TEKRAR DİRİLME[1] VE KIYAMET GÜNÜ’NÜN HALLERİ[2] İLE İLGİLİ BÖLÜM
﴿ كِتَابُ الْبَعْثِ وَأَحْوَالِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾
-
“İnsanların, ruh ile beden olarak tekrar dirilmeleri[3] ve birbirleri ile ilgili meseleleri hükme bağlamak için mahşer yerine sevk edilmeleri” ile ilgili hadisler
Lakkânî (ö.
* * *
-
“Sırât, Mîzân, Vücut organlarının konuşturulması, Amel defterlerinin (insanların ellerinde) uçuşması, Mevkif’in korkulu halleri ve Cennet ile Cehennem’in durumları”[4] ile ilgili hadisler
Birzelî (ö.
Ebu Ali b. Ruhâl’da “Şerhu Muhtasarı Halîl”de bu konu ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu Birzelî’den nakletmiştir.
Şihâb (ö.
“Bu ve benzeri hadisler, manevi mütevatir derecesine ulaşmıştır. İnkarcı Mu’tezililer, Kelâm kitaplarında bahsedilen Sırât’ın varlığını kabul etmemişlerdir.”
Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsirinde Yüce Allah’ın ﴿ وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍ الْحَقُّ ﴾ “(Kıyamet) günü (amelleri tartacak) terazi, haktır” (A’râf:
* * *
-
“(Kıyamet günü) hesâp vermek”[6] ile ilgili hadisler
(Şeyh Muhibbullah b. Abduşşekur’un) “Kitâbu Müsellemetü’s-Sübût” adlı kitab(ın)da geçtiğine göre; İbnü’l-Cevzî (ö.
* * *
-
“(Kıyamet Günü) amellerin tartılması”[7] ile ilgili hadisler
Lakkânî (ö.
* * *
-
“Cennet ile Cehennem’in şu anda var olması”[8] ile ilgili hadisler
(Kastallânî) “İrşâdu’s-Sârî”de anlattığına göre; Cennet ile Cehennem’in şu anda var olduğu ile ilgili haberler, manevi mütevatirdir.
İbn Kesîr (ö.
“Ehl-i Sünnet alimlerin çoğu; Cehennem’in şu anda var olduğunu, Yüce Allah’ın ( أُعِدَّتْ ) “hazırlanmıştır” buyruğuyla delil getirmişlerdir. Bu konuda pek çok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şudur:
﴿ تَحَاجَّتِ الْجَنَّةُ وَالنَّارُ ﴾
“Cennet ile Cehennem, birbirleriyle karşılıklı olarak tartıştılar”[9]
Diğer birisi de şu hadistir:
﴿ اِسْتَأْذَنَتِ النَّارُ رَبَّهَا. فَقَالَتْ: رَبِّ أَكَلَ بَعْضِي بَعْضاً. فَأَذِنَ لَهَا بِنَفْسَيْنِ نَفْسٍ فِي الشِّتَاءِ وَنَفْسٍ فِي الصَّيفِ ﴾
“Cehennem, kendi ateşini, Rabbine şikayet ederek: ‘Ya Rabbi! Ben kendi kendimi yiyip tüketmekteyim. (İzin ver de bundan kurtulayım’ dedi.
Bunun üzerine Allah’da, ona; biri yazın ve diğeri de kışın olmak üzere iki nefes almasına izin verdi.”[10]
Abdullah İbn Mes’ud’un rivayet ettiği hadis ise şu şekildedir:
﴿ سَمِعْنَا وَجْبَةً. فَقُلْنَا مَا هَذِهِ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: هَذَا حَجَرٌ أُلْقَي مِنْ شَفِيرِ جَهَنَّمَ مُنْذُ سَبْعِينَ سَنَةً الآنَ وَصَلَ إِلَى قَعْرِهَا ﴾
“(Bir defasında düşen bir şeyin) sesini işittik. Biz: ‘Bu da ne?’ dedik. Resulullah (s.a.v):
‘Bu, yetmiş yıldan beri Cehennem’in kenarından (dibine doğru) bir kılmış bir taştır. Daha şu an Cehennem’in dibine ulaştı’ buyurdu.”[11]
(Yine bu husus,) Küsûf (=Güneş Tutulması) namazı ve İsrâ’ gecesi ile ilgili hadisler de ve bu manada daha bir çok mütevatir hadisler de geçmektedir.
Mu’tezile, cehaletleri sebebiyle, bu konuda (Ehl-i Sünnete) muhalefet etmiştir. Endülüs kadısı Münzîr ibnu’l-Saîd el-Belûtî’de (bu konuda Mu’tezile’nin görüşüne) katılmıştır.”
Hadiste kast edilen husus bu olabilir.
-
“Her peygamberin (Allah katında) kabul edilecek bir duası vardır. Her peygamber, o duayı yapmada acele etti. Ben ise, bu duamı (Kıyamet Günü’nde) ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım”[12]
Seffârînî “Şerhu Akîde”de der ki: “Hafız Suyûtî dedi ki: ﴿لِكُلِّ نَبِيٍّ دَعْوَةٌ﴾ “Her peygamberin… bir duası vardır” hadisi, mütevatir olup şu yoldan gelmiştir:
1. Ebu Hureyre[13]
Bu hadis ile bir sonraki hadisi, Buhârî ile Müslim rivayet etmiştir.
2. Enes[14]
3. Câbir[15]
Bu hadisi de, Müslim (tek başına) rivayet etmiştir.
4. Abdullah ibn Amr
5. Ubâde ibnu’s-Sâmit
6. Ebu Saîd el-Hudrî
Bunlardan ikisini de, İmam Ahmed rivayet etmiştir.
Bu hadisi; Bezzâr (ö.
(Derim ki:) Suyûtî (ö.
* * *
-
“(Kıyamet günü) her peygamber, şefaat etmesi için kendisine gelen insanları diğer peygamberlere göndermesi ve bu konuda uzunca bir şekilde gelen şefaat hadisi”[16]
Suyûtî (ö.
1. Enes
2. Ebu Hureyre
3. Abdullah ibn Ömer
4. Huzeyfe
5. Câbir
6. Ebu Bekr
7. Abdullah ibn Abbâs
8. Übey b. Ka’b
9. Ebu Saîd el-Hudrî
10. Selmân
11. Ukbe b. Âmir
12. Ubâde ibnu’s-Sâmit
Toplam,
* * *
-
“Peygamber (s.a.v)’e, dünya hayatında iken tevessülde bulunma”[17] ile ilgili hadisler
Taki es-Sübkî (ö.
Hadiste kast edilen husus, bu olabilir.
* * *
-
“Peygamber (s.a.v)’e, Kıyamet günü Arasat meydanında tevessülde bulunma”[18] ile ilgili hadisler
Taki es-Sübkî (ö.
(Kastallânî) “Mevâhibu’l-Ledûniyye”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’e Kıyamet günü Arasat meydanında tevessülde bulunmaya gelince, (alimlerin) icma-ı, bunu temel almıştır. Bununla ilgili şefaat hadisinde gelen haberler, tevatürdür.”
Bu konuda daha geniş bilgi için Kastallânî (ö.
* * *
-
“Kıyamet Günü, şefaatım gerçekleşecektir. Kim (Kıyamet günü) şefaatımın gerçekleşeceğine inanmazsa, şefaat edilecek kimselerden olmayacaktır”[19]
Suyûtî (ö.
Münâvî (ö.
(Derim ki:) Bu örnek, hadisin, tevatür olduğunu ispatlamada yeterli değildir. Fakat hadisin, (Münâvî tarafından) tevatür olduğunun belirtilmesi; şefaat hadislerinin, mutlak manada veya günah işleyenler hakkında olması, hadisin, manevi mütevatir olmasından dolayıdır.
Yine Suyûtî “Câmi’”de;
Suyûtî, ilk hadisi, şu yollardan getirmiştir:
1. Enes
2. Câbir
3. Abdullah ibn Abbâs
4. Abdullah ibn Amr
5. Ka’b b. Ucre
İkinci hadisi de, şu yoldan getirmiştir:
Üçüncü hadisi de, şu yollardan getirmiştir:
Sa’d (ö.
“Bu hadis, meşhur bir hadistir. Hatta şefaat konusundaki hadisler, mana bakımından mütevatirdir.”
Şihâb (ö.
“Bu şefaat türü, pek çok hadisle sabittir. Bu hadislerin geliş yollarının toplamı, tevatüre ulaşmaktadır. Bu konuda Hariciler ve Mu’tezile’den inkarcı kimselerin görüşlerine güvenilemez.”
Taki es-Subkî (ö.
Daha sonra da der ki: “Bu büyük şefaatın gerçekleşeceğini ve bu şefaatın Cehennem’e girecek olan günahkar kimseler hakkında olduğunu hiç kimse inkar edemez.”
Yine Sübkî (sözüne devamla) der ki: “Bu (tür) şefaat ve büyük şefaat ile ilgili hadisler, tevatürdür. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yapacağı şefaat, büyük şefaata özgüdür. Daha önce de geçtiğine göre; bu (normal) şefaata gelince, bu şefaat; meleklere, peygamberlere ve müminlere özgüdür. Bundan sonra da Yüce Allah, ‘Lâ ilâhe illallah’ (=Allah’tan başka ilah yoktur) diyen kimseleri de, kendi rahmetiyle Cehennem’den çıkaracaktır.”
Kadı İyâz (ö.
(İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”de der ki: “Hz. Muahmmed (s.a.v)e özgü şefaatın ispatı hususundaki hadisler, mütevatir olarak gelmiştir. Yüce Allah’ın; ﴿ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً ﴾ “Umulur ki, Rabbin, seni ‘övülmüş bir makama’ ulaştırır” (İsrâ:
Vâhidî, bu konuda aşrıya kaçıp (ayeti değil de) icmayı nakletmiştir. Fakat Vâhidî, bu konuda Mücâhid ile Huzeyfe’den gelene işaret etmektedir.”
Sehâvî (ö.
Devamla da der ki: “Şefaat ve Havz ile ilgili hadisi, tevatür olmakla nitelendiren kimseler vardır. Bunlardan birisi olan Kadı İyâz, “Şifâ”da bunu söylemiştir.
İbn Abdilberr ise “İstizkâr”da dedi ki: ‘Şefaatı ispat etme, Ehl-i Sünnet itikadının rükunlarından biridir. Çünkü Ehl-i Sünnet, Yüce Allah’ın; ﴿ عَسَى أَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَاماً مَحْمُوداً ﴾ “Umulur ki, Rabbin, seni ‘övülmüş bir makam’ (=makamı mahmûd)a’ ulaştırır” (İsrâ:
“Temhîd”de sahabe ile tabiun’un bu konudaki bir çok görüşünü belirttim. Yine bu kitapta yeteri kadar şefaat ile ilgili hadisleri de naklettim. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen hadisler; mütevatir, sıhhatli ve sabittir…
Yine “Temhîd”de Abdullah ibn Ömer hadisi ile Câbir’in Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen rivayet ettiği şu hadisi de naklettik:
﴿ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ ﴾
“Kıyamet Günü (yapacağım) şefaatım, ümmetimin büyük günah işleyenleri için olacaktır”
Câbir der ki: “Büyük günah sahibi olmayanların şefaate ne ihtiyacı olacak ki?”
Abdullah ibn Ömer’de der ki: “Büyük günah işleyen kimseler için istiğfar etmeye devam ediyorduk. Yüce Allah’ın ﴿ أَنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَاءُ ﴾ “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Ama bunun dışında dilediği şeyi bağışlar” (Nisa:
﴿ أَنِّي أَخَّرْتُ شَفَاعَتِي لِأَهْلِ الْكَبَائِرِ مِنْ أُمَّتِي ﴾
“Şefaatımı, ümmetimden büyük günah işleyenler için (Kıyamet Günü’ne) erteledim” ”
Şefaat ile ilgili hadislerin senedlerini tamamen “Temhîd”de naklettik. Bu şefaat konusu, bidatçilerle tartıştığımız temel bir meseledir.”
Hadiste kasteilen husus bu olabilir.
Zürkânî (ö.
Şeyhulislam İbn Teymiyye (ö.
“Müstefiz sünnetle değil de, mütevatir sünnet ve ümmetin ittifakıyla sabit olduğuna göre; Peygamberimiz (s.a.v), şefaat edici olup Kıyamet günü de (mümin) insanlara şefaat edecek ve insanlar O’nun sayesinde şefaate mazhar olacaklardır. Çünkü insanlar, o gün, Rablerine karşı kendilerine şefaat etmesini O’ndan isteyecekler, O da onlara şefaat edecektir. Ayrıca Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın görüş birliğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v), büyük günah işleyen kimselere şefaat edecek ve Cehennem’de tevhid halkından hiç kimse kalmayacaktır.”
* * *
-
“Havz”[24] ile ilgili hadisler
Suyûtî (ö.
1. Enes
2. Cündub b. Abdullah el-Becelî
3. Useyd b. Hudayr
4. Hârise b. Vehb
5. Sehl b. Sa’d
6. Abdullah ibn Zeyd
7. Abdullah ibn Ömer
8. Abdullah ibn Mes’ud
9. Müstevrid b. Şeddâd
10. Ebu Hureyre
11. Esmâ’ bint. Ebi Bekr
12. Abdullah ibn Abbâs
13. Sevbân
14. Câbir b. Semure
15. Huzeyfe ibnu’l-Yemân
16. Ukbe b. Âmir
17. Ebu Zerr
18. Ebu Saîd el-Hudrî
Toplam,
(Derim ki:) (Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ’”da bu hadisi rivayet edenlere şunları da ilave etmiştir:
Toplam,
Daha bir çok alim, bunlara, başka ravileri de eklemiştir. Bu meseleyi, dikkatlice araştıran bir kimse, bunları bulur.
Kadı İyâz (ö.
“Şifâ”ın bazı nüshalarında, üç kişinin daha ismi geçmektedir. Böylece (“eş-Şifâ”da) toplam sayı,
Kurtubî (ö.
İbn Hacer (ö.
(Suyûtî’de) “Budûru’s-Safîre”de (hadisin ravilerini,) her hadisin lafzını diğerinden ayrı tutmak suretiyle
(Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de Hafız’ın şöyle söylediğini nakletmiştir: “Bana ulaştığına göre; bazı son devir alimleri, Havz hadisinin ravilerini,
(Suyûtî) “Menâhilu’s-Safâ”da ise der ki: “Havz ile ilgili hadisleri,
Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) bu kitabına, Aliyyu’l-Kârî (ö.
(Zebîdî) bu kitabında Havz ile ilgili hadisleri rivayet edenlerden
“Bunlar, yazı yazma sırasında Havz ile ilgili hadisleri bir araya toplayan kimselerden kolayca elde ettiklerimdir… Eğer yanımda bulunan Fevâid,[26] Cüz,[27] Ta’lik,[28] Tahrîc[29] gibi kitapların hepsine bakma imkanım olsaydı, muhtemelen (bu kişilerin ile hadislerin sayısı,) naklettiklerimden daha çok bir duruma ulaşırdı.”
(İbn Abdilberr ise) “İstizkâr”da ﴿ وَمِنْبَرِي عَلَى حَوْضِي ﴾ “Minberim, (bana bahşedilen Kevser) havzın(ın üstünde bulunmak)tadır” hadisine dair yerde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:
““Temhîd” adlı kitabımda, Havz konusu ile ilgili mütevatir olan rivayetleri naklettik.”
(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de ise şöyle der: “Kadı Beyzavî dedi ki: ‘Ehl-i Sünnet alimnlerine göre; Havz ile ilgili hadislerin zahiri mütevatirdir. Dolayısıyla da Havzın varlığına inanmak gerekmektedir. Fakat bazı alimler, Havzı inkar eden kimseyi tekfir etmeyi reddetmiştir.’
Kurtubî’de dedi ki: ‘Havz ile ilgili hadisler, mütevatirdir.’”
İmam Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî (ö.
Bazı alimlere göre; Havz ile ilgili hadislerin, mütevatir olması gerekmektedir.
Bazı alimler de der ki: “Havz ile ilgili hadisler, lafzî değil de, manevî mütevatirdir.”
Bu konuda daha geniş bilgi için Şihâb (ö.
* * *
-
“Kevser”[31] ile ilgili hadisler
Hafız İbn Kesîr (ö.
-
“Siz, dolunay gecesinde, ayı gördüğünüz gibi, (ahirette) Rabbinizi göreceksiniz”[32]
Sa’d (ö.
Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ el-Hanefî (ö.
“Derim ki: Bu, “Kifâye”den alınmıştır. (Müellif) burada der ki: ‘Şeyh Ebu Abdullah Muhammed b. Ali el-Hakîm et-Tirmizî’nin bu konuda bir tasnifte bulunduğu belirtilmektedir.’
Allah’ın görülmesi ile ilgili hadisin sıhhatli oluşu, Resulullah (s.a.v)’in bir çok sahabesinden gelmiştir. Bunların içerisinde sahabenin ileri gelenleri de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. Abdullah ibn Mes’ud
2. Abdullah ibn Ömer
3. Abdullah ibn Abbâs
4. Süheyb
5. Enes
6. Ebu Musa el-Eş’arî
7. Ebu Hureyre
8. Ebu Saîd el-Hudrî
9. Ammâr b. Yâsir
10. Câbir b. Abdullah
11. Muâz b. Cebel
Görüldüğü üzere bunlar, sahabenin meşhur olanları ile ileri gelenlerinden
Daha sonra Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ, bu sahabilerin rivayet ettikleri hadislerin tahricini yapan hadis imamlarının isimlerini de belirtmiştir.
Ayrıca Allah’ın (ahirette) görülmesi ile ilgili hadisi rivayet eden şu sahabileri de anmıştır:
Daha geniş bilgi için Şeyh Kâsım b. Kutlûboğâ’nın bu kitabına bakabilirsiniz.
İbn Ebi Şerîf (ö.
“Tuhfetu’l-Culesâ”da ise konu ile ilgili olarak şöyle denilmektedir: “(Ahiretteki) Mevkifte, Cennetlik herkesin Yüce Allah’ı görme meselesi, tartışmasız bir şekilde meydana gelecektir.”
Lakkânî (ö.
Demîrî (ö.
“Naklî delil ise; Yüce Allah’ın (Kur’an’da) buyurduğu söz ile Resulullah (s.a.v)’in, Yüce Allah’ın ahirette görülmesiyle ilgili haber verdiği mütevatir hadislerdir. Yüce Allah’ın ahirette görülmesinin meydana gelmesi, (Cennetlik) müminler için bir yüceliktir.”
(Kastallânî’de) “Mevâhib”de ‘İsrâ’ ile ilgili yerde der ki: “Müminlerin, Yüce Allah’ı, ahiretteki Arasât ile Cennet bahçelerinde görmeleri ile ilgili Ebu Saîd el-Hudrî, Ebu Hureyre, Enes, Cerîr, Süheyb, Bilâl ve daha bir çok sahabenin Hz. Peygamber (s.a.v)’den rivayet ettikleri haberler, tevatürdür. Allah, bizi de, ahirette kendisini gören bu kullarından eylesin.”
* * *
-
“Günahkar müminin Cehennemde[33] ebedi kalmaması ve kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimsenin (Cehennem’den) çıkması” ile ilgili hadisler
Suyûtî (ö.
Suyûtî (ö.
Hafız Celâl es-Suyûtî “Budûru’s-Safîre”de ise der ki: “Bu konudaki hadisleri,
Suyûtî’nin, bu kitapla kastettiği kitabı, asıl olanıdır. Çünkü nakilde bulunduğumuz muhtasar’da bu hadisi görememekteyiz.
İbn Teymiyye (ö.
(Aynî’de) “Umdetu’l-Kârî”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın yanındaki kesin deliller göstermektedir ki; muvahhid günahkarlardan oluşan bir topluluk, (işlemiş oldukları günahlardan dolayı Cehennem’de) azap görecekler, daha sonra da Cehennem’den şefaatla çıkacaklardır.”
Tirmizî (ö.
“Ebu İsa der ki: Bu hadisin bir başka şekli de, bazı ilim adamlarını yanında bulunmaktadır. Tevhid ehline göre; (günahkar müminler,) işlemiş oldukları günahları sebebiyle Cehennem’de azap görseler bile, (sonradan) Cennet’e gireceklerdir. Çünkü onlar, Cehennem’de ebedi kalmazlar.
Abdullah ibn Mes’ud, Ebu Zerr, İmrân b. Husayn, Câbir b. Abdullah, Abdullah ibn Abbâs, Ebu Saîd el-Hudrî ile Enes b. Mâlik yoluyla Hz. Peygamber (s.a.v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
﴿ سَيَخْرُجُ قَوْمٌ مِنَ النَّارِ مِنْ أَهْلِ التَّوْحِيدِ وَيَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ ﴾
“Tevhid ehlinden bir topluluk, kaldığı Cehennem’den çıkacak ve Cennet’e girecektir.”
Saîd b. Cübeyr, İbrahim en-Nehaî ile bir çok tabiunun; ﴿ رُبَّمَا يَوَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِمِينَ ﴾ “Kafirler, vaktiyle kendilerinin Müslüman olmalarını nice kez arzu edecekler” (Hicr:
“Tevhid ehli, Cehennem’den çıkarılacak ve Cennet’e girdirilecektir. Kafirler de, kendilerinin, müslüman olmalarını nice kez arzu edeceklerdir.” (Tirmizî’nin sözü burada bitmektedir.)
* * *
-
“(Muhammed ümmetinden) yetmiş bin kişinin, hesaba çekilmeden Cennet’e girmesi”[35]
Suyûtî (ö.
1. Abdullah ibn Abbâs
2. Ebu Hureyre
3. İmrân b. Husayn
4. Ebu Ümâme
5. Hz. Ebu Bekr
6. Abdurrahman b. Ebi Bekr es-Siddîk
7. Abdullah ibn Mes’ud
8. Câbir b. Abdullah
9. Ebu Eyyûb el-Ensârî
Toplam,
* * *
-
“İyi iş yapanlara, (bundan) daha güzeli olan Cennet’in verilmesi ve (Kıyamet günü Cennetliklerin) Yüce Allah’a bakmasının (onlara) daha ‘bir fazlalık’ olması”[36] ile ilgili hadisler
(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de konu ile ilgili olarak der ki: “Bu hadis, merfu olarak şu yollardan gelmiştir:
1. Ebu Musa el-Eş’arî
2. Ka’b b. Ucre
3. Abdullah ibn Ömer
4. Ubey b. Ka’b
5. Enes
6. Ebu Hureyre
Ayrıca bu hadis; Hz. Ebu Bekr, Huzeyfe, Abdullah ibn Abbâs ile Abdullah ibn Mes’ud’dan mevkuf olarak ve bir (grup) tabiun’dan da (maktu’ olarak) gelmiştir. Nitekim Suyûti’de “Budûru’s-Safîre”de bu konuya geniş yer vermiştir.
Suyûtî dedi ki: Beyhakî dedi ki: ‘Bu (hadis, konuyla ilgili ayeti[37]) açıklama mahiyetinde (söylenmiş)tir. Çünkü bu konuda sahabe ile tabiun’dan gelen (sözler), müstefiz ve meşhurdur. Fakat hadisin ancak mevkuf olduğu söylenebilir.’
Yahya b. Maîn’de dedi ki: ‘(Bu konu ile ilgili) yanımda
Suyûtî’de “Budûru’s-Safîre”de (bu
(Suyûtî devamla) dedi ki: ‘Yanımızdaki hadis otoriterleri topluluğuna göre; bu hadisler, mütevatir derecesine ulaşmıştır.’”
Yine Suyûtî “Nevâhidu’l-Ebkâr ve Şevâhidu’l-Efkâr”da konu ile ilgili olarak şöyle der:
“Bu (hadis, konuyla ilgili ayeti) açıklama mahiyetinde (söylenmiş)tir. Çünkü bu hadis; Müslim’in, “Sahîh”inde[38] rivayet ettiği bir ayetin açıklanmasına delil olarak Resulullah (s.a.v)’den gelmiştir. Yine bu hadis; Hz. Peygamber (s.a.v)’in sahabilerinden Hz. Ebu Bekr, Huzeyfe, Ebu Musa, Ubâde ibnu’s-Sâmit ve daha bir çok sahabiden gelmiştir. (Konu ile ilgili ayetin) açıklanmasına dair hadisler ve rivayetler, çoktur. Bunları, “Dürrü’l-Mensûr fi tefsîri’l-Me’sûr”da getirdim.”
(Suyûtî) “Metâliu’l-Musirrât”da ise konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “(Cennetliklerin) Cennette Cenab-ı Allah’a bakması; alken caiz ve Kur’an, Sünnet, İcmâ ile de sabittir.
A. Kur’an’daki delil, Yüce Allah’ın sözleridir:
“O gün, yüzler, ışıl ışıl parıldar”[39]
“Güzel iş yapan kimselere, (işlediklerinin yanı sıra) daha güzeli ve (bir de) ‘fazlası’ vardır”[40]
“(Cennetliklere) katımızdan ‘daha fazlası’ da verilir”[41]
“Evet! O Cehennemlikler, şüphesiz o gün Rablerini görmekten mahrumdurlar”[42]
Allah’ın Cennette görülmesi ile ilgili b uayetlerin açıklanması mahiyetinde Hz. Peygamber (s.a.v), sahabe ve tabiun’dan bir dayanak olarak gelen rivayetler, mütevatir derecesine ulaşmıştır.
B. Cennette Allah’a bakma ile ilgili Sünnet’teki delil ise;
C. İcmâ’ ise, şöyle gerçekleşmiştir: İşlemiş oldukları amelleri sapıklık olan bid’at ve dine aykırı düşünce sahibi kimseler ortaya çıkmadan önceki Ehl-i Sünnet alimleri, (Cennetliklerin) Cennette Allah’a bakacağı hususunda icmâ etmişlerdir.”
Bu konuda daha geniş bilgi için Suyûtî (ö.
[1] “Ba’s” kelimesi, sözlükte; göndermek, dirilmek gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise; öldükten sonra dirilmek ve Allah’ın ölüleri tekrar diriltmesi anlamına gelmektedir.
İman esasları içerisinde yer alan ba’s (=öldükten sonra dirilme) inancı, bütün semavi dinlerde inanılması istenen esaslardan biridir. Çünkü ölümden sonra diriliş, ahiret inancının temelini oluşturur.
[2] “Kıyamet” kelimesi, sözlükte; kalkmak, dikilmek, ayaklanmak, doğrulmak ve dirilmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; Kıyametin iki anlamı vardır:
1. Helak olan ve ölen şeylerin yeniden diriltilerek ayağa kalkması ve mahşere doğru yönelmesi. Burada söz konusu edilen Kıyamet, budur.
Yüce Allah, Kıyamet günü, yeryüzünü dilediği şekle sokacak ve mahşer yeri, Peygamberimizin tasvirine göre: “Üzerinde hiçbir alamet bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlüktür” (Buhârî, Rikâk
Mahşerde melekler, cinler ve insanlar dirildikten sonra insanoğlunun küçüğü, büyüğü, akıllı, delisi, hepsi burada toplanacaktır. Hesaba çekilsin yada çekilmesin, bütün canlılar mahşer yerinde toplanacaktır. Hatta bu canlıların içerisinde ev hayvanları, vahşi hayvanlar ve diğerleri de mahşer meydanında toplanacaktır.
Fakat hayvanlar, Allah’ın sorularına cevap verdikten sonra toprak olacaktır. Çünkü onlara dünyada teklif yoktur. Mükafat ve ceza, dünya hayatında kendilerine teklif yapılanlaradır. Mükellef varlıkların toplanma sebebi, hesap ve hayvanların toplanma sebebi ise, kısastır. Daha sonra hayvanlar, insanlardan ve birbirlerinden haklarını aldıktan sonra toprak olurken, inkarcı kafirlerde, “keşke ben de hayvanlar gibi toprak olaydım da ceza görmeyeyimdi” tarzında bir istekde bulunacaktır. (Nebe’:
Kıyamet günü ise; haşr (=canlıların toplanması) vakti ile başlayarak Cennet ehlinin Cennete, Cehennem ehlinin ise Cehenneme girmesine kadar sürer.
[3] Mahşer yerinde toplanacak olan insanlar, ruh ve beden ile yeniden diriltileceklerdir. Bununla ilgili Kur’an’dan deliller şunlardır:
Sünnetten deliller ise şunlardır:
[4] “Sırât” kelimesi, sözlükte; açık yol anlamına gelmektedir. Terim olarak ise, Cehennemin üzerinde bulunan bir köprü olup öncekiler ile sonrakiler, bu köprüden geçerler. Cennetlik olan müminler, rahatlıkla bu köprüden geçer. Kafirler ise Cehenneme atılır.
Sırât’ın, kıldan daha ince ve kılıçtan daha keskin olacağını bildiren rivayetleri; oradan geçmenin oldukça sıkıntılı ve zor olacağının anlatılması için kinayeli bir söz olarak yormak gerekmektedir.
Mîzân ise; meleklerin, üzerine dünyada iken kulların işlemiş oldukları amellerini yazmış oldukları amel defterlerinin yada amellerinin tartıldığı terazidir. Fakat gerçek mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir şey söylemek zordur. Bildiğimiz tek şey, amel defterlerinin yada amellerin, belirtilen bu nesne tarafından tartılmasıdır.
Mahşer yerinde insanların dilleri, elleri ve ayakları; dünyada yapmış oldukları işlerden dolayı lehlerinde ve aleyhlerinde şahitlik yapacaktır. Öldükten sonra diriltmeye kadir olan Allah, elbette vücut organlarını da konuşturmaya kadirdir. (Nûr:
Mahşer yerinde herkes toplandığında, büyük mahkeme kurulacak, dünyada “Yazıcı Melekler” tarafında tutulan amel defterleri o gün sahiplerine verilecek ve amel defterleri böylece sahiplerinin ellerinde dolaşacak ve dünyada ne yaptığını ve ne yapmadığını bu defterlerde görecektir.
[5] Müslim, İman
[6] İnsan, Kıyamet günü, Yüce Allah’ın, kendisine ihsan ettiği şeylerden, ömründen, malından, bedeniniden, gençliğinden ve kendisine verilen nimetlerden hesaba çekilecektir. Bunların yanı sıra işlemiş olduğu amelleriyle neyi amaçladığından ve amellerinde ne derece samimi olduğundan da sorguya çekilecektir. Yine insan, dünyada, insanların gördüğü ve görmediği tüm amellerinden, görünen ve görünmeyen yanlışlıklardan da sorguya çekilecektir.
Kulun, Yüce Allah’ın, kendi üzerindeki haklarından ilk sorguya çekileceği husus, namazdır. Fakat kul hakları ile ilgili hesap, Yüce Allah’ın insan üzerindeki hakları ile ilgili hesaptan daha çetin olacaktır. Sadece Yüce Allah’ın, tevhid inancı konusundaki hakkı bunun dışındadır.
İnsanlar, Kıyamet günü, dünyada yapmış olduklarının tümünün, bütün incelikleriyle kaydedilmiş olduğunu görecektir. İçerisinde her şeyin kaydedilmiş olduğu genel bir kitap olacak. Bir de, her insanın amelleri ile ilgili bilgileri içeren ayrı ayrı özel kitaplar olacak. (Bakara:
Mahşer yerinde herkes toplandıktan sonra büyük mahkeme kurulacak, dünyada “Yazıcı Melekler” tarafından tutulan amel defterleri, o gün, sahiplerine verilecek ve herkes ne yaptığını, ne yapmadığını bu defterlerde görerek nasıl bir muameleye müstehak olduğunu görecektir. (İsrâ:
Mevkif: Canlıların hesaplarının görülmesi, haklarının sahiplerine verilmesi ve amellerin tartılması için duracakları yerin adıdır. Burada duranların bazısı, amellerinin tartılması sonucu Cennete, bazısı da Cehenneme girecektir. Orası, Allah’a isyanın olmadığı bir yerdir.
İnsanlar, Mevkif’teki hallerden sonra Sırât’a gelindiğinde bazısı Cehenneme düşer, bazısı da Cennete gider. Cennet ile Cehennemin nerede bulunduklarını açık bir şekilde bildiren herhangi bir nass yoktur. Cehennem, korkunç derecede geniş ve büyüktür. (Kâf:
[7] Kıyamet günü, amel defterlerinin; Allah’ın bildiği ve takdir ettiği tarzda tartılması, gerçektir ve haktır. Aklî yönden bunların hepsi, mümkün olan hususlardır. Ancak bunların keyfiyetini ve nasıl olacağını sadece Allah bilir.
Amellerin tartılması, hesabın görülmesinden sonra Mizan’ın konulmasıyla başlayacak. Bu sırada bütün ümmetler, amellerin tartılması üzere Mizan’ın başına gelmeye çağrılacaklar. Bütün ümmetler, amellerinin tartılması üzere gelip Mizan’ın etrafında dizlerinin üzerine çömelecekler… Yüce Allah, bu konuyu şöyle belirtmektedir:
“Her ümmeti, (kıyamet günü) diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet, kitabını (almak üzere) çağrılır. Onlara: ‘Bugün size, işlediğinizin karşılığı verilecektir’ denir.” (Casiye:
Kitap ile Sünnette bildirilmesi ve hakkında ümmetin icma etmiş olması nedeniyle, amel defterlerinin dağıtılması işi; kesindir. Burada “amel defteri” ile kastedilen, meleklerin, üzerine kulların dünyada iken işlemiş oldukları amellerini yazmış oldukları şeydir.
Daha sonra amellerin tartılması işi başlayacaktır. Kafirler için sevap söz konusu olmadığı için, onların yapmış oldukları amellerinin bir değeri ve ağırlığı olmayacaktır. Onların iyi ameli ile kötü ameli birbirinden ayrı tutulacaktır. Müminlerin ise, iyilikleri de kötülükleri de tartılacaktır. Sadece üzerlerine temel de hesap olmayan akıl ve ergenlik çağına girmemiş çocuklar ile deli kimseler, bu amellerin tartılması işinden muaf tutulacaklardır.
Burada kişi, yaptığı zulümler ile haksızlıklar nedeniyle iyilikleri alınır ve iyiliklerinin bitmesinden sonra mazlumun kötülükleri kendisine yükletilir.
Her insan, amellerinin tartılması işinin sonucunu görecektir. Böylece Cennete girenler ile Cehenneme gidecek olanlar, belirginleşmiş olur.
[8] Yüce Allah, Kur’an’ın bir çok yerinde Cennet ile Cehennem ve buralardaki azab ile nimetlerden bahsetmiştir.
Cehennem, Yüce Allah’ın; kafirler, müşrikler, münafıklar ile günahkar müminler için hazırlanmış olduğu bir hapishanedir. (İsrâ:
Cennet ise, sonsuza kadar devam edecek olan selamet ve nimet yurdudur. Yüce Allah, Cenneti, iman sahipleri için hazırlamıştır. (Nisâ:
Yüce Allah, Cenneti ve Cehennemi önceden yaratmıştır. Bu nedenle de her ikisi de şua n mevcuttur. Bununla ilgili deliller şunlardır:
Yüce Allah, Cennet ve Cehennem için “hazırlanmış” (Bakara:
Adem’in, Cennetten yeryüzüne indirilmesini belirten ayetler, Cennetin var olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.v), mirac gecesinde Cehennemi gördüğünü belirtmesi, Cehennemin var olduğunu ifade etmektedir. Herhalde var olan hususlardan bahsedilir. Var olmayan hususlardan bahsedilmez.
[9] Buhârî, Tefsiru Sûre-i Kâf
[10] Buhârî, Bed’ü’l-Halk
[11] Müslim, Zühd
[12] Her peygamber, ümmeti için yada kendisi için bir dua etme hakkı vardır. Her peygamber, kabul edilen duasının hangisi olduğunu bilir. Geri kalan dualarının kabul olup olmayacağı Allah’a ait bir husustur. Örneğin, Hz. Nuh (a.s), kafir olan oğlunun bağışlanması için Allah’a dua etmiş, fakat Allah Hz. Nuh (a.s)’ın bu isteğini kabul etmemiştir. Çünkü Allah, Hz. Nuh’a, oğlunun kafir olduğunu bildirmiş ve kafirler için mağfiretin söz konusu olmadığını belirtmiştir. (B.k.z.: Hûd:
Ayrıca Hz. Nuh (a.s), yeryüzünde bir tane bile kafir bırakılmasını istememektedir. (Nûh:
Bu hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ümmetine kar şı son derece şefkat ve merhametkli olduğuna ve ümmetini çok düşündüğüne delildir. Bundan dolayıdır ki, ümmeti hakkında kabul edilecek duasını, ümmetin en fazla zorda kaldığı Kıyamet gününe saklamıştır. Bu ise, büyük günah işleyen müminler hakkında yapacağı şefaattır.
[13] Buhârî, Da’vât
[14] Müslim, İmân
[15] Müslim, İmân
[16] Hadisten anlaşıldığına göre; mevkif’in korkunç halleri içerisinde peygamberler de dahil herkes, kendi nefsinin derdine düşecektir. Bundan sadece Hz. Peygamber (s.a.v) müstesnadır.
Konu ile ilgili hadislerin içerisinde, peygamberlerin “günah” olarak belirttikleri özürler, asıl itibariyle günah değildir. Bu hataların hepsi, Allah tarafından bağışlanmıştır. Kendilerini, günahkar olarak tanımlamaları, hem bir tevazu için ve hem de bütün insan ile peygamberlerin hepsinin, Hz. Muhammed (s.a.v)’in “Hamd Sancağı” altında toplanacaklarını ve ona “Makam-ı Mahmûd” verildiğini bildikleri için kendilerine gelen insanları, gönderiliş sırasına göre, bir sonraki peygambere göndererek bu işin Hz. Muhammed (s.a.v)’de biteceğini bilmektedirler. Çünkü Kıyamet günü, insanların efendisi ve büyük şefaate sahip olup olan kişi, Hz. Muhammed (s.a.v) olup o gün insanlara, şefaatte bulunacaktır.
[17] Vesîle kelimesi, sözlükte, bir şeye “istek” ile ulaşmadır.
Ragıb el-İsfehanîye göre, vesîle; ilim ve ibadetle Allah’ın yolunda gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Allah’a yakınlık gibi. Vâsil ise, Allah’ı arzulayan kimseye denir. (Müfredât, s.
İbnü’l-Esîr’e göre ise vesîle; yakınlık, vasıta ve kendisiyle bir şeye ulaşabilen ve yakınlaşma sağlanabilen şeydir. Vâsil ise, arzulaya-isteyen demektir. (Nihâye,
Vesîle kelimesi, Kur’an-ı Kerim’in iki yerinde geçmektedir:
2. “Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine (hangisi daha yakın olacak diye) vesîle ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmaya değer.” (İsrâ:
Bu ayetlerde geçen “vesîle”den kastın; “Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak O’na yaklaşma” olduğu hususunda ilk dönem tefsirciler arasında bir görüş ayrılığı yoktur. Ayrıca hakkında Kitap ve sünnetten bir delil bulunan hususlar.
Görüş ayrılığı olan vesîle ise; makam, hürmet, büyüklük; ölmüş kimselerle, dirilerle, hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemek yada onlardan şefaat ve dua dilemek gibi.
İslam dini, Allah dışında hiçbir kimsenin; dini yönden takdis, tazim ve dünyevi yönden büyütülmesine izin vermez. Çünkü yüceltilmesi gereken tek varlık, Allah’tır. Allah dışında hiçbir varlığa tazim sözkonusu olamaz.
Tazim ve takdis olmadığı müddetçe, gerek yaşıyor olsun, gerek ölmüş olsun salih bir insanın duasıyla tevessül yapılabilir. Çünkü sahabe-i kiram, zor duruma düştüklerinde Resulullah (s.a.v)’e gider ve ondan kendileri için dua etmelerini isterlerdi. (Buhârî, Cum’a
Birinci örnekte görüldüğü üzere, sahabe-i kiram, Hz. Peygamber (s.a.v)’i tazim ve takdis etmiyor. Sadece onun, Allah katındaki durumunu ve abd ile resul olduğunu bildikleri için, sağ iken onunla tevessül ediyorlar. Buradan, Hz. Peygamber (s.a.v) öldüğü için onunla tevessül edilemez diye bir sonuç çıkarılamaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), sağ iken olduğu gibi, öldükten sonrada Allah katındaki yeri aynıdır. Öldüğü için Allah katında bir değeri olmadığı düşünülemez. Ölmüş olsa bile, bizler, onun ümmetindeniz. Onun mücadelesi, azmi, çilelelere karşı göstermiş olduğu direnç, hep bizim için bir örnek olmuştur. Onun hayatını okuyor ve onu örnek alıyoruz. Böyle yapmakla, onu takdis ve tazim etmiş olmuyoruz.
Hz. Ömer, burada bir ictihadda bulunuyor. İctihaddan yola çıkarak, ölmüş olan peygamberin, bizim üzerimizde bir etkisi ve fonksiyonu yoktur denilemez. İctihad, din değildir. Sadece bir yorumdur. Eğer Hz. Abbâs yerine ölmüş olan Hz. Peygamber (s.a.v)’le tevessül etmiş olsalardı, acaba yine de aynı mı düşünülürdü? Kur’an’da ve Sünnette direkt bir şey bulunamıyorsa, bu bid’attir yada küfür veya şirk denileceğine, bu tür konularda esas alınması gereken husus; ortaya çıkan hususların, İslam dininin özüne ters olup olmadığı meselesidir.
Yalnız makam, hürmet, büyüklük; ölmüş kimselerle, dirilerle, hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemek yada onlardan şefaat ve dua dilemek gibi hususlarda tazim ve takdis söz konusu ise o zaman durum değişir.
[18] Vesîle, maksada ulaşmak için araç olarak kullanılan hususlara denir. Yine vesîle, Cennette en üst makamın özel adıdır ki, bu da, Resulullah (s.a.v)’in makamıdır. Cennette O’nun kalacağı yurt, Allah’ın arşına Cennetteki en yakın mekandır.
Ezan duasının içerisinde yer alan “vesîle”nin, İsrâ:
3. Şefaat Makamı. Cumhur’un görüşü de budur.
Kıyamet günü Hz. Muhammed (s.a.v) dışında peygamberler de dahil bütün insanlar, kendi nefsini kurtarmaya çalışacak. İnsanları bu duruma götüren durum, mevkif’in korkunç halleridir.
İnsanlar kendilerini kurtarabilmek için ilk önce Hz. Adem’e, sonra Hz. Nûh’a, Hz. İbrahim’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya ve en sonunda ise Hz. Muhammed (s.a.v)’e gidecekler. Hz. Muhammed (s.a.v) dışında, hiçbir peygamber yardım edemeyecek. Çünkü Kıyamet günü insanların efendisi, Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Onlara, şefaat edecek ilk kişi, O’dur. Zira O, hem “Livâu’l-Hamd” (=Hamd Sancağı’n)a ve hem de“Makamı- Mahmûd”a sahip olacaktır. Bu sayede insanlara şefaatte bulunacaktır. Bu şefaat yetkisini, O’na, Yüce Allah verecektir.
Her peygamber, Allah katında kabul edilecek dua hususunda acele etmesine rağmen, Hz. Muhammed, bu konudaki hakkını, ümmeti için ahirete bırakmıştır. İşte bu hakkı, bu şekilde kullanacaktır.
İşte Hz. Muhammed (s.a.v), burada, insanlar ile Allah arasında bir aracı (=vesîle) olmaktadır. Bu sayede Hz. Muhammed (s.a.v), bu insanları, Cehenneme girmekten kurtarıp Cennete girmelerine vesile olacaktır.
Bu konudaki hadislerden bazısı için b.k.z.: Buhârî, Enbiyâ
[19] Şefaat kelimesi, sözlükte; insanlar arasında meydana gelen suçlar ve günahların bağışlanmasını isteme anlamına gelmektedir. Şefaat, genel olarak, iki kısma ayrılmaktadır:
a. Kul hakkı ile ilgili suçlar: İnsanlar bir toplum içerisinde yaşadıkları için birbirleriyle bir takım problemler ve sorunlar yaşayabilirler. Burada meydana gelen problemler, şahsidir. İnsanlar, bu problemlerden meydana gelen suçları affedebilir de, affetmeyebilir de. Çünkü konu, şahsa ait bir olaydır.
b. Allah ile ilgili suçlar: Allah’a karşı işlenen suçlardır. Bu suçları affetme yetkisi de, Allah’a aittir.
a. Resulullah (s.a.v)’e özgü şefaat: Bu şefaat, mevkifin korkun hallerinde insanları sakinleştirme ve hesabın acele görülmesi ile ilgilidir.
b. Muhammed ümmetinden bir grup insanın, hesaba çekilmeden Cennete girmesi ile ilgili şefaat.
c. Cehenneme girecek olan bir kısım insana, Resulullah (s.a.v) ile Allah’ın dilediği başka kimselerin yapacağı şefaat.
d. Günahkarlardan Cehenneme girecek olanlar hakkında yapılacak şefaat. Bu şefaatı; Hz. Peygamber (s.a.v), diğer peygamberler, melekler ve Allah’ın izin verdiği bazı mümin kimseler yapacaktır.
e. Cennetliklerin, Cennetteki derecelerinin artmasını sağlayacak şefaat.
Bütün bu şefaat türleri, sahih hadislerde geçmektedir. Kur’an, sahte ilahların ve tanrıların, insanlara hiçbir fayda vermeyeceğini bildirerek bu tür ilahların şefaatte bulunamayacağını belirtmiştir. (B.k.z: Meryem:
Yalnız Kur’an, şefaatin varlığını, iki şarta bağlamıştır:
a. Şefaatçinin şefaatinin, Allah’ın izninden sonra olması. (B.k.z: Bakara:
b. Şefaatin, tevhid ehline olması. (B.k.z: Enbiyâ:
Bu ayetlerin içeriği; şefaatçilerin şefaatinin varlığını ve şefaatçilerin şefaatinin fayda vereceğini ifade ederki, onlar da, iman üzere ölenlerdir.
Kısacası: Kur’an, şefaati, mutlak olarak reddetmemiş, aksine müşriklerin ve sapıkların iddia ettiği ve çeşitli din mensuplarının bir çok fesatlarına sebep olan şefaati kabul etmemiştir.
[20] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No:
[21] Suyûtî, a.g.e., H. No:
[22] Suyûtî, a.g.e., H. No:
[23] Suyûtî, a.g.e., H. No:
[24] Ahirette her peygamberin bir havuzu olacaktır. Bu havuzdan, hem peygamberin kendisi ve hem de ümmetinden Allah’ın dilediği kimseler içecektir. Yalnız diğer peygamberlerden farklı olarak Hz. Peygamber (s.a.v)’e iki tane havuz verilecektir:
Havuz ve Kevser, çok sayıda sahabe tarafından nakledilmiş gaybî bir hakikattir.
[25] Bu kitabın adı, “Ref’u’l-Hafâ’ an zâti’ş-Şifâ” olup baskıları mevcuttur.
[26] Bir muhaddisin veya çeşitli alimlerin, garîb ve nâdir rivayetlerini bir araya getiren kitap türü.
[27] Sahabeden veya daha sonra gelen birinden rivayet edilen hadislerin bir araya toplanmasıyla meydana gelen kitaplardır.
[28] İsnadından bir veya birkaç raviyi hazfederek hadisi söylenmeyen ravinin üstündeki raviden veya bütün isnadı belirtmeden Hz. Peygamber (s.a.v)’den yapılmış rivayetlerden oluşan kitaplardır.
[29] Muhaddisin, herhangi bir kitabın hadislerini, o kitabın müellifinin senedleriyle değil, kendine ulaşan başka senedlerle rivayet ettiği hadislerden oluşan kitaplardır.
[30] Bu kitabın adı, “Nesîmu’r-Riyâd” olup baskıları mevcuttur.
[31] Kevser kelimesi, sözlükte; “çokluk” anlamına gelip Arapça “kesret” kelimesinden türemiştir. Yalnız Kevser’in, aslı itibariyle ne olduğu ve din dilinde özel bir anlamı olup olmadığı meselesinde
a. Bu görüşler içerisinde en çok bilineni ve meşhur olanı; Kevser’in, Cennette, bir nehrin özel ismi olmasıdır. Bu anlam, Hz. Peygamber (s.a.v)’in; “Kevser, Rabbimin Cennette bana verdiği bir nehirdir” (Buhârî, Tefsirü Sûre-i Kevser
Rivayetlere göre; Kevser, kenarları boş, inci kubbeleri, içinden ezfer miski çıkar, sütten daha beyaz, baldan daha tatlı, genişliği ve uzunluğu doğu ve batı arası kadar, derinliği
Bazı rivayetlerde; Havuz’a, Kevser’de denilmiştir. Bunun sebebi; Havuz’un, Kevser nehrinin denize karışan kısmı olduğu içindir.
b. Diğer bir görüşe göre ise; Kevser, peygamberlik şerefidir. Çünkü peygamberlik; iki cihanın hayrlarını, hem dünya ve hem de din saadetini gerektiren genel başkanlığı içeren ve bundan dolayı başlangıç itibariyle rahmanî lütuf, hem de sonuç itibariyle rahimî lütfu içine alan hayr-ı kesir (=çok hayr)dir. Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.v)’e peygamberlik verdiği için bu peygamberlik makamının üstünlüğü ve şerefini bildirmek için o peygamberliğe “Kevser” ismini vererek “Biz sana Kevser’i verdik” (Kevser:
Kısacası: Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Kevser’in verilmiş olması, hem kendi peygamberlik makamı ve hem de ümmeti için “çok hayr”lı olan bir iştir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Kevser’in verilmesi, diğer peygamberlere karşı üstünlüğünü gösterir.
[32] Allah’ın görülüp görülemeyeceği meselesi, alimler arasında tartışmalıdır. Bazı alimler, Allah’ın görülemeyeceğini iddia ederken, bazıları da Allah’ın görülebileceğini ileri sürmüşlerdir. Allah’ın görülüp görülemeyeceği iki şekilde ele almak lazım:
a. Mümkün olduğunu söyleyenler, bu konuda, Miraç gecesi Hz. Peygamber (s.a.v)’in Allah’ı gördüğününe delalet eden hadisleri delil getirmişlerdir.
b. Mümkün olmadığını söyleyenler ise, bu konuda yine Miraç gecesinde Resulullah (s.a.v)’in, Rabbini görmediğine delalet eden hadisler ile Hz. Musa (a.s)’ın Allah’ı görmek isteyip de göremediği ile ilgili A’râf:
Şiiler, Hariciler, Mutezililer ile Mürcie mezhebinden bazıları, Allah’ın Cennette görülemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Bunlar, bir şeyin görünmesi için; o şeyin, bir cisim olması, bir yerde bulunması, bir engel bulunmaksızın görenin karşısına gelmesi gibi aklî ve dayanaksız bir takım şartlar koşmuşlardır.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ise; görülecek şeyin vücudundan başka hiçbir şart koşmamıştır. Çünkü görmek, Allah’ın yarattığı bir idraktir. Müminler, Allah’ı; hem mahşerde ve hem de Cennette göreceklerdir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’den Kıyâme:
[33] Cehennem kelimesi, Kur’an’da,
[34] Tirmizî, İmân
[35] Bu hadis; Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.v) ile ümmetine son derece ikram ve ihsanda bulunduğunu göstermektedir.
Hesaba çekilmeden Cennete girecek olan kimselerin, Allah’a tevekkülleri tamdır. İslam dışı inançlara inanmazlar. Allah’a karşı tam bir teslimiyetleri vardır. Takva ve ihlas sahibidirler.
İşte bu tür vasıflara ve niteliklere sahip olan bazı müminler, Allah’ın bir lütfu ihsanı olarak hesaba çekilmeksizin Cennete gireceklerdir.
[36] “Güzel amel” yada “iyi iş” yapma, Allah’ın beğenisine layık ve rızasına uygun şeyler yapmaktır. Bundan “daha güzel” olan ise, Cennettir. “Daha fazlası” ise, Cennette Allah’ı görmedir.
Cenab-ı Allah, lütfuyla ve rahmetiyle, kendisine samimi ve iyi niyetle yapılan amellere karşılık Cenneti vaat etmiştir. Yoksa hiç kimsenin ameli, kendisini Cennete götürecek durumda değil.
Cennetlikler, Allah’ın rahmeti ve lütfuyla, Cennete girdiği zaman, Yüce Allah, onlara, Cennetin yanı sıra “daha fazla” bir şey vermek isteyecek. Onlar da, “bizi Cennete koyarak Cehennemden kurtarmak suretiyle yüzlerimizi ağarttın”, “daha fazla” ne isteyebiliriz ki?” diyecekler. Bunun üzerine Yüce Allah, örtüyü kaldırıp onlara görünecektir. İşte bu durum, müminler için Cennetin yanı sıra bir fazlalıktır.
[37] Yûnus:
[38] Müslim, İmân
[39] Kıyâme:
[40] Yûnus:
[41] Kâf:
[42] Mutaffifîn:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.