Mûcize
Peygamberlerden hâsıl olan, insan gücünün yapamayacağı harikulade hâdisedir. Peygamber olduğunu haber veren zâtın doğru söylediğini ispat için, Allahü teâlânın, âdetini değiştirerek, bozarak ilâhî kudret ile peygamberlerine ihsân ettiği fevkalâde şeylerdir. Bir peygamberin elinde, peygamberliği zamanında, peygamberlik iddiasını ispat sebebiyle görülen, âdet dışı hâl ve hâdiselere mûcize denir. Diğer insanlar, onun benzerini göstermekten âciz oldukları için böyle denmiştir. Zâten mûcize, lügatte; “Konulamayan, âciz bırakan, harikulade şey” mânâlarına gelir. Harikulade; sık rastlanmayan, ortaya çıkmasında insan gücünü aşan ve âdetin üstünde olan demektir.
Allahü teâlânın yarattığı şeylerin hepsi, O'nun ezelde tâyin ettiği âdet-i ilâhiyyesi içinde meydana gelmektedir. Yâni Allahü teâlâ her şeyi bir sebep altında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir yâni kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere; tabîat kuvvetleri, fizik, kimya kanunları denir. Bir işi yapmak, bir şeyi elde etmek için, bu işin sebeplerine yapışmak lâzımdır. Meselâ, buğday hâsıl olması için; tarlayı sürmek, ekmek, ekini biçmek lâzımdır. İnsanların bütün hareketleri ve işleri, Allahü teâlânın âdeti içinde meydana gelmektedir. Allahü teâlâ sevdiği insanlara iyilik, ikrâm olmak için, âdetini bozarak sebepsiz şeyler yaratıyor. Meselâ, peygamberlerden âdet dışı olarak kudret-i ilâhî ile meydana gelen bu şeylere mûcize denir. Peygamberlerin mûcize göstermesi lâzımdır. Evliyâda meydana gelen âdet dışı şeylere kerâmet denir. Sâlih, îtikâdı ve ameli düzgün olan temiz müslümanlardan meydana gelene de firaset denir.
Mûcize, peygamber olan zâtın, peygamberliğini kabûl etmeyen kimselere karşı meydan okumak üzere elinde bulunan ve eşyanın alışılmış düzeninden inhiraf eden (ayrılan), öyle bir şeydir ki, başka kimselerin benzerini yapmaları imkânsız bir mahiyet taşımaktadır. Böylece mûcize, peygamberlerin doğruluğunu göstermek husûsunda, Allahü teâlânın bir şehâdeti olmaktadır. Mûcize ile peygamber olduğunu iddia eden kimsenin doğruluğunu ispat etmesi kastedilmiştir. Mûcizenin şartları vardır. Bunlar;
1- Allahü teâlânın mu'tad (alışılmış) sebepler olmadan yapmasıdır. Çünkü, peygamberlerini tasdik ettirecektir.
2- Harikulade olmalıdır. Âdet olan şeyler, meselâ güneşin her gün şarktan doğması, ilkbaharda çiçeklerin açması mûcize olmaz.
3- Başka hiç kimsenin yapamaması lâzımdır.
4- Peygamber olduğunu bildiren zâtın, istediği zaman hâsıl olması gerekir.
5- İstediğine uygun olmalıdır. Meselâ şu ölüyü dirilteceğim deyince, başka hârika hâsıl olursa, meselâ dağ ikiye ayrılırsa veya başka bir ölü dirilirse mûcize olmaz.
6- İsteyince hâsıl olan mûcize, kendisini yalanlamamalıdır. Meselâ şu hayvan ile konuşacağım deyince, hayvan; “Bu yalancıdır” derse mûcize olmaz.
7- Mûcize, peygamber olduğunu söylemeden önce hâsıl olmamalıdır. Hazret-i Îsâ'nın beşikte konuşması, kuru ağaçtan hurma isteyince, annesi Hazret-i Meryem'in eline taze hurma gelmesi, Muhammed aleyhisselâmın çocuk iken göğsünün yarılarak kalbinin yıkanıp temizlenmesi, başının üstünde bulut bulunması, ağaçların, taşların, kendisine selâm vermeleri gibi önceden hâsıl olan hârikalar mûcize değildir. Bunlara irhâs denir. Peygamberliği kuvvetlendirmek içindir. Bunların evliyâda olması da câizdir. Evliyâda hâsıl olanlara kerâmet denir. Peygamberler, peygamberlikleri kendilerine bildirilmeden önce evliyâ derecesinden aşağı değildirler. Kendilerinde âdet dışı şeyler görülür. Mûcize, peygamber olduğunu bildirdikten az zaman sonra hâsıl olabilir. Meselâ; bir ay sonra şöyle olur deyince, hâsıl olduğu zaman mûcize olur. Fakat ortaya çıkmadan önce, onun peygamber olduğunu tasdik etmek lâzım olmaz.
Mûcize gösterirken açıkça tehaddî etmek, yâni; “Haydi siz de yapsanıza! Yapamazsınız ki” demek şart değil ise de, mûcizenin mânâsında tehaddî vardır. Kıyâmet hâllerinden ve ileride olacak şeylerden haber vermekte tehaddî olmayacağı için, bunlar kâfirlere karşı mûcize değildir. Mü’minler bu haberlerin mûcize olduklarına inanırlar. Evliyânın kerâmetleri de, peygamberlik iddia etmedikleri için ve tehaddî bulunmadığı için, mûcize olmazlar. Mûcizenin peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispatlaması, başkalarının aynısını yapamayıp âciz kaldıkları içindir. Bu da mûcizenin husûsi tesiri var demektir. Hattâ asıl ispat eden budur.
Her peygamber mûcize göstermiştir. Allahü teâlâ her peygambere, o zamanda yayılmış olan, kıymet verilen şeylere benzer mûcizeler ihsân etti. Kur'ân-ı kerîmde bâzı peygamberlerin gösterdiği mûcizeler haber verilmektedir. Meselâ; Mûsâ aleyhisselâm zamanında sihir (büyücülük) ilerlediğinden, bu işle uğraşan pek çok insan vardı. Mûsâ aleyhisselâmı imtihân etmek istediler. Sihirbazlardan her biri ellerindeki ipleri yılan şekline soktular. Mûsâ aleyhisselâm ise, asâsı ile onların sihirlerini (büyülerini) bozdu. Asâ ejderhâ olup, sihirbazların yılanlarını yuttu. Mûsâ aleyhisselâmın elinin nûr (ışık) gibi parlaması da mûcizesi idi. (Bkz. Mûsâ aleyhisselâm)
Allahü teâlâ, Sâlih aleyhisselâma taş içinden deve yarattı. Hazret-i İbrâhim üzerine Nemrut'un ateşini serin ve selâmet kıldı. Hazret-i Dâvûd'a demiri mum gibi yumuşak kıldı. Böylece ondan zırh yapardı. Allahü teâlâ, birlikte tesbîh etmeleri için, dağları ve kuşları hazret-i Dâvûd'un emrine verdi. Cinleri ve kuşları Süleymân aleyhisselâmın emrine verip, rüzgârı da hizmetinde kıldı. Ayrıca kuşlar ile karıncaların ve diğer hayvanların dillerini bildirdi.
Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler ise sayılamayacak kadar çoktur. Her peygamberin mûcizesinden O'na da verilmiştir. Bunların çoğu kitaplarda, meselâ Mirât-ı Kâinât’ta yazılıdır. Muhammed aleyhisselâm zamanında, konuşmada (hitabette) ve yazmada: fesâhat ve belâgat çok ileri gitmişti. Muhammed aleyhisselâm; içinde ilâhî ilimler, astronomi bilgileri, ahlâk, helâl, haram, hikmet, tasavvuf, tıp, târih, kıssalar ve daha nice bilgileri toplayan Kur'ân-ı kerîm ile; inkar edenleri, kıyâmete kadar âciz bıraktı. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm)
Bakara sûresi 87. ve 253. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Meryem oğlu Îsâ'ya (aleyhisselâm) açık mûcizeler verdik ve kendisini Rûh-ul-kuds (Cebrâil aleyhisselâm) ile takviye ettik, kuvvetlendirdik.”
Bilindiği gibi, her peygamberin, peygamberliğini ispat için gösterdiği mûcizeler, o zamanda bulunan insanların hâline uygun idi. Meselâ; Mûsâ aleyhisselâmın mûcizesi zamanın hâline uygun cinsten olup, o zaman sihirbazlık çok yayılmıştı. Pek usta ve gerçekten mâhir sihirbazlar var idi. Bunun için Mûsâ aleyhisselâm; gözlere hitâb edip, gâlip gelen, boyunları Hakk'a eğdiren, âyet, alâmet ve mûcizelerle gönderildi. Sihirbazlar, sihir mevzuunda son derece mâhir ve bilgili oldukları hâlde, yaptıkları sihirleri mahveden ve kendilerine üstün gelen Mûsâ aleyhisselâmın elinde, Allahü teâlânın ihsân eylediği hârika ve mûcizeleri görünce, âciz kalmışlar, sonunda peygamberliğini tasdik edip, hiç tereddütsüz o anda îmâna gelmişlerdir.
Aynı şekilde Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), edebiyatın zirvede olduğu, fesâhat ve belâgatın meyvelerinin olgunlaştığı bir zaman ve mekânda gönderildi. Allahü teâlâ ona Kur'ân-ı azîmi indirdi. Hükümler, hikmetler taşıyan ve çok övülmüş olan Kur'ân-ı kerîm, bütün şâir ve edipleri susturacak üslup, ifâde ve beyân ile geldi. Kur'ân-ı kerîmin lâfzı da mûcizedir. İnsanlar ve cinler onun bir benzerini yapmak için bir araya gelip, birbirlerine yardımcı olsalar, değil on sûresinin, bir kısa sûresinin bile bir mislini getirmeye çalışsalar, yapamazlar. İnsanlar buna güçlerinin yetmeyeceğini kat’î olarak anlamışlardır. Çünkü bu, insan sözü değil, âlemleri yaratanın kelâmıdır. Allahü teâlânın ise, zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde hiç benzeri yoktur.
Bunun gibi, Îsâ aleyhisselâm da, tıbbın, doktorluğun kuvvetli olduğu bir zamanda gönderildi. Allahü teâlâ, ona da, insanların karşı duramayacakları, tıp ilmi ile çâre bulamayacakları mûcizeler verdi. Ben hakîmim, tabîbim, anadan doğma körleri, gözsüzleri iyi ederim. Abraşları, cüzzamlıları ve müzmin hastalıklara yakalanmış olanları sıhhate kavuştururum dedi. Ölüleri diriltti. Bunlar, değil ölüleri diriltmek, hastalığa bile kesin çâre bulamayan tabiplerin işi olamazdı. Velhasıl, Îsâ aleyhisselâm, onlara hüccet, burhan yâni mûcizeler gösterdiği hâlde, yine de pek çoğu küfür ve sapıklıklarına devam ettiler, inâd ve taşkınlıklarını arttırdılar. Aralarında çıkan sâlih bir tâife de hemen inanarak ona tâbi olup, nasîhat arkadaşları ve yardımcıları olma şerefine kavuştu.