Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Bugün her biri ayrı dînin ortaya çıkışı gibi görülen bu mezheplerin en mühimleri; Katolik, Ortodoks ve Protestan'dır. Bunlar, çok sayıda kollara ayrılmıştır.
Katolik mezhebi: Bu mezhebi temsil eden Katolik Roma kilisesinin zirvesinde papa bulunur. Papa, rûhânî bir devletin başkanıdır. Papadan sonra kardinaller, piskoposlar ve râhipler gelir. Bunlar rûhban sınıfını teşkil ederler. Râhiplerin özel görevleri arasında evlenmemek de vardır. Katolik inancında teslis (Baba-oğul-aziz rûh) esastır. Başlıca takdis âyinleri; vaftiz, tevbe, çile, evlenme, papazlığa tâyin ve ölülere yağ sürme gibi törenlerdir. Hıristiyanların, papazlara günâh çıkarttırma mecbûriyetleri vardır. Merkezi Vatikan olan katolik kilisesi, kendini, hıristiyanlığı dünyâya yayan tek evrensel kilise sayar. Katolik kilisesine Batı ve Latin kilisesi dendiği gibi, Petrus’un kilisesi de denir.
Ortodoks mezhebi: Bu mezhebi temsil eden kiliseye Ortodoks kilisesi dendiği gibi Şark, Yunan ve Roma kilisesi de denir. Merkezi İstanbul'dur. Ortodoks kilisesi, Katolik kilisesinden kesin olarak XI. asırda (M. 1054) de ayrılmıştır. Katolik kilisesine göre kutsal rûh, baba ile oğuldan çıkmıştır. Ortodoks kilisesine göre ise, kutsal rûh yalnız babadan çıkmıştır. Ortodoks kilisesi; Meryem'in bir erkekle münâsebette bulunmadan hâmile oluşu ve papanın yanılmazlığı gibi görüşleri reddeder. Papazlar genellikle evlenir. Halk, ekmek ve şarapla işâ-i Rabbânî (communion) âyini yapabilir.
Protestanlık: Bu mezhebi temsil eden kiliseye, İncîl Kilisesi adı verilir. Bu isim, bu kiliseye mensup olanların İncîl’den başka bir şeye inanmadıklarına işâret eder. Protestanlarca, herkes İncîl’i okuyup anlar.
Luther ismindeki Alman papazı da, 1517 senesinde Roma'daki papaya isyân edince, kiliselerin bir kısmı buna uydu. Bunlara da Protestan kiliseleri denildi. Luther'in başlattığı bu hareket; İngiltere'de Anglikanizm kilisesini, Fransa ve İsviçre'de de Kalvinizm'i ortaya çıkarmıştır.
Protestanlığın özellikleri şunlardır: Protestan kiliseler, papanın otoritesini reddederler. Tanrıya ulaşabilmek için hiç bir kilise adamının aracılığını kabûl etmezler, papazlar evlenirler. Günâh çıkartmak umûmiyetle kaldırılmıştır. En yüksek otorite, kitaptır. Protestanlık Almanya'da, kuzey Avrupa memleketlerinde ve Kuzey Amerika'da yayılmış bulunmaktadır.
Hıristiyanlık mezhepleri arasında târihte çok şiddetli mücâdeleler olmuştur. Meselâ Saint Bartelemy yortu günü olan 1572 yılı 14 Ağustos'unda, 9. Şarl ve Kraliçe Katerin'in emri ile Paris ve civarında 60.000 protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen hıristiyan kanları, müslümanların harp meydanlarında döktükleri hıristiyan kanlarından kat kat fazladır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize, Necrân'dan bir hıristiyan heyeti gelmişti. (Necrân, Hicaz ile Yemen arasında bir şehirdir.) Bunlar, altmış süvâri olup, içlerinden yirmidördü büyükleri idi. Bunların içinde de, üçü en büyükleri idi. Reisleri Abdülmesîh idi. İçlerinden Ebü'l-Hâris bin Alkama, en âlimleri idi. Âhır zaman peygamberinin alâmetlerini İncîl’de okumuş idi. Fakat, dünyâ mevkîini, şöhretini sevdiği için, müslüman olmuyordu. Çünkü, ilmi ile meşhûr olup, kayserlerden ikrâm görür, bir çok kiliselere emir verirdi. Medîne'ye gelip, ikindi namazından sonra, Mescid-i şerîfe girdiler. Üstlerinde süslü papaz elbiseleri vardı. O sırada, onların da namaz vakti gelmiş olduğundan, Mescid-i şerîfte namaza kalkmışlar, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemde; “Bırakınız kılsınlar” buyurmuştu. Şarka doğru kıldılar. Üç büyükleri konuşmağa başladı. Söz arasında, Îsâ aleyhisselâm için, bâzan Allah diyorlar, bâzan Allah'ın oğlu, bâzan da, üç tanrıdan biri diyorlardı. Allah demelerine sebep, ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. Gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp üfleyince uçar diyorlardı. Allah'ın oğlu olduğuna sebep, belli bir babası olmaması idi. Üçten birisi olmasına sebep de, Allah; “Yaptık, yarattık” diyor, eğer bir olsaydı; “Yaptım, yarattım” derdi diyorlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bunları dîne dâvet etti. Birkaç âyet-i kerîme okudu, îmâna gelmediler. “Biz senden önce îmân ettik” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Yalan söylüyorsunuz! Allah'ın oğlu var diyenin îmânı olmaz” buyurdu. “Allah'ın oğlu değilse, o hâlde bunun babası kim?” dediler.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Biliyor musunuz? Allahü teâlâ, hiç ölmez ve her şeyi varlıkta tutan O'dur. Îsâ (aleyhisselâmise, yok idi ve yok olacaktır.” Onlar; “Evet biliyoruz” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); “Bilmiyor musunuz, babasına benzemeyen hiç bir yavru var mı?” buyurunca; Her yavru babasına benzer. (Koyun yavrusu koyuna benzer.) dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Bilmiyor musunuz, Rabbimiz her şeyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor. Halbuki, Îsâ (aleyhisselâmbunların birini yapmıyordu” buyurunca; “Evet, yapmıyordu” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Rabbimiz, Îsâ'yı (aleyhisselâmdilediği gibi yarattı, değil mi?” buyurunca; “Evet yarattı” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Rabbimiz yemez, içmez. O'nda değişiklik olmaz. Bunu da biliyor musunuz?” buyurunca; “Evet, biliyoruz” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Îsâ'nın (aleyhisselâmanası var idi. O, her çocuk gibi dünyâya geldi. Onlar gibi beslendi. Yer, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz, değil mi?” buyurunca, onlar; “Evet biliyoruz” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“O hâlde, Îsâ (aleyhisselâmzan ettiğiniz gibi nasıl olur?” buyurdu. Onlar, bir şey diyemeyip, sustular. Biraz sonra; "Yâ Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Sen, onun Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir rûh olduğunu söylemiyor musun?” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem“Evet” buyurdu. Onlar; “Eh, bu da bize yetişir” deyip, inâdlarında ısrâr ettiler.
Bunun üzerine, Allahü teâlâ, onları mübâheleye çağırmasını emretti. Resûlullah efendimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem); “Bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübâhele edelim (yani hangimiz zâlim isek, yalancı isek, Allahü teâlâ ona lânet etsin diyelim!) buyurdu. Allahü teâlânın bu emri, Âl-i İmrân sûresinin, 61. âyet-i kerîmesinde bildirilmektedir. Seyyid dedikleri Şerhabîl, bunları toplayıp; “Bunun peygamber olduğu, her şeyinden anlaşılıyor. Bununla mübâhele edersek, ne biz kurtuluruz, ne de bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belâya uğrarız!” dedi. Mübâhele etmekten kaçındılar ve; “Yâ Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Senden râzıyız. Ne istersen sana verelim. Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, vergilerimizi ona verelim!” dediler.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Gayet emîn bir kimseyi, sizinle gönderirim” buyurdu. Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, emîn olarak kimin, şerefleneceğini merâk ediyorlardı. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Kalk yâ Ebâ Ubeyde!” buyurdu; “Ümmetimin emîni budur” diyerek onlarla beraber gönderdi.
Sulh şartı şöyle idi; Her sene, ikibin elbise vereceklerdi. Bini Receb'de, bini Safer ayında teslim edilecekti. Her elbise ile de kırk dirhem gümüş verilecekti. Reisleri Abdülmesîh ile seyyidleri Şerhabîl, sonradan müslüman olup, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) hizmetinde bulunmakla şereflendiler.
Hıristiyanların ellerinde bulunan mukaddes kitapları; “Allah birdir. O'na benzeyen hiç bir şey yoktur” diyor, onlar ise; “Îsâ Allah’dır. Allah'ın oğludur” diyorlar. Kendi kitaplarını, kendileri inkâr ediyorlar.
Hıristiyanların, her lisâna tercüme ederek, her memlekete yaydıkları, Kitab-ı Mukaddesin, Ahd-i atîk kısmında, (Tesniyye) kitabının, altıncı bâbı, dördüncü âyetinde diyor ki: “Ey İsrâil, dinle! Allah'ımız, Rabbimiz birdir. Bu sözüm kalbine yerleşsin. Oğullarına da dikkatlice öğret!”
Eş’iya kitabının, kırkbeşinci bâbının, beşinci âyetinde diyor ki: “Rab, benim. Benden başka rab yoktur. Benden başka ilâh yoktur. Şarkta ve garbda olanlar, benden gayrı olmadığını bileler. Rab benim, benden başka yoktur.”
Yirmiikinci âyetinde diyor ki: “Hepiniz bana ibâdet ediniz! Allah benim ve benden gayrı yoktur.”
Kırkaltıncı bâbının dokuzuncu âyetinde diyor ki: “Allah benim ve gayrı yoktur. Ben Allah'ım. Benim nazîrım, bana benzeyen, hiç bir şey yoktur.”
Büyük İslâm âlimi, Tefsîr-i kebir ve çeşitli kıymetli kitapların sâhibi, İmâm-ı Fahreddîn-i Razî (rahmetullahi aleyh), Âl-i İmrân sûresinde, 61. âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken buyuruyor ki:
“Harezm şehrinde idim. Şehre bir papazın geldiğini ve hıristiyanlığı yaymak için çalıştığını işittim. Yanına gittim. Konuşmaya başladık. Bana; “Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğunu gösteren delil nedir?” dedi. Şu cevâbı verdim: “Mûsâ'nın, Îsâ'nın ve diğer peygamberlerin aleyhimüsselâm hârikalar, mûcizeler gösterdiği haber verildiği gibi, Muhammed aleyhisselâmın da mûcizeler gösterdiği haber verilmiştir. Bu haberler tevatür hâlindedir. Tevatür ile gelen haberleri, ya kabûl eder veya red edersin. Red eder ve mûcize, bir zâtın peygamber olduğunu ispat etmez der isen, mûcizeleri tevatür ile bize haber verilen diğer peygamberlere de inanmaman lâzım gelir. Şâyet tevatür ile gelen haberlerin doğruluğunu ve mûcize gösteren zâtın peygamber olduğunu kabûl eder isen, Muhammed aleyhisselâmın peygamber olduğunu kabûl etmen lâzım gelir. Çünkü, Muhammed aleyhisselâm mûcizeler göstermiş ve bu mûcizeler, bizlere tevatür denilen sağlam haberler ile bildirilmiştir. Diğer peygamberlerin peygamberliğine, tevatür ile bildirilen mûcizeler sebebi ile inandığın için, Muhammed aleyhisselâmın da, peygamber olduğuna îmân etmelisin!”
Papaz: “Îsâ aleyhisselâmın, peygamber değil, ilâh, tanrı olduğuna inanıyorum” dedi.
(Tanrı, mâbud demektir. Tapılan şeylerin hepsine tanrı denir. Allahü teâlânın ismi, Allah’dır, tanrı değildir. Allahü teâlâdan başka tanrı yoktur. Allah yerine tanrı demek, yanlıştır ve çok çirkindir.)
Ben; “Biz şimdi peygamberlik hakkında konuşuyoruz. İlâhlıktan önce, nübüvvet mevzuunu halletmemiz lâzımdır. Ayrıca, Îsâ aleyhisselâmın, ilâh olduğunu söylemen de bâtıldır. Çünkü, ilâhın, tanrının, her zaman var olması lâzımdır. Halbuki, Îsâ aleyhisselâm, cisim idi. İnsan idi. Yok iken var oldu. Önce çocuk idi. Yerdi, içerdi. Bizim gibi konuşurdu. Yatardı, uyurdu, uyanırdı, yürürdü. Her insan gibi yaşamak için, bir çok şeye muhtâç idi ve size göre öldürülmüştür. Muhtâc olan, ganî olur mu? Yok iken sonradan var olan bir şey, ebedî, sonsuz var olur mu? Değişen bir şey, devamlı, sonsuz var olur mu? O hâlde, madde, cisim, yer kaplayan şeyler tanrı olamaz.
Îsâ aleyhisselâmın kaçtığını, saklandığını, çok üzüldüğünü, bu durumdan kurtulmak için çârelere başvurduğu hâlde, yahudilerin onu yakalayıp astığını söylüyorsunuz. İlâh veya ilâhtan parça kendisine hulûl etmiş olsaydı, yahudilerden korunmaz mı, onları yok etmez mi idi? Niçin üzüldü ve saklanacak yer aradı? Vallahi, buna hayret ediyorum. Aklı olan kimse, bu sözleri nasıl söyler, buna nasıl inanır. Akıl, bu sözlerin bozukluğuna şâhidtir.
Üç türlü söylüyorsunuz:
1- O, gözle görülen cismani bir ilâh imiş, tanrı imiş. Öyle olsaydı, asıldığı zaman, yerlerin, göklerin tanrısı ölmüş olurdu. Bu âlem ilâhsız kalacaktı. Halbuki, âlemin ilâhsız kalması mümkün değildir. Ayrıca, Yahudilerin yakalayıp öldürdüğü, âciz, kuvvetsiz bir kimse, âlemlerin tanrısı olabilir mi?
Îsâ aleyhisselâmın, Allahü teâlâya çok ibâdet ettiği, tâata çok rağbet ettiği husûsu da, tevatür ile sabittir. Îsâ aleyhisselâm ilâh olsaydı, ibâdet ve tâatta bulunmazdı. Çünkü ilâh, aslâ kendisine ibâdet etmez. (Bilakis başkaları ona ibâdet eder.)
2- İlâh, ona tamâmen hulûl etmiştir. O, tanrının oğludur diyorsunuz. Bu inanış yanlıştır. Çünkü, ilâh, cisim ve arâz (sıfat) olamaz. İlâhın, bir cisme hulûl etmesi imkânsızdır. Eğer, ilâh cisim olsaydı, başka bir cisme de hulûl ederdi. Cisme hulûl eden şey cisim olur ve hulûl edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da, ilâhın parçalanmasını icap ettirir. Eğer ilâh, arâz olsaydı, bir mahalle, mekâna muhtâç olurdu. Bu ise, ilâhın başkasına muhtâç olması demektir. Başkasına muhtâç olan ise, ilâh olamaz.
3- O, tanrı değildir. Fakat, tanrının bir parçası ona hulûl etmiş, yerleşmiştir diyorsunuz. Eğer ona hulûl eden parçanın, ilâhın ilâh olmasında tesiri var ise, bu parça ilâhtan ayrılınca, tamâmen ilâhlığı bozulur. Eğer bu parça, ilâhın ilâh olmasında tesirli değilse, tanrının parçası olmamış olur.
“Îsâ aleyhisselâmın, ilâh, tanrı olduğuna delilin nedir?” diye sordum.
 Papaz; “Ölüleri dirilttiği, anadan doğma körlerin gözünü açtığı ve baras denilen, derideki çok kaşınan beyaz lekeleri iyi ettiği için, o tanrıdır. Böyle işleri ancak tanrı yapabilir” diye cevap verdi.
“Delil (alamet) bulunmayınca, medlûlün (delilin delâlet ettiği şeyin) bulunmayacağı söylenebilir mi? Delil bulunmayınca, medlûl de olmaz, var olmaz dersen, âlem yaratılmadan önce, yâni ezelde âlemi yaratanın yok olduğunu söylemiş olursun ki, bu bâtıldır. Çünkü, âlem (bütün mahlûklar), yaratanın varlığına delildir.
Delil bulunmayınca, medlûl bulunabilir dersen, ezelde mahlûklar yok iken yaratanın var olduğunu kabûl etmiş olursun. Fakat, Îsâ aleyhisselâm ezelde yok iken, ilâhın ona ezelde hulûl ettiğini söylersen, bunu delilsiz kabûl etmiş olursun. Çünkü, Îsâ aleyhisselâm sonradan yaratılmıştır. Ezelde var olması, delilin bulunmaması demektir. Tanrının Îsâ aleyhisselâma hulûl ettiğini delilsiz kabûl ediyorsun da, bana, sana, hayvanlara, otlara ve taşlara hulûl etmediğini nereden biliyorsun? Delilsiz, bunlara hulûl ettiğini niçin kabûl etmiyorsun?” diye sordum.
Papaz; “İlâhın, Îsâ aleyhisselâma hulûl etmesi ile sana, bana ve diğer varlıklara hulûl etmemesinin sebebi açıktır. Çünkü Îsâ aleyhisselâmda mûcizeler göründü. Sende, bende ve diğer varlıklarda böyle harikulade hâller görülmedi. Bundan ilâhın ona hulûl edip, bize ve diğer varlıklara hulûl etmediğini anlıyoruz” dedi.
“Îsâ aleyhisselâma hulûl etmesine delil olarak, onun mûcizeler göstermesi olduğunu söylüyorsun. Delil olmayınca yâni mûcizeler görülmeyince, hulûl edemeyeceğini niçin söylüyorsun? Sende, bende ve diğer varlıklarda hârikalar, mûcizeler bulunmadığı için tanrı bunlara hulûl etmez diyemezsin. Çünkü, delil olmadığı hâlde medlûl bulunabilir demiştik. Buna göre, ilâhın hulûl etmesi, delilin bulunmasına, yâni hârikaların, mûcizelerin görülmesine bağlı değildir. O hâlde, bana, sana, kediye, köpeğe, fareye de hulûl ettiğine inanman lâzım gelir. İlâhın, bu aşağı mahlûklara hulûl ettiğini inandırmağa varan bir din, hak din olabilir mi?
Asayı (bastonu) ejder, yılan yapmak; ölüyü diriltmekten daha güçtür. Çünkü baston ile yılan, hiç bir bakımdan birbirine yakın değildir. Mûsâ aleyhisselâmın asâyı ejdere çevirdiğine inanıyorsunuz da, ona, tanrı veya tanrının oğlu demiyorsunuz? Îsâ aleyhisselâma niçin tanrı veya şöyle böyle diyorsunuz?” dedim.
Papaz, bu sözüme karşı diyecek hiç bir şey bulamadı, susmağa mecbûr oldu.
Nâsârâ dediğimiz hıristiyanların dinlerinin esası olan ve İncîl dedikleri dört kitap, Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm ile gönderdiği asıl İncîl-i şerîf değildirler. Bu dört kitap, Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıktan sonra, dört kimse tarafından yazılmış birer târih kitabıdırlar. Bunlardan biri, Matta olup, havârîlerden biri imiş. Ahbaplarının arzu ve ısrarları üzerine, gördüklerini ve işittiklerini bildirmek için, Îsâ aleyhisselâmdan oniki sene sonra, Milad-i Îsâ isminde bir kitab yazmış. İkincisi, Markos olup, havârîlerden işittiklerini, yirmisekiz sene sonra yazmıştır. Üçüncüsü Luka olup, otuziki sene sonra, işittiklerini bildirmek için, İskenderiyye’de bir târih yazmıştır. Dördüncüsü Yuhannâ olup, havârîlerden imiş. Îsâ aleyhisselâmdan işittiklerini, semâya çıkarıldıktan kırkbeş sene sonra yazmış. Allahü teâlânın gönderdiği İncîl, ilâhî bir kitap idi. Bu dört kitabda ise, birbirlerine uymayan yalanlar doludur. Bunların hepsinde, Îsâ aleyhisselâmın çarmıha gerilerek öldürüldüğü yazılıdır. Kur'ân-ı kerîmde ise, başkasını öldürdükleri, Îsâ aleyhisselâmın diri olarak semâya kaldırıldığı açıkça bildirilmektedir. Bu dört İncîl de, Allah kelâmı olsalardı; Allah kelâmları arasında, birbirlerini yalanlayıcı haberler bulunmuş olurdu. Bu ise, olacak şey değildir. Bu kitaplarda, Îsâ aleyhisselâmdan işitmedikleri, hattâ semâya çıkarıldıktan sonra hâsıl olan şeyler de yazılıdır. Bunların misâlleri, İmâm-ı Kurtubî'nin “El-a'lam fi beyân-ı mâ-fî-din-in- nasârâ” kitabında ve İbn-ül-Kayyım-i Cevziyye'nin “Hidayet-ül-hiyârâ fî-ecvibet-il-yehud-i ven-Nasârâ” kitabında ve Sü'ûdî'nin “Tahcîl min-hasf-il-İncîl” kitabında ve Taşköprülü Ahmed Efendi ile Kâtib Çelebi'nin “Esamî-yül-kütüb” ve “Keşf-üz-zünûn” kitaplarında uzun yazılıdır. (rahmetullahi teâlâ aleyhim)
Asıl İncîl-i şerîf, hiç bir yerde mevcût değildir. Hattâ hıristiyanlardan bir kısmı, bu İncîl’in gönderildiğini inkâr etmektedir. Yahudiler, Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüs ettikleri zaman, bu İncîl’i yaktılar. Yâhud parçalayıp telef ettiler. Îsâ aleyhisselâmın dâvet zamanı üç sene kadar idi. Îmân edenler de az olmakla beraber, çoğu okumak, yazmak bilmez idi. Bunun için, İncîl-i şerîfin benzeri yazılmamıştır. Yalnız Îsâ aleyhisselâmın ezberinde idi. Yâhud, miladın üçyüzyirmibeş senesinde, İncîl denilen elli kadar kitap imhâ edilirken, onu da bâtıl zan ederek imhâ etmişler diyebiliriz.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Teslis İnancı, İlk defâ Yuhannâ İncîl’inde görüldüğü hâlde, Yuhannâ İncîl’inin içinde teslisi reddeden, Allahü teâlânın bir olduğunu ispat eden âyetler vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır.
Yuhannâ İncîl’inin 17. bâbının 3. âyetinde Îsâ aleyhisselâm; “Ey baba, ebedî hayat (ahiret hayatı), hakîkî bir Allah olan seni ve senin gönderdiğin Îsâ Mesîh'i bilmelerinden ibârettir” demektedir. Bu âyette, Allahü teâlânın hakîkî, ebedî hayat sâhibi, bir olduğu ve Îsâ aleyhisselâmın Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir resûl olduğu açıkça bildirilmiştir.
Bu âyete göre Yuhannâ İncîl’i, ebedî hayat yâni âhıret hayatına îmân etmeği yâni Allahü teâlânın varlığı ve birliği ve peygamberlere îmânı emredince, bunun aksi olan teslis inancının ebediyyen kabûlü mümkün olmayan bir hatâ olduğunu tembih eder. Yuhannâ'nın bu âyetinde, Îsâ aleyhisselâmın bir haberci, bir peygamber olduğu bildirilmiştir. Sonradan bunun tersini düşünmek ve buna inanmak; ebedî hayatı, âhıretteki sonsuz saâdeti yok etmektir. Îsâ aleyhisselâm burada tek mâbudun, tek ibâdete lâyık olanın Allahü teâlâ ve kendisinin de O'nun kulu ve resûlü olduğunu bildirmektedir. Allahü teâlâyı, bir olan Rab, kendisini de peygamber olarak kabûl edip, îmân edilmedikçe, ebedî hayatın, Cennet hayatının olamayacağını haber vermektedir. Îsâ aleyhisselâmın ve diğer bütün peygamberlerin aleyhimüsselâm haber verdikleri şey de zâten budur. Yâni Allahü teâlânın varlığına ve birliğine îmân ve O'nun peygamberini tasdik etmektir.
Markos İncîl’inin 12. bâbının 29. âyeti ve devamında, Îsâ aleyhisselâma, emirlerin en mühim ve birincisinin hangisi olduğunu soran bir yahudi âlimine, Îsâ aleyhisselâm; “Dinle ey İsrâil! Allah'ımız rab, bir olan rabdir. Ve Allah'ın olan rabbi, bütün kalbinle, bütün canınla bütün fikrinle ve bütün kuvvetinle seveceksin. İkincisi, komşunu kendin gibi seveceksin. Bundan daha büyük başka bir emir yoktur.” Yahudi ona; “Çok iyi ey Muallim. Hakikat üzere dedin ki, Allah birdir. O'ndan başkası yoktur ve O'nu bütün kalbinle, bütün fikrinle, bütün kuvvetinle sevmek ve komşunu kendin gibi sevmek, bütün yapılan ibâdetlerden ve kurbanlardan üstündür” dedi. Îsâ da onun akıllıca cevap verdiğini gördüğü vakit, kendisine; “Sen Allah’ın melekûtundan uzak değilsin” dedi, demekledir.
Matta İncîl’inin 22. bâbının 36, 37 ve 38. âyetlerinde, Îsâ aleyhisselâma; “Ey Muallim! Şeriatte en büyük emir hangisidir?” diye sorulunca; “Îsâ ona dedi: Allah'ın olan Rabbi; bütün kalbinle, bütün canınla, bütün fikrinle seveceksin. Büyük ve birinci emir budur” demektedir. 42. âyetinde ise, bütün şeriat ve peygamberlerin bu emre bağlı olduğu açıkça yazılıdır ve baba kelimesi Rab ve sâhib ve hâkim demektir. İnsanın babası demek değildir.
Tevrât’da, hakîkî İncîl’de, bütün semâvî kitaplarda ve bütün peygamberlerin şeriatlerinde açıkça bildirilen ilk emir ve vasiyet, tevhîddir. Yâni Allahü teâlânın varlığına ve bir olduğuna inanmaktır. Eğer ilk ve en mühim emir teslis olsaydı, Âdem aleyhisselâm ve ondan sonra gelen bütün peygamberler aleyhimüsselâm bunu açıkça beyân ederlerdi. O peygamberlerden hiç biri böyle bir şey bildirmedikleri için, teslis fikrinin hakîkatte mevcût olmadığı, sonradan meydana çıktığı anlaşılmaktadır.
Ahd-i cedîdin bu âyetleri, hıristiyanların (üç Allah'a îmân) fikrini kesinlikle ortadan kaldırmaktadır. Îsâ aleyhisselâm burada, bir olan Allahü teâlâya îmânı, O'nu her şeyden çok sevmeyi açıkça emretmektedir. Tevrât’ta da Allahü teâlânın bir olduğunu bildiren pek çok yerler vardır.
Kitab-ı istisnânın (Tesniyye'nin) dördüncü bâbının, otuzdokuzuncu âyetinde; “Ve bugün bil ve yüreğine koy, iyice inan ki, yukarıda, göklerde ve aşağıda, yerde rab o Allah’dır, başka yoktur” demektedir.
6. bâbının 4. âyetinde ise; “Dinle ey İsrâil! Rab, bir olan rabdır ve Allah'ın olan rabbi bütün kalbinle ve bütün canınla ve bütün kuvvetinle seveceksin” demektedir.
43. bâbın 10. ve devamındaki âyetlerinde; “Rab diyor: Siz şâhidlerim ve seçtiğim kulumsunuz. Tâ ki, bilip bana mânâsınız ve benim O olduğumu anlayasınız. Benden önce Allah olmadı ve benden sonra olmayacak. Ben, Rabbim ve benden başka kurtarıcı yoktur. Rab diyor, ben Allah'ım” demektedir.
45. bâbın 5. âyetinde; “Rab benim ve başkası yoktur. Benden başka Allah yoktur” demektedir.
Yine Kitab-ı Eş'iya’nın 45. bâbının 18. âyetinde; “Çünkü gökleri yaratan Rab, dünyâya şekil veren ve onu yaratan, onu pekiştiren ve onu boşuna yaratmayan, üzerinde oturulsun diye ona şekil veren Allah şöyle diyor: Rab, benim ve başkası yoktur” demektedir.
21 ve 22. âyetlerinde ise; “(Ben Rab değil miyim? Ve benden başka Allah yoktur. Benden başka hak Allah ve kurtarıcı yoktur. Ey yeryüzünde olanlar, hepiniz bana dönünüz ve kurtulunuz. Çünkü, Allah benim, ve başkası yoktur” demektedir.
48. bâbın 9. âyetinde ise; “Allah benim, başkası yoktur. Ben Allah'ım ve benim gibisi yoktur” demektedir.
Kitab-ı mukaddes’in Ahdi atîk kısmına da inanan hıristiyanlara, bu âyetler, Allah'ın bir olduğunu, eşi ve benzeri olmadığını kat’î (kesin) olarak bildirmiştir. Hıristiyanlar teslise, üç tanrıya inanarak bu âyetleri inkâr ediyorlar.
Markos İncîl’inin 13. bâbının 32. âyetinde, Îsâ aleyhisselâm; “Fakat bu gün ve bu saat (kıyâmet) hakkında ne gökteki melekler, ne oğul, Babadan başka kimse bir şey bilmez” demektedir. Ancak, Babanın (yani Rabbin) bildiğini, bildirmektedir.
Markos İncîl’inde bildirildiği gibi, Îsâ aleyhisselâm, kıyâmetin ne zaman kopacağını kendisinin bilmediğini, ancak Allahü teâlânın bildiğini haber vermiştir. Bunu herkese bildirmekten çekinmemiştir. Allah'ın oğlu ve Allah olduğuna inanılan kimse, bunu bilmez mi? Bâzı Hıristiyanlar, bunu çeşitli şekillerde tevil etmeye çalışmışlar ise de, yaptıkları tevilleri kendileri de beğenmemişlerdir.
Bu âyetler, ilim ve kudreti, Îsâ aleyhisselâmın kendisinden kaldırarak, Allahü teâlâya tahsis etmektedir.
Matta İncîl’inin 19. bâbının 16 ve 17. âyetlerinde; “Biri Îsâ'ya gelip dedi: Ey kerîm olan Muallim! Ebedî hayata kavuşmam için ne iyilik yapayım?” Îsâ ona dedi: “Niçin bana kerîm diyorsun? Bir olan Allah'tan başka kerîm yoktur” demektedir. Bu âyet, teslisi kökünden kazımaktadır.
Îsâ aleyhisselâmın bu sözleri, İngiliz ve Amerikan Bible (İncîl) şirketlerinin, 1303 kamerî (m. 1886) senesinde İstanbul'da bastırdıkları Kitab-ı mukaddesde aynen yazılıdır. Birleşmiş Kitab-ı Mukaddes Cemiyetleri'nin 1982 baskılı Kitab-ı mukaddesinde bu onyedinci âyeti; “Îsâ ona dedi: İyilik için neden bana soruyorsun? İyi olan biri vardır” olarak yazmaktadır. Görülüyor ki; “Bir Allah'tan başka kerîm yoktur” sözü değiştirilmiştir. Allah'ın bir olduğu sözü kaldırılmış, böylece Kitab-ı mukaddesin her asırda yapılan değiştirilmelerine, bir yenisi daha eklenmiştir.
Kitab-ı Eş’iya (İşâya) nın 40. bâbının 28. âyetinde; “Ey İsrâil! Bilmedin mi? İşitmedin mi? Dünyânın uçlarını (yeri, göğü) yaratan Allah zayıflamaz ve yorulmaz. O'nun hikmetinin derinliğine erişilmez” demektedir.
44. bâbının 6. âyetinde; “...Rab şöyle diyor: İlk, evvel benim ve âhır, son benim ve benden başka ilâh yoktur” demektedir.
Kitab-ı Ermiyâ (Yeremya) nın 19. bâbının 10. âyetinde; “Fakat Rab, hak Allah’dır. Hay, diri ve ebedî olan (yani kendisine ölüm gelmeyecek olan) meliktir. Gadabından dünyâ titrer ve bu hâle milletler dayanamaz. Gökleri ve yeri halk etmeyen ilâhlar, yerin ve göklerin altında mahvolacaktır. Rab, yeri, kuvveti ile yarattı. Dünyâyı hikmeti ile tesis etti. Gökleri ilmi ile yaydı” demektedir.
Ahd-i atîkin bu âyetlerinden de anlaşılacağı gibi, Allahü teâlâ birdir, sonsuz kuvvet sâhibidir. Hıristiyanlar, Allah kabûl ettikleri Îsâ aleyhisselâmı öldürmekle (öldürüldüğünü, haça gerildiğini söylemekle) kalmazlar. Aynı zamanda, öldükten sonra da, insanların günâhlarına keffâret olarak Cehennem’e sokarlar. Îsâ aleyhisselâmın Cehennem’e gireceğine Petrus'un birinci mektubunun 3. bâbının 18. ve 19. âyetlerini delil getirirler.
Rahmetullah Efendi (rahmetullahi aleyh) İzhâr-ül hak kitabında, hıristiyanların bu îtikatlarını ve papazların bu husûstaki yazılarını ve cevaplarını bildirirken diyor ki: Meşhûr papaz Martiros bir toplantıda; “Îsâ hiç şüphesiz bizler için insanlığı kabûl etmiştir. Bunun için, insanlara gelen ve gelecek olan bütün dert ve belâlara katlanması lâzım idi. Nitekim hepsine katlandı. Onun için, Cehennem’e girdi ve azâb olundu. Cehennem’den çıkarken, kendisinden önce Cehennem’e girmiş bulunanların hepsini de beraber çıkardı” demiştir. Bu husûsta hıristiyan fırkaları arasında îtikâd farklılıkları vardır. Böyle inandıkları bir zâtı her yerde, her an, hâzır ve nâzır, her şeye hâkim ve mâlik bir Allah kabûl etmektedirler.
Yuhannâ İncîl’inin 20. bâbının 14. ve sonraki âyetlerinde; “Îsâ aleyhisselâm Meryem'e göründü. Ve ona; Daha Babamın yanına çıkmadım. Fakat kardeşlerime (havârîlere) git ve onlara söyle; Benim Babama ve sizin Babanıza, benim Allah'ıma ve sizin Allah'ınıza çıkıyorum dedi” demektedir.
Bu âyetlerden anlaşılıyor ki, Îsâ aleyhisselâmın kendine oğul ve Allahü teâlâya, baba tabirini kullanması, yalnız kendisi için değildir. Konuştuğu şîvenin, lisânın bir husûsiyeti olarak kullanılan, mecazî bir tabirdir. Bu sözün, zâhirî mânâsına göre, Îsâ aleyhisselâmAllahü teâlâya oğul olmakta ise de, aynı âyetlerde; “Benim Allah'ım ve sizin Allah'ınız” diyerek, Allahü teâlâyı mâbud, ilâh tanımaktadır. Ayrıca, kendisi ile havârîleri bir saymış, ortak yapmıştır.
“Benim Babama ve sizin Babanıza” dedikten sonra, bu sözünden maksat, benim Allah’ım ve sizin Allah'ınız demek olduğunu, tek bir Allah'ın kulları olduklarını söylemiştir. Böylece kullukta havârîler, Îsâ aleyhisselâma ortak olmuşlardır. Îsâ aleyhisselâmAllahü teâlâ için; “Babama” demesi sebebiyle ilâh olarak kabûl edilirse, “Babanıza” dediği için de, havârîleri ona ortak birer ilâh kabûl etmek lâzım gelir. Îsâ aleyhisselâm hayatta iken, havârîlerden hiç biri onu bir ilâh, bir Allah olarak kabûl etmemiş, ona -haşa- Allah'ın oğlu dememiştir. Bu vasıf hıristiyanlara göre, öldükten ve göğe çıkarılmasından çok sonra kendisine verilmiştir. Bunlar da gösteriyor ki, Îsâ aleyhisselâm, Allah değildir. İbnullah yâni Allah'ın oğlu da değildir. Ancak, Abdullah’tır. Yâni Allah'ın kuludur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget