İşte Âlemlerin efendisi!...
Sevgili Peygamberimiz oniki yaşlarında iken, bir gün Ebû Tâlib'in ticâret için sefer hazırlığı yaptığını gördü. Kendisini götürmek istemediğini anlayınca, Ebû Tâlib'e; “Bu şehirde beni kime bırakıp gidiyorsun? Ne babam var, ne de bir acıyanım!...” buyurdu. Bu söz Ebû Tâlib'e çok tesir etti. Yanında götürmeye karar verdi. Ticaret kervanı uzun bir yolculuktan sonra, Busra'da hıristiyanlara mahsus bir manastırın yakınında konakladı. Bu manastırda Bahîra adında bir râhip kalıyordu. Önceden yahudi âlimlerinden iken, sonradan hıristiyan olan bu bilgili rahibin yanında, elden ele geçerek saklanan bir kitap vardı ve sorulanlara ondan cevap verirdi. Kureyş'in kervanı, daha önceki yıllarda buradan defâlarca gelip geçmesine rağmen hiç ilgilenmemişti. Her sabah manastırın damına çıkıp, kâfilelerin geldiği yöne bakar, arayış içinde merâkla bir şeyler beklerdi. Râhip Bahîra'ya bu defâ bir hâl olmuş ve heyecanla irkilip yerinden fırlamıştı. Çünkü Kureyş kervanı uzaktan görününce, üstünde bir bulutun da onlarla birlikte süzülüp geldiğini farketmişti. Bu bulut, Peygamber efendimizi gölgelemekteydi. Kervan konaklayınca, Bahîra, Habîb-i ekrem efendimizin altına oturduğu ağacın dallarının üzerine doğru eğildiğini de görerek iyice heyecanlanmıştı. Derhal sofralar kurdurdu. Sonra, adam göndererek, Kureyş kervanında bulunanların hepsini yemeğe dâvet etti.
Kervanda bulunanlar, sevgili Peygamberimizi, mallarının yanında bırakıp, rahibin yanına gittiler. Bahîra, gelenlere dikkatle bakıp; “Ey Kureyş topluluğu, içinizde yemeğe gelmeyen var mı?” diye sorunca; “Evet, bir kişi var” dediler. Çünkü Kureyşliler geldiği hâlde bulut hâlâ orada idi. Bunu görünce, kervanda birinin kaldığını anlamıştı. Râhip Bahîra, ısrarla O'nun da gelmesini istedi. Gelir gelmez O'na dikkatle bakmaya ve incelemeye başladı. Ebû Tâlib'e; “Bu çocuk senin neslinden midir?” dedi. Ebû Tâlib; “Oğlum” deyince, Bahîra; “Kitablarda bu çocuğun babasının sağ olmayacağı yazılı, O senin oğlun değildir” dedi. Bu sefer Ebû Tâlib; “O benim kardeşimin oğludur” diye cevap verdi. Bahîra'nın; “Babası ne oldu?” sorusuna da; “Babası, doğmasına yakın öldü” dedi. Bahîra; “Doğru söyledin, annesi ne oldu?” deyince; “O da öldü” diye cevap verdi. Bunlar karşısında; “Doğru söyledin” diyen Bahîra, Peygamber efendimize dönüp, putlar adına yemîn verdi. Sevgili Peygamberimiz, Bahîra'ya; “Putların ismiyle yemîn verme. Dünyâda bana onlardan büyük düşman yoktur. Ben, onlardan nefret ederim” buyurdu. Bahîra, bu sefer Allahü teâlâ adına yemîn verip; “Uyur musun?” dedi. “Gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz” buyurdu. Bahîra, daha pek çok suâller sorup, cevaplarını aldı. Aldığı cevaplar, önceden okuduğu kitaplara aynen uyuyordu. Sonra sevgili Peygamberimizin mübârek gözlerine bakıp, Ebû Tâlib'e; “Bu kırmızılık, mübârek gözlerinde devamlı durur mu?” diye sordu. O da; “Evet, gittiğini görmedik” dedi. Bahîra, bu alâmetin de uygunluğunu görünce, kalbinin yakîn hâsıl etmesi için, Mühr-i nübüvveti görmeyi istedi. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, edeplerinden mübârek sırtını açmak islemediler. Ebû Tâlib; “Ey gözümün nûru! Bu arzusunu da yerine getir” deyince, mübârek sırtını açtı. Bahîra, “Mühr-i Nübüvveti” bütün güzelliği ile doya doya temaşa etti. Heyecanla öptü ve gözlerinden sel gibi yaşlar boşandı. Sonra da; “Ben şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün” dedi. Sesini daha da yükselterek; “İşte Âlemlerin efendisi... İşte âlemlerin Rabbinin resûlü... İşte Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği büyük peygamber...” dedi. Orada bulunan Kureyşliler, hayret ederek; “Muhammed'in, bu râhip yanındaki kıymeti ne kadar fazla imiş” dediler.
Bahîra, Ebû Tâlib'e dönerek; “Bu, peygamberlerin sonuncusu ve en şereflisidir. Bunun dîni, bütün yeryüzüne yayılır ve eski dinleri nesh eder. Bu çocuğu Şam'a götürme. Zirâ İsrâiloğulları O'na düşmandır. Korkarım ki, mübârek bedenine bir zarar verirler. Bunun hakkında çok ahd ve mîsak olmuştur” dedi. Ebû Tâlib; “Bu ahd ve misak nedir?” diye sorunca; “Allahü teâlâ bütün peygamberlerden ve en son da Îsâ aleyhisselâmdan ümmetlerine, âhır zaman peygamberinin geleceğini bildirmeleri üzerine söz almıştır” dedi. Ebû Tâlib, Bahîra'nın bu sözleri üzerine Şam'a gitmekten vazgeçti. Mallarını Busra'da satıp Mekke'ye döndü. Bahîra'dan işittikleri, Ebû Tâlib'in ömrü boyunca kulaklarında çınladı. Peygamber efendimizi daha da çok sevdi. O'nu ölünceye kadar korudu ve her işinde yardımcı oldu. Her hâliyle fazîletler ve güzellikler sâhibi ve müstesna bir insan olan sevgili Peygamberimiz, büyümüş ve onyedi yaşına girmişti. Bu sırada Yemen'e ticâret için giden amcası Zübeyr, ticâretinin bereketli olması için O'nu da yanında götürdü. Bu seferde de nice harikulade hâlleri görüldü. Mekke'ye döndüklerinde, O'nun bu hâlleri anlatıldı ve Kureyş kabîlesi arasında; “Bunun şânı pek yüce olacak” diye söylenmeye başlandı...