Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

 “Tevatür” iki şekilde incelenir:

1. Tevatürün sözlük anlamı.

“Mahsûl”da denir ki: “Tevatür kelimesi, sözlükte; ‘bir kimsenin, (diğer) bir kimsenin izi sıra gelmesi’ anlamına gelir.”

Karâfî (ö. 684/1284)’de “Tenkîh”te bunun bir benzerini söylemiştir.

Yüce Allah’ın, “Sonra peygamberlerimizi art arda gönderdik” (Mü’minûn: 23/44) yani ‘bir peygamberden sonra diğer bir peygamberi (in­sanlara) peş peşe gönderdik’ şeklindeki sözünde tevatürün (diğer) sözlük an­lamı ifade edilmektedir.

İbn Beriy’in şöyle söylediği nakledilmiştir: “(Tevatür,) bir şeyin bir şey­den sonra, bazısının bazısının izi sıra belli bir aralıkla peş peşe yada art arda (=belli bir aralık olmaksızın) gelmesi.”                            

Tevatürün sözlük anlamı ile ilgili bu iki görüş, (Asım’ın) “Kâmûs” adlı eserinde geçmektedir. (Asım) burada der ki: “Tevatür kelimesi, (sözlükte;) ‘peş peşe’ yada ‘belli aralıklarla’ anlamına gelmektedir.”

(Cevherî’de) “Sıhâh”ta, (tevatürün sözlük anlamını,) Asım’ın sözünde geçen ikinci tanımla sınırlandırıp der ki:

“Muvâtere, peşpeşe anlamına gelir. Muvâtere, şeyler arasında değil de, belli bir aralıkla olan şeyler arasında olur. Fakat bu belli aralık ise, sürdürme ve devamlılık şeklindedir.”

“Şerhu’l-Kâmûs”ta Lihyânî’den naklen denir ki: “Mütevatir, belli bir aralıkla olan bir şeyden sonra, diğerinin belli bir aralıkla gelmesidir. Kesintisiz şekildeki peş peşelik ise faklıdır. Bu, mütevatir gibi değildir. Mütevatir ancak kesintisiz sürdürme ve peş peşeliktir.

İbnü’l-A’râbî ise: ‘Bir işi yapma hususunda gevşek davranıldığı zaman, bir şeyden sonra bir şeyi yapma mahiyetinde ترى – يتري  “tera” – “yetri” deni­lir.’

Asmaî de dedi ki: ‘Haber, art arda ve peşpeşe gelir.’ (Müellifin sözü bu­rada bitmektedir.

Bilinmelidir ki, bizim belirttiğimiz birinci görüş, Mecd’in belirttiği ikinci görüşten daha doğrudur. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

Tevatürün terim anlamına gelince ise;

İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245) “Ulûmu’l-Hadis” adlı eserinde tevatürün te­rim anlamı hususunda şöyle der:

“Mütevatir, doğrulukları kesin olarak bilinen kimselerin nakletmiş ol­dukları haberlerden bir ifadedir.

Bu şartın mütevatir haberin sened zincirinde, başından sonuna kadar ravilerde devamlı bir şekilde bulunması gerekir.

Rivayet edilen hadisler arasında mütevatire uygun bir örnek göstermesi istenen kimse, bu istek karşısında aciz kalır.”

Nevevî (ö. 676/1277“Takrîb”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Mütevatir haber, doğruluklarıyla bilinen kimselerin sened zincirinin ilk taba­kasından son tabakasına varıncaya kadar kendileri gibi (doğruluklarıyla meş­hur olan) kimselerden naklettikleri haberlerdir.

Mütevatir hadis, rivayet etme hususunda yok denecek kadar azdır.”

Cürcânî (ö. 816/1413“Muhtasar”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Mütevatir haber, yalan üzere birleşmeleri adeten mümkün olmayan ravilerin (sayı bakımından) çok olma hususunda belli bir dereceye ulaşmasıdır. Bu husus, ilk tabakanın son tabaka gibi ve orta tabakanın ise ilk ve son tabaka gibi (sayı bakımından ravilerin çok olması hali) olduğunda gerçekleşir. Kur’an ve beş vakit namaz gibi.”

Tâc es-Sübkî (ö. 771/1370)’nin “Cem’u’l-Cevâmi”de konu ile ilgili ifa­desi ise şu şekildedir: “Mütevatir, (yalan üzere birleşmeleri) mümkün olma­yan bir topluluğun vermiş olduğu özel bir haberdir.”

“Cem’u’l-Cevâmi”‘nin şarihi Mahallî ile daha bir çok kimse, (mütevatir haberin tanımına;) “hislerle algılanabilecek cinsten yalan üzere birleş-me­leri adeten” ifadesini eklemişlerdir.

Sübkî’nin sözünde geçen “haber” ifadesi, inşâ’ya uygun olan bir sözdür. Buna göre haber, kendi özünde vakıaya uygun olan doğruyu ve yine kendi özünde uygun olmayan yalanı barındırma olasılığını taşımasıdır.

İnşâ’ ise; hem doğru ve hem de yalanı barındırma olasılığının olmaması halidir.

Sübkî’nin sözünde geçen “topluluk” ifadesiyle, bir veya iki kişinin ver­diği haber ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü bir veya iki kişinin verdiği ha­ber, mütevatiri oluşturmadığı gibi mütevatir diye de isimlendirilemez.

Sübkî’nin sözünde geçen “mümkün olmayan” ifadesiyle, (herhangi bir haber üzerinde) birleşmeleri veya uyuşmaları mümkün olan fasık yada kafir gibi bir topluluğun verdiği haber ihtimal dışı bırakılmaktadır. Adeten bu tür kimselerin bir haber birleşmeleri yada görüş birliğine varmaları mümkün olsa, bu haber, mütevatir haber diye isimlendirilemez. Eğer bu fasık yada kafir topluluğun yalan üzere birleşmeleri imkanı ortadan kalkarsa, (o zaman bu kimselerin verdiği haberler) mütevatir haber diye isimlendirilebilinir.

Bu, Usulcülerin tanımına göredir. Çünkü mütevatir haber hususundaki Usulcülerin görüşü, bütün insanlar içindir.

Hadisçilere gelince; onlara göre, mütevatirin ravilerin de Müslüman olma şartının aranması gerekmektedir. Çünkü onların bu konudaki görüşü, mütevatir hadis hakkındadır.

Kafir yada fasık kimselerin rivayet ettikleri nebevi mütevatir bir hadis bulunmamaktadır. Yalnız hadisçiler, kafir yada fasık kimseler hakkında bir görüş belirtebilirler. Bunu, bazı kimseler söylemiştir.

“Adeten” sözüyle; adeti göz önünde bulundurmanın haricinde akli uy­gunluk ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü bu husus, mümkün değildir ve ileri sürülemez de. Topluluk, belli bir sayıya ulaşsa bile.

“Yalan üzere birleşmemeleri” sözüyle; kasıt, yanlışlık ve unutkanlık kastedilmektedir.

“Hislerle algılanabilecek cinsten” sözüyle de; kulak yada göz gibi gö­rünen beş duyu organlarından biriyle anlaşılan bir iş kastedilmektedir.

Bu sözle; akılla anlaşılan (=ma’kul) bir iş, ihtimal dışı bırakılmaktadır. Çünkü akılla anlaşılan bir iş hususunda yanlışlığa düşmek mümkündür. Yan­lışlık; filozofların, alemin başlangıcı yada ölümden sonraki cismani dirilişin olmaması ile ilgili verdikleri haber gibi olabilir de. İşte bu (tür haberler,) mütevatir diye isimlendirilemez. Çokluk bakımından belli sayılara ulaşmış olsalar bile, yine de mütevatir diye isimlendirilemezler. Hatta bu husus; ale­min yaratılışı yada yaratıcının varlığı ile ilgili bir şehir halkının diğer şehir halklarından vermiş oldukları haberler gibi doğruluğu kesinlikle bilinmiş olsa bile, yine de mütevatir diye isimlendirilemez.

Bundan mütevatirin bilgi ifade etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

İbnu’s-Salâh ile bir çoğundan geldiğine göre; Buhârî ile Müslim’in üze­rinde ittifak ettiği yada bunlardan birisinin, muttasıl senedlerle hadis rivayet ettikleri bilinmektedir.  Manevi mütevatir gibi. Mütevatir ifadesi, tesmiye değil de bilgi ifade etmede kullanılır. Çünkü bu tür mütevatir, terim olarak mütevatir diye isimlendirilemez. Zira mütevatirin bilgi ifade etmesi, kendisiyle ilgili değildir. Aksine harici karinelerle ilgilidir. Cariyenin efendisiyle yaptığı sözleşmeyi canı gönülden kabul etmesi gibi.

Buna göre Tâc es-Sübkî’nin konu ile ilgili görüşü, daha önce mütevatirle ilgili geçen tanımın bir sonucudur.Böylece mütevatirin bilgi ifade etmesi, şartların oluşmasına işarettir.

Mütevatirin bilgi ifade etmesinin anlamı; ya kendisiyle  ilgili, ya sadece gerekli karinelerle yada ayırt edici karinelerle ilgilidir.

Bu belirtilenlerden birisi, tek başına yeterli değildir. Çünkü ahad haber, karinelerin katılımıyla oluşmuş bir vasıta sebebiyle de bilgi ifade etmektedir.

İşte bu, ancak ifade edilen bilginin nazari olduğuna dair görüşe uymak­tadır. Çünkü bu, mütevatirin bilgi ifade etmesinde şart koşulmuştur.

Bu, mütevatirin ifade ettiği bilginin zaruri olduğu görüşünü tercih eden kimsenin görüşüne uymamaktadır. Çünkü bu, şart koşulmamıştır. Aksine bu­nunla ilgili şart,    

İbn Emîr el-Hâcc (ö. 879/1475“Şerhu’t-Tahrîr”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Mütevatir haber için temel kural, bilgi ifade etmesidir. Ha­ber sadece bilgi ifade ederse, o haberin, mütevatir olduğunu ve bütün şart­lara sahip olduğunu anlarız. Eğer o haber, bilgi ifade etmezse, o zaman  mütevatir için gerekli şartlardan birinden yoksun olması sebebiyle o haberin mütevatir olmadığı ortaya çıkar”

Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Kâsım el-İbâdî’nin, Mahallî’nin kita­bına yazdığı haşiyeye bakabilirsiniz.

Şihâb İbn Hacer el-Mekkî (ö. 973/1565“Fetâvâ”da da der ki: “Bilindiği üzere, mütevatir haber için ihtimal ve zan yeterli değildir. Çünkü şüphe etme ve zannetme, kesinliğe götürmez.”

Mütevatir haberin zaruri bilgi ifade ettiğini söyleyenler doğruyu söyle­miştir. Bu, cumhurun görüşüdür. Cumhura göre, mütevatir haber, hem geç­miş zamanlarla ve hem de şimdiki zamanlarla ilgilidir.

Semeniye[1] ile Brahmanlar gibi, akılcılardan bir grup; mütevatirin (kesin) zaruri bilgi ifade ettiğini kabul etmemişlerdir. Onlara göre; mütevatir haber, ancak zan ifade etmektedir. Bunlardan bazısı da, mütevatirin geçmiş zaman­larda olmasını kabul etmemiştir. Mütevatir haberin, şimdiki zamanlarda ol­ması gerektiğini kabul etmektedirler. Onların bu inkarı, kibirlenmeleri dolayı­sıyladır. Çünkü biz; Mekke, Medine ve Bağdat gibi uzak şehirlerle ilgili ve Hz. Musa ile Hz. İsa’nın kavmi gibi yok olmuş ümmetlerle ilgili bilgiyi bilmekteyiz. Bu tür bilgi ancak haber vermekle bilinir.

Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389“Şerhu’n-Nesefî”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Denilse ki: Tek tek kişilerin ayrı ayrı verdikleri haber, zan­dan başka bir mana ifade etmez. Bir zannın diğer zanna eklenmesinden de yakîn ve kesin bilgi elde edilmez. Ayrıca teke tek kişilerin, münferiden ver­dikleri haberlerin yalan olmasının imkan dahilinde oluşu, bunlardan mey­dana gelen topluluğun verdiği haberin yalan oluşunun da imkan dahilinde olmasını gerektirir. Çünkü topluluğun kendisi, tek tek kişilerden meydana ge­lir.

Diyoruz ki: Bazen fertlerde bulunmayan (vasıf ve kuvvet gibi bir) şey, bunların toplamında  mevcut olur. Kıllardan örülen ipte mevcut olan kuvvet buna örnektir.”

Mütevatir haberin ifade ettiği bilgi, esah olan görüşe göre zaruridir. Bu, hadisçiler ile usulcülerin cumhurunun görüşüdür. Mütevatir haberin zaruri bilgi vermesi, bazen kişi için bir bakış oluşturmayabilir. Çocuklar gibi.

Mütevatir haberin zaruri bilgi ifade etmesinin manası; kişinin, mütevatirde aranan şartları bir araya getirmede zorlanmasıdır. Çünkü Mu’tezile’den Kâ’bî ile Ebu’l-Hasen el-Basrî ve Ehl-i Sünnetten ise İmamu’l-Harameyn ile Gazzâlî’nin aksine nazari bilgiyi değil de, zaruri bilgiyi reddet­mek mümkün değildir.

Denilse ki: Zaruri bilgilerde çelişki ve ihtilaf meydana gelmemektedir. Örneğin, biz; birin, ikinin yarısı olduğu olduğuna dair bilgiyi, İskender’in var­lığına dair bilgiden  daha kuvvetli bulmaktayız. Daha önce de geçtiği üzere, bazı gruplar, mütevatirin zaruri bilgi ifade ettiğini kabul etmemişlerdir.

Cevaben deriz ki: Bu, mümkün değildir. Çünkü zaruri bilgi çeşitleri; uyum, tatbikat ve uyarma hususunda farklı vasıtalarla çelişebilir.

İmamu’l-Harameyn ile İmam Gazzâlî, Ka’bî’ye dayanarak mütevatir ha­berin nazarî bilgi ifade ettiğini belirtmişlerdir.         

Dört imam, bir hadisi rivayet etmede görüş birlğine varsa, bu, bilgi ifade eder. Fakat dört halife, bir hadisi rivayet etmede görüş birliğine varsa, onların verdiği bu haber, zaruri bilgi ifade etmez. Aslında bu da doğru değil. Doğru olan görüş, bunun, bazen yeterli gelmesidir

(İlim adamları, mütevatirin sabit olacağı sayı hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:)

1. Denildi ki: Bu sayı, 5’tir. Bu görüş, Liân’a kıyas edilerek ileri sürül­müştür.

2. Denildi ki: Bu sayı, 7’dir.

3. Denildi ki: Bu sayı, 10’dur. Bu, yüce Allah’ın “Hepsi tam on gündür” (Bakara: 2/196) sözüne dayanılarak ileri sürülmüştür. Çünkü 10 sayısı, cem’u kesretin başıdır. Bu görüşü, Istahrî (ö. 328/858) söylemiştir.

Suyûtî (ö. 911/1505)’de “Şerhu’t-Takrîb”de der ki: “Bu, tercih edilen görüştür.” Çünkü Suyûtî, mütevatirlerle ilgili kitabını bu görüşe göre düzen­lemiştir. Suyûtî, mütevatir hadis ile ilgili kitabında 10’dan fazla sahabenin ri­vayet ettiği hadisleri toplamıştır.

Allame seyyid Muhammed Resul el-Berzencî el-Hüseynî “İğâratu’l-musbaha ala mânii’l-işâret bi’l-musabbiha”da şöyle der:

“Hafız Suyûtî el-Ezhâru’l-mütenâsire fi’l-ahbâri’l-mütevâtire”de ge­çen her hadisi 10 sahabeden rivayet ettiğini söylemiştir. Bu, biz hadis ehli topluluğuna göre mütevatirdir.”

4. Denildi ki: Bu sayı, 12’dir. Çünkü İsrail oğulları temsilcilerinin sayısı 12 idi.

5. Denildi ki: Bu sayı, 20’dir. Buna, yüce Allah’ın “Sizden sabırlı yirmi kişi, onlardan iki yüz kişiye üstün gelir” (Enfâl: 8/65) buyruğu delil getiril­miştir.

6. Denildi ki: Bu sayı, 40’dır. Buna, Resulullah (s.a.v)’in “Seriyyelerin en hayırlısı, 40 kişidir” sözü delil getirilmiştir.

7. Denildi ki: Bu sayı, 50’dir. Bu, Kasame’ye kıyas olarak ileri sürül­müştür.

8. Denildi ki: Bu sayı, 70’dir. Bunu, Hz. Musa (a.s)’ın mikat için (İsrail oğullarından) 70 kişiyi seçmesine[2] dayandırmışlardır. Bunlar, mikat yerinde Allah’ın sözünü işitecekler ve bu işittiklerini geride bıraktıklarına haber vere­ceklerdi.

9. Denildi ki: Bu sayı, 310 küsurdur. Çünkü Talut’un beraberinde bulu­nanlar ile Bedir savaşına katılan sahabelerin sayısı bu kadar idi.

10. Denildi ki: Bu sayı, 1400 yada 1500’dir. Çünkü Rıdvan  bey’atına katılan sahabelerin sayısı bu kadar idi.

Bazı alimler de derki: “(Tevatürün sabit olabileceği sayı hususundaki) bu görüşlerin hepsi, batıldır. Bu görüşlere dayanmaya gerek yoktur. Bu kimsele­rin (ileri sürdükleri) şüpheleri, gerçekçi değildir. Bu görüşü açıklamaya gerek yoktur.”

(Leknevî) “Zafru’l-Emânî fi şerhi muhtasari’l-Cürcânî”de der ki: “(Te­vatürün sabit olabileceği sayı ile ilgili) bu görüşlerin hepsi, çürüktür. Hadisçi­lerden bir topluluk, ileri sürülen bu görüşleri araştırmış ve tevatür için (belli bir) sayının şart koşulamayacağını belirtmişlerdir. Yalnız bu konuda en önemli nokta, mütevatir haberin zaruri bilgi ifade etmesidir. Haberi çok bü­yük bir topluluk rivayet etse bile, haber, bilgi ifade etmediği takdirde bu ha­ber, mütevatir olamaz. Bu haberi, (ravileri sika olmak şartıyla) az bir topluluk rivayet etse, bu haberle zaruri bilgi meydana gelir. Böylece bu haber, mütevatir olur.”

Doğru olan şudur: Bilgi, haberi duyan çok sayıdaki kişinin oluşmasından meydana gelmişse, bu haberi duyan her bir fert için bilginin meydana gel­mesi gerekir. Fakat bilginin meydana gelmesinde haberi gerekli kılacak kari­nelerle tevatürün ispatına gerek duyulmaz. Çünkü Zeyd için meydana gelen bilgi, Amr için veya bir topluluk için meydana gelen bilgi; bir başka bir top­luluk için meydana gelmeyebilir. Zira karineler, bazen bazı kişiler geçerli ola­bilir. Fakat başkaları için bu karineler, geçerli olmayabilir.

Denildi ki: Bilginin mutlak manada herkes için meydana gelmesi gerekir.

Denildi ki: Bilginin mutlak manada herkes için meydana gelmesi gerek­meyebilir.

Bu iki görüş, hususunda tartışılabilinir.

Bazılarına göre tevatür, bazı rivayet yollarından ulaştığı halde, diğerle­rine göre bu bilgi ifade etmeyebilir. Bazen de birine göre tevatür olan bir ha­ber, diğerine göre tevatür olmayabilir.

Bazılarına göre haber, sahih yollardan ulaştığı halde, diğerlerine bu ha­ber, sahih yoldan yada yollardan veya haber hiç ulaşmadığı için sahih olma­yabilir. Belki de haber, bu topluluğa zayıf yada yalancı olan başka yollardan ulaşmış olabilir.

1. İbnu’s-Salâh, Nevevî ve bu ikisine tabi olanların, bu geçen açıklama doğrultusunda anlattıklarına göre; mütevatire örnek, tevatürün varlığını ço­ğaltmaktadır.

2. İbn Hibbân ve Hâris’in iddiasına göre ise; bu, tamamıyla mümkün değildir. Çünkü tevatür için bir örnek bulunmaktadır.

İbnu’s-Salâh der ki: “Mütevatir hadise yalnızca “Kim benim üzerime ….. yalan söz söylerse” hadisi örnek gösterilebilinir. Çünkü bu hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’den; içlerinde Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 60’dan fazla kişi rivayet etmiştir. Dünyada Aşere-i mübeşşere’nin, bu hadis dışında başka bir hadis üzerinde ittifak ettiği bir hadis daha bulunmamakta­dır.”    

Hafız Ebu’l-Fadl el-Irâkî (ö. 805/1402), İbnu’s-Salâh’ın bu iddiasını; “mestler üzerine mesh etme” hadisiyle tenkit etmiştir. Çünkü bu hadisi, içle­rinde Aşere-i mübeşşere’nin de bulunduğu 60’dan fazla sahabe rivayet et­miştir. Ayrıca namaz kılarken “elleri kaldırma” hadisini de (bu iddiayı çü­rütmek için) getirmiştir. Bu hadisi de, içlerinde Aşere-i mübeşşere’nin de bu­lunduğu 50’den fazla sahabe rivayet etmiştir.

Sehâvî (ö. 902/1496)’de “Fethu’l-Muğîs”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “ “Cinsel organa dokunmaktan dolayı abdest almanın gerekmesi” de böyledir. Bu hadisi rivayet eden ravilerin sayısının60’ı geçtiği söylenmiştir. Yine “ateşte pişen şeyleri yemeden ötürü abdest almanın gerekmesi” yada “gerekmemesi” de bu şekildedir.”

İbnu’s-Salâh’ın bu eleştirisine cevap, “Kim benim üzerime ….. yalan söz söylerse” hadisi ile ilgili yerde verilecektir.

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447Tavdîhu’n-Nuhbe”de der ki: “ İbnu’s-Salâh’ın, mütevatir hadisin az olmasıyla ilgili iddiası, kabul edilemez. Yine bir çok alimin, mütevatir hadisin hiç bulunmadığına dair iddiaları da kabul edilemez. Çünkü onların bu görüşü; hadisin geliş yollarının çokluğunu, ravilerin durumlarını ve yalan üzere birleşmelerine yada onlardan ittifakın meydana gelmesine adeten uyarak mümkün olmasını engelleyici vasıflara vakıf olmamalarından ileri gelmektedir. Zaten hadis ilmini ve hadisi ilminin rivayet yollarını bilen kimseler için bu asla şüphe kabul etmeyen doğru bir görüştür.

Mütevatir hadisin varlığı hususunda yapılan en güzel tespit; mütevatir hadisin var olduğu ve hem de çok olduğu görüşüdür. Doğuda ve batıda mütevatir hadisle ilgili ilim adamlarının ellerinde dolaşan meşhur kitapların, müelliflerine nispet edilmelerinin doğru olduğu kesindir. Bu hadisler, hadis rivayet etmek için bir araya getirildiğinde ve bu hadislerin geliş yollarının çok olması halinde, yalan üzere birleşmeleri ile ilgili topluluk şartından diğer şart­lara varıncaya kadar bir tahayyül var. Meşhur kitaplarda buna benzer daha bir çok şart bulunmaktadır.”

Bu görüşü, bir topluluk ileri sürmüştür. Bunlardan birisi de, Suyûtî’dir. Suyûtî (ö. 911/1505“İtmâmu’d-Dirâye bi şerhi’n-Nikâye”de bu görüşü şöyle aktarmaktadır:

“Derim ki: Şeyhülislam (İbn Hacer’in) doğru söyledi. Onun bu konuda söylediği, hadis ilmiyle uğraşanları ve hadisin geliş yollarını araştıran kimseleri şüpheye düşürmeyecek doğru bir sözdür. İlk devir ve son devir alimlerinden bir grup, bir çok hadisin mütevatir olduğunu belirtmişlerdir. Bu hadislerden bazıları şunlardır: “Bu Kur’an, yedi harf üzerine indirilmiştir” hadisi, Havz ha­disi, Ayın ikiye yarılması hadisi, Ahir zamanda ortaya çıkacak olan kaoslar ve fitnler hadisi gibi.

Dua esnasında elleri kaldırma hususunda bir cüz topladım. Bu hadis, bana, 100’e kadar ulaşan  yollardan gelmiştir. (Bu tür hadisleri,) Allah’ın bana kolaylaştırdığı kadarıyla mütevatir hadislerle ilgili kitabımda toplamaya gayret gösterdim.”

(Suyûtî) “Şerhu’t-Takrîb”de (müellif) İbn Hacer’in konu ile ilgili sözünü getirip akabinde şöyle der:

“Derim ki: Mütevatir hadislerin varlığı hususunda benzeri görülmemiş bir kitap yazdım. Bablara göre düzenlenmiş bu kitabı, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirdim. Bu kitaptaki her hadisi, senedleriyle birlikte tahric edenleri ve geliş yollarını getirdim. Daha sonra da bu kitabı, önemli bir cüzde özetledim. Bu kitabı da, “Katfu’l-Ezhâr” diye isimlendirdim. Bu hadisleri tahric eden imamların rivayet ettiği hadisin her geliş yolunu kısa tuttum. Bu kitapta bir çok hadis getirdim. Bunlardan bazısı şunlardır: “Havz” hadisi 50’den fazla sahabeden, “Mestlere mesh etme” ha­disi 70 sahabeden, namaz kılarken “Elleri kaldırma” hadisi 50 kişiden, “Sö­zümü işiten kimsenin yüzünü Allah (kıyamet günü) ağartsın” hadisi 30 ka­dar kişiden, “Kur’an’ın yedi harf üzerine indirilmiştir” hadisi 27 kişiden, “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa Allah’da o kimse için cennette bir ev hazırlar” hadisi 20 kişiden, yine “Her sarhoş edici (içecek), haramdır” ha­disi 20 kişiden, “İslam garip olarak başladı” hadisi,  “Münker ve nekir (adlı meleklerin ölüyü) sorguya çekmesi” hadisi, “Kişi (cenette) sevdiğiyle birlikte olur” hadisi, “Sizden birisi cennet halkının ameliyle amel eder” hadisi, “Karanlıkta mescide giden kimselere, kıyamet günü tam bir nura kavuşacaklarını müjdele!” hadisi gelmiştir.

Çok sayıdaki bu hadislerin hepsi, mütevatirdir. Bu tür hadisleri, adı ge­çen kitabımızda belirttik. Hamd, Allah içindir.”

Daha sonra Usulcülerin, mütevatiri, lafzi ve manevi olmak üzere iki kısma ayırdıklarını belirtip devamla der ki:

“Derim ki: Bu ayırımdan birisi, lafzi mütevatirdir. Az önce geçen örnekler gibi. Diğeride, manevi mütevatirdir. Dua ederken elleri kaldırma ile ilgili hadis gibi. Dua ederken ellerin kaldırılması ile ilgili hadisi Hz. Peygamber (s.a.v)’den 100 kadar kişi rivayet etmiştir. Bu hadisleri bir cüzde topladım. Fakat bu hadisler, çeşitli konuların içerisinde geçmektedir. Bununla ilgili her konu, art arda gelmemiştir. Bu husustaki ortak nokta, dua ederken elleri kal­dırmak olup bununla ilgili hadislerin bir araya gelmesiyle tevatür oluşmakta­dır.”

(İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”de der ki: “Mütevatir hadisle ilgili örnekler, çoktur. Bunlardan bazıları şunlardır:

“Kim Allah için bir mescit yaptırırsa Allah’da o kimse için cennette bir ev hazırlar” hadisi, (namaz kılarken) “Elleri kaldırma” hadisi, Şefaat hadisi, “Havz” hadisi, “Ahirette Allah’ın görülmesi” hadisi, “Devlet baş­kanlarının (=İmamların) Kureyş’ten olması” hadisi ve buna benzer daha bir çok mütevatir hadis gibi.”

Sehâvî (ö. 902/1496“Fethu’l-Muğîs”de şöyle der: “Hocamız hafız İbn Hacer, Şefaat hadisi ile Havz hadisinin, mütevatir hadislerden olduğunu be­lirtmiştir. Çünkü bu iki hadisin sahabeden olan ravilerin sayısı, 40’ı geçmiştir. Bu iki hadisin mütevatir olduğunu belirtenlerden birisi de, Kadı İyâz’dır. Yine Kadı İyâz “Şifâ”da mütevatir ile ilgili hadislerden; “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa”, “Ahirette Allah’ın görülmesi”,  “Devlet başkanlarının (=İmamların) Kureyş’ten olması”, “Kütüğün inlemesi”; İbn Hazm’da, “Deve ağıllarında namaz kılmayı yasaklama”, “Mescitleri kabirler edin­meyi yasaklama” ve “Rükudan kalkarken söylenecek söz” ile ilgili hadisi; İberî’de “Menâkibu’ş-Şâfiî”de “Mehdi” hadisini; İbn Abdilberr’de, “Sa’d b. Muâz’ın ölümünden ötürü arşın titremesi” hadisini; Hâkim’de, “Hz. Ömer’in verdiği hutbe”“İsrâ” ve “Hz. İdrîs’in semanın dördüncü katında bulunması” hadisini; bir çok kimse de “Ayın yarılması”, “Allah’ın nüzulu” hadisini; İbn Battâl ise, “Sabah ve ikindinin farzından sonra namaz kılma­nın yasaklanması” hadisini getirmiştir.

Şeyh Ebu İshâk eş-Şîrâzî ise, ayakları yıkama hususunda Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet edilen hadisleri naklettikten sonra şöyle demiştir: ‘Bu riva­yetlerin ahad haber olduğu söylenemez. Çünkü bu rivayetlerin bir araya gel­mesiyle manevi mütevatir oluşmaktadır.’

Yine bir çok kimse, manevi mütevatir konusunda; Hz. Ali’nin cesaretli oluşu, Hatem et-Tâî’nin cömert oluşu, Deccâl ile ilgili haberler ve hocamızın belirttiği “İnsanların en hayırlısı benim asımda yaşayanlardır” hadisi gibi haberleri nakletmişlerdir.”

Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö. 728/1327“el-Furkân beyne’l-hakkı ve’l-batıl” adlı risalesinde Hariciler hakkında şöyle der:

“Bunun için onlara karşı savaşmayı emreden ve onları zemmeden bir çok sahih hadis gelmiştir. Onlara karşı savaşmayı ifade eden pek çok hadis vardır. Hadis ehline göre, bu hadisler mütevatirdir. “Rü’yet” hadisi, “Kabir azabı ve fitnesi”“Şefaat” ve “Havz” hadisleri buna örnek gösterilebilir.”

Şeyh Muhibbullah b. Abdişşekûr “Müsellemetu’s-Sübût”da mütevatir ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Mütevatir hadisin bulunmadığı söylenmektedir. İbnu’s-Salâh, ancak “Kim benim üzerime kasten yalan söz söylerse cehennemdeki yerine ha­zırlansın” hadisinden başka (mütevatir) hadisin bulunmadığını söylemekte­dir. Çünkü bu hadisin ravileri, aralarında Aşere-i mübeşşere’nin de bulun­duğu 100 kişiyi geçmektedir. İbnu’s-Salâh’ın bundan kastının, lafzi tevatür olduğu söylenebilir. Ayrıca “Mestler üzerine mesh etme” hadisi de mütevatirdir. Bu hadisi de, 70 sahabe rivayet etmiştir. “Kur’an yedi harf üze­rine indirilmiştir” hadisinin de mütevatir olduğu söylenmiştir. Bu hadisi de, sahabeden 20 kişi rivayet etmiştir.

İbnü’l-Cevzî’de  dedi ki: ‘Mütevatir hadisleri araştırdım. Bunlardan bazı­sını buldum: “Şefaat” hadisi, “Hesap” hadisi, “Ahirette Allah’a bakma” hadisi, “Abdest alırken iki ayağı yıkama” hadisi, “Kabir azabı” hadisi, “Mestler üzerine mesh etme” hadisi gibi.’ “

İbnu’s-Salâh’ın mütevatir hadisle ilgili görüşünü tevil etme mahiyetinde Suyûtî’nin lafzi mütevatirle ilgili getirdiği bir çok örneğe bakılabilir.

Doğrusu Suyûtî, mütevatir hadislerle ilgili kitabında sadece lafzi mütevatiri toplamayı kastetmiştir. Fakat burada geçen bir çok hadis, lafzi mütevatire uymamaktadır.

“Müsellemetu’s-Sübût” adlı eserin şarihi şeyh Abdulula Muhammed b. Nizâmeddin el-Ensârî, az önce geçen müellifin yorumuna şöyle diyerek itiraz etmiştir:

“Bu yorumda (itiraz edilecek) bir husus var. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in “Ökçelerin ateşte vay haline!” sözü (lafzi) mütevatirdir. Bu hadisi, 12 sahabe rivayet etmiştir. Bu sahabilerin adil oluşları kesindir ve bunların çoğu, Rıdvan bey’atına katılmıştır.

Yine “Biz (peygamberler topluluğu) miras bırakmayız. Bıraktıklarımız sakadır” hadisi de (lafzi) mütevatirdir.”

Yine Hafız ile bir çok kimsenin, lafzi mütevatire dair bir çok örneğin bu­lunduğu ile ilgili daha önce geçen görüşüne de bir itiraz var. Yalnız bazıları, buna itiraz etmişler ve benzeri çok olan hadisin, manevi mütevatir olduğunu söylemişlerdir.

Lafzi mütevatirin olmadığına dair görüşe gelince; bu konuda söz söyle­yenlerin çoğu, lafzi mütevatirin var olduğunu söylemektedirler. Fakat lafzi mütevatirin olmadığını söyleyenlere göre ise, bu konudaki hadislerin, manevi mütevatir olduğu ortaya çıkmaktadır.

(Leknevî) “Zafru’l-Emânî”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Şerhu’n-Nuhbe”de mütevatir hadisin varlığına dair istidlal yoluyla naklettikleri, ger­çekten çok zayıftır. Bununla ilgili konuşan kimse, zaten bu görüşü eleştirmiş­tir.”

“Müsellemetu’s-Sübût” adlı eserin şarihi, mütevatir hadisle ilgili kitabın aslından aktardıklarımızın peşisıra şöyle der:

“Mütevatir hadisle ilgili bir çok örnek vardır. Çünkü “Rekatların sayısı”, “Resulullah (s.a.v)’in Bedir, Uhud ve diğer gazvelere gitmesi”, “Ezan”, “Kamet”, “Cemaat”, “Raşid halifelerin faziletleri” ve “Bedir savaşına ka­tılan kimselerin fazileti” ile ilgili hadisler, genellikle, şüphe götürmeyecek şekilde mütevatirdir. “Ümmetim sapıklık üzerine birleşmez” hadisinin ma­nevi mütevatir olduğu inşallah ileride gelecektir. Yine “Havz”, “Mağfiret”, “Şefaat” ve daha bir çok şey. Bunu iyi anlayasın”

Kısacası: Mütevatir hadis, gerçekten çoktur. Yalnız manevi mütevatir ise, lafzi mütevatirden daha çoktur. Dinden zaruri olarak bilinen işlerin çoğu, ma­nevi mütevatirdir.

Genellikle hadisi rivayet eden imamların isimlerini anmadım. Sahabe­den veya tabiundan hadisi rivayet eden ravilerin sayısını, bazen bol bir şe­kilde ve bazen de kısa bir şekilde belirttim. Daha sonra ise araştırmacı imam­lardan mütevatir hadisle ilgili söz söyleyen kimseleri andım. Çünkü kastım; hadisin geliş yollarını araştırmak ve konu ile ilgili hadisi tahric eden basiret sahibi kimseleri açıklamak değil, mütevatiri açıklamaktı. Bunu, fıkhî bablara göre düzenledim. Kitabıma, selefin tercih ettiği ve güzel bulduğu “Ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir” hadisiyle başladım. Bir çok kimse, kısa olmayan önemli bütün işlerine, hem manevi mütevatir ve hem de metin ve lafız itibariyle sahih olan bu hadisle   başlamaktadır.

Nevevî (ö. 676/1277)  “Ezkâr”da der ki: “Selef ve haleften[3] onlara uyan­lar, okuyucuyu, niyetin güzel oluşuna, buna önem vermeye ve bunda itina göstermeye uyarma için eserlerine “Ameller niyetlere göre değerlendiri­lir” hadisiyle başlamaktan hoşlanırlar.

İmam Ebu Saîd Abdurrahman ibn Mehdî’nin şöyle dediğini rivayet ettik: ‘Kim bir eser yazmak isterse, eserine bu hadisle başlasın’

İmam Ebu Süleyman el-Hattâbî’de dedi  ki: ‘İlk dönemden olan hocala­rımız “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisini, yapılan ve başlanan bütün dinî işlerin başına almaktan hoşlanırlardı. Çünkü bütün bu işlerde  buna umumî bir ihtiyaç vardır.’ “   

Nevevî “Bustânu’l-Ârifîn”de der ki: “Alimler, musannıf kimselerin, eserlerine bu hadisle başlamalarını severler. Bunlardan birisi de, Buhârî olup o da, “Sahîh” adlı eserine bu hadisle başlamıştır.”

[1]     Tenasühe inanan putperest bir dinin mensupları. Hind sofistleri

[2]     A'râf: 7/155

[3] Selef, önceki Müslümanlara veya alimlere denir. Halef ise, sonraki Müslümanlara ve bazen de haleften olan alimlere denir. Mütekaddimun (=öncekiler) ve müteahhirun (=sonrakiler) diye de ifade edilir. Yalnız bu iki sınıfı ayıran tarih ve zaman çizgisi kesin olarak tespit edilmemiştir.

UYARI 

Alimler, kendisini doğrulayan ve (bir takım manevi) karinelerle kuşatıl­mış haberin vahidin bilgi ifade edip etmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Buna göre haberi vahid, bilgi ifade etmektedir mi? Yoksa mutlak olarak mı bilgi ifade etmektedir?

Haberin vahidin karinelerle[1] bilgi ifade ettiği görüşü; Âmidî, İbn Hâcib ve bir çoklarının görüşüdür.

İmam Sübkî’de “Cem’u’l-Cevâmi”de bu görüşü tercih etmiştir. Alimlerin çoğunun görüşü de, karineler bulunuyorsa, haberin vahidin bilgi ifade ettiği­dir.

Tac es-Sübkî ise “Şerhu’l-Muhtasar”da bu görüşün doğru olduğunu be­lirtmektedir.

İkinci görüş ise; haberi vahidin, mutlak olarak bilgi ifade etmesidir.

Bu görüş, İmam Ahmed’e dayandırılmıştır. Fakat bunda içinden çıkılmaz bir durum var.

Üçüncü görüş ise; Üstad Ebu İshâk el-İsferâînî ve İbn Fûrek ise, haberin vahidin, nazarî bilgi olarak müstefiz ifade ettiğini söylemişlerdir. 

Sübkî  “Cem’u’l-Cevâmi”de bu mesele hakkında dört görüş bildirmiştir.

Hadis imamlarından bir çoğu, kişinin kendisiyle mutmain olduğu ve kendisiyle elbette ihtimalin kalmadığı karineli haberi vahidin nazarî ilim ifade ettiği görüşünü tercih etmiştir.

İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245“Ulûmu’l-Hadîs” adlı eserinde ileri sürdü­ğüne göre; içlerinde Şâfiî’lerden Ebu İshâk, Ebu Hâmid el- İsferâînî, kadı Ebu’t-Tîbi, şeyh Ebu İshâk eş-Şirâzî; Hanefîlerden İmam Serahsî; Mâlikîler­den kadı  Abdulvehhâb; Hanbelilerden Ebu Ya’lâ, Ebu’l-Hattâb, İbn Zâğûnî ile İbn Teymiyye’nin bulunduğu bir grup imamın, sıhhati kesin olan ve kendi­siyle bilginin hasıl olduğu, fakat mütevatir hadis gibi tevatür derecesine ulaş­mayan, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ulaşan bir senedle Buhârî ve Müslim’in it­tifak ederek yada ikisinden birinin tahric ettiği haberi vahidin bilgi ifade ettiğine hükmetmişlerdir.

Buhârî ve Müslim’de yada ikisinden birinde Hz. Peygamber (s.a.v) hak­kında bir şey işiten kimse, Buhârî ve Müslim’in yüceliğini, büyüklüğünü ve araştırmalarının şeffaf olduğunu görür. İcmalarında hatadan masum olan ümmet, bu iki kitabı tasdik ve amel olarak kabul etmiştir.

Ümmet, mütevatir derecesinden düşen haberi vahidin nazarî bilgi ifade ettiğini kabul etmiştir.

Nevevî “Takrîb”de bu görüşün aksi olan “Buhârî ve Müslim’in rivayet ettiği hadislerin kuvvetli zan ifade ettiği” şeklindeki  görüşü tahkikçilere ve bir çok kimselere dayandırmıştır.

İmam  Nevevî “Şerhu’l-Müslim”de der ki: “İbn Burhân’ın, İbnu’’s-Sa­lâh’ın konu ile ilgili olarak kitabında söylediklerini söyleyen bir kimseyi ayıp­laması doğru bir davranış değil ve bu hatasında da aşırı gitmiştir.”

Suyûtî’de “Şerhu’t-Takrîb”de der ki: “İbn Abdusselam, İbnu’’s-Salâh’a karşı söylediği bu sözüyle ayıp etmiştir.

Bazı mutezililer, ümmet bir hadisle amel ettiği zaman bu, o hadisin sıh­hatinin kesin olduğunu gerektirdiği görüşündeler. Fakat bu, çirkin bir görüş­tür.”

Hafız İbn Hacer’de, Nevevî’nin “Şerhu’l-Müslim”de konu ile ilgili bir çok kimsenin söylediği görüşleri çeşitli yönlerden söylemiştir.

Tahkik ehline gelince, onlar, İbnu’’s-Salâh’ın; Buhâri ve Müslim’in riva­yet ettiği hadislerin bilgi ifade ettiği ile ilgili görüşünün doğru olduğunu be­lirtmişlerdir.

“Şerhu’n-Nuhbe”de karinelerle elde edilen haberi vahidin, tercih edilen görüşe göre nazarî bilgi ifade ettiğini belirttikten sonra konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Karinelerle elde edilmiş haberi ahadın, birkaç çeşidi vardır.

1. Bunlardan birisi; Buhâri ve Müslim’in “Sahîh”lerinde tevatür derece­sine ulaşmadan rivayet ettikleri hadislerdir. Bu durumu, bir çok karine ku­şatmıştır.

Buhâri ve Müslim’in bu önemli işteki büyüklüğü ve sahih hadisi belirle­mede diğerlerinden üstün oldukları ortadadır. Zaten alimler de, bu iki kitabı kabul etmişlerdir. Bu kabullenme, tevatüre nispetle bir çok kısa yoldan gele­rek bilgi ifade etmesi daha kuvvetlidir. Bu görüş, hafızlardan hiçbirinin bu iki kitapta kusur görmemesi ve bu iki kitapta vaki olan deliller ararsında çelişki meydana gelmemesi sebebiyle ileri sürülmüştür.

Şöyle ki; birbirine iki zıt şeyden, birini diğerine yada başka bir şeye ter­cih etmeksizin ikisinin de doğruluğuna hükmederek bilgi ifade etmesi imkan­sız olduğundan böyle bir şey kesinlikle tercih konusu olamaz. Çünkü icma, o şeyin sıhhatinin kesinliğini kabulü üzere hasıl olmuştur. Eğer o şeyin sıhhati­nin kesinliği üzere değil de amelinin vücubu üzerinde ittifak ettiler denilse, bunu kabul etmeyiz. Kabül etmemenin dayanağı ise, onların sahih olan her şeyle amel etmenin vücubu üzerinde ittifak etmeleridir. Çünkü Buhâri ve Müslim, sahih olmayan bir şey rivayet etmemişlerdir. Eğer sahih olmayanı rivayet etmiş olsalardı, sahih olma hususunda bu iki kitap için üstünlük sabit olmazdı. İcma, bu iki kitabın sahih olduğunu gösteren üstünlük üzerine hasıl olmuştur.

Buhâri ve Müslim’in rivayet ettiği hadislerin, nazarî bilgi ifade ettiğini be­lirtenlerden bazıları şunlardır: Üstad Ebu İshâk el-İsferâînî, hadis imamların­dan Ebu Abdullah el-Humeydî, Ebu’l-Fadl ibn Tâhir ve daha bir çokları. Sözkonusu üstünlüğün, Buhâri ve Müslim’in rivayet ettikleri hadislerin, ha­dislerin en sahih oldukları denilmesi muhtemeldir.

2. Bunlardan birisi de, ravilerinin zayıflığından ve iletlerden uzak olan ve ayrı ayrı geliş yollarına sahip olan meşhur hadistir. Meşhur hadisin nazarî bilgi ifade ettiğini ise; üstad Ebu Mansûr el-Bağdâdî, üstad Ebu Bekr ibn Fûrek ve daha bir çokları belirtmiştir.

3. Bunlardan birisi de, hafız imamların müselseli’dir.[2] Fakat bu hadis, İmam Ahmed’in rivayet ettiği hadis gibi garip olmayacak. Bu tür hadisi İmam Ahmed dışında müşerek olarak Şâfiîlerden bazıları ve İmam rivayet etmiştir. İşte böyle bir müselsel, onların dışında bir çok topluluğun yerini tutacak kadar bunun kabulünü gerektirecek uygun sıfatlara sahip ravilerin yüceliği yönün­den delil getirilmesiyle onu işitenin yanında bilgi ifade eder. Bu konuda daha geniş bilgi için “Şerhu’n-Nuhbe”ye bakabilirisiniz.

İbnu’s-Salâh’ın konu ile ilgili görüşüne itiaz edenlerden birisi de, Sirâcüddin el-Belkînî’dir.

İbn Kesîr (ö. 774/1373)’de bu konuda der ki: “Ben, görüşünü belirttiği ve doğru olduğuna işaret ettiği konuda İbnu’s-Salâh’la birlikteyim.”

Suyûtî (ö. 911/1505) ise, “Şerhu’t-Takrîb”de der ki: “Tercih edilen gö­rüş, İbnu’s-Salâh’ın görüşüdür. Konu ile ilgili onun dışındaki bir görüşün doğru olduğuna da inanmıyorum.”

Sehâvî (ö. 902/1496“Fethu’l-Muğîs”de der ki: “Hocamız (İbn Hacer) “Tavdîhu’n-Nuhbe”de bu konuda yapılan araştırmadaki ihtilafın lafzi oldu­ğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: Çünkü kim bunun bilgi ifade ettiğini caiz görürse, delil getirmeyle hasıl olan bunu, nazarî olmakla kayıtlamıştır. Haberi ahada bilgi lafzını kullanmayan kimse de, bilgi lafzını, mütevatire has kılmış­tır. Mütevatirin dışındaki ise ona göre zannidir. Fakat bu kimse, karinelerle elde edilen haberi ahadlerin diğerlerinden daha tercihe şayan olduğunu da kabul etmiştir.”

O kimsenin bu konudaki tercihi, bilgiyi gerektirmediği, sadece kuvvetli zannı gerektirdiğidir. Bu konuda başarılı olmak, tartışma götürür. Bu mese­lede son dönem alimlerinden bir grup, imam Nevevî’ye ve onunla aynı gö­rüşte olanlara karşı çıkmışlar ve İbnu’s-Salâh, İbn Hacer ve bunlarla aynı gö­rüşte olan kimseleri reddetmede aşırıya kaçmışlardır.

Bunlara göre; Buhârî ve Müslim’in şanının yüce olması, ümmetin onla­rın kitaplarını alıp kabul etmesi ve (diğerlerinin kitaplarına nazaran onların kitaplarının) üstün olması ile ilgili icma, kesin bilgiyi gerektirmez. Bununla ilgili bilgi, onların rivayet ettikleri hadislerin mükemmel derecede muteber şartları içermesinden dolayı hadislerin en sahih olanını gerektiren bir gayeyi içermektedir. Dolayısıyla da bu, ancak kuvvetli bir zan ifade eder. Yani yakîn bilgiye çok yaklaşmış bilgiyi ifade eder. Yakîn bilgiyi ifade etmez. İtimat edil­mesi gereken doğru görüş budur, dediler.

Derim ki: Buhârî ve Müslim’in “Sahih”lerinde İsrâ gecesi Hz. Peygam­ber (s.a.v)’in göğsünün yarılması ile ilgili hadis gibi, vuku bulmamasına rağ­men, Keşif ehlinden bir grubun, Buhârî ve Müslim’in rivayet ettikleri bazı ha­dislerin doğruluğu hususunda hüküm vermeleri, bu hususu desteklemektedir. Buhârî ve Müslim’de geçmesine rağmen, “İbrîz” adlı kitabın yazarı (Abduaziz ed-Debbâğ), keşif yoluyla, İsrâ gecesi Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün ya­rılması olayını reddetmiştir.

Bu konuda daha geniş bilgi için Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447)’in “Tavdîhu’n-Nuhbe” adlı kitabına yazılan şerhlere müracaat edersen, bu ko­nuda çok fayda sağlarsın.

Bu, Allah’ın yardımıyla asıl maksada başlama zamanıdır. 

[1]     Bu karineler şunlardır: 1. Buhârî ve Müslim gibi büyük hadisçilerin "Sahih" adlı eserlerinde yer almak, 2. Hadisin değişik yollardan gelmiş rivayetlere sahip olması ve güçlenmesi, 3. Ravilerinin, diğer haberi vahid ravilerinde bulunmayan bazı özelliklere ve meziyetlere sahip ol­maları.

      Yalnız bu meselede dikkat edilmesi gerekli olan nokta, hakikaten onun karineli olup olmadığı hususunun iyi tespit edilmesidir. Bir haberin karineli olup olmadığını, her hadisçinin bilemediği görüşü, en çok taraftar toplamış bir kanaattır. Karineler hakkında bilgi sahibi olacak hadisçi, bir hadisçide bulunması gereken vasıflardan ayrı olarak hadislerin illetlerini ve ravilerin durumlarını iyice bilmek zorundadır.

     Yukarıda sıralanan karinelerin birkaç tanesinin bir haberde toplanması halinde, o haberin kesin­lik ve bilgi ifade etmesi uzak sayılmaz.

     Haberi vahidlerin bilgi yada zan ifade etmesi ile ilgili tartışmalar, normal olarak, bu karineli haberle­rin dışında kalan hadisler için geçerlidir.

[2]     Müselsel, hadis terimi olarak; isnadını teşkil eden bütün ravilerin bir sözü veya hareketi yada her ikisini birden devam ettirerek rivayet ettikleri hadise denir. Başka bir deyişle müselsel, bazen se­nedeki bütün ravilerin aynı eda lafızlarını kullanmaları, bazen metninde bulunan bir sözü veya hareketi tekrar etmeleriyle oluşur.

      Hadis imamlarının çoğuna göre; müselsel hadisler, zayıftırlar. Yalnız zayıflık, hadisin kendisinde değil, teselsül denilen aynı hareketi yada sözü veya her ikisini birden tekrar etmektedir. Bununla birlikte müselsel hadisin sahih olabilmesi için delil teşkil etmeyeceği unutulmamalıdır.   



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

 RAHMAN VE RAHİM ALLAH’IN ADIYLA

Hamd; zikredenlerin yolu  O’nun zikriyle ve yüceliğiyle bir olan ve se­venlerin kalbi O’nun sevgisi, tazimi ve tevhidiyle birleşen Allah’a mahsustur.

Eksiksiz ve mükemmel bir şekilde salat ve selam; göz kamaştıran varlığın efendisi olan, kendisinden sahih, hasen ve mütevatir isnad; mübarek ümme­tine özgü olan, ailesinin ve yıldız mesabesinde Salih komutanlar olan sahabilerinin üzerine olsun.

Değer verme bakımından ilimlerin en yücesi, üstünlük bakımından en mükemmeli ve önem verme bakımından en büyüğü, hadis ilmidir.

Kim hadis ilmini tahsil ederse, o, büyük bir değer elde etmiş olur. Kime hadis ilmi öğretilirse, ona, çok iyilik edilmiş olunur. Kim hadis ilmiyle başarıya ulaşırsa, en önemli mutluluğa ulaşmış,  bütün isteklere ulaşmış ve fazlasıyla güzelliğin son haddiyle rızıklanmış olur.

İbnu’s-Salâh (ö. 643/1245)’ın “Ulûmu’l-Hadis” adlı eserinde geçtiğine göre; Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777) söylediği rivayet edilmiştir:

“Yüce Allah’ın kendisine ilim verdiği kişi için, hadis talep etmekten daha üstün bir amel bilmiyorum.”

İbnu’s-Salâh (devamla) der ki: “Süfyân es-Sevrî’nin sözüne benzer başka bir sözü, İbnü’l-Mübarek’ten rivayet ettik.”

Muâfâ b. İmrân’ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Bir hadis yazmak, bana, gece ibadetinden daha sevimlidir.”

İbn Asâkir (ö. 571/1176“Tarih”inde Ebu’l-Abbâs el-Murâdî’nin şöyle söylediğini nakletmiştir:

“Babam dedi ki: Ebu Zür’a’yı (öldükten sonra) rüyamda gördüm. Ona: ‘Allah sana ne yaptı?’ diye sordum. O da: ‘Rabbimin huzuruna çıktım. Bana: ‘Ey Ebu Zür’a!’ buyurdu ve bana bir çocuk verildi. Ona cennete girmesini emretti… Kullarım arasında sünnetleri muhafaza eden kimsenin mükafatını nasıl buldun? Haydi cennetten dilediğin yere yerleş!’ buyurdu’ diye cevap verdi.

İmam Ebu Abdullah el-Kassâr “Fihrist”te aynen şöyle der: “Büyük bir müjde!. Muhammed b. Abdulazîm el-Münzirî dedi ki: ‘Rüyamda cennete gir­dik. Resulullah (s.a.v)’in elini öptük. Daha sonra Resulullah (s.a.v) şöyle bu­yurdu:

“Eliyle hadis yazan herkesi müjdeleyin! Çünkü o kimse benimle cen­nette benimle birlikte olacaktır”

Nevevî (ö. 676/1277)’nin “Ezkâr”ında Sehl b. Abdullah’ın şöyle söyle­diği rivayet edilmiştir. “Bu ümmetin fertlerinden biri, Sünen sahibi Ebu Dâvud es-Sicistânî’ye gelip:

- ‘Resulullah (s.a.v)’in hadisini rivayet ettiğin dili bana uzatta onu öpe­yim’ dedi ve onun dilini öptü.”

İbrahim  b. Ethem’in şöyle söylediği rivayet edilmiştir: “Allah, hadisçi topluluklarının rıhlesi sebebiyle bu ümmetten belayı uzaklaştırır.”

Üstad Ebu’l-Feth Nasr b. İbarahim el-Makdisî (ö. 490/1097“Kitâbu’l-Hucce alâ târiki’l-mehacce” adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel’e kadar dayandırdığı bir senedle rivayet ettiğine göre; İmam Ahmed’:

- “Allah için, yeryüzünde Ebdal var mıdır?” diye soruldu. O da: - “Evet” diye cevap verdi. Ona: - “Ebdal kimlerdir?” diye tekrar soruldu. O da: “Ha­disçi toplulukları yok mu?! İşte onlar, Ebdaldır. (Yeryüzünde) Ebdal şahısları en iyi bilen Allah’tır.”

(Suyûtî) “Uhûdu’l-Muhammediyye” de Süfyân es-Sevrî, Süfyân ibn Uyeyne ile Abdullah b. Sinân’ın şöyle söyledikleri rivayet edilmiştir:

“İçimizden biri kadı olsa da, yapraksız hurma dalıyla hadis öğrenmeyen fıkıhçıyı ve fıkıh öğrenmeyen hadisçiyi bir güzel dövse.”[1]

Merfu olarak rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur:

“Allahım! halifelerime rahmet eyle!” buyurdu. Ona: - “Onlar kimler­dir?” diye soruldu . O da: -”Benden sonra gelip de hadislerimi ve sünnet­lerimi rivayet edenlerdir” diye cevap verdi.[2]

Mütevatir bir hadiste de geçtiği üzere; Resulullah (s.a.v) şöyle buyur­muştur:

“Allah, sözümü duyup onu anlayan, sonra da onu işitmeyen kimseye ulaştıran kimsenin yüzünü (kıyamet günü) ağartsın”

Resulullah (s.a.v), burada, sözünü ulaştıran kimseyi, (kıyamet günü yü­zünün) ağarmasıyla dua etmiştir.

Nadra (=ağarma/parlaklık), sevinç ve güzelliktir.

Süfyân ibn Uyeyne (ö. 198/813) der ki: “Hakkını yerine getirerek hadis nakleden hadisçilerden hiçbiri yoktur ki, bu hadis sebebiyle yüzünde yete­rince parlaklık olmasın”

Büyük imamlardan bazıları, hadis ashabını gördükleri zaman şiir söylüyorlar ve şöyle diyorlardı:

“Hoş geldiniz insanların en sevimlileri! Allah hakkında insanların en mütevazilileri. İnci gibi parıltı sahipleri. hoş geldiniz Salihler topluluğu, takva sahipleri. Yüzler aydınlık odu, her zengin süslendi. Ey Peygamber Muham­med (s.a.v)’in ilmini talep edenler! Sizin dışındakiler size denk değildirler.”

Konu ile ilgili hafız Ebu Tâhir es-Selefî’ye isnad edilen bir şiir ise şöyle­dir:

“Peygamberin dini ve şeriatı, o Peygamberin haberleridir. Peşine düşü­len ilmin en yücesi, o Peygamberin rivayetleridir. Kim onun hadisleriyle meş­gul olursa ve halk arasında yayılması için meşgul olursa, onun hadisleri kaçı­nılmaz olur.”

İbn Abdilberr (ö. 463/1071), İmam Ahmed’in oğlu Abdullah’a dayana­rak İmam Ahmed b. Hanbel’den şöyle bir şiir nakletmiştir:

“Peygamberin dini, hadislerdir. Bir genç için, hadis rivayetleri ne güzel bir binektir. Sakın hadis ilminden ve hadis ehlinden sapmayın. Rey gecedir. Hadis ise, gündüzdür. Belki gencin cehaleti, hidayet yollarıdır. Güneş doğdu, onun nurları vardır.”

Bu ilimle uğraşan alimler, hadis ilmini bölümlere ayırmışlar ve her bö­lümü de konulara ayırmışlar. İşte bu belirttiğimiz bölümlerden birisi de, mütevatir hadislerdir.

İlk önce geçmişte yaşamış İslam alimlerinin kayıtlarında ve notlarında bulunan mütevatir hadisleri bir araya toplamak için harekete geçtim ve on­lardan bolca topladım. (Müsvedde kağıtlarda bulunan bu hadislerin) kaybol­masından ve zayi olmasından korkunca, bu hadislerden faydalanmak için onları bir kitapta topladım. Bu topladıklarımı, “Nazmu’l-mütenâsira mine’l-hadîsi’l-mütevâtira” diye isimlendirdim. Bu, İmam Suyûtî (ö. 911/1505)’nin, “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı kitabınıdan kısaltarak özetlediği “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” adlı eserini gör­meden önceydi. Bundan sonra Suyûtî’nin bu kitabını görünce, onu inceledim ve onun bu kitabında olupda benimkinde olmayan hadisleri kendi kitabıma ekledim.

Ben Suyûtî’nin andığı hadislerin hepsini naklettim. Ayrıca “Suyûtî “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yoldan getirmiştir” sözümle, Suyûtî’nin naklettiğini (benimkinden) ayırdım.

Burada Suyûtî’nin, sahabe ve tabiun dışında andıklarını çıkartarak sadace sahabe ve tabiunu zikrettim. Çünkü (böyle yapmakla benim belirte­ceğim) ilave kolaylaşmış oldu ve (okuyucunun dikkatini) bu ilaveye çekmiş olacağım. Suyûtî’nin sözünden sonra قُلْتُ “Derim ki” lafzıyla da (benim yaptı­ğım bu) ilaveye işaret ettim.

Suyûtî’nin kendisine ulaşmayıp da (mütevatir olduğunu) söylemediği hadisleri, Allah’ın bana kolaylaştırdığı kadarıyla bu kitabımda belirttim. Bu­nunla, bu hadisi, Suyûtî’nin kitabında bulamadığım bilinmelidir.

Sehâvî (ö. 902/1496“Şerhu Elfiyye”nin ‘mütevatir bahsi’nde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Müellif eserinde mütevatir konusunu ayrı tut­muştur. Zerkeşî ve birçoğuna gelince ise…. “

(Derim ki:)  Sehâvî’den sonra bir topluluk da, (yazdıkları) eserlerde te­vatür konusunu başlı başına bir konu olarak ayrı işlemişlerdir.

1. Mütevatir hadis konusunda telif yapanlardan birisi de, üstad hafız Celaleddin Ebu’l- Fadl Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Suyûtî’ (ö. 911/1505)’dir. Suyûtî, (mütevatir hadisle ilgili bu eserini) “el-Fevâidu’l-mütekâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Suyûtî, bu eserini, bablara göre düzenlemiş, yine bu eserinde 10’dan fazla sahabiden rivayet edilen hadisleri toplamış ve her hadisin senedlerini, geliş yollarını ve (diğer) lafızlarını da toplamıştır. Kendisinin de dediği gibi, bu eser, bir benzeri görül­memiş kapsamlı bir kitap haline gelmiştir.

Daha sonra Suyûtî, mütevatir hadisle ilgili bu eseri yazmadaki asıl ama­cını önemli bir cüzde özetlemiştir. Bu eserini de, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir. Bu kitabında; (ilk önce) hadisin metnini, (sonra) sahabeden hadisi rivayet eden kimseleri, (ardından da) bu hadisi tahric eden meşhur imamları kısaca belirtmiştir. Kendisinin belirttiği üzere, bu kitapta naklettiği hadislerin sayısı, 100’dür. Yalnız bu kitaptaki ha­disleri saydım. Bunu, 12 fazlasıyla buldum. Yine de doğru bilgi, Allah’a aittir.

2. Bunlardan birisi de; üstad, imam, hafız, müsnedçilerin sonuncusu, sa­yısız tasniflerin sahibi Şemsüddin Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Tûlûn el-Hanefî ed-Dimeşkî es-Sâlihî (ö. 953/1545)’dir. (Bu kişi, mütevatir hadisle ilgili kitabını,) “el-Leâli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

3. Bunlardan birisi de; üstad Ebu’l-Feyz Muhammed Murtaza el-Hüseynî ez-Zebîdî el-Misrî (ö. 1205/1790)’dir. (Bu kişi de kitabını,) “el-Laktu’l-le’âli’l-mütenâsira fi’l-ehâdisi’l-mütevâtira” diye isimlendirmiştir.

4. Bunlardan birisi de; Siddîk b. Hasan b. Ali el- Kannûcî el-Buhârî el-Hüseynî’nin, tevatür derecesine ulaşan hadisleri topladığı 40 hadistir. Kannûcî, bu kitabını, “Hırzu’l-meknûn min lafzi’l-ma’sûmi’l-me’mûn” diye isimlendirmiştir.

Allame Ebu’l-Hasen Muhammed Sâdık es-Sindî el-Medenî (ö. 1138/1725“Şerhu’n-Nuhbe” adlı eserinde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Suyûtî, tevatürle ilgili konuda hüküm vermede yumuşak davranmış, te­vatürle ilgili hadisler hususunda sayı belirtmiş ve tevatürle ilgili hadisleri, “el-Ezhâru’l-mütenâsira fi’l-ahbâri’l-mütevâtira” diye isimlendirdiği kitabında getirmiştir.”

Durum böyle olunca, Suyûtî, mütevatir olmamasına rağmen, hadisçile­rin belirtmediği bir çok hadisi (mütevatir diye) anmıştır. Halbuki onun sözün­den, lafzi mütevatirleri toplamayı kastettiği anlaşılmaktadır. Yalnız onun ge­tirdiği  hadislerin çoğunun manevi mütevatir olduğu, ya bazı kitaplardan, ya kendisinin açıklamasıyla yada bir başkasının açıklamasıyla ortaya çıkmıştır.

Asıl kastedilen konuya girmeden önce, bir açıklama yapılacaktır. Bu ön­söz, manevi mütevatirin sözlük ve terim anlamlarını açıklama mahiyetinde olacaktır.


[1]     Müellifin kitabının aslından, Sûfî ve Vahdedi vücutçu İbn Arâbî'nin inancı doğrultusunda naklet­tiği üç satırı almadık. Çünkü bu, Ehli sünnet ve'l-cemaat imamlarının görüşlerine itiraz mahiye­tindedir. Zaten İbn Arâbî'nin akidesi, avamdan bir çoğuna göre gizlidir. Dolayısıyla müellifin, İbn Arâbî'den yaptığı rivayeti almadık. İlmi emanet, uyarı gerektirir. (Arap yayıncısı)

[2]     Taberâni, el-Evsat, 6/77; Deylemî, Firdevs, 1/479; Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, 2/149; Suyûtî, Tedribu'r-Râvî, 2/126; Râmehurmuzî, el-Muhaddisu'l-Fâsıl, 1/163



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

 Allah’a hamd, Resulü’ne salat ve selam olsun.

Kitabın özgün adı, “Nazmu’l-mütenâsire mine’l-hadîsi’l-mütevâtire”dir. Çevirisini yaptığım bu kitabın yazarı, allame fakih muhaddis Muhammed b. Ca’fer  el-Kettânî’dir. 1857 yılında Fas’ta doğmuştur. Yine 1927 yılında Fas’ta ölmüştür. Fas’ın tanınmış muhaddis ve alimlerinden ders almıştır. Özellikle de hadis sahasında araştırmalar yapmıştır. Bir çok önemli esere imza atmıştır. Hadis literatürü alanında önemli bir yere sahip olan “er-Risâletü’l-Mustatrafe” adlı kitabı  “Hadis Literatürü” adıyla Türkçe’ye çev­rilmiştir.

Kitabın dört baskısı gerçekleşmiştir. 1. Fas, 1318/19002. Haleb, Dâru’l-Meârif 19203. Beyrut, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye 19834. Mısır, Dâru’l-kütübi’-s-Selefiyye tarihsiz. Tercümede esas aldığım neşir,  Mısır’da bulunan Dâru’l-kütübi’-s-Selefiyye’ye aittir. Yayınevi, kitabı gözden geçirmiş ve bazı ilave­lerde bulunmuştur. Yayınevi, selefi çizgisi gereği; bazen yazarı sufilere uy­makla tenkit etmiş, bazen de yazarın görüşlerinden beğenmediklerini eleştir­miş ve bazen de rivayet ettiği hadislerle ilgili eleştiriler yöneltmiştir. Örneğin, 225. ve 226. hadisleri ve önsözde İbn Arâbî’nin üç görüşlerini yansıtan üç satırı kitaba almamıştır.

Yazar, hem selefî ve hem de sufî tanımlamasına uygun bir yapıya sahip­tir. Çünkü kitabında getirdiği hadisler, bazen selefi çizgide uygun hadisler ve bazen de sufi çizgisindedir. Örneğin, 16. Hadiste “Allah’ın keyfiyetsiz, tem­silsiz, teşbihsiz, cismiyetsiz, ittisalsiz ve infisalsiz bir şekilde kendi kema­line uygun göklerin üstündeki arşın üzerinde bulunması” hadisi ve 276. Hadiste ise “Yedi kat gök ile yedi kat yer ve bunların içindekiler ile bunla­rın arasında bulunanların; arşa nispetle, yeryüzündeki büyük bir düzlükte (=çölde) bırakılmış bir halka gibi olması” hadisini getirmiştir.

Yine 279. Hadiste “Ebdâl’ın varlığı” hadisini ve 302. Hadiste “Pey­gamber (s.a.v)’e, dünya hayatında iken tevessülde bulunma” hadisini getirmişir.

Bu hadisleri açıklama ve hadiste geçen bilgiyi ispat etme mahiyetinde ise hem selefi  ve hem de sufi öğretilerinden yararlanmıştır. Örneğin, 16. Hadisi açıklama mahiyetinde; Allah’ın, arşa istiva ettiğini ve göğün üzerinde bulun­duğu inancını İbn Teymiyye’den alıntılar yapmıştır. Okuyucuya da bu inan­cın doğruluğunu anlatmaya çalışmıştır.

194. Hadiste “Allah’ın yarattığı ilk şeyin” ne olduğunu açıklama mahi­yetinde getirdiği ilk madde, Muhammedî Nûr’dur.

279. Hadiste “Ebdalın varlığı” ile ilgili olarak ilk önce Ebdalın varlığını ve bu konudaki hadisleri kabul etmeyen İbnü’l-Cevzî ile İbn Teymiyye’den alıntılar yapmış ve diğer taraftan da konunun sonunda Ebdalın varlığı ile ilgili hadislerin bazısının ve bazısınında sahih olmadığı ile ilgili olarak İbn Hacer’den alıntılar yapmıştır. İbn Hacer’den alıntı yaparken tasavvuf literatü­ründe kullanılan Kutb ve Gavs kavramlarınada yer vermiştir.

261. Hadiste “Peygamber (s.a.v)’in İsra gecesi göğsünün yarılması” ola­yını anlatırken, Abdulaziz ed-Debbâğ’ın “İbrîz” adlı kitabında bu olayı keşif yoluyla kabul etmediğini belirtmektedir. Ayrıca kitabın önsözünde, Buhârî ve Müslim’de bir hadisin geçmesine rağmen keşif ehlinin bu hadisi kabul etme­mesinin doğruluğunu da ileri sürmektedir.

Eseri, şimdiye kadar yazılmış gerek mütevatir hadislerle ilgili ve gerekse de çeşitli alanlarda yazılmış bütün kitaplar tarayarak oluşturmuştur. Kitabı, Fıkhî  esaslara göre düzenlemiştir. Kitapta 31 bölüme yer vermiştir. Kitabın önsözünde; tevatürün sözlük ve terim anlamları, tevatürün zaruri bilgi ifade edip etmediği, tevatür için gerekli sayının ne kadar olacağı, haberi vahidin bilgi değerinin ne olduğu, mütevatir hadisler ile ilgili örneklerin neler olduğu ve karinelerle haberi vahidin bilgi ifade edip etmediği ile ilgili bilgilere yer vermiştir.

Geleneksel yapıya uygun olarak kitabına ilk önce “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadisiyle başlamıştır. Öncelikli olarak Suyûtî’nin “el-Ezhâr” adlı kitabını esas alıp burada geçen sahabe isimlerine yer vermiş. Daha sonra hadisi rivayet eden başka sahabi varsa, o sahabinin ismini, bu hadisin tahricini yapan imamı ve hadisin geçtiği yeri belirtmiştir. Genellikle hadisin mütevatir olduğuna dair bir bilgi varsa, o bilginin geçtiği kitabı ve ki­tabın yazarını belirtmiştir. Fakat bazen hadisin mütevatir olduğuna dair kay­nak bir bilgi belirtmeden, hadisi rivayet eden kişilerin sayısını belirtip bununla hadisin mütevatir olduğunu kendisi belirtmiştir.

Kitabın dipnotunda yer alan bilgiler bana aittir. Bu bilgiler kabul edilebi­lir de, edilmeyebilir de. Arap yayıncıya ait bilgiler ise genellikle Türkçe’ye çevrilmiştir.

Sahabilerin isimleri, Concordance’da geçen şekliyle yazılmıştır. 

Hadislerin tahricleri yapılırken; kütübü tis’ada yer alan kitaplar, Concordance usûlüne uygun olarak ve diğer kitapların ise cilt ve sahifeleri gösterilmiştir. Bu ikinci tür kaynaklar da, bazen cilt ve sahifeden sonra pa­rantez içerisinde hadis numarasına da yer verilmiştir. Hadislerin tahrici yapı­lırken, elde bulunan çeşitli kitap, kaynak ve cd’lerden de yararlanılmıştır. Bu nedenle okuyucunun elinde bulunan kaynak ile bizim belirttiğimiz kaynak aynı olmayabilir. Bu itibarla eserin ihtiva ettiği hadislerin çokluğu ve özellikle de hadisi rivayet eden sahabilerin rivayet ettikleri hadisin nerede geçtiği me­selesi çok uzun bir zaman almıştır.

Okuyucunun dikkat etmesi gereken diğer bir husus ise; hadislerin tahrici sırasında, aynı hadisle ilgili sahabelerin rivayet ettiği hadislerin, aynı lafızda olmaması. Hadisler, genellikle, mana yoluyla rivayet edildikleri için aynı lafza sahip olmayabilirler. Bu farklılık; bazen bir kelimede, bazen bir cümlede ve bazen de manada olabilmektedir.

Eserin tercümesi esnasında orijinal metne genellikle sadık kalınmıştır. Zaman zaman kastedilen mananın okuyucu tarafından iyice anlaşılması için “anlaşılabilir” bir dille serbest davranıldığı da olmuştur.

Azami dikkat ve gayretlerime rağmen, farkında olmadan tercüme hata­ları  olacaktır. Bununla birlikte hataları en aza indirmek için çok gayret etiğimi söyleyebilirim. Yapıcı eleştiri ve uyarılara her zaman muhtaç olduğumuz ilim sahipleri ile bütün okuyucularımızın tenkit, uyarı ve katkılarına şimdiden şük­ranlarımı sunacağımı belirtmek isterim.

Tercümenin ortaya çıkışında yardımlarını esirgemeyen bütün dostlarıma, özellikle de kitabın önsözüne ait bir bölümü çeviren değerli dostum Muhittin Korkmaz’a, bilgisayarla ilgili problemlerde hiçbir zaman yardımını esirgeme­yen Mustafa Melih Haban’a, yetişmemde ve dinî düşüncelerimin oluşma­sında büyük emeği bulunan Salih Özbey’e, her zaman manevi desteklerini üzerimde hissettiğim annem Emine ile babam Mehmet’e, çalışmalarım sıra­sında desteklerini gördüğüm değerli dostlarım Mehmet Kılıç’a, Emir Doğan’a, Mehmet Sever’e ve bu değerli eseri basma gayretini gösteren Karınca Yayın­ları’nın  sahibi sayın Feyzullah Birışık’a şükranlarımı arzederim.

Çevirinin önemli bir bölümünü bazen okuyarak, bazen müsveddeleri ya­zarak katkıda bulunan ve tahric çalışmalarının uzun zaman almasına rağmen bu süreç içerisinde büyük bir sabır gösteren değerli eşim Hanife’ye teşekkür ederim.

Başarı elbette Allah’tandır.

Hanifi AKIN

Şehitkamil/GAZİANTEP

18.10.2003



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ

SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget