber hakkında derin bir sükûnet göstermesi ayrıca dikkate şayandır. Yunanca, ibrânîce eser yazanlar da, aynı lakayıdlık, ilgisizlik içindedirler.
Hıristiyanların mukaddes kitabı bu günkü İncîl, bir tane değildir. Bütün İncîllerde hazret-i Îsâ'nın doğum günü ile ilgili olarak en küçük bir bilgi yoktur. Doğduğu sene hakkında da kapalı, tahminler yapılacak malûmatlar vardır. İncîl’in birinde, hazret-i Îsâ'nın yahudi kralının zamanında doğduğunu yazıyor. Roma kaynakları ise, bu kralın mîladdan önce öldüğünü bildiriyor. İki İncîl’de ise hiç bir kayıt yoktur. Miladî târih, altıncı yüzyıla kadar hiç kullanılmadı. Miladdan sonra 525 târihinde Denys adında bir râhip, miladî târihi kullandı. Târihçiler uzun müddet ya Roma'nın kuruluşunu, yahut dünyânın kuruluşu olarak Tevrât’da tahmin edilen mebdei, başlangıç yaptılar. Onsekizinci asra kadar eser yazanlar böyle hareket ettiler. Sorbon profesörlerinden Gungnebert, Hazret-i Îsâ'nın miladî târihinden onbeş sene önce veya sonra doğduğu ispat edilemez diyor. Doğum senesi tahmin edilemeyince, doğduğu gün elbette hesaplanamaz.
Eflatun'un, Îsâ aleyhisselâm zamanında yaşadığı Burhân-ı kâtı’ ve başka bâzı kaynaklarda belirtilmektedir. Avrupa kitaplarında ise Eflatun'un, mîladdan yâni Îsâ'nın (aleyhisselâm) dünyâya gelmesinden 347 sene önce öldüğü yazılıdır. Platon ismi de verilen Eflatun'un, dersleri meşhûr olduğundan ölüm zamanına inanılır. Ancak Îsâ aleyhisselâm gizli dünyâya gelip ve dünyâda az kalıp, göke çıkarıldığından ve kendisine çok az kimsenin îmân edip, senelerce gizli yaşadıklarından, milat yâni noel gecesi doğru anlaşılamamıştır. Miladın, birinci Kânun (Aralık) ayının 25'inde veya ikinci Kânun (Ocak) ayının 6. veya başka gün olduğu sanıldığı gibi, bu günkü miladî senenin beş sene az olduğu, çeşitli dillerdeki kitaplarda, meselâ Hasîb Bey'in 1333 (m. 1915) baskılı Kozmoğrafya kitabında ve Takvîm-i Ebüzziya’da yazılıdır.
O hâlde, miladî sene, müslümanların senesi olan hicrî sene gibi doğru ve kat’î olmayıp, günü de, senesi de şüpheli ve yanlıştır. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî ve Burhân-ı Kâtı'ın bildirdiklerine göre, bilinen miladî sene, üçyüz seneden fazla olarak noksandır ve Îsâ aleyhisselâm ile peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm arasındaki zaman, bin seneden az değildir.
Îsâ aleyhisselâmın doğum günü belli olmayınca, noelin mânâsı efsaneden öteye gidememektedir. İslâmiyette, güneş yılının ayları içinde sayılı bir mübârek gün yoktur. Meselâ, Mart'ın yirminci Nevruz günü ve Mayıs'ın altıncı Hıdırellez günü ve Eylül'ün yirminci Mihrican günü, bâzı yerlerde mübârek sanılır. Bu günlerin, müslümanlarla bir ilgisi yoktur ve müslümanlıkta değerli sayılmaz. Noel günü ve gecesinin ise dînimizde yeri hiç yoktur.
İslâmiyet, müslümanların, îmânlarında ve ibâdetlerinde müslüman olmayanlara benzemelerini, onları taklid etmelerini ve onların dinlerinin ve ibâdetlerinin alâmeti olan şeyleri yapmayı ve kullanmayı yasak etmiştir. İslâm dîninde, kâfirlerden her kavmin, her memleketin âdet olarak yaptıkları ve kullandıkları şeylerden, haram olmayıp, insanlara faydalı olanları yapmak ve kullanmak hiç günâh değildir. Pantolon, gömlek ve çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçakla dilimlere ayırmak, çeşitli eşya ve aletleri, binek vâsıtalarını kullanmak hep âdete bağlı şeyler olup, İslâmiyet bunlara izin vermiştir. Bunları kullanmak, İslâmiyetin yasak etmediği, günâh saymadığı husûslardır.
Hinduların bayram günlerine ve ateşe tapanların kutsal günlerine ve hıristiyanların noel gecelerine ve diğer paskalyalarına hürmet etmek ve o zamanlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak, bu günleri müslüman bayramı zannederek, onlar gibi birbirine hediye göndermek, eşyalarını ve sofralarını, onların yaptığı gibi süslemek, o geceleri başka gecelerden ayırt etmek büyük günâh olur. Bezzâziye fetvasında diyor ki: “Nevruz günü, mecûsîlerin bayramıdır. O gün, mecûsîlerin yanına gidip onların yaptıklarını yapmak küfürdür. O gün, bayram yapan müslümanın îmânı gider de haberi olmaz.” Noel günü ve gecesinde ve kâfirlerin paskalya ve yortularında, onlar gibi bayram yapanın da îmânsız olduğu bu fetvadan anlaşılmaktadır. Allahü teâlâ, sûre-i Yûsuf’da meâlen buyuruyor ki: “Biz Allahü teâlânın varlığına, birliğine, her şeyi yaratan O olduğuna inandık, müslüman olduk diyenlerin çoğu; başkalarına ibâdet ve itâat ederek ve daha bir çok hareketleri ve sözleri ile, müşrik oluyorlar.”
Din düşmanları, müslümanları aldatmak için, kâfirlerin âdetlerini, bayramlarını, müslüman âdeti, müslümanların mübârek günü diyerek bunların, İslâmiyetin kabûl etmediği bozuk inançlar olduğunu örtmeye uğraşıyorlar. Büyük Konstantin'in hıristiyanlık dînine karıştırdığı noel gecesini ve Cemşid'in ortaya çıkardığı Nevruz günü mecûsî bayramını, millî bayram olarak tanıtıyorlar. Müslümanların bu günlerde bayram yapmalarını istiyorlar. Genç ve saf müslümanların bunlara aldanmaması gerekir. Meşhûr olan din bilgilerini bilmediği için aldanan, Cehennem’den kurtulamayacaktır. Allahü teâlâ, bu gün, dînini dünyânın her tarafına duyurmuş, îmânı, helâli, haramı, farzları, güzel ahlâkı öğrenmek pek kolaylaşmıştır. Bunları, lüzumu kadar öğrenmek farzdır. Öğrenmeyip câhil kalan, farzı terk etmiş olur. Öğrenmeye lüzum görmeyen, ehemmiyet vermeyen îmânsız olur.
Muharrem ayının birinci gecesi, müslümanların kamerî yılbaşı gecesidir. Müslümanların Şemsî yılbaşı gecesi ise, efrencî Eylül ayının 20. gecesidir. Muharrem ayı, İslâm kamerî yılının birinci ayıdır. Muharrem ayının birinci günü, müslümanların yeni yılının, yâni, hicrî yılın birinci günüdür. Kâfirler, kendi yılbaşıları olan Ocak ayının birinci gecesinde, noel baba yapıyorlar. Güyâ hıristiyan dîninin emrettiği küfürleri işliyorlar. Bu gecede tapınıyorlar. Müslümanlar da kendi yılbaşı gecelerinde ve günlerinde birbirlerini ziyâret eder, hediye verir ve müsafeha ederek, mektuplaşarak tebrikleşirler. Yılbaşını mecmua ve gazetelerle kutlarlar. Yeni yılın, birbirlerine ve bütün müslümanlara hayırlı ve bereketli olması için duâ ederler. Büyükleri, akrabâyı, âlimleri ziyâret edip duâlarını alırlar. O gün, bayrammış gibi temiz giyinirler. Fakirlere sadaka verirler.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget