Hazret-i Îsâ'nın hak olan dîni, az zaman sonra yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs adındaki bir yahudi, Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve İsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek, hakîkî İncîl’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, oniki havârîden işittiklerini yazarak, İncîl adında dört kitap meydana geldi ise de, Bolüs'ün (Paulos) yalanları, bunlara da karıştı. Bir yahudi olan Bolüs, Yunan felsefesi ile meşgûl oluyordu. Havârîlerden Barnabas ile senelerce arkadaşlık yaptı. Yıkıcılık taşıyan bozuk fikirlerini ona aşılamak istedi; muvaffak olamayınca, açıkça düşmanlık yapmaya başladı. Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyen Bolüs, İsevî görünüp kendisini din âlimi tanıtarak; “Îsâ Allah'ın oğludur” dedi. Daha başka şeyler de uydurup söyledi. Şarabın ve domuzun helâl olduğunu bildirdi. Namazdaki kıbleyi Mescid-i Aksâ'dan şarka yâni güneşin doğduğu tarafa döndürdü. “Allah'ın zâtı birdir, sıfatları üç türlüdür” dedi. Bu sıfatlara Uknum adı verildi. Bolüs'ün sapık fikirleri, Yunan filozofu Eflatûn'un felsefesine dayanıyordu. Eflatun felsefesine göre bir çok puta tapmak, her tanrı için ayrı bir put yapmak doğru değildi. İlâhlar hakîkatte üçtür: 1- Bunlardan en büyüğü, görünmez yaratıcı ilâh (ekinom). 2- Görünen veya hissedilen ve birincisinin veziri, yardımcısı olan logos (mantık), 3- Görünen ve bilinen kâinâtdır. İşte Bolüs, hıristiyanlığı buna benzetmek istemiştir. Hazret-i Îsâ; “Ben ancak sizin gibi bir insanım” dediği hâlde, onu “Allah'ın oğlu” olarak kabûl etmiş, buna bir de “Rûh-ul kuds” ekleyerek “Baba-oğul-kutsal rûh” adı altında üçlü tanrı manzumesini meydana getirmiştir.
Barnabas (Barnabe) adındaki havârî, Bolüs'ün yalanlarına aldanmadı. Hazret-i Îsâ'dan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı ise de, kendi adı ile anılan İncîl’i de yok edildi. Günümüze kadar ancak bir nüshası gelebildi.
Bu durumda Îsevîler ikiye ayrıldı. Bolüscüler ve Barnabascılar. Bolüscüler, yanlış propaganda ve okşayıcı sözlerle, Avrupa krallarını elde edip kuvvetlendiler. Barnabas'ın yolunda olanlar; “Hazret-i Îsâ insandır. İlâh değildir. Allah'ın oğlu da değildir. Ona tapılmaz” diyorlardı.
Uydurma İncîller zamanla çoğalarak, her yerde birbirini tutmayan başka başka İncîller okunur oldu. Büyük Konstantin putperest iken, mîladın 313. senesinde hıristiyanlığı kabûl etmiş, İstanbul şehrini büyütüp imâr etmiş ve Konstantiniyye ismini vermişti. Bir konsil toplayarak, İncîl nüshalarını dörde indirtmiş, ayrıca eski dîni olan putperestlikten de pek çok şeyi bu İncîllere sokturmuştu. Noel gecesinin yılbaşı olmasını da kabûl etmiş, böylece yeni bir hıristiyanlık dîni kurulmuştu.
Barnabas'ın yazdığı İncîl’de, Allah'ın bir olduğu bildirilmişti. Fakat bu İncîl elde bulunmadığı için, filozof diyerek kıymet verdikleri Eflatun’un ortaya atılan ve İncîllere sokulan teslis (üçlü tanrı) fikri, kabûl edilen dört bozuk İncîl’de aynen bırakılmıştı. Aryûs ismindeki bir papaz, bu dört İncîl’in yanlış olduğunu, Allah'ın birliğini, Hazret-i Îsâ'nın O'nun oğlu değil, kulu olduğunu söyledi. Fakat söz geçiremedi. Onu dinlemedikleri gibi aforoz ettiler. Aryûs, Mısır'a kaçtı ve orada tevhidi (tek Allah inancını) yayarken öldürüldü.
Konstantin'den sonra gelen krallar, Aryûs'un mezhebi ile, yeni hıristiyanlık arasında şaşkına döndüler. İstanbul'da ikinci, sonra üçüncü, daha sonra, İzmir ile Aydın arasında bulunan Efes’te (Ephesus) dördüncü, Kâdıköy'de beşinci ve İstanbul’da altıncı meclisler kurulup, yeni yeni İncîller meydana çıktı. Nihâyet Luther Martin ve Calvin (Kalven) son değişiklikleri yapıp, yalanlar da katılarak, birbirine uymayan farklı İncîller yazıldı. Böylece, hıristiyanlık ismiyle, akıl ve hakîkat dışında bir din meydana geldi. Bu sebeplerden Avrupa'da Hıristiyanlığa karşı, yerinde olarak yapılmış olan hücûmlar, hâlâ devam etmektedir.
Hıristiyanların, bu mantığa uymayan üçlü tanrı inancını ortaya koymaları ve böylece İsevîlik dîninin esasını değiştirmesi, din adamları olan papayı günâhsız kabûl etmeleri, insanların günâhkâr olarak doğduklarını iddia etmeleri, hak dînini asıl doğru hâlinden çıkartmış, hele, İncîl’de yazılı olduğu hâlde, son peygamber Hazret-i Muhammed'i kabûl etmemeleri, bugün bile İncîl’de mütemadiyen değişiklikler yapmaları, cenâb-ı Hakk'ın gadabına sebep olmuştur. Bu husûsta âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
“Ey ehl-i kitap! Dîninizde haddi aşmayın ve taşkınlık etmeyin. Allahü teâlâyı hak üzere bilin. Allahü teâlâyı tenzih edin. (O'na zevce ve çocuk isnat etmekle iftirâda bulunmayın. Îsâ aleyhisselâm, Allahü teâlânın oğludur gibi sözler söylemeyin.) Allahü teâlâya karşı ancak hak olanı söyleyin. Muhakkak ki, Meryem oğlu Îsâ (aleyhisselâm) Allahü teâlânın resûlü, peygamberidir. O'nun, Meryem'e ilkâ edip bıraktığı kelimesidir. (“Ol” emriyle vâsıtasız olarak yarattığı, vücûda getirdiği mahlûkudur.) Allahü teâlâdan bir rûhtur. (Hazret-i Îsâ’ya O'ndan bir rûh buyrulması, Allahü teâlânın “Ol” emri ile yaratıldığı içindir.)
Artık Allahü teâlâya, peygamberlerine (ve peygamberleri vâsıtasıyla size haber verilenlere) îmân edin de ilâh üçtür demeyin. Böyle söylemekten çok sakının ki, bu sakınmanız sizin için pek hayırlıdır. Muhakkak ki, Allah bir tek ilâhdır. Çocuğu olmaktan münezzehtir (uzaktır). Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsi O'nun mülkü ve mahlûkudur.
Başka hiç bir şâhid bulunmasa bile, Allahü teâlânın vahdaniyetine, birliğine, kendi şâhidliği yeter. Bütün mahlûkât O'na muhtâçtır. O ise bütün mahlûkâtın hepsinden ganîdir, zengindir, bütün mahlûkâtın işlerine vekildir, kefildir.” (Nisâ sûresi: 171-172)
Tefsîr âlimleri bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyuruyorlar ki: “Dininizde haddi aşmayın...” hitâbı, yahudiler ve hıristiyanlaradır. İfrat ve tefrîtte bulunmayın demektir. Çünkü onlardan bir kısmı, Hazret-i Îsâ'ya hürmet ve tâzimde, onun ilâh olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdi.
Bâzıları da, onun şânına yakışmayacak iftirâlarda bulunmuşlar -haşa- zinâ ile, gayr-ı meşru olarak doğduğunu söyleyerek ona hakâret etmişlerdi.
“Allahü teâlâya karşı ancak hak olanı söyleyin…” demek, “Allahü teâlânın ortağı ve çocuğu olduğu, O'nun Hazret-i Îsâ’nın bedenine girdiği, onunla birleştiği gibi yanlış ve bozuk iddialarda bulunmayın. Allahü teâlâyı bunlardan tenzih edip uzak tutun” demektir.
Rivayete göre Îsâ aleyhisselâmın semâya yükseltilmesinden (kaldırılmasından) sonra nasârâ (İsevîler), seksen yıl müddetle hakîkî Îsevîlik dîni üzere kaldılar. Bu zaman zarfında Îsevîliği yaymak için pek çok gayret gösterdiler. İsevîliğin değiştirilip bozulması asıl bundan sonra başladı. Bu değiştirilme ve bozulmada, Bolüs isimli münâfık bir yahudinin yaptığı hâince çalışmalar çok tesirli oldu. Onun, İsevîlik dînini değiştirmekte nasıl çalıştığı husûsunda; Tibyan tefsîrinde, yukarıda meâli verilen Nisâ sûresinin 171. âyet-i kerîmesinin tefsîrinde şu rivâyet yer almaktadır:
Rivâyete göre o zamanda Yahudilerle nasârâ arasında harb olmuştu. Yahudiler arasında bulunan Bolüs, cesâreti ile meşhûr idi. İsevîlerden çok kimseyi şehîd etti. Sonra yahudilere dedi ki: “Eğer hak olan din Îsâ’nın aleyhisselâm dîni ise, biz kâfiriz ve gideceğimiz yer Cehennem’dir. Onlar ise, Cennet’e giderler. Şimdi ben istiyorum ki, bir hîle ile onları dalâlete düşüreyim. Böylece onlarda hak dîni terk etmek sûretiyle Cehennem’e girsinler.”
Bolüs’ün, Ukâm adında bir atı vardı. Onun üstünde muhârebe ederdi. Bir gün bu atı boğazladı. Sonra da yüzüne gözüne toprak sürmek sûretiyle pişmanlığını izhar ediyor gibi göründü. Bunun üzerine İsevîler ona, niçin böyle yaptığını sordular. Onlara; “Semâdan bana bir nidâ geldi ve; Yahudilik dînini terkedip, İsevî olmadıkça, senin tevben kabûl olmayacaktır diye söylendi” dedi.
İsevîler, Bolüs gibi birinden bunları duyunca pek çok sevinip, onu ibâdethanelerine götürdüler. Bolüs, bir sene orada kalıp ibâdet ve tâat yapıyor göründü. İncîl’i öğrendi. Onlara İncîl’i okurdu. İsevîler onu canı gönülden sevdiler. Artık İsevîlerin en önde gelen âlimlerinden olarak tanınıyordu. Nihâyet bir gün yanında bulunan İsevîlere; “Bana, tevben kabûl oldu diye nidâ geldi” dedi. Îsevîler ona daha çok muhabbet ve iltifât eder oldular. O da çok sinsi hareket ediyor, hiç açık vermiyordu.
Bundan sonra Anadolu'ya doğru gitmek istedi. Giderken yerine Nestûr ismindeki İsevîyi halîfe tâyin etti. Ona Îsâ, Meryem ve Allah olmak üzere üç tane ilâh bulunduğunu söyledi.
Ya’kûb isimli Îsevî ile görüşüp, ona da; “Îsâ aleyhisselâm ne cisimdir, ne de insandır. O, Allahü teâlânın oğludur” dedi. Melekâ isimli Îsevî ile görüşüp ona da, Hazret-i Îsâ’nın ilâh olduğunu söyledi.
Bunların her üçü ile, ayrı ayrı ve gizli olarak görüşüp, her birine; “Sen benim has halîfemsin. Ben Îsâ aleyhisselâm için yarın kendimi kurban edeceğim. Sen, benden sonra İsevîleri sana bildirdiğim şekilde etrâfına topla!” diye söyledi.
Bundan sonra Nestûr, Ya’kûb ve Melekâ ortaya çıkıp, her biri, kendisinin Bolüs’ün halîfesi olduğunu iddia ederek insanları etrâflarında toplamaya çalıştılar. Böylece Îsevîlik bozulmuş, 72 bozuk fırka ve aslı ile hiç alakası olmayan yeni bir din ortaya çıkmıştı. Bu üç kişinin her birine çok kimseler tâbi olup, böylece birbirine muhalif, üç ayrı grup meydana geldi. İtikatta bölündüler. Her kısımda olan, diğerinin yanlış ve bozuk yolda olduğunu söyledi. Bunun yanında hakîkî Îsevîler, bunların hepsinin yanlış yolda olduklarını, Hazret-i Îsâ'nın, ilâh olmadığını, Allahü teâlânın oğlu olamayacağını, onun, Allahü teâlânın kulu ve resûlü olduğunu söylediler. Hakikati anlatmaya bütün gayretleri ile çalıştılar.
Bütün bunlara rağmen, Bolüs'ün sapık fikirleri zamanla yayıldı ve birçok kilise papazı tarafından tasvip gördü. Böyle inanan hıristiyanlar, Avrupa krallarını elde edip kuvvetlendiler. Zamânla bozuk olan hıristiyanlık, büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, Orta çağda karanlık bir devir başladı. Hazret-i Îsâ'nın telkin ettiği; “İnsanlık, merhamet, şefkât” esasları tamâmen unutuldu.
Bunun yerine hıristiyanlar, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı altında akla sığmaz zulümler, haksızlıklar yaptılar. Galile gibi dünyânın döndüğünü bildiren bir bilgini dinsizlikle itham ederek; ona; sözünü geri almadığı takdirde öldüreceklerini söylediler. İnsanın tüylerini ürperten engizisyon mahkemeleri kurarak, yüzbinlerce insanı haksız yere ve çok kereler sırf servetlerini ele geçirmek için “dinsiz” adı altında türlü türlü işkenceler yaparak öldürdüler. Ancak Allah'a mahsus olan “Günâh affetmek” kudretini, papazlara verdiler. (!) Bunlar da, para karşılığı günâhları atfettiler. Hattâ Cennet’ten yerler sattılar. Papalar, türlü bahanelerle kralları bile aforoz ettiler. Hıristiyanlık dînine papazların evlenmemesi, evlenmiş olan kimselerin kat’îyyen boşanmaması, günâh çıkarmak mecbûriyeti gibi, mantık dışı kâideler konuldu. Dünyâda yaşamak adeta günâh sayıldı.