Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Allah’tan sonra en çok sevgiye layık olan, şüphesiz, Allah Resûlü’dür. Re­sû­lul­lah’ı en çok sevenlerin başında ise Sahabe gelir. Bu gerçek, Kur’ân’da şu şe­kil­de ifadesini bulmuştur:
Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.[Ahzab Sûresi, 6.]
Kur’ân’ın medhine mazhar olan sahabilerde bunun birçok canlı misalini görmek mümkündür. Onlar bu yolda eşsiz ve erişilmez fedakârlık örnekleri vermişlerdir.” İnan­dık” demekle yetinmemişler, Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) sevgi uğrun­da her türlü zulme ve iş­kenceye göğüs germişlerdir. Bu uğurda gerektiğinde yurtlarından, mallarından ve can­larından fedakârlık etmişlerdir. Onların Re­sû­lul­lah’a olan sevgileri, yavrusunu koru­mak için kendisini tehlikeye atan bir an­nenin ciğerparesine olan şefkatinden daha fazlay­dı. Mesela Hz. Ali’ye, “Siz Re­sû­lul­lah’ı (a.s.m.) ne kadar seviyordunuz?” diye sorul­duğunda, o, şu cevabı ver­mişti:
Re­sû­lul­lah bize malımız mülkümüz, çoluk çocuğumuz, anamız ve ba­bamızdan daha sevgili idi. Ona, susadığımızda soğuk suya duyduğumuz arzu­dan daha çok arzu duyar, daha çok severdik.[Terbiyetü’l-Evlâd, 2: 1026.]
Bu sevgi Re­sû­lul­lah’ın şu mübarek sözüne bağlılıklarının ifadesinden başka bir şey değildi:
Hiçbiriniz beni anasından babasından, çoluk çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.[Müslim, İman: 69.]
Bu hakikat en güzel tezahürünü Sahabenin hayatında bulmuştu. Belki de bu­nun ilk tecrübelerinden birine Hz. Ömer muhatap olmuştu. Bir gün Re­sû­lul­lah’ın: “Beni ne kadar seviyorsun?” sorusuyla karşılaştı. Cevabı ise, “Seni canım­dan başka her şeyden çok se­­viyorum!” oldu. Ama Re­sû­lul­lah en can alıcı nokta­ya dikkatini çekmiş, “Canından da çok sevmedikçe tam iman et­miş olamazsın, ya Ömer!” buyurmuştu. Re­sû­lul­lah’ı nasıl ve ne derece sevme­si ge­rektiğini öğ­renen Hz. Ömer de, “Canımdan da çok seviyorum yâ Re­sû­lal­lah!” diye cevap vermişti. Peygamberimiz de (a.s.m.), “Şimdi oldu, ya Ömer.” d­iyerek, onun şah­sında bütün Müslümanlara sevgiyi kullanmalarındaki ölçü­yü göstermişti.
Sahabe-i Kirâm, sevgiyi ruhlarının gıdası olarak görüyor, o sevgiyle kalplerinin canlanacağına inanıyorlardı. Bu, onlar için en büyük bir zevkti. Çünkü onlar, hadiste be­lirtilen imanın zevkine erdiren üç şeyden birinin “Allah ve Resû­lü’nü her şeyden çok sev­me”[Buhârî, İman: 9.]olduğunu çok iyi kavramışlardı. O zevkle ken­dilerini tehlikelere attılar, nice güç­lüklere katlandılar.
Sahabe-i Kirâm kadar Re­sû­lul­lah’a bağlı ikinci bir topluluk yoktur. Onlar bütün davranışlarında onu örnek edinmiş, söz, davranış ve fiillerini ölçü olarak kabul etmişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, Resûl-i Ekrem’i (a.s.m.) “en güzel örnek” olarak gösterir. Allah onu yüce ahlakla bezemiş, en güzel edeple edeplendirmiş, insanlığa rehber yapmıştır. Bu ise Re­sû­lul­lah’ı bütünüyle örnek almak ve onun Allah’tan getirdiklerini tatbik etmekle mümkündür. Bu husus âyette mealen şöyle dile getirilir:
Re­sû­lul­lah’ın size getirdiklerini tutunuz, yasak ettiklerinden de sakınınız.[Haşir Sûresi, 7.]
Diğer taraftan insan için en büyük gaye, Cenâb-ı Hakk’ın sevgisini kazanmak­tır. Bunun yolu da Re­sû­lul­lah’a tabi olmaktan geçer. Nitekim Âl-i İmrân Sûresi­’nin 31. âyetinde bu hakikate dikkat çekilerek mealen şöyle buyurulur:
De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günah­la­rı­nı­zı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.’
Bu emirler ışığında yaşamayı gaye edinen sahabilerin en mühim meselesi, Re­sû­lul­lah’ın sevgisini kazanmak, ona olan bağlılıklarını göstermekti. Ona olan bağlılıklarının yolu da onu dinlemek ve ona tabi olmaktan geçiyordu.
Bunun en güzel misalini Bedir Muharabesi öncesi Sa’d bin Muâz’ın şu sözle­rinde görüyoruz:
Yâ Re­sû­lal­lah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Re­sû­lal­lah! Nasıl isterseniz öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a ye­min ederim ki, bize denizi gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın se­ninle birlikte dalarız!

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Sahabe en üstün mertebededir. Çünkü onlar doğrudan doğruya peygamberlik güneşinden ışık almışlardır. Ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, evliyanın onla­ra yetişememelerinin sebebi, Sahabenin Peygamber sohbetindeki sırra ermiş olmalarıdır. Sohbetin başka bir özelliği vardır. Sohbette yıkanma vardır, bo­yanma vardır. Bir dakikacık dahi olsa o sohbette bulunmanın o kadar büyük ma­nevi feyiz ve kazancı vardır ki, en büyük evliya dahi onu tadanlara ulaşa­maz.
Uyanıkken Re­sû­lul­lah ile sohbet eden, yerdeyken Arş’ı seyreden Celâled­din-i Su­yutî gibi büyük veliler bile ancak Sahabeden sonra yerlerini alabilmiş­lerdir.
Sahabeyle evliya arasındaki bu farkın en önemli sebebi, Sahabenin doğrudan Peygamber güneşinden, diğerlerinin ise o güneşin aynadaki aksinden fayda­lanmış olmalarıdır.
Sahabe, peygamberlerden sonra Allah’a manen en yakın olan insanların adı­dır. Çünkü onları bizzat Re­sû­lul­lah terbiye etmiş, ruh ve kalplerini kötü düşün­celerden arındırmıştır.
Sahabiler bütün duygularını İslam toprağında iman suyuyla sulamış, inkişaf ettirmişlerdir. Onların bütün duygu ve latifeleri uyanıktır. Mesela sahabi­ler, “Sübhanallah, elhamdülillah” dediklerinde, kelimenin tam manasıyla söyler­­­lerdi. Namaz kıldıklarında bütün dünyadan el etek çeker, her şeyi unutur, âde­ta fâni olurlardı. Ceset olarak görünür, fakat manen yüce âlemlere uçarlardı.
İşte bu sır içindir ki, birçok duygu ve kabiliyeti körelmiş veya başka taraf­la­ra yönel­miş günümüz insanının duygularını uyandırabilmesi, büyük ve devam­lı bir gayreti ge­rektirmektedir. Sözler’de denildiği gibi, bir Sahabenin 40 da­kikada kazandığı fazilete ve makama, başkasının 40 günde, hattâ 40 sene­de yetişebilmesindeki sır burada saklı­dır.
Sahabenin bütün meselesi Allah’ın rızasını kazanmaktı. Günleri, saatleri “Al­lah’ın rı­zasını nasıl kazanabiliriz?” sorusuna cevap bulmak ve o yolda olmakla geçerdi. Dikkat­leri ona yönelmiş, kalpleri ona bağlanmıştı. Niyetler, sohbetler ve bütün münasebetler o çerçeve etrafından dönerdi. Onların gözünde dünya sa­adeti ancak ebedî saadete ba­samak olabildiği ölçüde mana ifade ederdi.
Geçim derdi içinde boğulmuş, bütün meselesi dünya hayatı, menfaat ve siya­set olmuş; fikir ve kalpleri dağılmış, zihni maneviyata yabancılaşmış, himmet ve gayretleri parçalanmış günümüzün insanının Sahabeye yetişmesi elbette ki mümkün değildir.
Sevap noktasında da onlara yetişmek imkân dışıdır. Nasıl bir asker bazı şart­larda, mesela bir harp hâlinde önemli bir mevkide nöbet tutar veya savaşırken şehit düşer, bir dakikada yüksek mevki olan şehitliğe ulaşır. İşte Sahabe­nin bütün dakikası o erin şehit olduğu dakika gibidir. Dünyanın her türlü men­faatini ayaklar altına alıp İslam’ın bir tek meselesini dahi dünyanın en büyük menfaati­ne feda etmeyen, bin bir türlü korku ve tehdide rağmen imanından ve hak yol­dan ayrılmayan Sahabeye kim yetişebilir? Sonra “Essebebü kelfâil [Bir şeye sebep olan, onu işlemiş gibidir].” sırrınca sevap açısından da yi­ne onlara yetişilemez. Çünkü onların açtığı çığırda yürüyen bütün ümmetin sevaplarının bir misli onların defterine de yazılır.
Fazilet bakımından sahabilere erişilemeyeceği gerçeğini Aşere-i Mübeşşe­re’den Sâid bin Zeyd (r.a.) şöyle anlatır:
Bir kimsenin Re­sû­lul­lah ile (a.s.m.) birlikte yaşayıp cihatta yüzünün tozlan­ması, siz­den birinizin Nuh Aleyhisselam kadar yaşasa bile bu müddet içinde ha­yırlı amellerinin hepsinden hayırlıdır.
Manevi derece bakımından bu durumda olan sahabilerin aleyhinde ko­nuşmak, onlara dil uzatmak, şüphesiz, kişiye büyük bir mesuliyet yükleyecek­tir. Bu hususu Hatîb-i Bağdadî (1002-1071) şöyle ifade eder:
Sahabe doğrudur, adildir. Çünkü onların doğruluğunu, dürüstlüğünü, te­mizliğini Allah bildirmiştir. Re­sû­lul­lah’ın Ashâbından birisine kimin kem gözle baktığını görürsen, bil ki, o zındıktır! Çünkü Kur’ân da, Peygamber de (a.s.m.) ve onun getirdikleri de haktır. Bunları bize tebliğ eden ve aktaranlar ise sahabilerdir.[el-İsâbe, 1: 10.]

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

Resûl-i Ekrem de (a.s.m.) sahabilerinden takdirle bahsetmiş, Müslümanların da onlara karşı tavır ve tutumlarının nasıl olması gerektiğini göstermiştir. Bu­nunla ilgili hadislerin bir kısmının meali şöyledir:
Ne mutlu beni görüp iman edene! Ne mutlu beni göreni görene![Müsned, 5: 245.]
Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Ashâbım hakkında Allah’tan korkun! Sakın benden sonra onlara düşman olup sövmeyin! Onları seven, bana olan sev­gisinden dolayı sevmiş olur. Onlara kızıp kin duyan da, bana olan kin ve düş­manlığından dolayı böy­le yapmış olur. Onlara sıkıntı veren bana sıkıntı vermiş, bana sıkıntı veren de Allah’a eza etmiş olur. Allah’a eza eden de büyük bir felaketle yüz yüze gelmiş olur...[Menâkıb: 59; el-İsâbe, 1: 10.]
Bir gün Peygamberimize, “İnsanların en hayırlısı hangisidir?” diye soruldu. O da, “Benim asrımdakilerdir. Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenlerdir” diye cevap verdi.[Müslim, Fedâil: 211; Tirmizî, Menâkıb: 57.]
Ashâbım yıldızlar gibidir; hangisinin arkasından giderseniz gidiniz doğru yolu bulursunuz.[Keşfü’l-Hafâ, 1: 132.]
Başka bir hadislerinde ise Peygamberimiz, Ashâbına dil uzatılmamasını em­reder ve şöyle buyurur:
Sakın benim Ashâbıma sövmeyiniz! Nefsim kudret elinde olan Allah’a ye­min ederim ki, Uhud Dağı kadar altını sadaka olarak verseniz, sahabilerimden birisinin iki avuç hurma sadakasına, hattâ bunun yarısına bile yetişemez­siniz.[Müslim, Fedâil: 221.]

H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget