Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

 RAHMAN VE RAHİM ALLAH’IN ADIYLA

Hamd; zikredenlerin yolu  O’nun zikriyle ve yüceliğiyle bir olan ve se­venlerin kalbi O’nun sevgisi, tazimi ve tevhidiyle birleşen Allah’a mahsustur.

Eksiksiz ve mükemmel bir şekilde salat ve selam; göz kamaştıran varlığın efendisi olan, kendisinden sahih, hasen ve mütevatir isnad; mübarek ümme­tine özgü olan, ailesinin ve yıldız mesabesinde Salih komutanlar olan sahabilerinin üzerine olsun.

Değer verme bakımından ilimlerin en yücesi, üstünlük bakımından en mükemmeli ve önem verme bakımından en büyüğü, hadis ilmidir.

Kim hadis ilmini tahsil ederse, o, büyük bir değer elde etmiş olur. Kime hadis ilmi öğretilirse, ona, çok iyilik edilmiş olunur. Kim hadis ilmiyle başarıya ulaşırsa, en önemli mutluluğa ulaşmış,  bütün isteklere ulaşmış ve fazlasıyla güzelliğin son haddiyle rızıklanmış olur.

İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245)’ın “Ulûmu’l-Hadis” adlı eserinde geçtiğine göre; Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777) söylediği rivayet edilmiştir:

“Yüce Allah’ın kendisine ilim verdiği kişi için, hadis talep etmekten daha üstün bir amel bilmiyorum.”

İbnu’s-Salâh (devamla) der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin sözüne benzer başka bir sözü, İbnü’l-Mübarek’ten rivayet ettik.”

Muâfâ b. İmrân’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Bir hadis yazmak, bana, gece ibadetinden daha sevimlidir.”

İbn Asâkir (ö. 571/1176“Tarih”inde Ebu’l-Abbâs el-Murâdî’nin şöyle söylediğini nakletmiştir:

“Babam dedi ki: Ebu Zür’a’yı (öldükten sonra) rüyamda gördüm. Ona: ‘Allah sana ne yaptı?’ diye sordum. O da: ‘Rabbimin huzuruna çıktım. Bana: ‘Ey Ebu Zür’a!’ buyurdu ve bana bir çocuk verildi. Ona cennete girmesini emretti… Kullarım arasında sünnetleri muhafaza eden kimsenin mükafatını nasıl buldun? Haydi cennetten dilediğin yere yerleş!’ buyurdu’ diye cevap verdi.

İmam Ebu Abdullah el-Kassâr “Fihrist”te aynen şöyle der: “Büyük bir müjde!. Muhammed b. Abdulazîm el-Münzirî dedi ki: ‘Rüyamda cennete gir­dik. Resulullah (s.a.v)’in elini öptük. Daha sonra Resulullah (s.a.v) şöyle bu­yurdu:

“Eliyle hadis yazan herkesi müjdeleyin! Çünkü o kimse benimle cen­nette benimle birlikte olacaktır”

Nevevî (ö. 676/1277)’nin “Ezkâr”ında Sehl b. Abdullah’ın şöyle söyle­diği rivayet edilmiştir. “Bu ümmetin fertlerinden biri, Sünen sahibi Ebu Dâvud es-Sicistânî’ye gelip:

- ‘Resulullah (s.a.v)’in hadisini rivayet ettiğin dili bana uzatta onu öpe­yim’ dedi ve onun dilini öptü.”

İbrahim  b. Ethem’in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah, hadisçi topluluklarının rıhlesi sebebiyle bu ümmetten belayı uzaklaştırır.”

Üstad Ebu’l-Feth Nasr b. İbarahim el-Makdisî (ö. 490/1097“Kitâbu’l-Hucce alâ târiki’l-mehacce” adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel’e kadar dayandırdığı bir senedle rivayet ettiğine göre; İmam Ahmed’:

- “Allah için, yeryüzünde Ebdal var mıdır?” diye soruldu. O da: - “Evet” diye cevap verdi. Ona: - “Ebdal kimlerdir?” diye tekrar soruldu. O da: “Ha­disçi toplulukları yok mu?! İşte onlar, Ebdaldır. (Yeryüzünde) Ebdal şahısları en iyi bilen Allah’tır.”

(Suyûtî) “Uhûdu’l-Muhammediyye” de Süfyân es-Sevrî, Süfyân ibn Uyeyne ile Abdullah b. Sinân’ın şöyle söyledikleri rivayet edilmiştir:

“İçimizden biri kadı olsa da, yapraksız hurma dalıyla hadis öğrenmeyen fıkıhçıyı ve fıkıh öğrenmeyen hadisçiyi bir güzel dövse.”[1]

Merfu olarak rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur:

“Allahım! halifelerime rahmet eyle!” buyurdu. Ona: - “Onlar kimler­dir?” diye soruldu . O da: -”Benden sonra gelip de hadislerimi ve sünnet­lerimi rivayet edenlerdir” diye cevap verdi.[2]

Mütevatir bir hadiste de geçtiği üzere; Resulullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

“Allah, sözümü duyup onu anlayan, sonra da onu işitmeyen kimseye ulaştıran kimsenin yüzünü (kıyamet günü) ağartsın”

Resulullah (s.a.v), burada, sözünü ulaştıran kimseyi, (kıyamet günü yü­zünün) ağarmasıyla dua etmiştir.

Nadra (=ağarma/parlaklık), sevinç ve güzelliktir.

Süfyân ibn Uyeyne (ö. 198/813) der ki: “Hakkını yerine getirerek hadis nakleden hadisçilerden hiçbiri yoktur ki, bu hadis sebebiyle yüzünde yete­rince parlaklık olmasın”

Büyük imamlardan bazıları, hadis ashabını gördükleri zaman şiir söylüyorlar ve şöyle diyorlardı:

“Hoş geldiniz insanların en sevimlileri! Allah hakkında insanların en mütevazilileri. İnci gibi parıltı sahipleri. hoş geldiniz Salihler topluluğu, takva sahipleri. Yüzler aydınlık odu, her zengin süslendi. Ey Peygamber Muham­med (s.a.v)’in ilmini talep edenler! Sizin dışındakiler size denk değildirler.”

Konu ile ilgili hafız Ebu Tâhir es-Selefî’ye isnad edilen bir şiir ise şöyle­dir:

“Peygamberin dini ve şeriatı, o Peygamberin haberleridir. Peşine düşü­len ilmin en yücesi, o Peygamberin rivayetleridir. Kim onun hadisleriyle meş­gul olursa ve halk arasında yayılması için meşgul olursa, onun hadisleri kaçı­nılmaz olur.”

İbn Abdilberr (ö. 463/1071), İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’a dayana­rak İmam Ahmed b. Hanbel’den şöyle bir şiir nakletmiştir:

“Peygamberin dini, hadislerdir. Bir genç için, hadis rivayetleri ne güzel bir binektir. Sakın hadis ilminden ve hadis ehlinden sapmayın. Rey gecedir. Hadis ise, gündüzdür. Belki gencin cehaleti, hidayet yollarıdır. Güneş doğdu, onun nurları vardır.”

Bu ilimle uğraşan alimler, hadis ilmini bölümlere ayırmışlar ve her bö­lümü de konulara ayırmışlar. İşte bu belirttiğimiz bölümlerden birisi de, mütevatir hadislerdir.

İlk önce geçmişte yaşamış İslam alimlerinin kayıtlarında ve notlarında bulunan mütevatir hadisleri bir araya toplamak için harekete geçtim ve on­lardan bolca topladım. (Müsvedde kağıtlarda bulunan bu hadislerin) kaybol­masından ve zayi olmasından korkunca, bu hadislerden faydalanmak için onları bir kitapta topladım. Bu topladıklarımı, “Nazmu’l-mütenâsira mine’l-hadîsi’l-mütevâtira” diye isimlendirdim. Bu, İmam Suyûtî (ö. 911/1505)’nin, “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı kitabınıdan kısaltarak özetlediği “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı eserini gör­meden önceydi. Bundan sonra Suyûtî’nin bu kitabını görünce, onu inceledim ve onun bu kitabında olupda benimkinde olmayan hadisleri kendi kitabıma ekledim.

Ben Suyûtî’nin andığı hadislerin hepsini naklettim. Ayrıca “Suyûtî “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yoldan getirmiştir” sözümle, Suyûtî’nin naklettiğini (benimkinden) ayırdım.

Burada Suyûtî’nin, sahabe ve tabiun dışında andıklarını çıkartarak sadace sahabe ve tabiunu zikrettim. Çünkü (böyle yapmakla benim belirte­ceğim) ilave kolaylaşmış oldu ve (okuyucunun dikkatini) bu ilaveye çekmiş olacağım. Suyûtî’nin sözünden sonra قُلْتُ “Derim ki” lafzıyla da (benim yaptı­ğım bu) ilaveye işaret ettim.

Suyûtî’nin kendisine ulaşmayıp da (mütevatir olduğunu) söylemediği hadisleri, Allah’ın bana kolaylaştırdığı kadarıyla bu kitabımda belirttim. Bu­nunla, bu hadisi, Suyûtî’nin kitabında bulamadığım bilinmelidir.

Sehâvî (ö. 902/1496“Şerhu Elfiyye”nin ‘mütevatir bahsi’nde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Müellif eserinde mütevatir konusunu ayrı tut­muştur. Zerkeşî ve birçoğuna gelince ise…. “

(Derim ki:)  Sehâvî’den sonra bir topluluk da, (yazdıkları) eserlerde te­vatür konusunu başlı başına bir konu olarak ayrı işlemişlerdir.

1. Mütevatir hadis konusunda telif yapanlardan birisi de, üstad hafız Celaleddin Ebu’l- Fadl Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyûtî’ (ö. 911/1505)’dir. Suyûtî, (mütevatir hadisle ilgili bu eserini) “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Suyûtî, bu eserini, bablara göre düzenlemiş, yine bu eserinde 10’dan fazla sahabiden rivayet edilen hadisleri toplamış ve her hadisin senedlerini, geliş yollarını ve (diğer) lafızlarını da toplamıştır. Kendisinin de dediği gibi, bu eser, bir benzeri görül­memiş kapsamlı bir kitap haline gelmiştir.

Daha sonra Suyûtî, mütevatir hadisle ilgili bu eseri yazmadaki asıl ama­cını önemli bir cüzde özetlemiştir. Bu eserini de, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Bu kitabında; (ilk önce) hadisin metnini, (sonra) sahabeden hadisi rivayet eden kimseleri, (ardından da) bu hadisi tahric eden meşhur imamları kısaca belirtmiştir. Kendisinin belirttiği üzere, bu kitapta naklettiği hadislerin sayısı, 100’dür. Yalnız bu kitaptaki ha­disleri saydım. Bunu, 12 fazlasıyla buldum. Yine de doğru bilgi, Allah’a aittir.

2. Bunlardan birisi de; üstad, imam, hafız, müsnedçilerin sonuncusu, sa­yısız tasniflerin sahibi Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Tûlûn el-Hanefî ed-Dimeşkî es-Sâlihî (ö. 953/1545)’dir. (Bu kişi, mütevatir hadisle ilgili kitabını,) “el-Leâli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

3. Bunlardan birisi de; üstad Ebu’l-Feyz Muhammed Murtaza el-Hüseynî ez-Zebîdî el-Misrî (ö. 1205/1790)’dir. (Bu kişi de kitabını,) “el-Laktu’l-le’âli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

4. Bunlardan birisi de; Siddîk b. Hasan b. Ali el- Kannûcî el-Buhârî el-Hüseynî’nin, tevatür derecesine ulaşan hadisleri topladığı 40 hadistir. Kannûcî, bu kitabını, “Hırzu’l-meknûn min lafzi’l-ma’sûmi’l-me’mûn” diye isimlendirmiştir.

Allame Ebu’l-Hasen Muhammed Sâdık es-Sindî el-Medenî (ö. 1138/1725“Şerhu’n-Nuhbe” adlı eserinde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Suyûtî, tevatürle ilgili konuda hüküm vermede yumuşak davranmış, te­vatürle ilgili hadisler hususunda sayı belirtmiş ve tevatürle ilgili hadisleri, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirdiği kitabında getirmiştir.”

Durum böyle olunca, Suyûtî, mütevatir olmamasına rağmen, hadisçile­rin belirtmediği bir çok hadisi (mütevatir diye) anmıştır. Halbuki onun sözün­den, lafzi mütevatirleri toplamayı kastettiği anlaşılmaktadır. Yalnız onun ge­tirdiği  hadislerin çoğunun manevi mütevatir olduğu, ya bazı kitaplardan, ya kendisinin açıklamasıyla yada bir başkasının açıklamasıyla ortaya çıkmıştır.

Asıl kastedilen konuya girmeden önce, bir açıklama yapılacaktır. Bu ön­söz, manevi mütevatirin sözlük ve terim anlamlarını açıklama mahiyetinde olacaktır.


[1]     Müellifin kitabının aslından, Sûfî ve Vahdedi vücutçu İbn Arâbî'nin inancı doğrultusunda naklet­tiği üç satırı almadık. Çünkü bu, Ehli sünnet ve'l-cemaat imamlarının görüşlerine itiraz mahiye­tindedir. Zaten İbn Arâbî'nin akidesi, avamdan bir çoğuna göre gizlidir. Dolayısıyla müellifin, İbn Arâbî'den yaptığı rivayeti almadık. İlmi emanet, uyarı gerektirir. (Arap yayıncısı)

[2]     Taberâni, el-Evsat, 6/77; Deylemî, Firdevs, 1/479; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/149; Suyûtî, Tedribu'r-Râvî, 2/126; Râmehurmuzî, el-Muhaddisu'l-Fâsıl, 1/163



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

 Allah’a hamd, Resulü’ne salat ve selam olsun.

Kitabın özgün adı, “Nazmu’l-mütenâsire mine’l-hadîsi’l-mütevâtire”dir. Çevirisini yaptığım bu kitabın yazarı, allame fakih muhaddis Muhammed b. Ca’fer  el-Kettânî’dir. 1857 yılında Fas’ta doğmuştur. Yine 1927 yılında Fas’ta ölmüştür. Fas’ın tanınmış muhaddis ve alimlerinden ders almıştır. Özellikle de hadis sahasında araştırmalar yapmıştır. Bir çok önemli esere imza atmıştır. Hadis literatürü alanında önemli bir yere sahip olan “er-Risâletü’l-Mustatrafe” adlı kitabı  “Hadis Literatürü” adıyla Türkçe’ye çev­rilmiştir.

Kitabın dört baskısı gerçekleşmiştir. 1. Fas, 1318/19002. Haleb, Dâru’l-Meârif 19203. Beyrut, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye 19834. Mısır, Dâru’l-kütübi’-s-Selefiyye tarihsiz. Tercümede esas aldığım neşir,  Mısır’da bulunan Dâru’l-kütübi’-s-Selefiyye’ye aittir. Yayınevi, kitabı gözden geçirmiş ve bazı ilave­lerde bulunmuştur. Yayınevi, selefi çizgisi gereği; bazen yazarı sufilere uy­makla tenkit etmiş, bazen de yazarın görüşlerinden beğenmediklerini eleştir­miş ve bazen de rivayet ettiği hadislerle ilgili eleştiriler yöneltmiştir. Örneğin, 225. ve 226. hadisleri ve önsözde İbn Arâbî’nin üç görüşlerini yansıtan üç satırı kitaba almamıştır.

Yazar, hem selefî ve hem de sufî tanımlamasına uygun bir yapıya sahip­tir. Çünkü kitabında getirdiği hadisler, bazen selefi çizgide uygun hadisler ve bazen de sufi çizgisindedir. Örneğin, 16. Hadiste “Allah’ın keyfiyetsiz, tem­silsiz, teşbihsiz, cismiyetsiz, ittisalsiz ve infisalsiz bir şekilde kendi kema­line uygun göklerin üstündeki arşın üzerinde bulunması” hadisi ve 276. Hadiste ise “Yedi kat gök ile yedi kat yer ve bunların içindekiler ile bunla­rın arasında bulunanların; arşa nispetle, yeryüzündeki büyük bir düzlükte (=çölde) bırakılmış bir halka gibi olması” hadisini getirmiştir.

Yine 279. Hadiste “Ebdâl’ın varlığı” hadisini ve 302. Hadiste “Pey­gamber (s.a.v)’e, dünya hayatında iken tevessülde bulunma” hadisini getirmişir.

Bu hadisleri açıklama ve hadiste geçen bilgiyi ispat etme mahiyetinde ise hem selefi  ve hem de sufi öğretilerinden yararlanmıştır. Örneğin, 16. Hadisi açıklama mahiyetinde; Allah’ın, arşa istiva ettiğini ve göğün üzerinde bulun­duğu inancını İbn Teymiyye’den alıntılar yapmıştır. Okuyucuya da bu inan­cın doğruluğunu anlatmaya çalışmıştır.

194. Hadiste “Allah’ın yarattığı ilk şeyin” ne olduğunu açıklama mahi­yetinde getirdiği ilk madde, Muhammedî Nûr’dur.

279. Hadiste “Ebdalın varlığı” ile ilgili olarak ilk önce Ebdalın varlığını ve bu konudaki hadisleri kabul etmeyen İbnü’l-Cevzî ile İbn Teymiyye’den alıntılar yapmış ve diğer taraftan da konunun sonunda Ebdalın varlığı ile ilgili hadislerin bazısının ve bazısınında sahih olmadığı ile ilgili olarak İbn Hacer’den alıntılar yapmıştır. İbn Hacer’den alıntı yaparken tasavvuf literatü­ründe kullanılan Kutb ve Gavs kavramlarınada yer vermiştir.

261. Hadiste “Peygamber (s.a.v)’in İsra gecesi göğsünün yarılması” ola­yını anlatırken, Abdulaziz ed-Debbâğ’ın “İbrîz” adlı kitabında bu olayı keşif yoluyla kabul etmediğini belirtmektedir. Ayrıca kitabın önsözünde, Buhârî ve Müslim’de bir hadisin geçmesine rağmen keşif ehlinin bu hadisi kabul etme­mesinin doğruluğunu da ileri sürmektedir.

Eseri, şimdiye kadar yazılmış gerek mütevatir hadislerle ilgili ve gerekse de çeşitli alanlarda yazılmış bütün kitaplar tarayarak oluşturmuştur. Kitabı, Fıkhî  esaslara göre düzenlemiştir. Kitapta 31 bölüme yer vermiştir. Kitabın önsözünde; tevatürün sözlük ve terim anlamları, tevatürün zaruri bilgi ifade edip etmediği, tevatür için gerekli sayının ne kadar olacağı, haberi vahidin bilgi değerinin ne olduğu, mütevatir hadisler ile ilgili örneklerin neler olduğu ve karinelerle haberi vahidin bilgi ifade edip etmediği ile ilgili bilgilere yer vermiştir.

Geleneksel yapıya uygun olarak kitabına ilk önce “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisiyle başlamıştır. Öncelikli olarak Suyûtî’nin “el-Ezhâr” adlı kitabını esas alıp burada geçen sahabe isimlerine yer vermiş. Daha sonra hadisi rivayet eden başka sahabi varsa, o sahabinin ismini, bu hadisin tahricini yapan imamı ve hadisin geçtiği yeri belirtmiştir. Genellikle hadisin mütevatir olduğuna dair bir bilgi varsa, o bilginin geçtiği kitabı ve ki­tabın yazarını belirtmiştir. Fakat bazen hadisin mütevatir olduğuna dair kay­nak bir bilgi belirtmeden, hadisi rivayet eden kişilerin sayısını belirtip bununla hadisin mütevatir olduğunu kendisi belirtmiştir.

Kitabın dipnotunda yer alan bilgiler bana aittir. Bu bilgiler kabul edilebi­lir de, edilmeyebilir de. Arap yayıncıya ait bilgiler ise genellikle Türkçe’ye çevrilmiştir.

Sahabilerin isimleri, Concordance’da geçen şekliyle yazılmıştır. 

Hadislerin tahricleri yapılırken; kütübü tis’ada yer alan kitaplar, Concordance usûlüne uygun olarak ve diğer kitapların ise cilt ve sahifeleri gösterilmiştir. Bu ikinci tür kaynaklar da, bazen cilt ve sahifeden sonra pa­rantez içerisinde hadis numarasına da yer verilmiştir. Hadislerin tahrici yapı­lırken, elde bulunan çeşitli kitap, kaynak ve cd’lerden de yararlanılmıştır. Bu nedenle okuyucunun elinde bulunan kaynak ile bizim belirttiğimiz kaynak aynı olmayabilir. Bu itibarla eserin ihtiva ettiği hadislerin çokluğu ve özellikle de hadisi rivayet eden sahabilerin rivayet ettikleri hadisin nerede geçtiği me­selesi çok uzun bir zaman almıştır.

Okuyucunun dikkat etmesi gereken diğer bir husus ise; hadislerin tahrici sırasında, aynı hadisle ilgili sahabelerin rivayet ettiği hadislerin, aynı lafızda olmaması. Hadisler, genellikle, mana yoluyla rivayet edildikleri için aynı lafza sahip olmayabilirler. Bu farklılık; bazen bir kelimede, bazen bir cümlede ve bazen de manada olabilmektedir.

Eserin tercümesi esnasında orijinal metne genellikle sadık kalınmıştır. Zaman zaman kastedilen mananın okuyucu tarafından iyice anlaşılması için “anlaşılabilir” bir dille serbest davranıldığı da olmuştur.

Azami dikkat ve gayretlerime rağmen, farkında olmadan tercüme hata­ları  olacaktır. Bununla birlikte hataları en aza indirmek için çok gayret etiğimi söyleyebilirim. Yapıcı eleştiri ve uyarılara her zaman muhtaç olduğumuz ilim sahipleri ile bütün okuyucularımızın tenkit, uyarı ve katkılarına şimdiden şük­ranlarımı sunacağımı belirtmek isterim.

Tercümenin ortaya çıkışında yardımlarını esirgemeyen bütün dostlarıma, özellikle de kitabın önsözüne ait bir bölümü çeviren değerli dostum Muhittin Korkmaz’a, bilgisayarla ilgili problemlerde hiçbir zaman yardımını esirgeme­yen Mustafa Melih Haban’a, yetişmemde ve dinî düşüncelerimin oluşma­sında büyük emeği bulunan Salih Özbey’e, her zaman manevi desteklerini üzerimde hissettiğim annem Emine ile babam Mehmet’e, çalışmalarım sıra­sında desteklerini gördüğüm değerli dostlarım Mehmet Kılıç’a, Emir Doğan’a, Mehmet Sever’e ve bu değerli eseri basma gayretini gösteren Karınca Yayın­ları’nın  sahibi sayın Feyzullah Birışık’a şükranlarımı arzederim.

Çevirinin önemli bir bölümünü bazen okuyarak, bazen müsveddeleri ya­zarak katkıda bulunan ve tahric çalışmalarının uzun zaman almasına rağmen bu süreç içerisinde büyük bir sabır gösteren değerli eşim Hanife’ye teşekkür ederim.

Başarı elbette Allah’tandır.

Hanifi AKIN

Şehitkamil/GAZİANTEP

18.10.2003



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget