Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Sevgili Peygamberimiz oniki yaşlarında iken, bir gün Ebû Tâlib'in ticâret için sefer hazırlığı yaptığını gördü. Kendisini götürmek istemediğini anlayınca, Ebû Tâlib'e; “Bu şehirde beni kime bırakıp gidiyorsun? Ne babam var, ne de bir acıyanım!...” buyurdu. Bu söz Ebû Tâlib'e çok tesir etti. Yanında götürmeye karar verdi. Ticaret kervanı uzun bir yolculuktan sonra, Busra'da hıristiyanlara mahsus bir manastırın yakınında konakladı. Bu manastırda Bahîra adında bir râhip kalıyordu. Önceden yahudi âlimlerinden iken, sonradan hıristiyan olan bu bilgili rahibin yanında, elden ele geçerek saklanan bir kitap vardı ve sorulanlara ondan cevap verirdi. Kureyş'in kervanı, daha önceki yıllarda buradan defâlarca gelip geçmesine rağmen hiç ilgilenmemişti. Her sabah manastırın damına çıkıp, kâfilelerin geldiği yöne bakar, arayış içinde merâkla bir şeyler beklerdi. Râhip Bahîra'ya bu defâ bir hâl olmuş ve heyecanla irkilip yerinden fırlamıştı. Çünkü Kureyş kervanı uzaktan görününce, üstünde bir bulutun da onlarla birlikte süzülüp geldiğini farketmişti. Bu bulut, Peygamber efendimizi gölgelemekteydi. Kervan konaklayınca, Bahîra, Habîb-i ekrem efendimizin altına oturduğu ağacın dallarının üzerine doğru eğildiğini de görerek iyice heyecanlanmıştı. Derhal sofralar kurdurdu. Sonra, adam göndererek, Kureyş kervanında bulunanların hepsini yemeğe dâvet etti.
Kervanda bulunanlar, sevgili Peygamberimizi, mallarının yanında bırakıp, rahibin yanına gittiler. Bahîra, gelenlere dikkatle bakıp; “Ey Kureyş topluluğu, içinizde yemeğe gelmeyen var mı?” diye sorunca; “Evet, bir kişi var” dediler. Çünkü Kureyşliler geldiği hâlde bulut hâlâ orada idi. Bunu görünce, kervanda birinin kaldığını anlamıştı. Râhip Bahîra, ısrarla O'nun da gelmesini istedi. Gelir gelmez O'na dikkatle bakmaya ve incelemeye başladı. Ebû Tâlib'e; “Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi. Ebû Tâlib; “Oğlum” deyince, Bahîra; “Kitablarda bu çocuğun babasının sağ olmayacağı yazılı, O senin oğlun değildir” dedi. Bu sefer Ebû Tâlib; “O benim kardeşimin oğludur” diye cevap verdi. Bahîra'nın; “Babası ne oldu?” sorusuna da; “Babası, doğmasına yakın öldü” dedi. Bahîra; “Doğru söyledin, annesi ne oldu?” deyince; “O da öldü” diye cevap verdi. Bunlar karşısında; “Doğru söyledin” diyen Bahîra, Peygamber efendimize dönüp, putlar adına yemîn verdi. Sevgili Peygamberimiz, Bahîra'ya; “Putların ismiyle yemîn verme. Dünyâda bana onlardan büyük düşman yoktur. Ben, onlardan nefret ederim” buyurdu. Bahîra, bu sefer Allahü teâlâ adına yemîn verip; “Uyur musun?” dedi. “Gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz” buyurdu. Bahîra, daha pek çok suâller sorup, cevaplarını aldı. Aldığı cevaplar, önceden okuduğu kitaplara aynen uyuyordu. Sonra sevgili Peygamberimizin mübârek gözlerine bakıp, Ebû Tâlib'e; “Bu kırmızılık, mübârek gözlerinde devamlı durur mu?” diye sordu. O da; “Evet, gittiğini görmedik” dedi. Bahîra, bu alâmetin de uygunluğunu görünce, kalbinin yakîn hâsıl etmesi için, Mühr-i nübüvveti görmeyi istedi. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, edeplerinden mübârek sırtını açmak islemediler. Ebû Tâlib; “Ey gözümün nûru! Bu arzusunu da yerine getir” deyince, mübârek sırtını açtı. Bahîra, “Mühr-i Nübüvveti” bütün güzelliği ile doya doya temaşa etti. Heyecanla öptü ve gözlerinden sel gibi yaşlar boşandı. Sonra da; “Ben şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün” dedi. Sesini daha da yükselterek; “İşte Âlemlerin efendisi... İşte âlemlerin Rabbinin resûlü... İşte Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği büyük peygamber...” dedi. Orada bulunan Kureyşliler, hayret ederek; “Muhammed'in, bu râhip yanındaki kıymeti ne kadar fazla imiş” dediler.
Bahîra, Ebû Tâlib'e dönerek; “Bu, peygamberlerin sonuncusu ve en şereflisidir. Bunun dîni, bütün yeryüzüne yayılır ve eski dinleri nesh eder. Bu çocuğu Şam'a götürme. Zirâ İsrâiloğulları O'na düşmandır. Korkarım ki, mübârek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve mîsak olmuştur” dedi. Ebû Tâlib; “Bu ahd ve misak nedir?” diye sorunca; “Allahü teâlâ bütün peygamberlerden ve en son da Îsâ aleyhisselâmdan ümmetlerine, âhır zaman peygamberinin geleceğini bildirmeleri üzerine söz almıştır” dedi. Ebû Tâlib, Bahîra'nın bu sözleri üzerine Şam'a gitmekten vazgeçti. Mallarını Busra'da satıp Mekke'ye döndü. Bahîra'dan işittikleri, Ebû Tâlib'in ömrü boyunca kulaklarında çınladı. Peygamber efendimizi daha da çok sevdi. O'nu ölünceye kadar korudu ve her işinde yardımcı oldu. Her hâliyle fazîletler ve güzellikler sâhibi ve müstesna bir insan olan sevgili Peygamberimiz, büyümüş ve onyedi yaşına girmişti. Bu sırada Yemen'e ticâret için giden amcası Zübeyr, ticâretinin bereketli olması için O'nu da yanında götürdü. Bu seferde de nice harikulade hâlleri görüldü. Mekke'ye döndüklerinde, O'nun bu hâlleri anlatıldı ve Kureyş kabîlesi arasında; “Bunun şânı pek yüce olacak” diye söylenmeye başlandı...


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Dedesinin vefâtından sonra, Kâinatın efendisi sallallahü aleyhi ve sellem, sekiz yaşından îtibâren amcası Ebû Tâlib'in yanında kalmaya başladı ve onun himâyesinde büyüdü. O zaman Ebû Tâlib de, babası Abdülmuttalîb gibi, Mekke'de Kureyş'in ileri gelenlerinden, sevilen, saygı gösterilen ve sözü dinlenilen bir zât idi. O da. Peygamber efendimize büyük bir sevgi ve şefkât gösterdi. O'nu kendi çocuklarından çok sever, yanına almadan uyumaz, bir yere gitmez ve “Sen çok hayırlısın, çok mübâreksin!” derdi. O, elini uzatmadan yemeğe başlamaz, önce O'nun başlamasını isterdi. Bazen da O'na ayrı sofra kurdururdu. Sabahları uyandığında yüzünün ay gibi parladığını, saçlarının tarandığını görürlerdi. Ebû Tâlib'in fazla malı yoktu, âilesi de kalabalıktı. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimizi himâyesine aldıktan sonra bolluğa ve berekete kavuştu. Mekke'de vukû bulan kuraklık sebebiyle halk sıkıntıya düştüklerinde, Ebû Tâlib O'nu Kâbe’nin yanına götürüp, duâ etti. O'nun bereketiyle bol yağmur yağdı. Kuraklıktan ve kıtlıktan kurtuldular.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Abdülmuttalîb vefât edeceğine yakın, oğullarını toplayıp; “Artık dünyâdan âhırete göç etme vaktim geldi. Tek düşüncem bu yetimdir. Keşke ömrüm uzun olaydı bu hizmeti severek devam ettirseydim. Fakat elden ne gelir? Ömür vefâ etmeyecek. Şimdi gönlüm ve dilim bu hasret ateşiyle yanıyor. Bu inci tanesini içinizden birine emânet etmeyi isterim. Acabâ hanginiz lâyıkı ile O'nun haklarını gözetir ve hizmetinde kusur etmez” dedi. Ebû Leheb dizleri üzerine çöküp; “Ey Arab'ın efendisi! Eğer bu emâneti teslim etmek için aklınızdan geçirdiğiniz biri varsa ne âlâ, yoksa bu hizmeti ben görürüm” dedi. Abdülmuttalîb ona; “Malın çoktur. Fakat sen katı kalblisin ve merhametin azdır. Yetim kalbi ise yaralı ve incedir. Hemen kırılır” dedi. Diğer çocuklardan bâzıları da aynı isteği tekrarladılar.
Abdülmuttalîb her birinin husûsiyetlerini söyleyerek kabûl etmedi. Sıra Ebû Tâlib'e gelince; “Ben, hepsinden çok bunu istiyorum. Fakat büyüklerim dururken, öne geçmek uygun olmazdı. Malım azdır, ama benim sadâkatim kardeşlerimden ziyâdedir” dedi. Abdülmuttalîb de; “Doğru söylersin. Bu hizmete lâyık olan sensin. Lâkin ben her işte O'na danışır ve isteği üzere hareket ederim. Her seferinde de doğru netîceye varırım. Bu husûsta kendisiyle meşveret edeyim. Hanginizi tercih ederse o, benim de kabûlümdür” dedi. Sonra sevgili Peygamberimize dönerek; “Ey gözlerimin nûru! Senin hasretinle âhırete yöneldim. Bu amcalarından hangisini tercih ediyorsun?” diye sordu. Peygamber efendimiz o an kalkıp, Ebû Tâlib'in boynuna sarıldı ve dizine oturdu. Abdülmuttalîb, o zaman çok ferahladı ve “Allahü teâlâya hamdolsun. Benim istediğim de bu idi” dedi ve Ebû Tâlib'e dönerek; “Ey Ebû Tâlib! Bu inci danesi, ana-baba şefkâti görmemiştir. Ona göre bakıp üzerine titreyesin. Seni diğer çocuklarımdan daha üstün görürüm. Bu büyük ve pek kıymetli emâneti sana havâle ettim. Çünkü sen, O'nun babasıyla aynı anadansınız. O'nu kendi nefsin gibi koruyasın. Bu vasiyetimi kabûl ettin mi?” diye sordu. O da; “Kabûl ettim” deyince, Abdülmuttalîb sevgili Peygamberimizi kucakladı, mübârek başını, yüzünü öptü ve kokladı. Sonra; “Hepiniz şâhid olun ki, ben bundan daha güzel bir koku koklamadım ve bundan daha güzel bir yüz görmedim” dedi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget