TEKRAR DİRİLME[1] VE KIYAMET GÜNÜ’NÜN HALLERİ[2] İLE İLGİLİ BÖLÜM
﴿ كِتَابُ الْبَعْثِ وَأَحْوَالِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾

-296 ﴿ بَعْثُ الْعِبَادِ ومعاذهم الجسماني وَسَوْقُهُمْ إِلَى الْمَحْشَرِ لِفَصْلِ الْقَضَاءِ بَيْنَهُمْ ﴾

“İnsanların, ruh ile beden olarak tekrar dirilmeleri[3] ve birbirleri ile ilgili meseleleri hükme bağlamak için mahşer yerine sevk edilmeleri” ile ilgili hadisler

Lakkânî (ö. 1041/1631“Şerhu Cevhere”de anlattığına göre; tekrar dirilme ve Kıyamet Günü’nün halleri ile ilgili olayların hepsi; manevi tevatür yolu ve Kur’an’ın delaletiyle sabittir. Dolayısıyla da bu olaylar, Zarûrât-ı Diniyye’den olmaktadır. Bunları inkar etmek ise, kesinlikle küfürdür.”

* * *

-297 ﴿ اَلصِّرَاطُ وَالْمِيزَانُ وَإِنْطَاقُ الْجَوَارِحِ وَتَطايُرُ الصُّحُفِ وَأَهْوَالُ الْمَوْقِفِ وَأَحْوَالُ الْجَنَّةِ وَالنَّارِ ﴾

“Sırât, Mîzân, Vücut organlarının konuşturulması, Amel defterlerinin (insanların ellerinde) uçuşması, Mevkif’in korkulu halleri ve Cennet ile Cehennem’in durumları”[4] ile ilgili hadisler

Birzelî (ö. 844/1440“Şerhul-İrşâd”da naklettiğine göre; Sırât, Mîzân, Vücut organlarının konuşturulması, Amel defterlerinin (insanların ellerinde) uçuşması, Mevkif’in korkulu halleri ve Cennet ile Cehennem’in durumları ile ilgili hadisler, mütevatirdir.

Ebu Ali b. Ruhâl’da “Şerhu Muhtasarı Halîl”de bu konu ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu Birzelî’den nakletmiştir.

Şihâb (ö. 1069/1659“Şerhu’ş-Şifâ”da ‘Büyük Şefaat’ ile ilgili bahsin Hz. Peygamber (s.a.v)’in ﴿ وَتَأْتِي الأَمَانَةُ وَالرَّحِمُ فَتَقُومَانِ عَلَى جَنَبَتِي الصِّرَاطِ ﴾  “Emanet ve sıla-i rahm gelip Sırât’ın iki yanında dururlar”[5] buyruğuna dair yerde aynen şöyle der:

“Bu ve benzeri hadisler, manevi mütevatir derecesine ulaşmıştır. İnkarcı Mu’tezililer, Kelâm kitaplarında bahsedilen Sırât’ın varlığını kabul etmemişlerdir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsirinde Yüce Allah’ın ﴿ وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ ﴾ “(Kıyamet) günü (amelleri tartacak) terazi, haktır” (A’râf: 7/8) açıklamasına bakabilirsiniz.

* * *

-298 ﴿ اَلْحَسَابُ ﴾

“(Kıyamet günü) hesâp vermek”[6] ile ilgili hadisler

(Şeyh Muhibbullah b. Abduşşekur’un) “Kitâbu Müsellemetü’s-Sübût” adlı kitab(ın)da geçtiğine göre; İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200), (Kıyamet Günü dünyada işlenen amellerden dolayı) hesâp verme ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-299 ﴿ وَزْن الأَعْمَالِ ﴾

“(Kıyamet Günü) amellerin tartılması”[7] ile ilgili hadisler

Lakkânî (ö. 1041/1631“Şerhu Cevhere”de anlattığına göre; (Kıyamet Günü amellerin tartılması ile ilgili) hadisler, mütevatir derecesine ulaşmış ve Kur’an ile (alimlerin) icmaı da bunu(n varlığını) göstermektedir.

* * *

-300 ﴿ إِنَّ الْجَنَّةَ وَالنَّارَ مَخْلُوقَتَانِ الآنَ ﴾

“Cennet ile Cehennem’in şu anda var olması”[8] ile ilgili hadisler

(Kastallânî) “İrşâdu’s-Sârî”de anlattığına göre; Cennet ile Cehennem’in şu anda var olduğu ile ilgili haberler, manevi mütevatirdir.

İbn Kesîr (ö. 774/1372)’de “Tefsîrü’l-Kur’ani’l-Azîm”de﴿أُعِدَّتْ لِلْكَافِرِينَ﴾ “(O Cehennem ateşi,) kafirler için hazırlanmıştır” (Bakara: 2/24) ayetini açıklama sırasında aynen şöyle der:

“Ehl-i Sünnet alimlerin çoğu; Cehennem’in şu anda var olduğunu, Yüce Allah’ın ( أُعِدَّتْ ) “hazırlanmıştır” buyruğuyla delil getirmişlerdir. Bu konuda pek çok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şudur:

﴿ تَحَاجَّتِ الْجَنَّةُ وَالنَّارُ ﴾

“Cennet ile Cehennem, birbirleriyle karşılıklı olarak tartıştılar”[9]

Diğer birisi de şu hadistir:

﴿ اِسْتَأْذَنَتِ النَّارُ رَبَّهَا. فَقَالَتْ: رَبِّ أَكَلَ بَعْضِي بَعْضاً. فَأَذِنَ لَهَا بِنَفْسَيْنِ نَفْسٍ فِي الشِّتَاءِ وَنَفْسٍ فِي الصَّيفِ ﴾

“Cehennem, kendi ateşini, Rabbine şikayet ederek: ‘Ya Rabbi! Ben kendi kendimi yiyip tüketmekteyim. (İzin ver de bundan kurtulayım’ dedi.

Bunun üzerine Allah’da, ona; biri yazın ve diğeri de kışın olmak üzere iki nefes almasına izin verdi.”[10]

Abdullah İbn Mes’ud’un rivayet ettiği hadis ise şu şekildedir:

﴿ سَمِعْنَا وَجْبَةً. فَقُلْنَا مَا هَذِهِ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: هَذَا حَجَرٌ أُلْقَي مِنْ شَفِيرِ جَهَنَّمَ مُنْذُ سَبْعِينَ سَنَةً الآنَ وَصَلَ إِلَى قَعْرِهَا ﴾

“(Bir defasında düşen bir şeyin) sesini işittik. Biz: ‘Bu da ne?’ dedik. Resulullah (s.a.v):

‘Bu, yetmiş yıldan beri Cehennem’in kenarından (dibine doğru) bir kılmış bir taştır. Daha şu an Cehennem’in dibine ulaştı’ buyurdu.”[11]

(Yine bu husus,) Küsûf (=Güneş Tutulması) namazı ve İsrâ’ gecesi ile ilgili hadisler de ve bu manada daha bir çok mütevatir hadisler de geçmektedir.

Mu’tezile, cehaletleri sebebiyle, bu konuda (Ehl-i Sünnete) muhalefet etmiştir. Endülüs kadısı Münzîr ibnu’l-Saîd el-Belûtî’de (bu konuda Mu’tezile’nin görüşüne) katılmıştır.”

Hadiste kast edilen husus bu olabilir.

-301 ﴿ لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ مُسْتَجَابَةٌ فَتَعَجَّلَ كُلُّ نَبِيٍّ دَعْوَتَهُ وَإِنِّي أَخْتَبَأْتُ دَعْوَتِي شَفَاعَةً لِأُمَّتِي ﴾

“Her peygamberin (Allah katında) kabul edilecek bir duası vardır. Her peygamber, o duayı yapmada acele etti. Ben ise, bu duamı (Kıyamet Günü’nde) ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım”[12]

Seffârînî “Şerhu Akîde”de der ki: “Hafız Suyûtî dedi ki: ﴿لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ﴾ “Her peygamberin… bir duası vardır” hadisi, mütevatir olup şu yoldan gelmiştir:

1.      Ebu Hureyre[13]

Bu hadis ile bir sonraki hadisi, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.

2.      Enes[14]

3.      Câbir[15]

Bu hadisi de, Müslim (tek başına) rivayet etmiştir.

4.      Abdullah ibn Amr

5.      Ubâde ibnu’s-Sâmit

6.      Ebu Saîd el-Hudrî

Bunlardan ikisini de, İmam Ahmed rivayet etmiştir.

7.   Abdurrahman b. Ebi Ukayl

Bu hadisi; Bezzâr (ö. 292/904) ve Beyhakî (ö. 458/1066) rivayet etmiştir.’”

(Derim ki:) Suyûtî (ö. 911/1505“Menâhil”de ve Münzirî (ö. 656/1258)’de “Terğîb”de der ki: “Buhârî ile Müslim, bu konuda Enes’ten gelen hadisi nakletmede görüş birliğine varmışlardır. (Bu konuda diğer hadis alimlerinden gelen hadislerin) hepsi de, sahihtir. Buhârî ile Müslim, bu hadisi, Ebu Hureyre yolu ile Enes yolundan rivayet etmişlerdir. Müslim ise, Câbir yolundan gelen hadisi de rivayet etmede tek başına kalmıştır.”

* * *

-302 ﴿ اَلشَّفَاعَةُ الطَّوِيلُ وَتَرَدُّدُهُمْ إِلَى الْأَنْبِيَاءِ ﴾

“(Kıyamet günü) her peygamber, şefaat etmesi için kendisine gelen insanları diğer peygamberlere göndermesi ve bu konuda uzunca bir şekilde gelen şefaat hadisi”[16]

Suyûtî (ö. 911/1505“el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Enes

2.     Ebu Hureyre

3.     Abdullah ibn Ömer

4.     Huzeyfe

5.     Câbir

6.     Ebu Bekr

7.     Abdullah ibn Abbâs

8.     Übey b. Ka’b

9.     Ebu Saîd el-Hudrî

10.     Selmân

11.     Ukbe b. Âmir

12.     Ubâde ibnu’s-Sâmit

Toplam, 12 kişi.

* * *

-303 ﴿ اَلتَّوَسُّل بِهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَالِ حَيَاتِهِ الدُّنْيَوِيَّةِ ﴾

“Peygamber (s.a.v)’e, dünya hayatında iken tevessülde bulunma”[17] ile ilgili hadisler

Taki es-Sübkî (ö. 756/1355“Şifâu’s-Sakîm”de konu ile ilgili olarak der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’e, dünya hayatında iken tevessülde bulunma ile ilgili hadisler, mütevatirdir. Bununla ilgili haberler, çoktur. Bu konudaki haberleri kısaltmakta mümkün değildir… Müslümanlar, (söz ve tavırlarıyla, dünyada) Hz. Peygamber (s.a.v)’e sığınıyorlar ve bütün durumlarında Hz. Peygamber (s.a.v)’le (Allah’tan) yardım diliyorlar.”

Hadiste kast edilen husus, bu olabilir.

* * *

 

-304 ﴿ اَلتَّوَسُّل بِهِ فِي عَرَصَات الْقِيَامَة ﴾

“Peygamber (s.a.v)’e, Kıyamet günü Arasat meydanında tevessülde bulunma”[18] ile ilgili hadisler

Taki es-Sübkî (ö. 756/1355“Şifâu’s-Sakîm”de anlattığına göre; (alimlerin) icma-ı, Kıyamet Günü Hz. Peygamber (s.a.v)’e insanların tevessülde bulunacağını temel almıştır. Bununla ilgili haberler de, tevatürdür.

(Kastallânî) “Mevâhibu’l-Ledûniyye”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kıyamet günü Arasat meydanında tevessülde bulunmaya gelince, (alimlerin) icma-ı, bunu temel almıştır. Bununla ilgili şefaat hadisinde gelen haberler, tevatürdür.”

Bu konuda daha geniş bilgi için Kastallânî (ö. 923/1517)’nin bu kitabında geçen ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in kabrini ziyaret etme’ ile ilgili yere bakabilirsiniz.

* * *

-305 ﴿ شَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ حَقٌّ فَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِهَا لَمْ يَكُنْ مِنْ أَهْلِهَا ﴾

“Kıyamet Günü, şefaatım gerçekleşecektir. Kim (Kıyamet günü) şefaatımın gerçekleşeceğine inanmazsa, şefaat edilecek kimselerden olmayacaktır”[19]

Suyûtî (ö. 911/1505“Câmiu’s-Sağîr”de[20] belirttiğine göre; bu hadisi, İbn Menî’ “Mu’cem”de Zeyd b. Erkam ile 10 kadar sahabeden rivayet etmiştir.

Münâvî (ö. 1031/1622“Şerhu Câmi’s-Sağîr”de der ki: “(Hadisin, bu kadar kişiden rivayet edilmesinden) ötürüdür ki, hadisin, tevatür olduğu söylenilmiştir.”

(Derim ki:) Bu örnek, hadisin, tevatür olduğunu ispatlamada yeterli değildir. Fakat hadisin, (Münâvî tarafından) tevatür olduğunun belirtilmesi; şefaat hadislerinin, mutlak manada veya günah işleyenler hakkında olması, hadisin, manevi mütevatir olmasından dolayıdır.

Yine Suyûtî “Câmi’”de;

1.  ﴿ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾ “Şefaatım, ümmetimin büyük günah işleyenleri için olacaktır”[21] hadisini,

2.  Bir lafızda ise; ﴿ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الذُّنُوبِ مِنْ أُمَّتِي ﴾ “Şefaatım, ümmetimin, günah işleyenleri için olacaktır”[22] hadisini,

3.  Bir başka lafızda ise; ﴿ خُيِّرْتُ بَيْنَ الشَّفَاعَةِ وَبَيْنَ أَنْ يَدْخُلَ شَطْرَ أُمَّتِي الْجَنَّةَ فَاخْتَرْتُ الشَّفَاعَةَ لِأَنِّهَا أَعَمُّ وَأَكْفَي أَتَرَوْنَهَا لِلْمُؤمِنِينَ الْمُتَّقِيَ؟ لاَ, وَلَكِنَّهَا لِلْمُذْنِبِينَ الْمُتَلَوِّثِينَ الْخَطَّاءِينَ  “Şefaat ile ümmetimin yarısının Cennete girmesi arasında seçim yapmak durumunda kaldım. Ben de, şefaatı tercih ettim. Çünkü şefaat, daha kapsamlı ve daha geneldir. Şefaat(im)in; günahkar, kirli, hata işleyen kimseler için olacaktır”[23] hadisini getirmiştir.

Suyûtî, ilk hadisi, şu yollardan getirmiştir:

1.      Enes

2.      Câbir

3.      Abdullah ibn Abbâs

4.      Abdullah ibn Amr

5.      Ka’b b. Ucre  

İkinci hadisi de, şu yoldan getirmiştir:

6.   Ebu’d-Derdâ’

Üçüncü hadisi de, şu yollardan getirmiştir:

7.Abdullah ibn Ömer

8.   Ebu Musa el-Eş’arî

Sa’d (ö. 792/1389“Şerhu Akîdeti’n-Nesefî”de  ﴿ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾ “Şefaatım, ümmetimin büyük günah işleyenleri için olacaktır” hadisini naklettikten sonra şöyle der:

“Bu hadis, meşhur bir hadistir. Hatta şefaat konusundaki hadisler, mana bakımından mütevatirdir.”

Şihâb (ö. 1069/1659“Şifâ”ya yazdığı şerhte Hz. Peygamber (s.a.v)’in şefaatinin, Cehennem’e girmeyi hak eden bazı günahkar müminler hususunda olduğunu belirttikten sonra şöyle der:

“Bu şefaat türü, pek çok hadisle sabittir. Bu hadislerin geliş yollarının toplamı, tevatüre ulaşmaktadır. Bu konuda Hariciler ve Mu’tezile’den inkarcı kimselerin görüşlerine güvenilemez.”

Taki es-Subkî (ö. 756/1355“Şifâu’s-Sikâm”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)e özgü şefaatın; insanları, mahşerdeki uzun bekleyişten kurtarma ve hesabın acele görülmesi ile ilgili olduğunu ve bunun, ‘büyük şefaat’ olduğunu söylemiştir.”

Daha sonra da der ki: “Bu büyük şefaatın gerçekleşeceğini ve bu şefaatın Cehennem’e girecek olan günahkar kimseler hakkında olduğunu hiç kimse inkar edemez.”

Yine Sübkî (sözüne devamla) der ki: “Bu (tür) şefaat ve büyük şefaat ile ilgili hadisler, tevatürdür. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yapacağı şefaat, büyük şefaata özgüdür. Daha önce de geçtiğine göre; bu (normal) şefaata gelince, bu şefaat; meleklere, peygamberlere ve müminlere özgüdür. Bundan sonra da Yüce Allah, ‘Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka ilah yoktur) diyen kimseleri de, kendi rahmetiyle Cehennem’den çıkaracaktır.”

Kadı  İyâz (ö. 544/1149)’da der ki: “Şefaat ile ilgili hadisler, gelmiştir. Şefaatin, ahirette, günahkar müminler için olacağı hususundaki şefaatin sıhhati ile ilgili hadislerin toplamı, tevatüre ulaşmıştır.”

(İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”de der ki: “Hz. Muahmmed (s.a.v)e özgü şefaatın ispatı hususundaki hadisler, mütevatir olarak gelmiştir. Yüce Allah’ın; ﴿ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً ﴾  “Umulur ki, Rabbin, seni ‘övülmüş bir makama’ ulaştırır” (İsrâ: 17/79) buyruğu da, bu şefaata delalet etmektedir. Cumhura göre; Yüce Allah’ın bu sözüyle kast edilen, (Hz. Peygambere özgü) şefaattır.

Vâhidî, bu konuda aşrıya kaçıp (ayeti değil de) icmayı nakletmiştir. Fakat Vâhidî, bu konuda Mücâhid ile Huzeyfe’den gelene işaret etmektedir.”

Sehâvî (ö. 902/1496)’nin “Fethu’l-Muğîs” adlı kitabında geçtiğine göre; şefaat ve havz hadisi ile ilgili sahabeden olan ravilerin sayısı, 40’ı geçmektedir.

Devamla da der ki: “Şefaat ve Havz ile ilgili hadisi, tevatür olmakla nitelendiren kimseler vardır. Bunlardan birisi olan Kadı İyâz, “Şifâ”da bunu söylemiştir.

İbn Abdilberr ise “İstizkâr”da dedi ki: ‘Şefaatı ispat etme, Ehl-i Sünnet itikadının rükunlarından biridir. Çünkü Ehl-i Sünnet, Yüce Allah’ın; ﴿ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً ﴾  “Umulur ki, Rabbin, seni ‘övülmüş bir makam’ (=makamı mahmûd)a’ ulaştırır” (İsrâ: 17/79) sözününyorumu üzerinde görüş birliğine varmıştır. Ayette geçen ‘‘övülmüş bir makam’ (=makam-ı mahmûd); Hz. Peygamber (s.a.v)in, ümmetinden günah işleyenlere yapacağı şefaattır. Bu konuya hiç kimsenin muhalefet etmediğini biliyorum.. Bu, Mücâhi’den de rivayet edilmiştir. Bu hususu, “Temhîd”de ‘Allah’ın, arşın üzerinde istiva etmesi’ ile ilgili yerde de anlattım. Yine bu konuda, Mücâhid’den, bir grubun üzerinde birleştiği şeklinde bunun aksi bir görüşte rivayet edilmiştir. Dolayısıyla da bu husus, onlara ait bir icma’ olmaktadır… Hamd, Allah içindir.

“Temhîd”de sahabe ile tabiun’un bu konudaki bir çok görüşünü belirttim. Yine bu kitapta yeteri kadar şefaat ile ilgili hadisleri de naklettim. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen hadisler; mütevatir, sıhhatli ve sabittir…

Yine “Temhîd”de Abdullah ibn Ömer hadisi ile Câbir’in Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen rivayet ettiği şu hadisi de naklettik:

﴿ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾

“Kıyamet Günü (yapacağım) şefaatım, ümmetimin büyük günah işleyenleri için olacaktır”

Câbir der ki: “Büyük günah sahibi olmayanların şefaate ne ihtiyacı olacak ki?”   

Abdullah ibn Ömer’de der ki: “Büyük günah işleyen kimseler için istiğfar etmeye devam ediyorduk. Yüce Allah’ın ﴿ أَنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ ﴾ “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ama bunun dışında dilediği şeyi bağışlar” (Nisa: 4/48) ayeti inince bundan vazgeçtik. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştu:

﴿ أَنِّي أَخَّرْتُ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي ﴾

“Şefaatımı, ümmetimden büyük günah işleyenler için (Kıyamet Günü’ne) erteledim” ”

Şefaat ile ilgili hadislerin senedlerini tamamen “Temhîd”de naklettik. Bu şefaat konusu, bidatçilerle tartıştığımız temel bir meseledir.”

Hadiste kasteilen husus bu olabilir.

Zürkânî (ö. 1122/1710)’de “Şerhu’l-Muvatta’”da bu konuyu kısa bir şekilde nakletmiştir

Şeyhulislam İbn Teymiyye (ö. 728/1327“İstiğase bi Seyyidi’l-halk” adlı risalesinde konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Müstefiz sünnetle değil de, mütevatir sünnet ve ümmetin ittifakıyla sabit olduğuna göre; Peygamberimiz (s.a.v), şefaat edici olup Kıyamet günü de (mümin) insanlara şefaat edecek ve insanlar O’nun sayesinde şefaate mazhar olacaklardır. Çünkü insanlar, o gün, Rablerine karşı kendilerine şefaat etmesini O’ndan isteyecekler, O da onlara şefaat edecektir. Ayrıca Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın görüş birliğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v), büyük günah işleyen kimselere şefaat edecek ve Cehennem’de tevhid halkından hiç kimse kalmayacaktır.” 

* * *

-306 ﴿ اَلْحَوْضُ ﴾

“Havz”[24] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505“el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Enes                                                

2.     Cündub b. Abdullah el-Becelî 

3.     Useyd b. Hudayr                              

4.     Hârise b. Vehb                                 

5.     Sehl b. Sa’d                                      

6.     Abdullah ibn Zeyd                             

7.     Abdullah ibn Ömer                            

8.     Abdullah ibn Mes’ud                         

9.     Müstevrid b. Şeddâd                         

10.     Ebu Hureyre                                    

11.     Esmâ’ bint. Ebi Bekr                         

12.     Abdullah ibn Abbâs                           

13.     Sevbân                                             

14.     Câbir b. Semure                               

15.     Huzeyfe ibnu’l-Yemân                      

16.     Ukbe b. Âmir                                   

17.     Ebu Zerr                                          

18.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

19. Hz. Aişe                                          

20. Ümmü Seleme                                  

21. Hz. Ebu Bekr es-Siddîk                     

22. Hz. Ömer                                         

23. Utbe b. Abdussülemî                         

24. Hz. Ali                                             

25. Semure b. Cündub

26. Üsâme b. Zeyd

27. Hz. hamza

28. Havle bint. Kays

29. Habbâb ibnu’l-Erett

30. Zeyd b. Erkam

31. Âiz b. Amr

32. Ka’b b. Ucre

33. Lakît b. Âmir

34. Ebu Berze el-Eslemî

35. Büreyde

36. Übey b. Ka’b

37. Berâ b.Âzib

38. Câbir b. Abdullah

39. Huzeyfe b. Useyd

40. Hasan b. Ali

41. Zeyd b. Sâbit

42. Selmân

43. Ebu Ümâme

44. Ebu Bekre

45. Ebu’d-Derdâ’

46. Ebu Mes’ud

47. Süveyd b. Cebele el-Fuzâî

48. İbrâz b. Sâriye

49. Nevvâs b. Sem’ân

Toplam, 49 kişi.

(Derim ki:) (Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ’”da bu hadisi rivayet edenlere şunları da ilave etmiştir:

50. Ebu Lübâbe                                      

51. Cübeyr b. Mut’im                             

52. Evs ibnu’l-Erkam                              

53. Zeyd b. Evfâ

54. Süveyd ibn Amr

55. Sunâbihî ibnu’l-A’ser 

56. Abdullah es-Sunâbihî

57. Semure b. Cünâde el-Âmirî

Toplam, 8 kişi.

Daha bir çok alim, bunlara, başka ravileri de eklemiştir. Bu meseleyi, dikkatlice araştıran bir kimse, bunları bulur.

Kadı İyâz (ö. 544/1149“Şifâ”da Havz hadisini rivayet edenlerden 24 kişinin ismini anmıştır. Üç kişinin ismini de daha önce anmıştı.

“Şifâ”ın bazı nüshalarında, üç kişinin daha ismi geçmektedir. Böylece (“eş-Şifâ”da) toplam sayı, 30’u bulmaktadır.

Kurtubî (ö. 671/1273“Müfhim”de belirttiğine göre; Havz hadisini rivayet edenler, 30 kişiden fazladır.

İbn Hacer (ö. 852/1447)’de “Fethu’l-Bârî”de bu kimselere daha da ilave bulunup hadisin ravilerini, 56 kişiye ulaştırmıştır.

(Suyûtî’de) “Budûru’s-Safîre”de (hadisin ravilerini,) her hadisin lafzını diğerinden ayrı tutmak suretiyle 58 kişiye ulaştırmıştır.

(Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de Hafız’ın şöyle söylediğini nakletmiştir: “Bana ulaştığına göre; bazı son devir alimleri, Havz hadisinin ravilerini, 80 kişiye ulaştırmıştır.”

(Suyûtî) “Menâhilu’s-Safâ”da ise der ki: “Havz ile ilgili hadisleri, 55 sahabi rivayet etmiştir. Bu ravilerin rivayet ettikleri hadisler, (Havz) hadisinin mütevatir olduğunu göstermektedir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) bu kitabına, Aliyyu’l-Kârî (ö. 1014/1605)’nin “Şifâ”ya yazdığı şerhe[25] ve (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı kitabına bakabilirsiniz.

(Zebîdî) bu kitabında Havz ile ilgili hadisleri rivayet edenlerden 45 kişinin ismini saymıştır. Ayrıca bu kişilerin rivayet ettikleri hadislerin lafızları ile yarım cüz kadar da bu hadislerin tahricini yapan kimseleri belirtmiştir. Bunların sonunda ise şöyle der:

“Bunlar, yazı yazma sırasında Havz ile ilgili hadisleri bir araya toplayan kimselerden kolayca elde ettiklerimdir… Eğer yanımda bulunan Fevâid,[26] Cüz,[27] Ta’lik,[28] Tahrîc[29] gibi kitapların hepsine bakma imkanım olsaydı, muhtemelen (bu kişilerin ile hadislerin sayısı,) naklettiklerimden daha çok bir duruma ulaşırdı.”

(İbn Abdilberr ise) “İstizkâr”da ﴿ وَمِنْبَرِي عَلَى حَوْضِي ﴾ “Minberim, (bana bahşedilen Kevser) havzın(ın üstünde bulunmak)tadır” hadisine dair yerde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Temhîd” adlı kitabımda, Havz konusu ile ilgili mütevatir olan rivayetleri naklettik.”

(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de ise şöyle der: “Kadı Beyzavî dedi ki: ‘Ehl-i Sünnet alimnlerine göre; Havz ile ilgili hadislerin zahiri mütevatirdir. Dolayısıyla da Havzın varlığına inanmak gerekmektedir. Fakat bazı alimler, Havzı inkar eden kimseyi tekfir etmeyi reddetmiştir.’

Kurtubî’de dedi ki: ‘Havz ile ilgili hadisler, mütevatirdir.’”

İmam Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî (ö. 458/1066)’de “Kitâbu’l-Ba’s ve’n-Nüşûr”da Havz ile ilgili hadisleri, senedleriyle ve geliş yollarıyla birlikte bir araya getirmiştir.

Bazı alimlere göre; Havz ile ilgili hadislerin, mütevatir olması gerekmektedir.

Bazı alimler de der ki: “Havz ile ilgili hadisler, lafzî değil de, manevî mütevatirdir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için Şihâb (ö. 1069/1659)’ın “Şifâ”ya yazdığı şerhe[30] ve daha bir çok kitaba bakabilirsiniz.

* * *

-307 ﴿ اَلْكَوْثَرُ ﴾

“Kevser”[31] ile ilgili hadisler

Hafız İbn Kesîr (ö. 774/1372) konu ile ilgili olarak şöyle der: “Pek çok yollardan gelen Kevser ile ilgili hadisler, mütevatirdir. Bu nedenle de hadis imamlarının çoğuna göre; Kevser ile ilgili hadisler, kesinlik ifade etmektedir.”

 

-308 ﴿ أَنَّكُمْ سَتَرَوْنَ رَبَّكُمْ (يعني يَوْمَ الْقِيَامَةِ) كَمَا تَرَوْنَ الْقَمَرَ لَيْلَةَ الْبَدَرِ ﴾

“Siz, dolunay gecesinde, ayı gördüğünüz gibi, (ahirette) Rabbinizi göreceksiniz”[32]

Sa’d (ö. 792/1389“Şerhu Akîdeti’n-Nesefî”de bu hadisi nakledip devamla şöyle der: “Bu, meşhur bir hadistir. Bu hadisi, sahabenin ileri gelenlerinden 21 kişi rivayet etmiştir.”

Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ el-Hanefî (ö. 879/1474), hocası İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1456)’ın “Musâyere” adlı kitabına yazdığı haşiyede bu hadisi nakletmiştir. Daha sonra da şöyle der:

“Derim ki: Bu, “Kifâye”den alınmıştır. (Müellif) burada der ki: ‘Şeyh Ebu Abdullah Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî’nin bu konuda bir tasnifte bulunduğu belirtilmektedir.’

Allah’ın görülmesi ile ilgili hadisin sıhhatli oluşu, Resulullah (s.a.v)’in bir çok sahabesinden gelmiştir. Bunların içerisinde sahabenin ileri gelenleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1.     Abdullah ibn Mes’ud                         

2.     Abdullah ibn Ömer                            

3.     Abdullah ibn Abbâs                           

4.     Süheyb                                             

5.     Enes                                                

6.     Ebu Musa el-Eş’arî                           

7.     Ebu Hureyre                                    

8.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

9.     Ammâr b. Yâsir                               

10.     Câbir b. Abdullah                              

11.     Muâz b. Cebel

12. Sevbân

13. Umâre b. Ruveyde es-Sakafî

14. Huzeyfe

15. Hz. Ebu Bekr

16. Zeyd b. Sâbit

17. Cerîr b. Abdullah el-Yemenî

18. Ebu Ümâme el-Bâhilî

19. Büreyde el-Eslemî

20. Ebu Berze

21. Abdullah ibnu’l-Hâris ez-Zebîdî

Görüldüğü üzere bunlar, sahabenin meşhur olanları ile ileri gelenlerinden 21 kişidir. Bunlar, Allah’ın (ahirette) görülmesi ile ilgili hadisi, rivayet etmişler ve ahirette Allah’ın görülmesinin gerçekleşmesi hususunda görüş birliğine varmışlardır. Bunların dışındaki diğer sahabilerden bunun aksi bir şey de bilinmektedir. Dolayısıyla da Allah’ın (ahirette) görülmesi hususu, icmâ’ olmaktadır.”

Daha sonra Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ, bu sahabilerin rivayet ettikleri hadislerin tahricini yapan hadis imamlarının isimlerini de belirtmiştir.

Ayrıca Allah’ın (ahirette) görülmesi ile ilgili hadisi rivayet eden şu sahabileri de anmıştır:

22. Ebu Rezîn el-Ukaylî                           

23. Ubâde ibnu’s-Sâmit                            

24. Ka’b b. Ucre                                     

25. Fudâle b. Ubeyd

26. Ubey b. Ka’b

27. Abdullah ibn Amr

28. Hz. Aişe

Daha geniş bilgi için Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ’nın bu kitabına bakabilirsiniz.

İbn Ebi Şerîf (ö. 906/1500)olarak şöyle der: Allah’ın (ahirette) görülmesi ile ilgili hadisler, mana bakımından mütevatirdir. Bu hadisler, çeşitli yollarla sahabenin bir çoğundan gelmiştir. Bu hadislerin bir çoğunu, “Şerhu’l-Akâid”e yazdığım haşiyede belirttim.”

“Tuhfetu’l-Culesâ”da ise konu ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: “(Ahiretteki) Mevkifte, Cennetlik herkesin Yüce Allah’ı görme meselesi, tartışmasız bir şekilde meydana gelecektir.”

Lakkânî (ö. 1041/1631)’de “Şerhu Cevhere”de der ki: “Yüce Allah’ın ahirette görülmesi ile ilgili hadislerin toplamı, tevatür derecesine ulaşmıştır. Bu hadislerin teferruatı haberi ahad olsa bile.”

Demîrî (ö. 808/1405“Hayâtu’l-Hayevân”ın ‘Mebhâsu’l-Atak’da Yüce Allah’ın, dünyada ve ahirette görülmesini aklî delillerle caiz olduğunu belirttikten sonra şöyle der:

Naklî  delil ise; Yüce Allah’ın (Kur’an’da) buyurduğu söz ile Resulullah (s.a.v)’in, Yüce Allah’ın ahirette görülmesiyle ilgili haber verdiği mütevatir hadislerdir. Yüce Allah’ın ahirette görülmesinin meydana gelmesi, (Cennetlik) müminler için bir yüceliktir.”

(Kastallânî’de) “Mevâhib”de ‘İsrâ’ ile ilgili yerde der ki: “Müminlerin, Yüce Allah’ı, ahiretteki Arasât ile Cennet bahçelerinde görmeleri ile ilgili Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hureyre, Enes, Cerîr, Süheyb, Bilâl ve daha bir çok sahabenin Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet ettikleri haberler, tevatürdür. Allah, bizi de, ahirette kendisini gören bu kullarından eylesin.”

* * *

-309 ﴿ عَدَم تَخْلِيد الْمُؤْمِن الْعَاصِي فِي النَّارِ وَعَدَم خُرُوج مَنْ كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَال ذَرَّةٍ مِنْ إِيمَانٍ مِنْهَا ﴾

“Günahkar müminin Cehennemde[33] ebedi kalmaması ve kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimsenin (Cehennem’den) çıkması” ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) ile ve daha bir çok alimin anlattığına göre; günahkar müminin, Cehennem’de ebedi kalmayacağı ve kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimsenin, Cehennem’den çıkacağı ile ilgili hadisler, mütevatirdir.

Suyûtî (ö. 911/1505“Metâliu’l-Musirrât”da konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Müminlerin günahkar olanlarına gelince; günahkar müminin, Cehennem’de ebedi kalmaması ile ilgili hadisler, tevatür miktarının kat kat üstündedir.”

Hafız Celâl es-Suyûtî “Budûru’s-Safîre”de ise der ki: “Bu konudaki hadisleri, 40’dan fazla sahabiden rivayet ettik. Bu hadisleri(n tahricini), “Ezhâru’l-Mutenâsira fi’l-Ahbâri’l-Mutevâtira” adlı kitabımızda belirttik.”

Suyûtî’nin, bu kitapla kastettiği kitabı, asıl olanıdır. Çünkü nakilde bulunduğumuz muhtasar’da bu hadisi görememekteyiz.

İbn Teymiyye (ö. 728/1327“Risâletu’l-Furkân”da konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimsenin, Cehennem’den çıkması ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen hadisler, mütevatirdir.”

(Aynî’de) “Umdetu’l-Kârî”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın yanındaki kesin deliller göstermektedir ki; muvahhid günahkarlardan oluşan  bir topluluk, (işlemiş oldukları günahlardan dolayı Cehennem’de) azap görecekler, daha sonra da Cehennem’den şefaatla çıkacaklardır.”

Tirmizî (ö. 279/892) ise, Ubâde ibnu’s-Sâmit’in[34] rivayet ettiği ﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللّهُ وَأَنَّ مُحَمَّداً رَسُولُ اللّهِ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيْهِ النَّارَ ﴾ “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna tanıklık ederse, Allah, ona Cehennem ateşini haram kılar” hadisini naklettikten sonra aynen şöyle der:

“Ebu İsa der ki: Bu hadisin bir başka şekli de, bazı ilim adamlarını yanında bulunmaktadır. Tevhid ehline göre; (günahkar müminler,) işlemiş oldukları günahları sebebiyle Cehennem’de azap görseler bile, (sonradan) Cennet’e gireceklerdir. Çünkü onlar, Cehennem’de ebedi kalmazlar.

Abdullah ibn Mes’ud, Ebu Zerr, İmrân b. Husayn, Câbir b. Abdullah, Abdullah ibn Abbâs, Ebu Saîd el-Hudrî ile Enes b. Mâlik yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

﴿ سَيَخْرُجُ قَوْمٌ مِنَ النَّارِ مِنْ أَهْلِ التَّوْحِيدِ وَيَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ ﴾

Tevhid ehlinden bir topluluk, kaldığı Cehennem’den çıkacak ve Cennet’e girecektir.”

Saîd b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî ile bir çok tabiunun; ﴿ رُبَّمَا يَوَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ ﴾ “Kafirler, vaktiyle kendilerinin Müslüman olmalarını nice kez arzu edecekler” (Hicr: 15/2) ayetini açıklama mahiyetinde şöyle söyledikleri rivayet edilmektdir:

“Tevhid ehli, Cehennem’den çıkarılacak ve Cennet’e girdirilecektir. Kafirler de, kendilerinin, müslüman olmalarını nice kez arzu edeceklerdir.” (Tirmizî’nin sözü burada bitmektedir.) 

* * *

-310 ﴿ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ سَبْعُونَ أَلْفاً بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴾

“(Muhammed ümmetinden) yetmiş bin kişinin, hesaba çekilmeden Cennet’e girmesi”[35]

Suyûtî (ö. 911/1505“el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Abdullah ibn Abbâs                                      

2.     Ebu Hureyre                                                

3.     İmrân b. Husayn                                          

4.     Ebu Ümâme                                                 

5.     Hz. Ebu Bekr                                               

6.     Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Siddîk               

7.     Abdullah ibn Mes’ud                                     

8.     Câbir b. Abdullah                                         

9.     Ebu Eyyûb el-Ensârî  

10.  Sevbân                                 

11. Huzeyfe ibnu’l-Yemân

12. Enes

13. Ebu Saîd el-Hudrî

14. Rifâa el-Cühenî

15. Feletân b. Âsım

16. Semure b. Cündub

17. Amr ibn Hazm

18. Ebu Sa’d el-Ensârî

19. Esmâ’ bint. Ebi Bekr                          

Toplam, 19 kişi.

* * *

-311 ﴿ اَلْحُسْنَى الْجَنَّة وَالزِّيَادَة اَلنَّظّر إِلَى وَجْهِ الرَّحْمَانِ ﴾

“İyi iş yapanlara, (bundan) daha güzeli olan Cennet’in verilmesi ve (Kıyamet günü Cennetliklerin) Yüce Allah’a bakmasının (onlara) daha ‘bir fazlalık’ olması”[36] ile ilgili hadisler

(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de konu ile ilgili olarak der ki: “Bu hadis, merfu olarak şu yollardan gelmiştir:

1.      Ebu Musa el-Eş’arî

2.      Ka’b b. Ucre

3.      Abdullah ibn Ömer

4.      Ubey b. Ka’b

5.      Enes

6.      Ebu Hureyre

Ayrıca bu hadis; Hz. Ebu Bekr, Huzeyfe, Abdullah ibn Abbâs ile Abdullah ibn Mes’ud’dan mevkuf olarak ve bir (grup) tabiun’dan da (maktu’ olarak) gelmiştir. Nitekim Suyûti’de “Budûru’s-Safîre”de bu konuya geniş yer vermiştir.

Suyûtî dedi ki: Beyhakî dedi ki: ‘Bu (hadis, konuyla ilgili ayeti[37]) açıklama mahiyetinde (söylenmiş)tir. Çünkü bu konuda sahabe ile tabiun’dan gelen (sözler), müstefiz ve meşhurdur. Fakat hadisin ancak mevkuf olduğu söylenebilir.’

Yahya b. Maîn’de dedi ki: ‘(Bu konu ile ilgili) yanımda 17 hadis bulunmaktadır. Bu hadislerin hepsi de, sahihtir.’

Suyûtî’de “Budûru’s-Safîre”de (bu 17 hadise) iki hadis daha ilavede bulunmuş ve bir dayanak olması mahiyetinde hadisi nakleden kimseleri de göstermek için konuyla ilgili hadisin bütün lafızlarını belirtmiştir.

(Suyûtî devamla) dedi ki: ‘Yanımızdaki hadis otoriterleri topluluğuna göre; bu hadisler, mütevatir derecesine ulaşmıştır.’”

Yine Suyûtî “Nevâhidu’l-Ebkâr ve Şevâhidu’l-Efkâr”da konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Bu (hadis, konuyla ilgili ayeti) açıklama mahiyetinde (söylenmiş)tir. Çünkü bu hadis; Müslim’in, “Sahîh”inde[38] rivayet ettiği bir ayetin açıklanmasına delil olarak Resulullah (s.a.v)’den gelmiştir. Yine bu hadis; Hz. Peygamber (s.a.v)’in sahabilerinden Hz. Ebu Bekr, Huzeyfe, Ebu Musa, Ubâde ibnu’s-Sâmit ve daha bir çok sahabiden gelmiştir. (Konu ile ilgili ayetin) açıklanmasına dair hadisler ve rivayetler, çoktur. Bunları, “Dürrü’l-Mensûr fi tefsîri’l-Me’sûr”da getirdim.”

(Suyûtî) “Metâliu’l-Musirrât”da ise konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “(Cennetliklerin) Cennette Cenab-ı Allah’a bakması; alken caiz ve Kur’an, Sünnet, İcmâ ile de sabittir.

A. Kur’an’daki delil, Yüce Allah’ın sözleridir:

1. ﴿ وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ ﴾      

“O gün, yüzler, ışıl ışıl parıldar”[39]

2.  ﴿ لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَى وَزِيَادَةٌ ﴾

“Güzel iş yapan kimselere, (işlediklerinin yanı sıra) daha güzeli ve (bir de) ‘fazlası’ vardır”[40]

3.  ﴿ وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ ﴾

“(Cennetliklere) katımızdan ‘daha fazlası’ da verilir”[41]

4. ﴿ كَلاَّ إِنَّهُمْ عَنْ رَبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَمَحْجُوبُونَ ﴾

“Evet! O Cehennemlikler, şüphesiz o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar”[42]

Allah’ın Cennette görülmesi ile ilgili b uayetlerin açıklanması mahiyetinde Hz. Peygamber (s.a.v), sahabe ve tabiun’dan bir dayanak olarak gelen rivayetler, mütevatir derecesine ulaşmıştır.

B. Cennette Allah’a bakma ile ilgili Sünnet’teki delil ise20 kadar sahabiden gelmiştir. Bu hadislerin –mürsel, mu’dal, mevkuf ve maktu’ olanları da dahil- hepsi, sahih ve senedlidir. 

C. İcmâ’ ise, şöyle gerçekleşmiştir: İşlemiş oldukları amelleri sapıklık olan bid’at ve dine aykırı düşünce sahibi kimseler ortaya çıkmadan önceki Ehl-i Sünnet alimleri, (Cennetliklerin) Cennette Allah’a bakacağı hususunda icmâ etmişlerdir.”   

Bu konuda daha geniş bilgi için Suyûtî (ö. 911/1505)’nin “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsirinde (Yûnus: 10/26) ayetini açıklaması ile ilgili yere bakabilirsiniz.


 

[1]      “Ba’s” kelimesi, sözlükte; göndermek, dirilmek gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise; öldükten sonra dirilmek ve Allah’ın ölüleri tekrar diriltmesi anlamına gelmektedir.

        İman esasları içerisinde yer alan ba’s (=öldükten sonra dirilme) inancı, bütün semavi dinlerde inanılması istenen esaslardan biridir. Çünkü ölümden sonra diriliş, ahiret inancının temelini oluşturur.

[2]      “Kıyamet” kelimesi, sözlükte; kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek gibi anlamlara gelir.  Terim olarak ise; Kıyametin iki anlamı vardır:

1. Kainattaki nizamın bozulması ve her şeyin altüst edilerek mahvolması. Buna, “es-Sâ’a” (=Bilinen zaman) denir.

1.   Helak olan ve ölen şeylerin yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi. Burada söz konusu  edilen Kıyamet, budur.

        Yüce Allah, Kıyamet günü, yeryüzünü dilediği şekle sokacak ve mahşer yeri, Peygamberimizin tasvirine göre: “Üzerinde hiçbir alamet bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlüktür” (Buhârî, Rikâk 44) şeklinde olacak. her şeyin ölümünden sonra gerçekleşecek olan dirilişi takiben mahlukat, bu düzlükte toplanacaktır.

        Mahşerde melekler, cinler ve insanlar dirildikten sonra insanoğlunun küçüğü, büyüğü, akıllı, delisi, hepsi burada toplanacaktır. Hesaba çekilsin yada çekilmesin, bütün canlılar mahşer yerinde toplanacaktır. Hatta bu canlıların içerisinde ev hayvanları, vahşi hayvanlar ve diğerleri de mahşer meydanında toplanacaktır.

        Fakat hayvanlar, Allah’ın sorularına cevap verdikten sonra toprak olacaktır. Çünkü onlara dünyada teklif yoktur. Mükafat ve ceza, dünya hayatında kendilerine teklif yapılanlaradır. Mükellef varlıkların toplanma sebebi, hesap ve hayvanların toplanma sebebi ise, kısastır. Daha sonra hayvanlar, insanlardan ve birbirlerinden haklarını aldıktan sonra toprak olurken, inkarcı kafirlerde, “keşke ben de hayvanlar gibi toprak olaydım da ceza görmeyeyimdi” tarzında bir istekde bulunacaktır. (Nebe’: 78/40

        Kıyamet günü ise; haşr (=canlıların toplanması) vakti ile başlayarak Cennet ehlinin Cennete, Cehennem ehlinin ise Cehenneme girmesine kadar sürer.

[3]      Mahşer yerinde toplanacak olan insanlar, ruh ve beden ile yeniden diriltileceklerdir. Bununla ilgili Kur’an’dan deliller şunlardır:

        1. Kıyamet günü kabirlerinden kalkarak mahşer yerinde toplanacak olanların gözlerinden, yüzlerinden bahsedilmekte ve dünyada Allah’tan yüz çevirenlerin kör olarak haşrolunacağı belirtilmektedir. (Tâhâ: 20/124-126)

        2. O gün kafirlerinin yüzlerinin siyah ve kederli, müminlerinkinin ise parlak ve sevinçli olacağı haber verilmektedir. (Âl-i İmrân: 3/106-107, Abese: 80/38-43)

        Sünnetten deliller ise şunlardır:

        1. İnsanların o gün yaya, binitli ve yüzünün üstüne sürünenler olmak üzere üç grup olarak haşrolunacakları, (Nesâî, Cenâiz 118; Müsned: 5/165)

        2. Bazılarının o gün develere binecekleri ve bazılarını da ateşin kovalayacağı bildirilmektedir. (Buhârî,Rikâk 45; Müslim, Cennet 59; Nesâî, Cenâiz 118)

        3. İnsanların yalınayak, ilk yaratılışları gibi sünnetsiz, çıplak ve kusursuz olarak haşrolunacakları (Buhârî,Rikâk 45; Müslim, Cennet 41)

        4. Mahşer yerindeki bekleyişte güneşin yaklaştırılacağını ve dünyadaki durumlarına göre farklı derecede terleyeceklerini, (Buhârî, Zekât 52; Müslim, Cennet 62)

        5. Allah’ın, bu dehşetli günde yedi sınıf insanı Arş’ın gölgesinde gölgelendireceği, (Buhârî, Ezân 36; Müslim, Zühd 91; Tirmizî, Zühd 53)

[4]      “Sırât” kelimesi, sözlükte; açık yol anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, Cehennemin üzerinde bulunan bir köprü olup öncekiler ile sonrakiler, bu köprüden geçerler. Cennetlik olan müminler, rahatlıkla bu köprüden geçer. Kafirler ise Cehenneme atılır.

        Sırât’ın, kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskin olacağını bildiren rivayetleri; oradan geçmenin oldukça sıkıntılı ve zor olacağının anlatılması için kinayeli bir söz olarak yormak gerekmektedir.

        Mîzân ise; meleklerin, üzerine dünyada iken kulların işlemiş oldukları amellerini yazmış oldukları amel defterlerinin yada amellerinin tartıldığı terazidir. Fakat gerçek mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir şey söylemek zordur. Bildiğimiz tek şey, amel defterlerinin yada amellerin, belirtilen bu nesne tarafından tartılmasıdır.

        Mahşer yerinde insanların dilleri, elleri ve ayakları; dünyada yapmış oldukları işlerden dolayı lehlerinde ve aleyhlerinde şahitlik yapacaktır. Öldükten sonra diriltmeye kadir olan Allah, elbette vücut organlarını da konuşturmaya kadirdir. (Nûr: 24/24, Yâsîn: 36/65)

        Mahşer yerinde herkes toplandığında, büyük mahkeme kurulacak, dünyada “Yazıcı Melekler” tarafında tutulan amel defterleri o gün sahiplerine verilecek ve amel defterleri böylece sahiplerinin ellerinde dolaşacak ve dünyada ne yaptığını ve ne yapmadığını bu defterlerde görecektir.   

[5]      Müslim, İman 329 (195)

[6]      İnsan, Kıyamet günü, Yüce Allah’ın, kendisine ihsan ettiği şeylerden, ömründen, malından, bedeniniden, gençliğinden ve kendisine verilen nimetlerden hesaba çekilecektir. Bunların yanı sıra işlemiş olduğu amelleriyle neyi amaçladığından ve amellerinde ne derece samimi olduğundan da sorguya çekilecektir. Yine insan, dünyada, insanların gördüğü ve görmediği tüm amellerinden, görünen ve görünmeyen yanlışlıklardan da sorguya çekilecektir.

        Kulun, Yüce Allah’ın, kendi üzerindeki haklarından ilk sorguya çekileceği husus, namazdır. Fakat kul hakları ile ilgili hesap, Yüce Allah’ın insan üzerindeki hakları ile ilgili hesaptan daha çetin olacaktır.  Sadece Yüce Allah’ın, tevhid inancı konusundaki hakkı bunun dışındadır.

        İnsanlar, Kıyamet günü, dünyada yapmış olduklarının tümünün, bütün incelikleriyle kaydedilmiş olduğunu görecektir. İçerisinde her şeyin kaydedilmiş olduğu genel bir kitap olacak. Bir de, her insanın amelleri ile ilgili bilgileri içeren ayrı ayrı özel kitaplar olacak. (Bakara: 2/284, Âl-i İmrân: 3/30,Hûd: 11/15-16, Nahl: 16/89, İsrâ: 17/13-14, Müminûn: 23/62, Nûr: 24/24, Yâsîn: 36/65, Fussilet: 41/21, Casiye: 45/29, Kâf: 50/62, Kamer: 54/5253, Tekâsür: 102/8)

        Mahşer yerinde herkes toplandıktan sonra büyük mahkeme kurulacak, dünyada “Yazıcı Melekler” tarafından tutulan amel defterleri, o gün, sahiplerine verilecek ve herkes ne yaptığını, ne yapmadığını bu defterlerde görerek nasıl bir muameleye müstehak olduğunu görecektir. (İsrâ: 17/13-14)

        Mevkif: Canlıların hesaplarının görülmesi, haklarının sahiplerine verilmesi ve amellerin tartılması için duracakları yerin adıdır. Burada duranların bazısı, amellerinin tartılması sonucu Cennete, bazısı da Cehenneme girecektir. Orası, Allah’a isyanın olmadığı bir yerdir.

        İnsanlar, Mevkif’teki hallerden sonra Sırât’a gelindiğinde bazısı Cehenneme düşer, bazısı da Cennete gider. Cennet ile Cehennemin nerede bulunduklarını açık bir şekilde bildiren herhangi bir nass yoktur. Cehennem, korkunç derecede geniş ve büyüktür. (Kâf: 50/30) Cennetin genişliği ise, gök ile yerin genişliği kadardır. (Hadîd: 57/21) Eni ise, gökler ve yer kadardır. (Âl-i İmrân: 3/133) Cennet ile Cehennem ile ilgili olarak b.k.z.: Ra’d: 13/23-2435, Hacc: 22/23-24, Secde: 32/19-20, Zuhruf: 43/66-73, Muhammed: 47/15, Rahmân: 55/37-78, Tahrim: 66/6-7, Mutaffifîn: 8318-36

[7]      Kıyamet günü, amel defterlerinin; Allah’ın bildiği ve takdir ettiği tarzda tartılması, gerçektir ve haktır. Aklî yönden bunların hepsi, mümkün olan hususlardır. Ancak bunların keyfiyetini ve nasıl olacağını sadece Allah bilir.

        Amellerin tartılması, hesabın görülmesinden sonra Mizan’ın konulmasıyla başlayacak. Bu sırada bütün ümmetler, amellerin tartılması üzere Mizan’ın başına gelmeye çağrılacaklar. Bütün ümmetler, amellerinin tartılması üzere gelip Mizan’ın etrafında dizlerinin üzerine çömelecekler… Yüce Allah, bu konuyu şöyle belirtmektedir:

        “Her ümmeti, (kıyamet günü) diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet, kitabını (almak üzere) çağrılır. Onlara: ‘Bugün size, işlediğinizin karşılığı verilecektir’ denir.” (Casiye: 45/28)

        Kitap ile Sünnette bildirilmesi ve hakkında ümmetin icma etmiş olması nedeniyle, amel defterlerinin dağıtılması işi; kesindir. Burada “amel defteri” ile kastedilen, meleklerin, üzerine kulların dünyada iken işlemiş oldukları amellerini yazmış oldukları şeydir.

        Daha sonra amellerin tartılması işi başlayacaktır. Kafirler için sevap söz konusu olmadığı için, onların yapmış oldukları amellerinin bir değeri ve ağırlığı olmayacaktır. Onların iyi ameli ile kötü ameli birbirinden ayrı tutulacaktır. Müminlerin ise, iyilikleri de kötülükleri de tartılacaktır. Sadece üzerlerine temel de hesap olmayan akıl ve ergenlik çağına girmemiş çocuklar ile deli kimseler, bu amellerin tartılması işinden muaf tutulacaklardır.

        Burada kişi, yaptığı zulümler ile haksızlıklar nedeniyle iyilikleri alınır ve iyiliklerinin bitmesinden sonra mazlumun kötülükleri kendisine yükletilir.

        Her insan, amellerinin tartılması işinin sonucunu görecektir. Böylece Cennete girenler ile Cehenneme gidecek olanlar, belirginleşmiş olur.

[8] Yüce Allah, Kur’an’ın bir çok yerinde Cennet ile Cehennem ve buralardaki azab ile nimetlerden bahsetmiştir.

        Cehennem, Yüce Allah’ın; kafirler, müşrikler, münafıklar ile günahkar müminler için hazırlanmış olduğu bir hapishanedir. (İsrâ: 17/8)

        Cennet ise,  sonsuza kadar devam edecek olan selamet ve nimet yurdudur. Yüce Allah, Cenneti, iman sahipleri için hazırlamıştır. (Nisâ: 4/168-169, Hûd: 11/106-108, Kehf: 18/108, Ahzâb: 33/64-65, Nebe’: 78/23-25, A’lâ: 87/11-13)

        Yüce Allah, Cenneti ve Cehennemi önceden yaratmıştır. Bu nedenle de her ikisi de şua n mevcuttur. Bununla ilgili deliller şunlardır:

        Yüce Allah, Cennet ve Cehennem için “hazırlanmış” (Bakara: 2/24, Âl-i İmrân: 3/131133, Kehf: 18/29, Hadîd: 57/21) ifadesini kullanmıştır. Bu ifade, Cennet ve Cehennemin önceden yaratılmış ve hazırlanmış olduğunu göstermektedir.

        Adem’in, Cennetten yeryüzüne indirilmesini belirten ayetler, Cennetin var olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.

        Hz. Peygamber (s.a.v), mirac gecesinde Cehennemi gördüğünü belirtmesi, Cehennemin var olduğunu ifade etmektedir. Herhalde var olan hususlardan bahsedilir. Var olmayan hususlardan bahsedilmez.

[9]      Buhârî, Tefsiru Sûre-i Kâf 1, Tevhîd 25; Müslim, Cennet 35 (2846); Tirmizî, Cennet 22 (2564)

[10]     Buhârî, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Mesâcid 185 (617); Tirmizî, Cehennem 9 (2595)

[11]     Müslim, Zühd 14 (2967), Cennet 31 (2844); Tirmizî, Cehennem 2 (2578); Müsned: 4/1742/371

[12]     Her peygamber, ümmeti için yada kendisi için bir dua etme hakkı vardır. Her peygamber, kabul edilen duasının hangisi olduğunu bilir. Geri kalan dualarının kabul olup olmayacağı Allah’a ait bir husustur. Örneğin, Hz. Nuh (a.s), kafir olan oğlunun bağışlanması için Allah’a dua etmiş, fakat Allah Hz. Nuh (a.s)’ın bu isteğini kabul etmemiştir. Çünkü Allah, Hz. Nuh’a, oğlunun kafir olduğunu bildirmiş ve kafirler için mağfiretin söz konusu olmadığını belirtmiştir. (B.k.z.: Hûd: 11/45)  Hz. İbrahim (a.s)’da, babası için Allah’tan mağfiret dilemişti. Fakat babsının, Allah’ın düşmanı olduğunu anlayınca, bu isteğinden vazgeçmişti. (B.k.z.: Meryem: 19/47, Mümtehine: 60/4)

        Ayrıca Hz. Nuh (a.s), yeryüzünde bir tane bile kafir bırakılmasını istememektedir. (Nûh: 71/26) Hz. Zekeriyya (a.s) ise, bir çocuk istemektedir. (Meryem: 19/5) Hz. Süleyman (a.s) ise, kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülkü istemektedir. (Sâd: 38/35)

        Bu hadis,  Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ümmetine kar şı son derece şefkat ve merhametkli olduğuna ve ümmetini çok düşündüğüne delildir. Bundan dolayıdır ki, ümmeti hakkında kabul edilecek duasını, ümmetin en fazla zorda kaldığı Kıyamet gününe saklamıştır. Bu ise, büyük günah işleyen müminler hakkında yapacağı şefaattır.

[13]     Buhârî, Da’vât 1, Tevhîd 31; Müslim, İmân 334 (198); Tirmizî, Da’vât 141 (3597), Muvatta, Kur’an 26; Dârimî, Rikâk 85 (2808)                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                

[14]     Müslim, İmân 341 (200); Buhârî, Da’vât 1

[15]     Müslim, İmân 345 (201)

[16]     Hadisten anlaşıldığına göre; mevkif’in korkunç halleri içerisinde peygamberler de dahil herkes, kendi nefsinin derdine düşecektir. Bundan sadece Hz. Peygamber (s.a.v) müstesnadır.

        Konu ile ilgili hadislerin içerisinde, peygamberlerin “günah” olarak belirttikleri özürler, asıl itibariyle günah değildir. Bu hataların hepsi, Allah tarafından bağışlanmıştır. Kendilerini, günahkar olarak tanımlamaları, hem bir tevazu için ve hem de bütün insan ile peygamberlerin hepsinin, Hz. Muhammed (s.a.v)’in “Hamd Sancağı” altında toplanacaklarını ve ona “Makam-ı Mahmûd” verildiğini bildikleri için kendilerine gelen insanları, gönderiliş sırasına göre, bir sonraki peygambere göndererek bu işin Hz. Muhammed (s.a.v)’de biteceğini bilmektedirler. Çünkü Kıyamet günü, insanların efendisi ve büyük şefaate sahip olup olan kişi, Hz. Muhammed (s.a.v) olup o gün insanlara, şefaatte bulunacaktır.

[17]     Vesîle kelimesi, sözlükte, bir şeye “istek” ile ulaşmadır.

        Ragıb el-İsfehanîye göre, vesîle; ilim ve ibadetle Allah’ın yolunda gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Allah’a yakınlık gibi. Vâsil ise, Allah’ı arzulayan kimseye denir. (Müfredât, s. 560-561)

        İbnü’l-Esîr’e göre ise vesîle; yakınlık, vasıta ve kendisiyle bir şeye ulaşabilen ve yakınlaşma sağlanabilen şeydir. Vâsil ise, arzulaya-isteyen demektir. (Nihâye, 5/185)

        Vesîle kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in iki yerinde geçmektedir:

        1. “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Allah’a (yaklaşmak için) vesîle arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kuruluşa eresiniz.” (Mâide: 5/35)

2.  “Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine (hangisi daha yakın olacak diye) vesîle ararlar; O’nun   rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmaya değer.” (İsrâ: 17/57)

       Bu ayetlerde geçen “vesîle”den kastın; “Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak O’na yaklaşma” olduğu hususunda ilk dönem tefsirciler arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Ayrıca hakkında Kitap ve sünnetten bir delil bulunan hususlar.

        Görüş ayrılığı olan vesîle ise; makam, hürmet, büyüklük; ölmüş kimselerle, dirilerle, hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemek yada onlardan şefaat ve dua dilemek gibi.

        İslam dini, Allah dışında hiçbir kimsenin; dini yönden takdis, tazim ve dünyevi yönden büyütülmesine izin vermez. Çünkü yüceltilmesi gereken tek varlık, Allah’tır. Allah dışında hiçbir varlığa tazim sözkonusu olamaz.

        Tazim ve takdis olmadığı müddetçe, gerek yaşıyor olsun, gerek ölmüş olsun salih bir insanın duasıyla tevessül yapılabilir. Çünkü sahabe-i kiram, zor duruma düştüklerinde Resulullah (s.a.v)’e gider ve ondan kendileri için dua etmelerini isterlerdi. (Buhârî, Cum’a 34) Yine Hz. Ömer, kuraklık olduğunda peygamberimizin amcası Hz. Abbâs’la istiska edip: “Allahım! Biz, (daha önce) nebimizle sana tevessül ediyorduk. Ve Sen, bize (gökten) su gönderiyordun. (Şimdi ise) nebimizin amcasıyla Sana tevessül ediyoruz. Bu nedenle de bize (gökten) su gönder” dedi. Hadisin ravisi Enes: “Ve sulanıyorlardı” dedi. (Buhârî, İstaska 3, Fezailu Ashabi’n-Nebi 11)

       Birinci örnekte görüldüğü üzere, sahabe-i kiram, Hz. Peygamber (s.a.v)’i tazim ve takdis etmiyor. Sadece onun, Allah katındaki durumunu ve abd ile resul olduğunu bildikleri için, sağ iken onunla tevessül ediyorlar. Buradan, Hz. Peygamber (s.a.v) öldüğü için onunla tevessül edilemez diye bir sonuç çıkarılamaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), sağ iken olduğu gibi, öldükten sonrada Allah katındaki yeri aynıdır. Öldüğü için Allah katında bir değeri olmadığı düşünülemez. Ölmüş olsa bile, bizler, onun ümmetindeniz. Onun mücadelesi, azmi, çilelelere karşı göstermiş olduğu direnç, hep bizim için bir örnek olmuştur. Onun hayatını okuyor ve onu örnek alıyoruz. Böyle yapmakla, onu takdis ve tazim etmiş olmuyoruz.

        Hz. Ömer, burada bir ictihadda bulunuyor. İctihaddan yola çıkarak, ölmüş olan peygamberin, bizim üzerimizde bir etkisi ve fonksiyonu yoktur denilemez. İctihad, din değildir. Sadece bir yorumdur. Eğer Hz. Abbâs yerine ölmüş olan Hz. Peygamber (s.a.v)’le tevessül etmiş olsalardı, acaba yine de aynı mı düşünülürdü? Kur’an’da ve Sünnette direkt bir şey bulunamıyorsa, bu bid’attir yada küfür veya şirk denileceğine, bu tür konularda esas alınması gereken husus; ortaya çıkan hususların, İslam dininin özüne ters olup olmadığı meselesidir.

        Yalnız makam, hürmet, büyüklük; ölmüş kimselerle, dirilerle, hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemek yada onlardan şefaat ve dua dilemek gibi hususlarda tazim ve takdis söz konusu ise o zaman durum değişir.

[18]     Vesîle, maksada ulaşmak için araç olarak kullanılan hususlara denir. Yine vesîle, Cennette en üst makamın özel adıdır ki, bu da, Resulullah (s.a.v)’in makamıdır. Cennette O’nun kalacağı yurt, Allah’ın arşına Cennetteki en yakın mekandır.

        Ezan duasının içerisinde yer alan “vesîle”nin, İsrâ: 17/79’da geçen “Makamı- Mahmûd” olduğu ifade edilmektedir.  “Makamı- Mahmûd”, 3 şekilde tefsir edilmiştir:

1. Kıyamet günü, Hz. Peygamber (s.a.v)’in duracağı makam,

        2. “Livâu’l-Hamd” sancağının kendisine verileceği makam.

3.  Şefaat Makamı. Cumhur’un  görüşü de budur.  

        Kıyamet günü Hz. Muhammed (s.a.v) dışında peygamberler de dahil bütün insanlar, kendi nefsini kurtarmaya çalışacak. İnsanları bu duruma götüren durum, mevkif’in korkunç halleridir.

        İnsanlar kendilerini kurtarabilmek için ilk önce Hz. Adem’e, sonra Hz. Nûh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya ve en sonunda ise Hz. Muhammed (s.a.v)’e gidecekler. Hz. Muhammed (s.a.v) dışında, hiçbir peygamber yardım edemeyecek. Çünkü Kıyamet günü insanların efendisi, Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Onlara, şefaat edecek ilk kişi, O’dur. Zira O, hem “Livâu’l-Hamd” (=Hamd Sancağı’n)a ve hem de“Makamı- Mahmûd”a sahip olacaktır. Bu sayede insanlara şefaatte bulunacaktır. Bu şefaat yetkisini, O’na, Yüce Allah verecektir.

        Her peygamber, Allah katında kabul edilecek dua hususunda acele etmesine rağmen, Hz. Muhammed, bu konudaki hakkını, ümmeti için ahirete bırakmıştır. İşte bu hakkı, bu şekilde kullanacaktır.

        İşte Hz. Muhammed (s.a.v), burada, insanlar ile Allah arasında bir aracı (=vesîle) olmaktadır. Bu sayede Hz. Muhammed (s.a.v), bu insanları, Cehenneme girmekten kurtarıp Cennete girmelerine vesile olacaktır.

        Bu konudaki hadislerden bazısı için b.k.z.: Buhârî, Enbiyâ 38; Müslim, İman 327 (194); Tirmizî, Kıyâme 11 (2436). Ayrıca 301 nolu hadise de bakabilirsiniz. 

[19]     Şefaat kelimesi, sözlükte; insanlar arasında meydana gelen suçlar ve günahların bağışlanmasını isteme anlamına gelmektedir. Şefaat, genel olarak, iki kısma ayrılmaktadır:

        1. Dünyevî Şefaat: İnsanların dünyada işlemiş oldukları suçlar ve günahlar olup iki çeşittir:

        a. Kul hakkı ile ilgili suçlar: İnsanlar bir toplum içerisinde yaşadıkları için birbirleriyle bir takım problemler ve sorunlar yaşayabilirler. Burada meydana gelen problemler, şahsidir. İnsanlar, bu problemlerden meydana gelen suçları affedebilir de, affetmeyebilir de. Çünkü konu, şahsa ait bir olaydır.

        b.  Allah ile ilgili suçlar: Allah’a karşı işlenen suçlardır. Bu suçları affetme yetkisi de, Allah’a aittir.

        2. Uhrevî Şefaat: Hariciler ile bazı Mutezililer hariç bütün Ehl-i Sünnet alimleri, ahirette, şefaatın gerçekleşeceği üzerinde ittifak etmiştir. Şefaat, beş kısma ayrılmaktadır:

        a. Resulullah (s.a.v)’e özgü şefaat: Bu şefaat, mevkifin korkun hallerinde insanları sakinleştirme ve hesabın acele görülmesi ile ilgilidir.

        b.  Muhammed ümmetinden bir grup insanın, hesaba çekilmeden Cennete girmesi ile ilgili şefaat.

        c.  Cehenneme girecek olan bir kısım insana, Resulullah (s.a.v) ile Allah’ın dilediği başka kimselerin yapacağı şefaat.

        d. Günahkarlardan Cehenneme girecek olanlar hakkında yapılacak şefaat. Bu şefaatı; Hz. Peygamber (s.a.v), diğer peygamberler, melekler ve Allah’ın izin verdiği bazı mümin kimseler yapacaktır.

        e.  Cennetliklerin, Cennetteki derecelerinin artmasını sağlayacak şefaat.

        Bütün bu şefaat türleri, sahih hadislerde geçmektedir. Kur’an, sahte ilahların ve tanrıların, insanlara hiçbir fayda vermeyeceğini bildirerek bu tür ilahların şefaatte bulunamayacağını belirtmiştir. (B.k.z: Meryem: 19/81-82, Zümer: 39/43-44, Mü’min: 40/18

        Yalnız Kur’an, şefaatin varlığını, iki şarta bağlamıştır:

a.    Şefaatçinin şefaatinin, Allah’ın izninden sonra olması. (B.k.z: Bakara: 2/255)

b.    Şefaatin, tevhid ehline olması. (B.k.z: Enbiyâ: 21/8, Müddessir: 74/48

        Bu ayetlerin içeriği; şefaatçilerin şefaatinin varlığını ve şefaatçilerin şefaatinin fayda vereceğini ifade ederki, onlar da, iman üzere ölenlerdir.

        Kısacası: Kur’an, şefaati, mutlak olarak reddetmemiş, aksine müşriklerin ve sapıkların iddia ettiği ve çeşitli din mensuplarının bir çok fesatlarına sebep olan şefaati kabul etmemiştir.  

[20]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 4896

[21]     Suyûtî, a.g.e., H. No: 4892

[22]     Suyûtî, a.g.e., H. No: 4893

[23]     Suyûtî, a.g.e., H. No: 4119

[24]     Ahirette her peygamberin bir havuzu olacaktır. Bu havuzdan, hem peygamberin kendisi ve hem de ümmetinden Allah’ın dilediği kimseler içecektir. Yalnız diğer peygamberlerden farklı olarak Hz. Peygamber (s.a.v)’e iki tane havuz verilecektir:

        1. Kiyamet günü, mahşer yerinde Hz. Peygamber (s.a.v)’e verilecek Kevser havzudur. Bu havuzdan, Kıyamet günü, Hz. Peygamber (s.a.v), herkesin susadığı o zar şartlarda ümmetine su verecek, ümmetini rahatlatmaya çalışacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v) ile ümmeti, Kıyamet günü, bu havuzun başında buluşup bir araya gelecektir.

        2. Cennette, Kevser nehrinden akacak olan suyun bir araya toplanmasıyla oluşacak havuzdur. Çeşitli rivayetlerde; Kevser nehrinden, kanallar aracılığıyla bu havuza suların akıtılacağı ifade edilmektedir.

        Havuz ve Kevser, çok sayıda sahabe tarafından nakledilmiş gaybî bir hakikattir.

[25]     Bu kitabın adı, “Ref’u’l-Hafâ’ an zâti’ş-Şifâ” olup baskıları mevcuttur.

[26]     Bir muhaddisin veya çeşitli alimlerin, garîb ve nâdir rivayetlerini bir araya getiren kitap türü.

[27]     Sahabeden veya daha sonra gelen birinden rivayet edilen hadislerin bir araya toplanmasıyla meydana gelen kitaplardır.

[28]     İsnadından bir veya birkaç raviyi hazfederek hadisi söylenmeyen ravinin üstündeki raviden veya bütün isnadı belirtmeden Hz. Peygamber (s.a.v)’den yapılmış rivayetlerden oluşan kitaplardır.

[29]     Muhaddisin, herhangi bir kitabın hadislerini, o kitabın müellifinin senedleriyle değil, kendine ulaşan başka senedlerle rivayet ettiği hadislerden oluşan kitaplardır.

[30]     Bu kitabın adı, “Nesîmu’r-Riyâd” olup baskıları mevcuttur.

[31]     Kevser kelimesi, sözlükte; “çokluk” anlamına gelip Arapça “kesret” kelimesinden türemiştir. Yalnız Kevser’in, aslı itibariyle ne olduğu ve din dilinde özel bir anlamı olup olmadığı meselesinde 26 kadar görüş bulunmaktadır.

        a. Bu görüşler içerisinde en çok bilineni ve meşhur olanı; Kevser’in, Cennette, bir nehrin özel ismi olmasıdır. Bu anlam, Hz. Peygamber (s.a.v)’in; “Kevser, Rabbimin Cennette bana verdiği bir nehirdir” (Buhârî, Tefsirü Sûre-i Kevser 1; Müslim, Salât 53) buyruğunda geçmektedir.

        Rivayetlere göre; Kevser, kenarları boş, inci kubbeleri, içinden ezfer miski çıkar, sütten daha beyaz, baldan daha tatlı, genişliği ve uzunluğu doğu ve batı arası kadar, derinliği 70.000 yıllık, ondan içen bir daha susamaz gibi niteliklerle vasıflanmıştır.

        Bazı rivayetlerde; Havuz’a, Kevser’de denilmiştir. Bunun sebebi; Havuz’un, Kevser nehrinin denize karışan kısmı olduğu içindir.

        b. Diğer bir görüşe göre ise; Kevser, peygamberlik şerefidir. Çünkü peygamberlik; iki cihanın hayrlarını, hem dünya ve hem de din saadetini gerektiren genel başkanlığı içeren ve bundan dolayı başlangıç itibariyle rahmanî lütuf, hem de sonuç itibariyle rahimî  lütfu içine alan hayr-ı kesir (=çok hayr)dir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)’e peygamberlik  verdiği için bu peygamberlik makamının üstünlüğü ve şerefini bildirmek için o peygamberliğe “Kevser” ismini vererek “Biz sana Kevser’i verdik” (Kevser: 108/1) buyurmuştur.

        Kısacası: Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Kevser’in verilmiş olması, hem kendi peygamberlik makamı ve hem de ümmeti için “çok hayr”lı olan bir iştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Kevser’in verilmesi, diğer peygamberlere karşı üstünlüğünü gösterir.    

[32]     Allah’ın görülüp görülemeyeceği meselesi, alimler arasında tartışmalıdır. Bazı alimler, Allah’ın görülemeyeceğini iddia ederken, bazıları da Allah’ın görülebileceğini ileri sürmüşlerdir. Allah’ın görülüp görülemeyeceği iki şekilde ele almak lazım:

        1. Allah’ın Dünyada Görülmesi: Dünyada uyanıkken Allah’ın görülmesi meselesinde de ihtilaf edilmiştir. Bazıları, bunun mümkün olduğunu, bazıları da mümkün olmadığını ileri sürmüşlerdir.

        a. Mümkün olduğunu söyleyenler, bu konuda, Miraç gecesi Hz. Peygamber (s.a.v)’in Allah’ı gördüğününe delalet eden hadisleri delil getirmişlerdir.

        b. Mümkün olmadığını söyleyenler ise, bu konuda yine Miraç gecesinde Resulullah (s.a.v)’in, Rabbini görmediğine delalet eden hadisler ile Hz. Musa (a.s)’ın Allah’ı görmek isteyip de göremediği ile ilgili A’râf: 7/143) ayetini delil getirmişlerdir.

        2. Allah’ın Ahirette Görülmesi: Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, müminlerin Cennette Allah’ı göreceklerini ileri sürmüşlerdir.

        Şiiler, Hariciler, Mutezililer ile Mürcie mezhebinden bazıları, Allah’ın Cennette görülemeyeceğini ileri sürmüşlerdir.  Bunlar, bir şeyin görünmesi için; o şeyin, bir cisim olması, bir yerde bulunması, bir engel bulunmaksızın görenin karşısına gelmesi gibi aklî ve dayanaksız bir takım şartlar koşmuşlardır.

        Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ise; görülecek şeyin vücudundan başka hiçbir şart koşmamıştır. Çünkü görmek, Allah’ın yarattığı bir idraktir. Müminler, Allah’ı; hem mahşerde ve hem de Cennette göreceklerdir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’den Kıyâme: 75/22-23 ayetleri delil olarak getirilmiştir. 

[33] Cehennem kelimesi, Kur’an’da, 77 ayette geçmektedir. Kafirlerin, münafıkların, zalimlerin, müşriklerin, gerçeğe boyun eğmeyenlerin ve günahkar müminlerin azab görecekleri yer olarak tasvir edilir.

[34]     Tirmizî, İmân 17 (2775)

[35]     Bu hadis; Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.v) ile ümmetine son derece ikram ve ihsanda bulunduğunu göstermektedir.

        Hesaba çekilmeden Cennete girecek olan kimselerin, Allah’a tevekkülleri tamdır. İslam dışı inançlara inanmazlar. Allah’a karşı tam bir teslimiyetleri vardır. Takva ve ihlas sahibidirler.

        İşte bu tür vasıflara ve niteliklere sahip olan bazı müminler, Allah’ın bir lütfu ihsanı olarak hesaba çekilmeksizin Cennete gireceklerdir.

[36]     “Güzel amel” yada “iyi iş” yapma, Allah’ın beğenisine layık ve rızasına uygun şeyler yapmaktır. Bundan “daha güzel” olan ise, Cennettir. “Daha fazlası” ise, Cennette Allah’ı görmedir.

        Cenab-ı Allah, lütfuyla ve rahmetiyle, kendisine samimi ve iyi niyetle yapılan amellere karşılık Cenneti vaat etmiştir. Yoksa hiç kimsenin ameli, kendisini Cennete götürecek durumda değil.

        Cennetlikler, Allah’ın rahmeti ve lütfuyla, Cennete girdiği zaman, Yüce Allah, onlara, Cennetin yanı sıra “daha fazla” bir şey vermek isteyecek. Onlar da, “bizi Cennete koyarak Cehennemden kurtarmak suretiyle yüzlerimizi ağarttın”, “daha fazla” ne isteyebiliriz ki?” diyecekler. Bunun üzerine Yüce Allah, örtüyü kaldırıp onlara görünecektir. İşte bu durum, müminler için Cennetin yanı sıra bir fazlalıktır.

[37]     Yûnus: 10/26

[38]     Müslim, İmân 297298 (181)

[39]     Kıyâme: 75/22

[40]     Yûnus: 10/26

[41]     Kâf: 50/35

[42]     Mutaffifîn: 83/15



H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ