Îsâ aleyhisselâma gönderilen İncîl tek kitaptı. İbranî dilinde olan bu hakîkî İncîl, bugün mevcût değildir.
Bolüs (Paulos) adındaki bir yahudi, Hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve hıristiyanlığı yaymaya çalışıyor görünerek, gökten inen İncîl’i yok etti. Dört kişi ortaya çıkıp, oniki havârîden işittiklerini yazarak, İncîl adında dört kitap meydana geldi ise de, Bolüs'ün yalanları, bunlara da karıştı. Böylece Îsâ aleyhisselâmın hak olan dîni, az zaman sonra yahudiler tarafından sinsice değiştirildi. Barnabas adındaki bir havârî, Îsâ aleyhisselâmdan işittiklerini ve gördüklerini doğru olarak yazdı.
Yahudi olan Bolüs'ün yaptığı tahrifatların yanında, İncîl’in bozulmasında başka sebepler de tesirli oldu. İncîl üzerinde yapılan ilmî tetkiklerden de anlaşılacağı gibi, İncîl, Yunanca'ya ve Latince'ye çevrilince, o zamana kadar yüzlerce tanrısı olan putperest Romalılar ve Yunanlılar, ilâh adedini -haşa- çoğaltmak istediler. Doğru İncîl’deki tek Allah inancının Yunanca tercümede üçe çıkarılmasına, Yunanlıların Eflatun felsefesine bağlı olmaları sebep olmuştur.
Bilindiği gibi, hıristiyanlık akîdesinin (inancının) esası olan mukaddes kitaplar, Ahd-i atîk ve Ahd-i cedîd ismiyle iki kısma ayrılır: Ahd-i atîk (Eski ahid) ismindeki kısmı, semâvî kitap olan Tevrât’dan alındığı bildirilen parçalar ile, bâzı Benî İsrâil peygamberlerine isnat edilen hikayelerden meydana gelmiştir. Ahd-i cedîd (Yeni ahid) ise, dört İncîl ile, bâzı havârîlerin ve Bolüs'ün etrâflarındaki yerlere gönderdiği iddia edilen bir kısım mektuplar gibi risalelerden ibârettir. Ahd-i atîk kitaplarının tahrif edildiği, hıristiyanlar tarafından da, tasdik edilmiştir.
“Îsâ'nın Hayatı”, “Hıristiyanlık Tâlimi”, “Îsâ'nın Yeni Hayatı” gibi, eserler neşretmiş olan Alman protestan târihçilerinden Strauss şöyle demektedir: “İsevîliğin ilk yayıldığı zamanlarda hıristiyanlar, yahudiler tarafından çeşitli zamanlarda değiştirilmiş olan Ahd-i atîk'i Yunanca'ya tercüme ettiler. Bu tercüme o zaman, Benî İsrâil'in ellerindeki İsrâiliyyat kitaplarına uymuyor diye, yahudiler buna karşı çıktılar. Hıristiyanlar yahudileri susturacak cevaplar bulmak için, Ahd-i atîk'in bu Yunanca tercümesine, yeniden ilaveler yaptılar.
Meselâ, Îsâ aleyhisselâmın babaları diyerek, bâzı isimler Zebur'a sokuldu. Îsâ aleyhisselâmın Cehennemlere girmesi kısmı, Ermiyâ kitabına yerleştirildi. Yahudiler bu tahrifleri görüp; “Bunlar bizim kitaplarımızda yoktur” diye feryâd ettikçe, papazlar; “Ey Allah'tan korkmaz hîlekârlar! Siz kütüb-i mukaddeseyi tahrif etmeğe cesâret ediyorsunuz" diye yahudilere saldırdılar. Daha sonra, hıristiyanlarla yahudiler arasındaki bu çekişme ilerledi. Hıristiyan papazlardan bir kısmı da şüphe ve tereddüde düştü. Böylece hıristiyanlar pek çok fırkalara bölündüler. Bu ihtilaflar, aralarında büyük harblerin yapılmasına sebep oldu.
Miladî 325 senesinde Bizans imparatoru Büyük Konstantin'in emri ile üçyüzondokuz papaz, İznik’te bir mecliste toplandılar. Her birinde pek çok şüpheler ve zıtlıklar bulunan İncîl nüshaları hakkında meşveret ve tahkik için işe başladılar. Bu mecliste, papazlar, Hazret-i Îsâ'nın ulûhiyyetini kabûl ettikleri gibi, İsrâiliyyat kitaplarından tercüme ettikleri kısımları da karıştırarak İncîlleri dörde indirdiler. Kabûl ettikleri bu nüshaların dışındaki diğer nüshaların şüpheli olduklarına karar verdiler.
364 senesinde Lodisiye isimli bir meclis daha toplandı. Bu meclis, Ahd-i atik kitaplarını kabûl ettikten sonra, İznik meclisinde reddedilen yedi adet İncîl kitabının da sıhhat ve doğruluğunu kabûl etti. Bunlar; “Kitab-ı Ester, Risâle-i Ya’kûb, Petrus'un ikinci risalesi, Yuhannâ'nın ikinci ve üçüncü risalesi, Yehuda risalesi, Paulos'un İbranîlere yazdığı risâle”dir. Bu kitapların ve mektupların doğruluğunu her yere îlân ettiler. Yuhannâ'nın müşâhedeler yâni vahiy kitabı 325 ve 364 senelerinde toplanan her iki mecliste de kabûl edilmeyip, şüpheli kaldı.
Bundan sonra 397 senesinde Kartaca'da, yüzyirmialtı kişiden müteşekkil bir meclis daha toplandı. Bu meclis, önceki iki meclisin şüpheli, uydurma gözü ile bakıp, reddettikleri kitaplardan, bir kaç tanesinin daha doğruluğunu kabûl etti. Bunlar “Kitab-ı Tûbiya, Kitab-ı Bârûh, Kitab-ı Kilisâî, Kitab-ül-Makâbiyyîn, Kitab-ı Muşahedât-ı Yuhannâ, yâni Vahiy kitabı”dır. Kartaca meclisinde bu kitapların kabûlünden sonra, şüpheli denilmiş olan kitaplar, bütün hıristiyanlarca makbûl oldu. Bu hal, binikiyüz sene kadar böylece kaldı. Protestanlığın ortaya çıkması ile Kitab-ı Tûbiya, Kitab-ı Bârûh, Kitab-ı Yehudiyyet, Kitab-ı Vezdüm, Kitab-ı Kilisâî, Kitab-ül Makâbiyyin-i evvel ve sâni hakkında büyük tereddütler meydana geldi. Protestanlar, daha önce hıristiyanların kabûl ettikleri bu kitapların doğru olmadığını ve reddedilmelerinin lâzım olduğunu söylediler. Kitab-ı Ester'in bâzı bâblarını red, bâzı bâblarını kabûl ettiler. Red ve inkarlarını ise çeşitli deliller ile ispat ettiler. Bunlardan birisi, bu kitapların aslının İbranî ve Keldanî lisânları ile olduğu ve şimdi bu lisânlarda mevcût böyle bir kitabın olmamasıdır.
Protestanlar, binikiyüz seneden beri, bütün hıristiyanların rûh-ül-kuds (kutsal rûh) ile ilham olunmuş zannettikleri ve verdikleri kararları, Hıristiyanlığın esası kabûl ettikleri Konsil yâni eski rûhban meclislerinin, yanlış ve bâtıl şeyler üzere icma ve irtifakta bulunduğunu kabûl ve îtirâf ettiler. Böyle olmakla beraber, yine o meclislerin akıl ve kabûlden çok uzak olan, bir çok kararlarını kendileri de kabûl ettiler. Böylece birbirine zıt esaslar üzerine kurulmuş ve misli görülmemiş bir yola girdiler.
Hıristiyanlar, gerek Ahd-i atik, gerekse Ahd-i cedîd kitaplarından îmân esaslarını tespit etmektedirler. Bu kitaplar, şüphe ve tereddütlerden uzak değildir. Hiç birisinin, aslının sahih bir senet ile zamanımıza kadar geldiği de doğrulanmamıştır. Yâni adil kimselerce Îsâ aleyhisselâmdan, zamanımıza kadar ulaştırılmış değildir. Bilindiği gibi, bir kitabın doğruluğunun ve semâvîliğinin yâni Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş olmasının kabûlü; “Şu kitap falan peygamber vâsıtası ile gelmiş, değiştirilmekten ve bozulmaktan uzak, muttasılan sağlam senet ile, adil kimseler tarafından rivâyet edilerek bize kadar ulaşmıştır” diye bildirilmesine bağlıdır. Akl-ı selim sâhibi olanlara, sağlam delillerle bu husûs ispat edilmedikçe, o kitap hakkında şüphe ve tereddütler yok olmaz. Çünkü, sâdece kendisine ilham geldiği zannedilen şahıslara isnat edilen bir kitap, o şahsın bizzat kendisinin tasnif etmiş olduğunu ispata kâfi değildir. Ayrıca bir veya bir kaç hıristiyan fırkasının taassup ve gayret ile, mücerret olarak doğruluğunu iddiaları da, bu kitapların sıhhatini ispata kâfi değildir. Hıristiyan papazların Kitab-ı Mukaddeslerinin sıhhatini geçmiş peygamberlerden veya havârîlerden birine isnattan başka ortaya koyacakları bir delilleri yoktur. Bu iddiaları, îtikâd (iman) esaslarını beyân eden ve doğruluğunda kalblerden şüpheleri giderecek, ikna edici delillerden değildir. Hiç bir akıl sâhibi, kendisini dünyâda rahata ve huzûra, âhırette de, azâbdan kurtaracak ve sonsuz saâdete kavuşturacak dîni, zayıf esaslar üzerine kurarak, emîn ve rahat olamaz. Halbuki, Ahd-i atîk'in içindeki kitapların birçoğunu ve Ahd-i cedîd kitaplarından, Hazret-i Îsâ ve Hazret-i Meryem'e âit olan ve o asırlardan bahseden yetmişi aşkın hattâ bâzıları bugün mevcût olan kitapları hıristiyanlar inkâr edip bunlar uydurulmuş yalanlardır, demektedirler.
Cîrum (Jerome) yazdığı bir makalesinde; Eski hıristiyan âlimlerinden bâzıları Markos İncîl’inin son bâbının ve bâzıları Luka İncîl’inin yirmiikinci bâbının bâzı âyetlerinde ve bâzıları yine Luka İncîl’inin ilk iki bâbının doğruluğunda şüpheye düştüler. Hıristiyanların Marsiyon (Marcion) fırkasının ellerinde bulunan İncîl nüshalarında bu iki bâb yoktur demektedir. Bugün hıristiyanlar dört İncîl’i kabûl etmektedirler:
1- Matta İncîl’i: Filistinli olan Matta, Îsâ aleyhisselâmı yalnız göğe çıktığı sene görmüş ve bundan sekiz sene sonra, birinci İncîl’i yazmıştır. Burada Hazret-i Îsâ'nın, Filistin'de doğumunda görülen şaşılacak şeyleri ve yahudi pâdişahı Herod'un, onu çocuk iken öldürmek isteyince, annesi Hazret-i Meryem'in oğlunu alıp, Mısır'a götürdüğünü yazmaktadır. Hazret-i Meryem, oğlu göğe çıktıktan altı sene sonra vefât etti. Kabri Kudüs'tedir.
Matta İncîl’inin 9. bâbının, 9. âyetinde şöyle yazılıdır: “Ve Îsâ oradan geçerken gümrük yerinde oturan ve Matta denilen bir adam görüp, ona, bana tâbi ol, ardımca gel deyince, o da kalkıp ona tâbi oldu, ardınca gitti.” Buradan anlaşılıyor ki, bu İncîl’i başka bir Matta yazmıştır. Şâyet bu cümleleri yazan Matta'nın kendisi ise, niçin kendisi olduğunu söylemeyip, bir başka Matta gibi söylemiştir. Eğer, bu İncîlli yazan Matta'nın kendisi olsa idi, hâdiseyi, “Ben gümrük yerinde oturur iken, Îsâ (aleyhisselâm) oradan geçiyordu. Beni gördü ve bana tâbi ol, ardımca gel dedi. Ben de, kalkıp ona tâbi oldum, ardınca gittim” şeklinde zikretmesi icâb ederdi.
Matta İncîl’inde, Îsâ aleyhisselâmın ağzından söylenilen her makale, o kadar, uzundur ki, bunların her birini, bir mecliste ve bir defâda söylemek mümkün değildir. Yine bu husûsta 10. bâbda havârîlere verdiği nasîhatler ve talimât 5, 6, ve 7. bâblarında devamlı söylediği sözler ve 23. bâbında Ferîsîlere hitâben yaptığı azarlamalar ve 8. bâbında devamlı getirdiği misâller, şüphesiz birer mecliste vâki olan şeyler değildir. Bunun delili de bu sözler ve getirdiği misâllerin, diğer İncîllerde değişik pek çok meclise taksim edilmesidir. Buradan anlaşılıyor ki, bu İncîl’in müellifi Îsâ aleyhisselâmın devamlı arkadaşı olan gümrükçü Matta değildir.
Matta İncîl’inde zikredilen, Îsâ aleyhisselâmın; körleri, baras ve cin çarpmış kimseleri iyi etmesi ve mûcize olarak fakirlere yemek yedirmesi hep ikişer mahalde beyân edilmiştir. Halbuki Markos ve Luka İncîllerinde bu vakalar yalnız bir mahalde zikredilmişlerdir. Bundan anlaşılıyor ki, Matta'ya nispet edilen İncîl’in müellifi, bu kitabı yazarken, iki mehaza müracaat edip, bir vakayı ikisinde de görmüştür. Ancak, yanlış anlama sebebi ile birbirinden farklı zannederek kitabına yazmıştır.
Matta İncîl’inin 10. bâbının 5. âyetinde, Hazret-i Îsâ'nın, resûllere yâni havârîlere, putperest milletlere (dine dâvet için) gitmemelerini ve Sâmirîlilerin şehirlerine girmemelerini tembih ettiği yazılıdır. Daha sonra ise, kendisinin putperest yüzbaşının hizmetçisine ve Kenânlı bir kadının kızına şifâ verdiği bildirilmektedir.
7. bâbın 6. âyetinde; “Mukaddes şeyleri köpeklere (putperestlere) vermeyin ve İncîllerinizi domuzların önüne atmayın” dediği hâlde. 28. bâbının 19. âyetinde ise; “Siz gidip bütün milletleri şakird edinin... Dininizi onlara öğretin” demektedir.
10. bâbının 5. âyetinde; “Milletler yoluna gitmeyin ve Sâmirîlerin şehirlerinden hiç birine girmeyin” diye emredildiği hâlde, 24. bâbın 14. âyetinde ise; “İncîl, bütün milletlere vâz edilecektir ve sonu kurtuluş olacaktır” demektedir. Bu ve yukarıdaki âyetler, birbirine tamâmen zıttır.
Bunlar ve bunlar gibi sayısız ihtilaf ve tenakuzlar bu İncîl’de tekrarlanmıştır. Bu ilaveler, Matta İncîl’inde tahrif yapıldığını hiç şüphe bırakmayacak şekilde ispat etmektedir. Bâzı mühim hâdiseler diğer İncîllerde mevcût olduğu hâlde, Matta İncîl’inde yoktur. Meselâ, Îsâ aleyhisselâm tarafından yetmiş şakirdin seçilmesi, Mele-i havârîyyûnda urûcu, bayram yapmak için iki kere Yerûşâlim'e (Kudüs'e) gelmesi ve Luazer'in mezârdan kalkması kısımları bu İncîl’de yoktur. Bunun için Matta İncîl’inin havârîlerden Matta'ya isnadı yâni Matta'dan rivâyet edildiği şüphelidir.
Hıristiyan papazların eskileri ve sonra gelenleri ittifâk ile bildiriyorlar ki, Matta İncîl’i İbranîce idi. Hıristiyan fırkaları, birbirlerinden ayrılmaları sebebi ile, sonradan bu asıl nüshayı kaybettiler. Bugün mevcût olan Matta İncîl’i, İbranîce asıl nüshanın tercümesidir. Bu tercümeyi yapanın kim olduğu da belli değildir. Zamanımıza kadar müterciminin kim olduğunun bilinmediğini, hıristiyan papazların ileri gelenlerinden olan Cîrum da îtirâf etmektedir.
Markos İncîl’i: Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra İsevî olmuş, tercümânı olduğu Petrus adındaki havârîden işittiklerini İncîl ismi ile yazmıştır. Markos'un havârîlerden olmadığında, bütün târihçiler ittifâk hâlindedir. Sâdece havârîlerden Petrus'un tercümânıdır.
Paypas diyor ki: “Markos, Petrus'un tercümânı idi. Markos, Îsâ aleyhisselâmın sözlerini ve fiillerini mümkün mertebe, doğrudur diyerek ezberden yazdı. Fakat intizamlı, düzgün bir şekilde yazmadı. Çünkü kendisi ne hazret-i Îsâ'dan işitti, ne de onun yanında bulundu. Dediğim gibi, Markos yalnız Petrus'un arkadaşlarından idi. Petrus ile konuştuğu şeyleri ve Îsâ aleyhisselâmın sözlerini içerisine alan bir kitap olsun diye tertipli ve düzgün söylemeyip, icâb ettiği vakit ve meclise göre söyledi. Bunun için, eğer Markos kitabında bâzı husûsları üstâdı Petrus'tan öğrenmiş gibi yazarsa, onu ayıblamamalıdır. Çünkü Markos işittiği şeyleri unutmayarak, değiştirmeyerek yazmaya lüzum görmemişti.”
Markos İncîl’ine eski hıristiyan âlimler, çok fazla şerhler yazdılar. Bunlardan İren diyor ki: “Markos, ezberlediği şeyleri Petrus ve Paulos'un vefâtlarından sonra yazdı.” İskenderiyyeli Kalman diyor ki: “Petrus daha Roma'da vâz verirken, Petrus'un talebeleri, Markos'a ricâ ettiler. O da, İncîl’ini yazdı. Petrus kitabın yazıldığını işitti. Fakat yazıp-yazmaması için bir şey demedi.”
Târihçi Ousb diyor ki: “Petrus bu hâli işitince, talebelerinin bu gayretine memnun oldu. Kiliselerde onun okunmasını tembih etti.” Halbuki Markos'un İncîl’i, Petrus'un risalelerinden (mektuplarından) ziyâde, Matta'nın İncîl’inin taklididir yâni ona benzetilmiştir. Buna göre, Paypas'ın Markos yazdı dediği kitap, elde bulunan ikinci İncîl’den başkadır.
Markos İncîl’inin 6. bâbının 17. âyetinde; “Fakat, Hirodes kardeşi Filupus'un zevcesi Hirodia ile evlenmişti. Bunun için Yahyâ'yı tutturup zindana hapsetti. Çünkü Yahyâ, Hirodes'e, kardeş hanımı ile evlenmek câiz değildir, derdi demektedir. Bu tamâmen yanlıştır. Çünkü Yosibis târihinde, 18. kitabın 5. bâbında, Hirodia'nın zevcinin ismi Filupus olmayıp, Hirius olduğu açıkça bildirilmektedir. Bu hatâ, Matta İncîl’inde de vardır. Hattâ 1821-1844 senelerinde basılan Arabca tercümenin mütercimleri, bu âyeti tahrif ederek, Matta ve Luka'nın ibarelerinde olan Filupus kelimesini düşürmüşler ise de, diğer senelerdeki tercüme nüshalarında mevcûttur. Nortin (Norton) 1253 (m. 1837) senesinde Boston'da basılan kitabının 70. sahifesinde Markos İncîl’i hakkında şöyle diyor: “Bu İncîl’de tahkîke muhtâç ibareler vardır ki, bunlar 16. bâbının 9. âyetinden sonuna kadar olan âyetlerdir.” Metinde bir şek ve şüphe alâmeti göstermeyip, şerhinde bu âyetlerin İncîl’e sonradan sokulduğunu söyleyen ve bunun delillerini sıralayan Nortin, hayretini bildirerek, şöyle demektedir: “Kitapları istinsah eden kâtiplerin âdetlerini incelediğimiz zaman, onların metinlerdeki ibareleri anlayıp yazmaktan ziyâde, metinlere kendi fikirlerini sokmaya çalıştıklarını görürüz. Bu husûs bilinince, İncîl’deki ibarelerin niçin şüpheli olduğu anlaşılmış olur.”
Luka İncîl’i: Antakyalı olan Luka, Îsâ aleyhisselâmı görmemiş, Îsâ aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra münâfık olan Bolüs tarafından güyâ hıristiyanlık dînine alınmış ve onun (bozuk) fikirleriyle aşılanarak, Allahü teâlânın kitabını büsbütün değiştiren bir İncîl yazmıştır.
Luka'nın, havârîlerden olmadığı muhakkaktır. Luka İncîl’inin başında diyor ki: “Ey fazîletli Teofilos! Kelâmın vekilleri, hizmetçileri olup, gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre, aramızda vâki olan şeylerin hikayesini tertip ve tahrîr etmeğe bir çok kimseler giriştiğinde, ben de tâ başından beri olanların hepsini dikkat ile araştırıp, tahkik ederek, olduğu gibi, sırası ile sana yazmağı uygun gördün.” (Luka: bâb 1, âyet 1-4)
Bu ibareden bir kaç mânâ anlaşılıyor:
Birincisi: Kendi zamanında daha bir çok kimseler İncîl yazdıkları sırada, Luka da bu İncîl’i yazmıştır.
İkincisi: Havârîlerin kendi elleri ile yazdıkları hiç bir İncîl bulunmadığını, Luka işâret etmektedir. Zirâ; “Kelâmın vekilleri ve gözleri ile görmüş olanların bize naklettiklerine göre” cümlesi ile, İncîl yazanları gözleri ile görenlerden tefrik etmiş, ayırmıştır.
Üçüncüsü: Kendisi için havârîlerden birinin şakirdi, talebesiyim demez. Çünkü o asırda havârîlerden birine isnat edilen pek çok telifler, yazılar, risaleler bulunduğundan, öyle bir senedin yâni havârîlerden birinin talebesi olduğunu bildirmesinin, kendi kitabı için, başkalarının itimadına sebep teşkil edeceğini ümîd etmemiştir. Belki her husûsu kendisi araştırarak, esasından öğrendiğini, daha kuvvetli bir delil olarak göstermiştir.
Dikkat edilecek bir husûs da şudur: Bugün ellerde mevcût olan İncîllerin her yeni baskısında, îtirâz edilen ibareleri münâsip bir kelime ile değiştirerek tahrif etmek, protestan papazların âdetleri olduğu gibi, Maârif nezaretinin 1301 târihli ve 572 numaralı rûhsatı ile İngiliz ve Amerikan Bible şirketlerinin, 1303 (m. 1886) senesinde İstanbul'da bastırdıkları Türkçe İncîl nüshasında dahî bu ibareyi başka şekle sokmuşlardır. “Bütün husûsları en ince noktalarına kadar bildiğim üzere” ibaresi yerine; “Benim de başından beri bütün husûslara dâir tam bir vukufum, bilgim bulunduğundan” ibaresi konularak, mânâyı maksatlarına göre değiştirmişlerdir. Fakat, Fransızca nüshalarda ve Almanya'da basılan nüshalarda bu ibare, yukarıdaki gibidir.
Luka'nın 2. bâbının başında; “O günlerde bütün dünyânın tahrîr-i nüfûsu yapılsın diye Kayser Augustus tarafından fermân çıktı. Kirinius, Suriye valisi iken, yapılan ilk tahrir bu idi” diye bildirilen 1 ve 2. âyetleri de yanlıştır. Zirâ Romalılar, bütün dünyâya hiç bir zaman hâkim olamamışlardır ki, bütün dünyânın tahrîr-i nüfûsuna fermân çıksın. Hattâ protestan papazları, âdetleri üzere bu soruyu geçiştirmek için, 1886 senesinde İstanbul'da bastırdıkları Ahd-i cedîd nüshasında bu ibareyi tahrif edip; “O günlerde Kayser olan Augustus tarafından bütün dünyânın deftere kaydedilmesi bâbında fermân çıktı” şeklinde yazdılar. Fakat, 1243 (m. 1827) senesinde İngiltere cemiyetinin Paris’te bastırdığı Türkçe nüshada, bu ibare; “Ve o günlerde vâki oldu ki, Kayser Augustus tarafından bütün dünyâyı tahrir etmeğe fermân çıktı. Yûsuf dahî tahrir olunmak için hâmile olan nişânlısı Meryem ile Beyt-i Lahm denilen Dâvûd'un şehrine çıktı” şeklinde yazılıdır. Bundan sonra yazılan tahrir maddesi incelenmeğe başlayınca; ne Luka'ya muasır olan eski Yunan târihçilerinden bir kimse, ne de Luka'dan biraz önce geçen târihçiler bu tahrîr-i nüfusa dâir bir söz söylememişlerdir. Kirinius ise Îsâ aleyhisselâmın doğumundan onbeş sene sonra Suriye'ye vali olduğundan, tahrîr-i nüfûs işi şüpheli vukû bulmuş ise de, Kirinius zamanında olamıyacağı açıkça ortadadır.
Yuhannâ İncîl’i: Yuhannâ, Îsâ aleyhisselâmın teyzesinin oğlu olup, Hazret-i Îsâ'yı bir kaç kere görmüştür.
Yuhannâ'ya nispet edilen dördüncü İncîl’in ortaya çıkmasına kadar; Îsâ aleyhisselâmın dîni, esasen Mûsâ aleyhisselâmın şeriatinden ayrılmayıp, tevhid esasına dayanıyordu. Çünkü, üç uknum yâni teslisten ilk defâ bahseden, Îsâ aleyhisselâma inananlar arasına teslis (üç ilâha inanmak) akidesini (inancını) sokup, onları Îsâ aleyhisselâmın dîninden ayıran Yuhannâ İncîl’idir. Bu sebep ile, Yuhannâ İncîl’inin aslının doğruluğu üzerinde araştırma, inceleme yapmak gâyet mühimdir.
Bu kitap, Zeydî oğlu Yuhannâ'ya âit değildir. İkinci asırdan sonra, aslı meçhul bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır. Bu husûsu, asrımız târihçilerinden Avrupalı müsteşrikler çeşitli delillerle ispat etmişlerdir.
Birinci delil; Yuhannâ İncîl’inin başında; “Kelâm başlangıçta var idi ve kelâm Allahü teâlânın nezdinde, indinde idi ve kelâm Allah idi” sözleri yazılıdır. Bu sözler, ilm-i kelâmın ince mes’elelerinden olup, diğer İncîllerin hiç birinde yoktur. Eğer bu sözler Îsâ aleyhisselâmdan işitilmiş olsaydı, diğer İncîllerde de bulunurdu. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, havârîlerden Yuhannâ olmayıp, Roma ve İskenderiyye mekteplerinde Eflatûn'un üç uknum felsefesini okumuş bir kimsedir.
İkinci delil: Yuhannâ İncîl’inin 8. bâbında, 1. âyetten 11. âyete kadar olan, zina eden kadın hakkındaki yazılarını, bütün hıristiyan kiliseleri kabûl etmeyip, reddetmekte ve bu yazılar İncîl’den değildir demektedirler. Bundan anlaşılıyor ki, bunu yazan, eline geçirdiği bir çok İncîllerden toplayıp, gözüne ilişen bir çok şeyleri de ayrıca kitabına koymuş veya kendinden sonra bir başkası bu kısımları ilave etmiştir. Halbuki birinci hâle göre, müellif doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayarak bir mecmua yazmış olacağından, yazdığı bu mecmuada kabûle şayan olmayan şeyler olması mümkündür. İkinci hâle göre, bu İncîl’in tahrif edilmiş olduğunu îtirâf etmek lâzım gelir. İki hâle göre de, aslı şüpheli ve inanılmağa lâyık değildir.
Üçüncü delil: Diğer İncîllerde getirilen bâzı misâllerin ve ahvâlin ve mûcizelerin, bu İncîl’de bulunmayıp, diğerlerinde bulunmayan bir çok şeylerin de bu İncîl’de bulunmasıdır. Luazer'in diriltilmesi, suların şaraba çevrilmesi ve çarmıhta iken sevdiği şakirdi ile annesini birbirilerine emânet etmesi gibi şeyler, sâdece Yuhannâ İncîl’inde bulunup, diğer İncîllerde yoktur.
Dördüncü delil: Eski hıristiyanlardan ne Paypas, ne de Justen bu İncîl’i gördüklerine dâir herhangi bir şey bahsetmemişlerdir. Hususen Justen de, Yuhannâ İncîl’ini yazanın Yuhannâ olmadığını tasdik ettiği hâlde, bu İncîl hakkında bir şey söylemez.
Beşinci delil: Diğer üç İncîl’de toplanan ve anlatılan haberlerin anlatılış tarzı ile, Yuhannâ İncîl’inin anlatış tarzı, tamâmen birbirlerine zıttır. Meselâ, diğer üç İncîl’de Îsâ aleyhisselâm halkın terbiyesini isteyen bir muallim gibi, Ferisîlerin riyâkar hâllerine îtirâz eder. Kalbin tasfiyesini yâni temizlenmesini Allahü teâlâya yaklaşmayı, insanları sevmeyi, güzel ahlâkı emreder ve Mûsâ aleyhisselâmın şeriatine zıd olan temayüllerden nehyeder. Halka öğrettiği şeyleri ve nasîhatleri gâyet açık ve tabiî ve herkesin anlayabileceği şekildedir. Bu üç İncîl, her ne kadar bâzı haberlerde birbirine zıt ve muhalif iseler de, müttefik oldukları husûslarda, hepsinin bir kaynaktan çıktığı anlaşılmaktadır. Fakat, Yuhannâ İncîl’i böyle olmayıp, gerek ifâde şekli, gerekse Îsâ aleyhisselâmın ahlâk ve davranışları husûsunda, bambaşka bir yol tâkip eder. Bu İncîl’de hazret-i Îsâ; Yunan felsefesini bilen, gâyet ince, güzel konuşan bir kimse olarak gösterildiği hâlde, onun sözleri, Allah korkusu ve güzel ahlâklı olmak gibi husûslarda olmayıp, kendi şahsının yüksekliğinden bahsetmektedir. Bunu da, insanlar arasında bilinen şekli yâni Mesîh'in konuşma tarzı olan kelime ve tabirlerle söylemez. İskenderiyye mekteplerinde kullanılan kelime ve cümlelerle anlatır. Bu sözleri diğer üç İncîl’de gâyet açık ve sade olduğu hâlde bu İncîl’de kapalıdır. Mühim ve çok defâ iki mânâya gelen ve husûsi bir şekilde düzülmüş, muntazam tekrarlar ile doludur. Yuhannâ'da kullanılan üslûp, kalpleri kendisine çekecek yerde, red ve nefret uyandırır. Eğer bu İncîl, şimdiye kadar bir yerde gizlenmiş ve bugün ansızın ortaya çıkmış olsa idi, bunun havârîlerden birinin telifi olduğuna kimse inanmazdı. Fakat, asırlardan beri işitilmiş olduğundan, bu gariplikleri hıristiyanlar göremezler. Bu İncîl’de görülen hatâlar, diğer İncîllerde görülenlerden daha çoktur.
Yuhannâ'ya nispet edilen bu İncîl’de sağlam bir rivâyet senedi yoktur. Markos İncîl’i gibi, tahkike muhtâç, müphem, hattâ birbirine zıd ibareleri vardır. Meselâ:
Birincisi: Bu İncîl’de, Yuhannâ'nın, gördüğü şeyleri yazmış olduğuna dâir açık bir delil yoktur. Bir şeyin aksi ispat edilmedikçe eski hâlinin doğruluğuna hükmedilir.
İkincisi: Yuhannâ'nın 21. bâbın 24. âyetinde; “İşte bu cümleleri (yani Yuhannâ İncîl’ini) yazan ve doğruluğuna şehâdet eden şakird budur (yani Yunannâ'dır). Biz onun şehâdetinin doğru olduğunu biliriz” denilmektedir. Görülüyor ki, bu sözü Yuhannâ hakkında, Yuhannâ İncîl’ini yazan kâtib söylemiştir. Burada Yuhannâ'ya gaip zamiri olan “O” ile işâret edilmiş, asıl kitabı yazan (uyduran) kâtib kendisini, mütekellîm (yazan kimsenin kendisi) sîgası ile, “Biz” diye yazmıştır. Bundan anlaşıldığı gibi, Yuhannâ İncîl’ini yazan Yuhannâ'nın kendisi olmayıp, bir başkasıdır. Kendisi, Yuhannâ'nın şehâdetinin doğru olduğunda malûmatı bulunduğunu iddia etmiştir. Bunlardan anlaşılan; bu İncîl’i yazan adam, Yuhannâ'nın bâzı mektuplarını ele geçirip, bâzı ibareleri çıkarmış, bir kısım şeyler de ilave ederek, bu kitabı yazmıştır.
Üçüncüsü: Miladî ikinci asırda Yuhannâ İncîl’i üzerine ihtilaflar ve inkârlar meydana çıktığı zaman, Yuhannâ'nın talebelerinden Polycarpe'nin (Poltarp) talebesi İriyüs (İyryanûs) hayatta idi. Şâyet bu İncîl hakîkaten Yuhannâ'nın ve doğru ise, ihtilaflar çıktığında niçin inkârcılara cevap vermemiş, nakil ve rivâyet ettiği İncîl’in, doğru olduğunun delillerini ortaya koymamıştır. Eğer rivâyeti doğru olsaydı, harâretle bunu beyân eder; “Benim rivâyetim doğrudur” derdi.
Eğer bu husûsun doğruluğu Polycarpe ile talebesi İriyüs arasında geçmemiştir denilirse, bu söz hakîkatten çok uzaktır. İriyüs pek çok lüzumsuz mes’eleleri durmadan üstâdından sorarak öğrenirken; “Bu İncîl, Yuhannâ'nın mıdır?” suâlini sormaması ve bunu öğrenmemesi mümkün müdür? Eğer unuttu denilirse, bu daha uzak bir ihtimâldir. Zirâ İriyüs'ün üstâdının yolunu, âdetlerini çok iyi bildiği ve duyduğu şeyleri lâyıkıyla hıfz ettiği bilinmektedir.
Yosibis (Eusebe), 1263 (m. 1847) senesinde neşredilen târihinde, 5. cilt, 20. bâbı, 219. sahifesinde, İriyüs'ün, Yuhannâ İncîl’inin rivâyet edildiği lisânlar hakkında olan sözünü, şöyle nakletmiştir: “Ben Allahü teâlânın fadlı ile şu sözleri işittim ve bunları ezberledim. Üzerine herhangi bir şey yazmadım. Eskiden beri âdetim budur. Böylece ezberlediğim şeyleri dâimâ tilâvet eder, okurum.” Buradan anlaşılıyor ki, 2. asırda dahi, İncîl’i inkâr edenler olmuş ve onlara karşı cevap verilerek, doğruluğu ispat edilememiştir. Hıristiyan din adamlarından Selsus (Celsus), miladın 2. asrında; “Hıristiyanlar, İncîllerini üç-dört defâ, belki daha fazla, mânâsını değiştirecek şekilde, tebdîl ve tahrif ettiler” diye feryâd etmiştir. “Mâni Kiz” fırkasının ileri gelen âlimlerinden Fastus da miladî 4. asırda; “İncîller üzerinde tahrif yapılmıştır. Bu doğrudur. Ahd-i cedîd'i ne Îsâ aleyhisselâm, ne de havârîleri telif etmemiştir. Bilakis hâli meçhul kimseler telif etmiştir. İnsanların îtibârını kazanmak için de, havârîlere ve onların arkadaşlarına nispet etmişlerdir. Bir çok yanlışlıklar ve tanâkuzlar bulunan kitaplar telif ederek hıristiyanları incitmişlerdir” demektedir.
Dördüncüsü: Katolik Herald, 1844 senesinde neşredilen kitabının 7. cilt, 250. sahifesinde, Estadlen isimli müellifden rivâyet ile, bu Yuhannâ İncîl’ini İskenderiyye mektebi talebelerinden birisinin yazmış olduğundan, hiç şüphesi olmadığını bildirmiştir.
Beşincisi: Bretşnayder, Yuhannâ İncîl’inin tamamı ve Yuhannâ'nın mektuplarının hepsinin Yuhannâ'ya âit olmayıp, ikinci asırda meçhul bir şahıs tarafından yazılmış olabileceğini bildirmiştir. İncîl’i tenkit eden kitap yazmıştır.
Altıncısı: Kirdinius; “Yuhannâ İncîl’i 20 bâb idi. Sonradan Efsûs (Efes) kilisesi 21. bâbı ilave etmiştir” demiştir.
Yedincisi: Bu Yuhannâ İncîl’ini ve Yuhannâ'nın bütün yazdıklarını miladın ikinci asrında Vecîn (Alogiens) fırkasında olanlar inkâr ettiler.
Sekizincisi: Yuhannâ İncîl’inin, sekizinci bâbının başında olan 11 âyetini, bütün hıristiyan ilim adamları reddetmiştir. Japonca tercümesinde de yoktur.
Dokuzuncusu: Dört İncîl, telif edilirken, senetsiz pek çok bâtıl rivâyetler, içerisine karıştırılmıştır. Bu rivâyetlerle dahi, eldeki dört İncîl’in sıhhatine, doğruluğuna dâir getirebilecekleri bir senetleri yoktur. Thomas Hartwell 1237 (m. 1822) senesinde, neşrettiği kitabının 4. cilt, 2. bâbında şöyle diyor: “İncîllerin telif zamanları hakkında bizlere ulaşan nakil ve haberler, tamâmen noksan ve netîcesizdir. İncîllerin sıhhati husûsunda bizlere hiç bir yardımları yoktur. Hıristiyanların ilk din adamlarının ileri gelenleri, bâtıl rivâyetleri tasdik ve kabûl ederek, durmadan yazdılar. Daha sonra gelenler de, onlara hürmeten, yazdıklarını, nasıl olursa olsun, hiç düşünmeden ittifâk ile kabûl ettiler. İşte bu yalan yanlış rivâyetler, bir kâtipten diğer kâtibe, bir nüshadan diğer bir nüshaya nakledilerek zamanımıza kadar geldi. Üzerinden yüz yıllar geçtikten sonra, artık İncîlleri bu bâtıl rivâyetlerden temizlemek çok zor olmuştur.”
Yine aynı cildde diyor ki: “İncîl-i evvel yâni Matta İncîl’i, miladî 37, 38, 41, 47, 61, 62, 63, 64 veya 65 senelerinde; İncîl-i sanî yâni Markos İncîl’i, miladî 56 senesinde veya daha sonra 65 senesine kadar herhangi bir senede gâlip olan rivâyete (görüşe) göre, 60 veya 63'de telif olunmuştur. İncîl-i sâlis yâni Luka İncîl’i, miladî 53, 63 veya 64 senesinde, Yuhannâ İncîl’i ise 68, 69, 70 veya 98 senesinde yazılmıştır.”
İbrânilere mektup, Petrus'un ikinci risalesi, Yuhannâ'nın, ikinci ve üçüncü risaleleri, Risâle-i Ya’kûb, Risâle-i Yehuda ve Muşahedât-ı Yuhannâ'nın (Yuhannâ'nın vahyinin) bâzı kısımlarının, havârîlerden rivâyet edildiği husûsunda hiç bir senet ve vesika yoktur. Bunların, 365 senesine kadar durumları şüpheli idi. Bâzı kısımları ise, bu ana kadar, hıristiyan din âlimlerine göre yanlış ve reddedilmiş idi. Hattâ Süryanî lisânına yapılan tercümelerinde bu kısımları yoktur. Arab ve Süryanî kiliselerinin hepsi, Petrus'un ikinci risalesini, Yuhannâ'nın ikinci ve üçüncü risalelerini, Risâle-i Yehuda ve Muşahedât-ı Yuhannâ'nın doğruluğunu kabûl etmemişler, başlangıcından bugüne kadar, bunları red ve inkâr etmişlerdir.
İncîl araştırmacısı Horn, kitabının 2. cilt, 206 ve 207. sahifelerinde diyor ki: “Petrus'un risalesi, Risâle-i Yehuda; Yuhannâ'nın ikinci ve üçüncü risaleleri ve Muşahedât'ı yâni vahyi ve Yuhannâ İncîl’inin sekizinci bâbının 2. âyetinden 11. âyetine kadar 9 âyet, Yuhannâ'nın 1. risalesinin 5. bâbının 7. âyeti, İncîl’in Süryanîce tercümesinde aslâ mevcût değildirler.” Demek ki, Süryanî tercümeyi yapan mütercim, bu zikrettiğimiz kısımların doğru ve şer'i bir hüküm için senet olamayacağını anlamış ve tercüme ederken farkına varabildiği bu yerleri tercüme etmemiştir. Katolik Ward, 1841 senesinde neşrettiği kitabının 37. sahifesinde, Protestanların ileri gelenlerinden Rogers'in, “Risâle-i İbrâniyye'yi, Risâle-i Ya’kûb'u ve Yuhannâ'nın ikinci ve üçüncü risaleleri ile Müşahedât'ını, îtikâden tekzîb ettiğinden, papazların ileri gelenleri, bu risaleleri Kitab-ı mukaddesten çıkarmışlardır” dediğini bildirmektedir.