Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Fahr-i kâinat efendimiz buyurdular ki: “Kim vefâtımdan sonra beni ziyâret ederse, beni hayatta iken ziyâret etmiş gibidir." "Mir’ât-i Medîne" kitabında bildirilen bir hadîs-i şerîfte; “Kabrimi ziyâret edene şefâatim vâcib oldu" buyurdu. Bu Hadîs-i şerîfi, İbn-i Huzeyme ve Bezzâr ve Dâre-Kutnî ve Taberânî haber vermektedir. Bezzâr hazretlerinin bildirdiği başka bir hadîs-i şerîfte; “Kabrimi ziyâret edene şefâatim helâl oldu" buyruldu. Müslim-i şerîf’de ve Ebû Bekr bin Mekkârî'nin Mu'cem kitabında bildirilen hadîs-i şerîfte; “Bir kimse beni ziyâret etmek için gelse ve başka bir şey için niyeti olmasa, kıyâmet günü, ona şefâat etmemi hak etmiş olur" buyruldu. Bu Hadîs-i şerîfResûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin kendisini ziyâret etmek için Medîne-i münevvereye gelenlere, şefâat edeceğini haber vermektedir.
Dâre-Kutnî'nin haber verdiği başka bir hadîs-i şerîfte; “Hac edip de beni ziyâret etmeyen kimse, beni incitmiş olur" buyruldu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin ziyâret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevâb kazanmaları içindir.
Bunun için, fıkıh âlimlerimiz, hac vazifesini yaptıktan sonra, Medîne-i münevvereye gelerek, Mescid-i şerîfte namaz kılarlardı. Sonra "Ravda-i mutâhhera" ile Minber-i münîri ve Arş-ı âlâdan efdâl olan kabr-i şerîfi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahiy geldiği zaman dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve tâmir edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın ve Tabiînin geçtikleri yerleri ziyâret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. Onlardan sonra gelen âlimler ve sâlihler de, hacdan sonra Medîne'ye gelirler, fıkıh âlimlerimiz gibi yaparlardı. Dün olduğu gibi bugün de hacılar, buna bağlı kalarak Medîne-i münevverede ziyâretlerde bulunuyorlar.
Şiir:
Sakın terk-i edebden, kûy-i mahdûb-i Huda'dır bu,
Nazargâh'ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâ'dır bu!
Murâ'ât-ı edeb şartıyle gir Nâbî bu dergâha,
Metâf-ı kudsîyândır, bûsegâh-ı enbiyâ'dır bu!
İslâm âlimlerinin güneşi Ebû Hanîfe hazretleri; "Müstehâbların en üstünlerinden olan kabr-i seâdetin ziyâreti, vâcib derecesine yakın bir ibâdettir" buyurdu.
Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerini ziyârete giden kimsenin, çok salevât-ı şerîfe getirmesi lâzımdır. Okunan bu salât ve selâmların Peygamber efendimize ulaştığı, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir.
Sevgili Peygamberimizi ziyâret etme âdabı şöyle bildirildi: Medîne-i münevvere şehri uzaktan görününce, salât ve selâm getirilir. Sonra; "Allahümme hazâ haremü Nebiyyike, fec'alhü vikâyeten lî min-en-nâr ve emânen min-el-azâb ve sû-il-hisâb" denir. Mümkünse şehre veya mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Güzel koku (esans) sürünülür. Yeni, temiz elbise giyilir. Çünkü bunlar, tâzim ve hürmet ifâde ederler. Medîne-i münevvereye mütevâzi, vekârlı ve sükûnet hâli ile girilir. "Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh" dedikten sonra, İsrâ sûresinin 80. âyet-i kerîmesini okumalıdır. Onun akabinden; "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Vagfir lî zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fâdlike" diyerek, Mescid-i Nebevî'ye girilir. Sonra Resûlullah efendimizin minberinin yanında iki rekat tahıyyet-ül-mescit namazı kılmalı, minberin direği, sağ omuzuna gelecek şekilde durmalıdır. Sevgili Peygamberimiz, burada namaz kılardı. Burası, Peygamber efendimizin kabri ile minberi arasıdır. Hadîs-i şerîfte; “Kabrim ile minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim, havzım üzerindedir" buyrulmuştur. Sonra, ziyâret eden kimse Allahü teâlâya, Resûlullah'ın mübârek kabrini ziyâret etmeyi kendisine nasîb ettiğinden dolayı secdeye varmalıdır. Duadan sonra kalkıp, Peygamber efendimizin kabr-i şerîfine, hücre-i seâdete gelmeli, arkasını kıbleye vererek Resûlullah'ın mübârek yüzüne karşı iki metre kadar uzakta edeble durmalıdır. Daha fazla yaklaşılmaz. Huşû ve hudû üzere olmalı, Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde emrettiği şekilde, Resûlullah efendimize, hayatta imiş de yüksek huzûrlarında bulunuyormuş gibi edeb üzere bulunmalıdır, Sekînet ve vekârı terketmemelidir. Elini, kabr-i şerîfin duvarlarına koymayıp uzakta edeble durmak, hürmete daha muvafıktır. Namazda gibi durmalıdır. Resûlullah efendimizin mübârek, latîf sûretini hayâline getirmeli, kendisini bildiğini, sözünü, selâmını ve duâlarını işittiğini düşünmeli ve cevap verdiğini, âmin dediğini düşünmelidir. Nitekim Resûlullah efendimiz; “Kim bana kabrimde salât okursa, onu işitirim" buyurdu. Yine hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimizin kabr-i şerîflerinde bir melek vekil bırakıldığı, o meleğin, ümmetinden selâm edenlerin selâmını kendisine ulaştırdığı bildirildi. Sonra; "Esselâmü aleyke yâ seyyidî yâ Resûlallah! Esselâmü aleyke yâ Nebiyyallah! Esselâmü aleyke yâ Safiyyallah! Esselâmü aleyke ya Habîballah! Esselâmü aleyke yâ Nebiyyerrahmeti! Esselâmü aleyke yâ Şefî-al ümmeti! Esselâmü aleyke yâ Seyyid-el-mürselîn! Esselâmü aleyke yâ Hâtemennebiyyîn! Allahü teâlâ sana en yüksek mükâfat ve karşılık ihsân eylesin. Ben şehâdet ederim ki, sen peygamberlik vazifeni yaptın. Emâneti edâ ettin. Ümmetine nasîhat eyledin. Yakîn (ölüm) sana gelinceye kadar, Allahü teâlânın yolunda cihâd eyledin. Allahü teâlâ sana kıyâmet gününe kadar, salât ve selâm eylesin. Yâ Resûlallah! Bizler sana çok uzak yerlerden geldik. Senin kabr-i şerîfini ziyâret etmek, senin hakkını ödemek, senin yaptıklarını yerinde görmek, seni ziyâret ile bereketlenmek, senin Allahü teâlânın katında bize şefâatçi olmanı istemek için geldik. Çünkü hatâlarımız bellerimizi büktü. Günâhlarımız omuzlarımıza ağır geldi. Yâ Resûlallah! Sen, hem şefâat eden ve hem de şefâati kabûl olunansın. Makâm-ı Mahmûd senin için vâd edilmiştir. Hem, Allahü teâlâ da Kur'ân-ı kerîmde (Nisâ sûresinin 64. âyet-i kerîmesinde meâlen); “Biz, her peygamberi, ancak Allahü teâlânın emri ile (gönderildiği kavmi tarafından) kendisine itâat olunması için gönderdik. Onlar, nefslerine zulüm ettikten sonra, gelirler, Allahü teâlâdan af dilerler. Resûlüm de onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tevbeleri kabûl ve merhamet edici bulurlar" buyurmaktadır. Bizler, senin huzûruna geldik. Fakat bizler, nefslerimize zulmettik. Günâhlarımızın bağışlanmasını diliyoruz. Yâ Resûlallah! Allahü teâlânın katında bize şefâat eyle. Yâ Resûlallah! Allahü teâlâdan, bizim rûhumuzu, sünnetin üzere almasını, yarın kıyâmet gününde, senin ile beraber mahşer yerine gelenler arasına katmasını, senin havzına gelip, orada senin havzından içmeyi nasîb etmesini dile. Yâ Resûlallah! Senin şefâatini istiyoruz" diye duâ edilmeli ve "... Ey Rabbimiz! Bizi ve îmân ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla! Îmân etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, şefkât ve merhamet sâhibisin!" meâlindeki Haşr sûresinin 10. âyet-i kerîmesini okumalıdır.
Sonra selâm gönderenlerin selâmını iletip; "Esselâmü aleyke yâ Resûlallah! Şu kimse, senin Allahü teâlânın katında kendisine şefâatçi olmanı istiyor. Ona ve bütün müslümanlara şefâat eyle" demeli ve dilediği kadar salevât okumalıdır. Sonra yarım metre sağa, Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerinin mübârek başı hizasına gelip; "Esselâmü aleyke yâ halîfete Resûlillah! Esselâmü aleyke yâ refîkahu fil-esfâr! Esselâmü aleyke yâ emînehu alel-esrâr! Allahü teâlâ, bu ümmetinin imâmı olarak sana en yüksek mükâfat ve karşılığı lutfetsin. Sen, Resûlullah'a en güzel şekilde halîfe oldun. En iyi şekilde O'nun yüce sünnetini tâkib ettin. Mürtedlerle (dinden dönenlerle) ve doğru yoldan ayrılmış olanlarla, muhârebe ettin. Dâimâ hakkı söyledin. Vefât edinceye kadar, hak yolda olanlara yardımcı oldun. Allahü teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun! Allah'ım! Rahmetinle, onun sevgisi üzere rûhumuzu al. Onu ziyâretimizi boşa çıkarma!" diye duâ etmelidir.
Sonra yine yarım metre sağa, hazret-i Ömer'in kabrinin hizasına gelmeli ve; "Esselâmü aleyke yâ Emîr-el-mü’minîn! Esselâmü aleyke yâ Müzhir-el-İslâm! Esselâmü aleyke yâ Müksir-el-esnâm! Allahü teâlâ sana en yüksek karşılık ve mükâfat versin. Hayatta iken de, ölümünde de İslâm’a ve müslümanlara yardım ettin. Yetimlere kefil oldun. Akrabâya iyilik yaptın. Müslümanlara; onların râzı oldukları, hem hidâyet üzere bulunan ve hem de insanları doğru yola ileten bir rehber oldun. Onların işlerini derleyip topladın. Fakirlerini zengin yaptın, yaralarını sardın. Allahü teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun!" demelidir.
Sonra hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'e hitâben; "Esselâmü aleykümâ yâ dacîay-resûlillah ve refîkayhi ve vezîreyhi ve müşîreyhi vel-muâvineyni lehû alel-kıyâmi fid-dîni vel-kâimeyni ba'dehû bi-mesâlih-il-müslimîn! Allahü teâlâ, size en güzel karşılığı versin. Resûlullah'ın bize şefâat etmesini Allahü teâlâdan, bizim sa'yimizi kabûl etmesini, bizi İslâm dîni üzere öldürüp, yine İslâm dîni üzere diriltmesini, kıyâmet gününde Resûlullah'a yakın olanlar arasında haşretmesini dilemesi için, sizi Resûlullah'ın yanında vesile ediniyoruz" demelidir.
Sonra kendisine, ana-babasına, duâ isteyenlere ve bütün müslümanlara duâ etmelidir. Bundan sonra Resûlullah efendimizin mübârek yüzüne karşı durup; "Ey Allah'ım! “Biz her peygamberi, ancak Allahü teâlânın emri ile (gönderildiği kavmi tarafından) kendisine itâat olunması için gönderdik. Onlar nefslerine zulüm ettikten sonra, gelirler, Allahü teâlâdan af dilerler. Resûlüm de onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tevbeleri kabûl ve merhamet edici bulurlar" buyuruyorsun. (Nisâ sûresi: 64) Yâ Rabbî! Senin yüce kelâmına uyarak, emrine itâat ederek, sevgili Peygamberinin senin huzûrunda bize şefâat etmesini diliyoruz" diye duâ ettikten sonra daha önce okuduğu; “Ey Rabbimiz! Bizi ve îmân ile bizden evvel geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Îmân etmiş olanlar için kalblerimizde bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, çok şefkât ve merhamet sâhibisin!" meâlindeki Haşr sûresinin 10. âyet-i kerîmesi ile; “Rabbenâgfir lenâ ve li-âbâ-inâ ve li-ümmehâtinâ ve li-ihvâninel-lezîne sebekûne bil-îmâni" “Rabbenâ âtinâ..." ve “Sübhâne rabbike..." âyet-i kerîmelerini okuyarak Hücre-i seâdet ziyâretini tamamlar.
Sonra Resûlullah'ın kabri ile minberi arasında bulunan ve Ebû Lübâbe hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş olduğu direğe gelir. Burada iki rekat namaz kılar ve Allahü teâlâya tevbe ve istiğfârda bulunur. Dilediği duâları yapar. Sonra Ravda-i mutâhheraya gelir. Burası kare şeklinde bir yerdir. Burada istediği kadar namaz kılar. Duâ eder. Tesbîhler okur. Allahü teâlâya hamd ü senâlarda bulunur. Sonra minbere gelir. Resûlullah'ın bereketinin kendisine ulaşması niyetiyle, Peygamber efendimizin hutbe okurlarken mübârek elini üzerine koymuş oldukları yere elini kor. Burada iki rekat namaz kılar. Allahü teâlâdan dilediklerini ister. Allahü teâlânın gadabından, rahmetine sığınır. Sonra Hannâne direğine gelir. Bu direk, Resûlullah efendimizin hutbe okumak için minbere geçeğinden dolayı, kendisini terkettiği için inleyip, sonra Resûlullah'ın inip, kendisini kucaklaması üzerine sükûn bulan direktir. Burada kaldığı müddet içerisinde, gecelerini Kur'ân-ı kerîm okumakla, Allahü teâlâyı zikretmek, minber ile kabrin yanında, gizli ve açıktan duâ yapmakla ve rabıta yapmakla meşgûl olmalıdır.
Resûlullah efendimizi ziyâretten sonra Bakî' kabristanına gitmek, orayı da ziyâret etmek müsteâbdır. Sonra diğer kabirleri, bilhassa Seyyid-üş-şühedâ (şehitlerin efendisi) Hazret-i Hamza'nın kabrini ziyâret etmelidir. Yine Bakî'de hazret-i Abbâs'ı ve orada bulunan Hasen bin Ali'yi, Zeynelâbidîn'i, oğlu Muhammed Bâkır ve oğlu Ca’fer-i Sadık, Emîr-ül-mü’minîn hazret-i Osman'ı, Resûlullah efendimizin oğlu İbrâhim'i, Resûlullah efendimizin orada bulunan zevce-i mutâhheralarını, halası Safiyye'yi ve daha birçok Sahâbe ve Tabiîn'den olan büyükleri (radıyallahü anhüm) ziyâret etmelidir. Bakî'deki Fâtıma Mescidi'nde namaz kılmalıdır. Perşembe günü Uhud şehidlerini ziyâret etmek müsteâbdır. Orada; "Selâmün aleyküm bimâ sabertüm. Feni'me ukbeddâr. Selâmün aleyküm yâ ehle dâr-il-kavm-il-mü’minîn ve innâ inşâallahü an karîbin biküm lâhikûn" demelidir. Sonra Âyet-el-kürsî ve İhlâs sûresini okumalıdır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Peygamber efendimizin üçü erkek, dördü kız olmak üzere yedi çocuğu olmuştur. Hazret-i Fâtıma hariç, hepsi de Resûlullah efendimizden önce vefât etmişlerdir. Sevgili Peygamberimizin soyu hazret-i Fâtıma vâlidemizle devam etmiştir. Torunları hazret-i Hüseyn’in soyuna seyyid, hazret-i Hasen'in soyuna şerîf denir. Seyyidlere ve şerîflere hürmet, Peygamber efendimize hürmettir. Seyyidleri ve şerîfleri sevmek, son nefeste îmânla gitmeye sebeb olur.
Kâsım (radıyallahü anh): Resûlullah'ın üç oğlundan birincisidir. Bunun için, Resûlullah'a Ebü’l-Kâsım denildi. Nübüvvetden önce Mekke'de dünyâya geldi. Annesi, Hadîcet-ül-kübrâdır. Onyedi aylık iken vefât etti.
Zeyneb (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın dört kızından birincisidir. Peygamberimiz otuz yaşında iken dünyâya geldi. Nübüvvetden önce, annesi Hadîce'nin hemşirezadesi Ebü'l-Âs bin Rebî ile evlendi. Ebü'l-As, önce îmân etmedi. Bedr gazâsında esir olup, zevcesini Medîne'ye göndermek şartı ile bırakıldı. Kendi kardeşi ile gönderdi ise de, kâfirler Zeyneb'i yolda geri çevirdi. Resûl aleyhisselâm Zeyd bin Hârise'yi Mekke'ye gönderip, Zeyneb'i gece Medîne'ye kaçırdı. Ebü'l-As, Hudeybiye gazâsından sonra îmâna geldi. Zeyneb tekrar kendisine verildi. Hicretin sekizinci yılında, otuzbir yaşında vefât etti. Oğlu Ali, Mekke'nin fethinde Resûlullah'ın devesinde ve arkasında idi. Zeyneb'in kızı Ümmâme'yi Hazret-i Ali kendine nikâh eyledi.
Rukayye (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın kızıdır. Peygamberimiz otuzüç yaşında iken dünyâya geldi. Çok güzel idi. Ebû Leheb'in oğlu Utbe'ye nikâh edildi. “Tebbet yedâ" sûresi gelince, Utbe, düğünden önce boşadı. Vahy gelerek hazret-i Osman'a nikâh edildi. Birlikte iki kere Habeşistan'a hicret ettiler. Yirmiiki yaşında iken, Bedr gazâsından önce hastalandı. Hazret-i Osman'a, Bedre gelmeyip zevcesine hizmet etmesi emrolundu. Bedr zaferinin müjdesi Medîne'ye geldiği gün defnolundu.
Ümmü Gülsüm (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın kızıdır. Ebû Leheb'in ikinci oğlu Uteybe'ye nikâhlandı ise de, “Tebbet yedâ" sûresi gelince, daha düğünleri olmadan boşadı ve Resûlullah'a üzücü sözler söyledi. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de; “Yâ Rabbî! Buna canavarlarından birini musallat et!" diye bedduâ eyledi. Şam yolunda bir aslan bunu parçaladı. Rukayye vefât ettikden sonra vahy gelerek, Ümmü Gülsüm de hazret-i Osman'a nikâhlandı. Hicretin dokuzunda vefât etti. Namazını Resûlullah kıldırıp, defnolunurken kabri yanında durup, mübârek gözlerinden yaş akardı.
Fâtıma (radıyallahü anhâ); Resûlullah'ın dördüncü kızı, hazret-i Ali'nin zevcesi ve hazret-i Ömer'in kayın vâlidesidir. Nikâh yapılırken onbeş yaşında idi. Mehri dörtyüz miskal gümüş olduğu "Mevâhib-i ledünniyye"de Sevîk gazvesinde yazılıdır. Bu, 57.14 miskal altın karşılığı demektir. (Bugün için 38 altın liradır). Ali (radıyallahü anh) yirmibir yaşında idi. Ehl-i beyt'dendir. Beyaz, çok güzel idi. Hicretden onüç yıl önce, Mekke'de doğdu, onbirinci yılda yirmidört yaşında vefât etti. Hasen, Hüseyin ve Muhsîn adında üç oğlu ile Ümmü Gülsüm ve Zeyneb adında iki kızı oldu. Resûlullah'ın soyu Fâtıma'dan türedi. Zeyneb, Abdullah bin Ca'fer Tayyar ile nikâhlanıp, Ali ve Ümmü Gülsüm isimli çocukları oldu. Bunlara Şerif-i Ca'ferî denir.
Abdullah (radıyallahü anh): Resûlullah'ın Hadîce-tül-kübrâdan olan son çocuğudur. Nübüvvetden sonra doğup memede iken vefât etti. Tayyib ve Tâhir de denilir. Abdullah vefât edince, Âs bin Vâil; "Muhammed ebter oldu" yâni soyu kesildi dedi. Allahü teâlâ“İnnâ a'taynâ" ile Âs kâfirine cevap verdi.
İbrâhim (radıyallahü anh): Resûlullah'ın oğullarının üçüncüsü ve bütün çocuklarının sonuncusudur. Heraklius'un Mısır valisi olan Mukavkıs'ın hediye gönderdiği Mâriye'nin oğludur. Hicretin sekizinci senesi tevellüd edip, bir buçuk yaşında iken, vefât etti. Hasta iken, Resûlullah kucağına alıp mübârek gözlerinden yaş akardı. Vefâtı için güneş tutuldu dediler. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem bunu işitince; “Ay ve güneş Allahü teâlânın varlığını ve birliğini gösteren iki mahlûkudur. Kimsenin ölmesi, kalması ile tutulmazlar. Onları görünce Allahü teâlâyı hatırlayınız." buyurdu. İbrâhim vefât edince; “Yâ İbrâhim! ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat, Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz" buyurdular.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Âişe (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın ikinci zevce-i mutâhherasıdır. Ebû Bekr-i Sıddîk'ın kızıdır. Çok akıllı, zekî, âlime, edîbe, afîfe ve sâlihâ idi. Hafızası pek kuvvetli olduğu için, Eshâb-ı kirâm, bir çok şeyleri ondan sorup öğrenirdi. Âyet-i kerîme ile medh edildi. İctihâdı hazret-i Ali'ye uymadığı için, Deve vak'asında hazret-i Ali ile harb eden Eshâb-ı kirâm ile birlikle idi, Hazret-i Ali şehid edilince pek üzüldü. Hurûfîler kendisine çok iftirâ ediyor. Hazret-i Ali'yi sevmezdi diyorlar. Halbuki; “Ali'yi sevmek îmândandır" hadîs-i şerîfini, hazret-i Âişe haber verdi. Böylece, onu sevdiğini ve herkesin de sevmesi lâzım geldiğini bildirdi. Hicretden sekiz sene önce doğdu ve elliyedinci yılda, altmışbeş yaşında Medîne'de vefât etti.
Sevde binti Zem’a (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın üçüncü zevcesidir. Zevci ile îmâna gelip Habeşistan'a hicret etmişlerdi. Mekkeye dönünce zevci vefât etti. Resûlullah önce hazret-i Âişe'yi, sonra Sevde'yi nikâhladı. Sevde'yi Mekke'de, hazret-i Âişe'yi ise Medîne'de evine aldı. Çok merhametli ve iffetli bir hanım efendi idi. Hazret-i Ömer zamanında vefât etti,
Zeyneb binti Huzeyme (radıyallahü anhâ): Çok ibâdet eder, çok sadaka verirdi. Önce Abdullah bin Cahş'ın zevcesi idi. Abdullah, Resûlullah'ın halası Ümeyme'nin oğlu idi. Uhud gazâsında şehîd oldu. Resûlullah'ın nikâhı ile şereflendi ise de, sekiz ay sonra vefat etti.
Ümmü Seleme (radıyallahü anhâ): Adı Hind idi. Zevci Ebû Seleme ile Habeşistan'a ilk olarak hicret ettiler. Ebû Seleme, Resûlullah'ın halası Berre'nin oğlu Ubeydullah bin Cahş'ın kardeşi olup, Medîne'de, hicretin dördüncü yılı Uhud gazâsında aldığı yaradan vefât etti. Ebû Bekr ve Ömer'in (radıyallahü anhümâ) nikâh taleblerini kabûl etmedi. Resûlullah'ın nikâhı ile şereflendi. Ellidokuzuncu yılda Medîne'de seksendört yaşında vefât etti. Son vefât eden zevceleri bu idi.
Zeyneb binti Cahş (radıyallahü anhâ): Resûlullah'ın halası olan Ümeyme'nin kızı, Abdullah bin Cahş'ın kardeşi idi. Babasının adı Berre idi. Îmân etmediği için, Cahş denildi. Zeyneb ilk îmân edenlerdendir. Resûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bunu, önce, oğulluğu olan Zeyd bin Hârise'ye nikâh etti. Zeyd, Zeyneb'in hakkını gözetemediğinden, hicretin üçüncü yılında ayrıldılar. Resûl aleyhisselâm nikâh etmek istedi. Zeyneb bunu işitince, sevincinden iki rekat namaz kılıp; "Yâ Rabbî! Senin Resûlün beni istiyor. Eğer Onun zevceliği ile şereflenmemi takdir buyurdun ise, beni O'na sen ver" diye duâ etti. Duâsı kabûl olup, Ahzâb sûresinin; “Zeyd, onun hakkında istediğini yaptıktan sonra (yani Zeyneb’i boşadıktan sonra), biz onu sana zevce eyledik" meâl-i şerîfinde olan otuzyedinci âyeti nâzil oldu. Zeyneb'in nikâhını Allahü teâlâ yaptığı için, Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem ayrıca nikâh yapmadı. Zeyneb (radıyallahü anhâ) bununla her an öğünür ve; "Her kadını babası evlendirir. Beni ise, Allahü teâlâ nikâhladı" derdi. O zaman otuzsekiz yaşında idi. Hicretin yirminci yılında, elliüç yaşında vefât etti. Hayrı ve ihsânı bol olup, sadaka vermeyi pek çok severdi. El işlerinde de mahir idi. İşlediği şeyleri ve eline geçen her şeyi akrabâsına ve fakirlere verirdi. Hattâ, Halîfe Ömer (radıyallahü anh), Ezvâc-ı mutâhherâtın her birine onikibin dirhem verirdi. Bu, alır almaz hepsini sadaka eder, dağıtırdı. Resûlullah'tan sonra, Zevcât-i tâhirât arasında, en önce vefât eden budur. Hazret-i Âişe, bunu çok medh ve senâ eyledi. “Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olan, eli açık olandır" hadîs-i şerîfi, bunun önce vefât edeceğini haber vermişti. Çünkü en çok sadaka veren bu idi. Fransız olan edebsiz ve müfteri şâir Volter, Resûlullah'ın hazret-i Zeyneb'i (radıyallahü anhâ) zevceliğe kabûl buyurmasını, târihlere, vak'a ve haberlere taban tabana zıd ve uydurma, alçak iftirâlarla, şiir düzerek bir tiyatro kitabı yazmıştır. Edebiyat ve fikir adamına yakışmayan bu çirkin, iğrenç yazısı, kendisini afaroz etmiş olan, büyük düşmanı papanın hoşuna gitmiş, kendisini okşayıcı mektup yazmıştır. Müslümanların halîfesi, Sultân ikinci Abdülhamid Han, bu piyesin sahnede oynatılacağını işitince, Fransa ve İngiltere hükümetlerine ültimatom vererek hemen önlemiş, bütün insanlığı, yüz kızartıcı, aşağılıklardan kurtarmıştır.
Safiyye (radıyallahü anhâ): Hayber yahudilerinin başı olan Huyey ibni Âhtab'ın kızı idi. Hayber'de bir yahudiye nişânlı idi. Sonra çok zengin olan Kenâne bin Hakîk ile evlenmişti. Hicretin yedinci senesinde Hayber fetholundukta, Safiyye de esir edilmişti. Resûlullah'ın hissesine düşüp âzâd buyurdu. Îmân eyledi ve Resûlullah'ın nikâhı ile şereflendi. Hicretin ellisinde Medîne'de vefât etti.
Meymûne (radıyallahü anhâ): İsmi, Berre iken Resûlullah Meymûne yaptı. Hayber'in fethinden sonra Mekke'ye Umre için gidildikte, Meymûne'nin zevci vefât etmişti. Resûlullah'ın nikâhı ile şereflendi. Hicretin elliüçünde Mekke'de hastalandı. "Beni Mekke'den çıkarınız! Çünkü, Resûlullah benim Mekke'nin dışında vefât edeceğimi haber verdi" dedi. Çıkardılar, Resûlullah'a nikâhı yapılmış olduğu yerde vefât etti.
Mâriye (radıyallahü anhâ): Peygamber efendimizin câriyesi iken îmân etti ve Efendimizin nikâhı ile şereflendi. Mâriye (radıyallahü anhâ), Mısır İskenderiye'nin hükümdârı Mukavkıs'tan hediye olarak gönderildiği için, nesebi (silsilesi) ve doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. Resûl-i ekrem efendimizin, hazret-i Mâriye vâlidemizden İbrâhim isminde bir oğlu olmuştur. Mâriye (radıyallahü anhâ) çok sâkin, sessiz ve kendi hâlinde idi. Hazret-i Ömer'in halîfeliğinin son yıllarında 637 (h.16) de vefât etmişir. Bakî' kabristanlığına defnedilmiştir.
Reyhâne (radıyallahü anhâ): Peygamber efendimizin câriyesi iken müslüman olmuştur. Medîne'de bulunan yahudilerin Benî Kureyzâ kabîlesindendir. Nesebi (silsilesi), Reyhâne binti Şem’ûn ibni Yezid veya Reyhâne binti Zeyd ibni Amr ibni Hanefe bin Şem’ûn bin Yezid'dir. Doğum târihi kesin olarak belli değildir. Peygamber efendimizden önce 631 (H.10) da Medîne'de vefât etti. Bakî' kabristanlığına defnedilmiştir.
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Bütün zevcemlerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil'in (aleyhisselâmAllahü teâlâdan getirdiği izinle olmuştur."
Resûlullah efendimizin çok evlenmesinin mühim bir sebebi, İslâm dînini bildirmek içindi. Hicâb âyeti gelmeden, yâni kadınların örtünmeleri emir olunmadan önce, kadınlar da Resûlullah'a gelip, bilmediklerini sorar, öğrenirlerdi. Resûlullah birinin evine gitse, kadınlar da gelir, oturur, dinler, istifâde ederlerdi. Hicâb âyeti gelip, kadınların yabancı erkeklerle oturmaları, konuşmaları, yasak edilince, yabancı kadınları kabûl etmedi. Onların, bilmediklerini, mübârek zevcesi hazret-i Âişe'den sorup öğrenmelerini emreyledi. Gelip soranların çokluğundan, hazret-i Âişe, hepsine cevap yetiştirmeye vakit bulamıyordu. Bu mühim hizmeti kolaylaştırmak ve Âişe (radıyallahü anhâ) vâlidemizin yükünü hafifletmek için, lâzım olduğu kadar hanımı nikâh etti. Kadınlara âit yüzlerce nâzik bilgileri, müslüman kadınlarına, mübârek zevceleri yolu ile bildirdi. Zevceleri bir olsaydı, bütün kadınların ondan sorması güç ve hattâ imkânsız olurdu. Allahü teâlânın dînini tam olarak bildirmek için, çok evlenmek yükünü de omuzlarına aldı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget