İMAN[1] BÖLÜMÜ
﴿ كِتَابُ الْإِيمَانِ ﴾
﴾
“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına şahadet getirirse, Cennet, o kimseye, vacip olur”[2]
Suyûtî (ö.
1. Muâz b. Cebel[3]
2. İtbân b. Mâlik[4]
3. Ebu Zerr[5]
4. Osman b. Affân[6]
5. Ubâde ibnu's-Sâmit[7]
6. Ebu Hureyre[8]
7. Ebu Bekr es-Sıddîk[9]
8. Ömer ibnu'l-Hattâb[10]
9. Rifâa el-Cühenî[11]
10. Seleme b. Nuaym el-Eşcaî[12]
11. Süheyl b. Beyzâ’[13]
12. Şeddâd b. Evs[14]
13. Abdullah ibn Amr
14. Ebu'd-Derdâ’[15]
15. Ebu Saîd el-Hudrî[16]
16. Ebu Amre el-Ensârî[17]
17. Ebu Musa el-Eş’arî[18]
18. Enes[19]
19. Bilâl[20]
20. Cerîr b. Abdullah[21]
21. Zeyd b. Erkam[22]
22. Zeyd b. Hâlid[23]
23. Sa’d b. Ubâde[24]
24. Abdullah ibn Abbâs[25]
25. Hureym b. Fâtik[26]
26. Abdullah ibn Ömer[27]
27. Ukbe b. Âmir[28]
28. Umâre b. Ruveybe[29]
29. İmrân b. Husayn[30]
30. İyâz el-Ensârî[31]
31. Nevvâs b. Sem’ân[32]
32. Ebu Şeybe el-Hudrî[33]
33. Abdurrahman b. Avf[34]
34. Câbir b. Abdullah[35]
Toplam,
(Derim ki:) Bu konuda pek çok hadis vardır. Bu hadisler, çeşitli lafızlarla gelmiştir.
Bunların bir kısmında; (biraz önce de) geçtiği üzere ﴿ وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّة ﴾ُ “Cennet, o kimseye vacip olur” ibaresi vardır.
Bir kısmında ise; ﴿ دَخَلَ الجَنََّة ﴾َ “Cennete girer” ibaresi vardır.
Bir kısmında ise; ﴿ حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ النَّارَ ﴾ “Allah, o kimseye Cehennemi haram kılar” ibaresi vardır. Buna benzer daha başka gelen ibareler daha vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
﴿ أَنَّ اللَّهَ قَدْ حَرَّمَ عَلَى النَّارِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَبْتَغِي بِذَلِكَ وَجْهَ اللَّهِ ﴾
“Kim Allah’tan başka İlah yoktur (Lâ ilâhe illallâh) deyip de bununla Allah’ın rızasını elde etmek isterse, ‘Allah (o kimseye) Cehennemi haram kılar.’”[36]
﴿ مَا مِنْ أَحَدٍ يَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ صِدْقًا مِنْ قَلْبِهِ إِلَّا حَرَّمَهُ اللَّهُ عَلَى النَّارِ ﴾
“Bir kimse Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğunu kalbinden tasdik ederek şahadet ederse, ‘Allah o kimseye Cehennemi haram kılar’”[37]
﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ النَّارَ ﴾
“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğunu kalbinden tasdik ederek şahadet ederse, ‘Allah o kimseye Cehennemi haram kılar’”[38] (Hadisin metni, Müslim’e aittir.)
﴿ مَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾
“Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ‘Cennete girer’ ”[40]
﴿ أَسْعَدُ النَّاسِ بِشَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ خَالِصًا مِنْ قَلْبِهِ أَوْ نَفْسِهِ ﴾
“Kıyamet günü şefaatıma insanların en layık olanı, samimi bir şekilde kalbinden -yada içinden- Allah’tan başka İlah yoktur (=Lâ ilâhe illallâh) sözünü söyleyen kimsedir”
﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾
“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına şahadet ederse, ‘Cennete girer’”[41]
﴿ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ مُخْلِصًا دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾
“Kim samimi bir şekilde Allah’tan başka İlah olmadığını söylerse, ‘Cennete girer’”
Bu konu ile ilgili buna benzer daha bir çok hadis vardır.
a. Denildi ki: “Kim Allah’tan başka İlah olmadığını ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğunu söylediği takdirde Cennete gireceği ile ilgili bu durum, İslam’ın başlangıcında geçerli idi; çünkü İslam’ın başlangıcında davet, tevhidi, net bir şekilde söyleme şeklindeydi. Fakat farzlar, belirlenip had (cezaları)nın sınırları tespit edilince, bu hüküm, nesh edildi.”
Bu görüşü; Dahhâk (ö.
b. Denildi ki: “Bu şekilde Cennete girme meselesi, farzları yapmakla birlikte Kelime-i Şahadeti getiriren ve büyük günahlarda kaçınan kimse içindir; çünkü bu, Kelime-i Şahadeti söylemeyi gerektiren hususlardandır.”
c. Yine denildi ki: “Bu şekilde Cennete girme meselesi, Kelime-i Şahadeti gönülden Allah’a tevbe ederek söyleyen ve bu tevbesi üzerine ölen kimse içindir.”
d. Yine bununla kast edilen husus şudur denildi: (Bu sözü söyleyen kimseye) Cehennem ateşinin haram kılınması ve Cehennem ateşinde yanıp günahlardan arındıktan sonra veya mutlak şekilde baştan itibaren Allah’ın o kimseyi Cennete koymasıdır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.
(Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de (Kelime-i Şahadeti söyleyen kimsenin Cennete girme ile ilgili ortak nokta meselesinde) derki:
“﴿ مَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا دَخَلَ الْجَنَّة ﴾َ “Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, Cennete girer” ile ilgili hadislerdeki ortak nokta, tevatür derecesine ulaşmıştır. Buradaki tevatür, lafzî değil de, manevî tevatürü ifade etmektedir. Bunu iyi düşün.”
* * *
[1] “İman” kelimesi, sözlükte; doğrulamak, tasdijk etmek, bir şeye veya bir kimseye inanıp güvenmek anlamına gelmektedir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen zarurat-ı diniye denilen İslami esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaya denir.
[2] “Lâ ilâhe illallah” ifadesi, Kelime-i Tevhidi belirtmektedir. Bazı rivayetlerde, sadece”Lâ ilâhe illallah” ifadesi geçerken, bazı rivayetlerde ise hem “Lâ ilâhe illallah” ve hem de “Muhammedu’r-Resulullah” ifadesi geçmektedir. Bu rivayetlerdeki farklılıkların nedeni; Hz. Peygamber (s.a.v)’e sorulan sorudan ve değişik meselelerden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu ifadeden birini diğerinden ayırmak, mümkün olmayacak bir şekildeki bir bütünü teşkil etmektedir. Bu iki ifade, kişiyi kurtuluşa götürecek ifadelerdir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki; bu çeşit hadisler, kişinin dünya hayatında terk ettiği ibadetler ve kul hakkıyla ilgili günahlar sebebiyle maruz kalınacak azabtan kurtulmaya garanti vermemektedir. Çünkü İslam akidesine göre; kalbinde az da olsa iman olan kimse cehennemde cezasını çektikten sonra cennete gidecektir. Bu çeşit müjdeli hadisler; ibadet görevini bırakmayı gerektirmez. Kulluk her an yapılması gerekli bir görevdir.
[3] Buhârî, Libas
[4] Buhârî, Teheccüd
[5] Buhârî, Rikak
[6] Müsned,
[7] Buhârî, Enbiya
[8] Buhârî, İlim
[9] Müsned,
[10] Müsned,
[11] Müsned,
[12] Müsned,
[13] Müsned,
[14] Müsned,
[15] Müsned,
[16] Buhârî, Tevhid
[17] Müsned,
[18] Müsned,
[19] Buhârî, İlim
[20] Taberânî, el-Kebir
[21] Taberânî
[22] Taberânî
[23] Taberânî
[24] Taberânî
[25] Taberânî
[26] Taberânî; Bezzâr
[27] Taberânî
[28] Taberânî
[29] Taberânî
[30] Taberânî
[31] Taberânî
[32] Taberânî
[33] Taberânî, el-Kebir, (
[34] Bezzâr
[35] Müslim, İman
[36] Buhârî, Teheccüd
[37] Buhârî, İlim
[38] Buhârî, Enbiya
[39] Buhârî, Cenaiz
[40] Buhârî, Rikak
[41] Bezzâr, Müsned,
[next]
﴾
“İnsanlar, ‘Allah’tan başka İlah yoktur’ (=Lâ ilâhe illallâh) sözünü söyleyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.”
Bu hadisin geliş yolunun bir çoğunda şu ilave vardır:
﴿ فَإِذَا قَالُولَهَا عَصَمُوا مِنِّي دِمَاؤُهُمْ وَأَمْوَالُهُمْ إِلَّا بِحَقِّهَا وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ ﴾
“İnsanlar, bu sözü söylediklerinde, İslam’ın hakkı hariç[42] kanları ve mallarını benden korumuş olurlar. Artık onların hesabı, Allah’a aittir.”
Suyûtî (ö.
1. Abdullah ibn Ömer[43]
2. Ebu Hureyre[44]
3. Câbir b. Abdullah[45]
4. Ebu Bekr es-Sıddîk[46]
5. Hz. Ömer[47]
6. Evs b. Evs es-Sakafî[48]
7. Cerîr b. Abdullah el-Becelî[49]
8. Enes[50]
9. Semure b. Cündub[51]
10. Sehl b. Sa’d[52]
11. Abdullah ibn Abbâs[53]
12. Ebu Bekre[54]
13. Ebu Mâlik el-Eşcaî, babasından[55]
14. İyâz el-Ensârî[56]
15. Nu’mân b. Beşîr[57]
Toplam,
(Derim ki:) Suyûtî (
Yine Suyûtî “Cami’”de bu hadisle birlikte ﴿ أَفْطَرَ الْحَاجِمُ وَالْمَحْجُومُ ﴾ “Kan verende, alanda iftar etmiştir” hadisinin de mütevatir olduğunu söylemiştir.[59]
(Zebîdî’de) “Şerhu’l-İhyâ”da derki: “Bu hadis, mütevatirdir. Bir çok hadisçi, bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.
(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr” ile “Teysîr”de buradakine bağlı olarak bu hadisi
(Yine Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ”da derki: “Irâkî’nin de söylediği gibi, bu hadisi, sahabeden
(Daha sonra Zebîdî) bunların isimlerini peş peşe sıralamıştır. Bu hadisi rivayetler içerisinde, Suyûtî’nin ismini anmadığı bazı kişileri de saymıştır:
16. Muâz b. Cebel
17. Sa’d b. Ebi Vakkâs
18. Evs ibn Ebi Evs
Zebîdî, Suyûtî’nin “el-Ezhâr”da ismini andığı sahabi İyâz el-Ensârî ile Evs ibn Evs’i, bu hadisi rivayetler içerisinde saymamıştır.
(Suyûtî) “Camiu’l-Kebîr”de, bu hadisi; sahabeden Evs ibn Evs es-Sakafî ile Amr b. Evs b. Evs es-Sakafî -bu da babasın dan- rivayet edip sonra da derki: “İbn Hacer “el-İsâbe” de dedi ki: İbn Maîn’in belirttiğine göre; Evs ibn Evs es-Sakafî ile Evs ibn Ebi Evs es-Sakafî, aynı kişi değildir.
Ebu Davud ile bir çok hadisçi, (İbn Maîn’in) bu sözüne katılmıştır. Doğrusu ise, bu iki kişinin, bir birinden farklı iki kimse olmasıdır; çünkü Evs’in babası ‘Ebi Evs’in asıl adı, Huzeyfe’dir.”
Bu hadisi rivayet edenlerin içerisine şunu da ilave etmiştir:
19. Belkîn’den bir kişi.
Böylece bu kişi ile birlikte (hadisi rivayet edenlerin toplam sayısı,)
* * *
[42] Bu garantiden hariç tutulan “İslam’ın Hakkı” ile kast edilen; kanunî cezalar ve yaptırımlardır. Suç işlediği takdirde fiiline uygun ceza verilir. Bu tür uygulama, Müslümanlar ve İslam’a yeni girmiş olanlar içindir. Bunların işlemiş oldukları suçlar dışında kanları, malları ve canları devlet tarafından koruma altına alınır.
[43] Müslim, İman
[44] Müslim, İman
[45] Müslim, İman
[46] İbn Ebi Şeybe, Musannef
[47] İbn Ebi Şeybe, Musannef
[48] İbn Ebi Şeybe, Musannef
[49] İbn Ebi Şeybe, Musannef; Taberânî, el-Kebir
[50] Taberânî
[51] Taberânî
[52] Taberânî, el-Kebir
[53] Taberânî
[54] Taberânî
[55] Müslim, İman
[56] Bezzâr
[57] Bezzâr
[58] Suyûtî, el-Camiu’s-Sağîr, H. No:
[59] Suyûtî, el-Camiu’s-Sağîr, H. No:
[next]
﴾
“Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir”
Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:
1. Abdullah b. Amr ibnu'l-Âs[60]
2. Ebu Musa[61]
3. Câbir b. Abdullah[62]
4. Enes[63]
5. Fudâle b. Ubeyd[64]
6. Ebu Hureyre[65]
7. Muâz[66]
8. Amr b. Abese[67]
9. Bilâl ibnu'l-Hâris[68]
10. Abdullah ibn Ömer[69]
11. Ebu Ümâme[70]
12. Vâsile ibnu'l-Eska’[71]
Toplam,
(Derim ki:) (Sehâvî) “Mekâsıdu’l-Hasene”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:
“ ﴿ الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ ﴾ “Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir. Muhacir de, Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzaklaşan kimsedir” hadisi, Abdullah ibn Ömer’den (merfu’ olarak) ve Ebu Musa’dan,[72] Buhârî ile Müslim’in üzerinde görüş birliğine vardığı bir hadistir.
Müslim, bu hadisi, Câbir’den de rivayet etmiştir.
Bu konuda bu hadis;﴿ الْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ ﴾ "Mümin de, insanların; kendisinden emin olduğu kimsedir" fazlalığıyla Enes’ten, Bilâl, Amr b. Abese, Fudâle b. Ubeyd, Muâz, Nu’mân b. Beşîr, Ebu Hureyre ve daha bir çoklarından gelmiştir.”
Bu hadis ise, (Ali el-Müttekî’nin) “Kenzu’l-Ummâl” adlı eserinde şu şekilde geçmektedir:
﴿ أَفْضَلُ الْمُسْلِمِين مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ ﴾
“En değerli Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir”
(Ali el-Müttekî,) bu hadisi, İmam Ahmed’e dayandırmıştır.
İbn Hibbân ile Harâitî ise, bu hadisi, Câbir’den de rivayet etmiştir.
Taberânî’de “Kebîr”de ve Harâitî’de, bu hadisi, şu yoldan rivayet etmiştir:
Daha geniş bilgi için “Şerhu’l-İhyâ" adlı kitabın 'Kitâbu âdâbi’l-uhuvve ve’s-sohbe' bölümünden ‘Müslümanın Hukuku’ ile ilgili bahse bakabilirsiniz; çünkü müellif burada bu hadisin geliş yollarına dair bazı şeyler söylemiştir.
* * *
[60] Buhârî, İman
[61] Buhârî, İman
[62] Müslim, İman
[63] Hâkim, Müstedrek,
[64] Hâkim, Müstedrek,
[65] Nesâî, İman
[66] Müsned,
[67] Müsned,
[68] Taberânî; Hâkim, Müstedrek,
[69] Taberânî
[70] Taberânî
[71] Taberânî
[72] Buhârî, İman
[73] Ali el-Müttekî, Kenzu’l-Ummâl
[74] Taberânî, el-Kebir; İbn Hibbân; Harâitî
[next]
﴾
“Zinakar, zina ederken, mümin olduğu halde zina etmez”
Suyûtî (ö.
1. Abdullah ibn Abbâs[75]
2. Ebu Hureyre[76]
3. Abdullah ibn Ebi Evfâ[77]
4. Abdullah ibn Ömer[78]
5. Hz. Aişe[79]
6. Hz. Ali[80]
7. Abdullah b. Muğaffel[81]
8. Ebu Saîd el-Hudrî[82]
9. Şerîk, sahabenin birinden[83] rivayet etmiştir.
Toplam,
(Derim ki:) (Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserinde (bu hadisi rivayet edenlerin içerisine) şu yoldan geleni de ilave etmiştir:
10. Abdullah ibn Mes’ud
Daha geniş bilgi için (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserinin “Akaid Kuralları Bölümü” nün son kısımlarına bakabilirsiniz.
* * *
[75] Buhârî, Hudud
[76] Buhârî, Hudud
[77] Müsned,
[78] Taberânî, el-Kebir; Bezzâr
[79] Heysemî, Keşfu’l-Estar, (
[80] Taberânî; Ebu Avâne, Müsned,
[81] Taberânî, el-Kebir
[82] Taberânî, el-Evsat; Bezzâr
[83] Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl,
[next]
﴾
“Haya, imandadır”
Suyûtî (ö.
1. Ebu Hureyre[84]
2. Abdullah ibn Ömer[85]
3. Ebu Ümâme
4. Ebu Bekre[86]
5. Abdullah b. Selâm[87]
6. Abdullah ibn Abbâs[88]
7. Abdullah ibn Mes’ud[89]
8. İmrân b. Husayn[90]
9. Ebu Musa[91]
10. Kurre b. İyâs[92]
Toplam,
(Derim ki:) (Sehâvî) “Mekâsıdu’l-Hasene”de der ki: “﴿ اَلْحَيَاءُ مِنَ الْإِيمَانِ ﴾ “Haya, imandandır” hadisi; Abdullah ibn Ömer yolundan müttefekun aleyhtir.[93]
Müslim’de, bu hadisi, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.
Bu konuda (bu hadisi rivayet edenlerden) bir topluluğun (adı daha) geçmektedir.”
Münâvî (ö.
* * *
[84] Buhârî, İman
[85] Buhârî, İman
[86] İbn Mâce, Zühd
[87] Taberânî
[88] Taberânî
[89] Taberânî, el-Kebir (
[90] Taberânî
[91] Taberânî
[92] Ebu Ya’lâ
[93] “Muttefekun aleyh” ifadesi, Buhârî ile Müslim’in, rivayet ettikleri hadis üzerinde görüş birliğine vardığı hadis için kullanılır.
[next]
﴾
“Cebrail’in, Peygamber (s.a.v)’e; İman, İslam ve İhsân’ın mahiyeti hakkında soru sorması”
Suyûtî (ö.
1. Ebu Hureyre[94]
2. Hz. Ömer[95]
3. Ebu Zerr
4. Enes[96]
5. Abdullah ibn Abbâs[97]
6. Abdullah ibn Ömer[98]
7. Ebu Âmir el-Eş’arî[99]
8. Cerîr el-Becelî[100]
Toplam,
(Derim ki:) Şeyh Murtaza el-Hüseynî (ö.
* * *
[94] Buhârî, İman
[95] Müslim, İman
[96] Buhârî, İlim
[97] Müsned,
[98] Müsned,
[99] Müsned
[100] Müsned,
[next]
﴾
“İman, Yemenlidir”
İman, kolayca kabul etmeleri ve oyun eğmeleri sebebiyle Yemen halkına mensuptur demektir.
Suyûtî (ö.
1. Ebu Hureyre[101]
2. Enes[102]
3. Amr b. Abese[103]
4. Hz. Osman[104]
5. Abdullah ibn Ömer[105]
6. Abdullah ibn Mes’ud[106]
7. Ukbe b. Âmir[107]
8. Abdullah b. Avf[108]
9. Ebu Kebşe el-Enmârî[109]
10. Abdullah ibn Abbâs[110]
11. Ravh b. Zenbâ’ el-Cüzâmî[111]
Toplam,
(Derim ki:) Münâvî (ö.
* * *
[101] Buhârî, Menakib
[102] Müsned,
[103] Müsned,
[104] Hâtıb, Tarih-u Bağdat,
[105] Taberânî
[106] Taberânî, el-Kebir (
[107] Taberânî, el-Kebir (
[108] Taberânî
[109] Taberânî, el-Kebir (
[110] Bezzâr
[111] Ebu Nuaym (Bu kişinin, sahabi olduğu söylenmiştir. Yine bu kişinin, tabiundan olduğu da söylenmiştir. Doğru olanı da budur.)
[next]
﴾
“İman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlak yönünden en güzel olanıdır”
Suyûtî (ö.
1. Abdullah ibn Amr ibnu'l-Âs[112]
2. Ebu Hureyre[113]
3. Hz. Aişe[114]
4. Hasan[115]
5. Umeyr ibn Katâde[116]
6. Ebu Saîd el-Hudrî[117]
7. Enes[118]
8. Câbir b. Abdullah[119]
9. Abdullah ibn Ömer[120]
Toplam,
(Derim ki:) Yine bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:
10. Ebu Zerr
11. Hz. Ali
12. Câbir b. Semure ve daha bir çokları
Bu hadisin, pek çok lafızları vardır. Bunlardan birisini; Tirmizî, bab başlığında, İbn Hibbân ise Ebu Hureyre’den, Taberânî “Evsat”da ise Umeyr ibn Katâde’den, Hâkim ise Ebu Saîd el-Hudrî’den, Ebu Ya’lâ’da Enes’ten rivayet etmiştir.
﴿ وَأَنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَىَّ أَحْسَنَكُمْ خُلُقاً ﴾
“Bana en sevgili olanınız, ahlak yönünden en güzel olanınızdır”
Buhârî, bu hadisi, Abdullah ibn Amr’dan rivayet etmiştir.
﴿ إِنَّ مِنْ أَكْمَلِ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا وَأَلْطَفُهُمْ بِأَهْلِهِ ﴾
“İman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlak yönünden en güzel olanı ve ailesine iyi davranandır”
Tirmizî ile Hâkim, bu hadisi, Hz. Aişe’den rivayet etmiştir.
﴿ وَأَنَّ أَحْسَنَ النَّاسِ إِسْلَامًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾
“Müslümanlık bakımından insanların en iyisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”
İmam Ahmed ise, bu hadisi, Câbir b. Semure’den ceyyid bir senedle rivayet etmiştir.
﴿ أَفْضَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾
“İman bakımından müminlerin en değerlisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”
Taberânî’de “Kebîr”de, bu hadisi, Abdullah ibn Amr’dan rivayet etmiştir.
﴿ أَفْضَلُ الْمُؤْمِنِينَ أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾
“Müminlerin en değerlisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”
İbn Mâce ile Hâkim’de, bu hadisi, Abdullah ibn Ömer’den sahih bir senedle rivayet etmiştir.
* * *
[112] Buhârî, Menakib
[113] Ebu Dâvud, Sünnet
[114] Tirmizî, İman
[115] İbn Ebi Şeybe, Musannef
[116] Taberânî, el-Evsat
[117] Taberânî
[118] Ebu Ya’lâ
[119] Bezzâr
[120] İbn Mâce, Zühd
[next]
﴾
“Cenab-ı Allah’ın keyfiyetsiz, temsilsiz,[121] teşbihsiz,[122] cismiyet-siz, ittisalsiz ve infisalsiz bir şekilde kendi kemaline uygun göklerin üstündeki Arş’ın üzerinde bulunması” ile ilgili hadisler
İbn Teymiyye (ö.
Yine İbn Teymiyye (ö.
“Allah’a iman ile ilgili olarak söylediklerimizin içine; gerek Allah’ın kitabında bildirdiği hususlara, gerek Resulullah (s.a.v)’den tevatüren gelen hadislere ve gerekse de Selef imamlarının; Cenab-ı Allah’ın, göklerin üstündeki Arş’ın üzerinde bulunduğu, mahlukatın üzerinde yüce bir yerde bulunduğu, yine O (kulları) nerede olurlarsa olsunlar onlarla birlikte bulunduğu ve onların ne yaptıklarından haberdar olduğuna icma ettiği hususlara iman etmek girmektedir.”
Konuyla ilgili ayetlerde ve hadislerde kast edilen husus, bu olabilir.
Yine İbn Teymiyye (ö.
“İşte Allah’ın kitabı başından souna kadar, işte Resulullah (s.a.v)’in sünneti başından sonuna kadar, işte sahabe ile tabiun’un tüm sözleri; (hep konuyla ilgili) nas’la doludur.[123]
(Bu sözlerin hepsi, baştan sona gerek) zahirleri ve gerekse nasslarla göstermektedir ki; Cenab-ı Allah, her şeyin üstünde, her şeyin üzerinde, Arş’ın üstünde, şöyle yada bu şekilde göğün üstündedir…
Daha bunlar gibi, saymakta bile güçlük çekebileceğimiz nice ayet vardır. Yine burada sayması çok zor olan nice (sahih ve hasen) hadisler vardır…
Bunların sayısını ancak Allah bilir. Zaruri ilimlerin en zarurisi olarak yakinî bir bilgi ifade eden ‘lafzî ve manevî mütevatirlerin’ başta geleni; Allah’tan aldığı dini, ümmetine bildiren Resulullah (s.a.v)’in, Cenab-ı Allah’ın Arş’ın üzerine istiva ettiğini ve göğün üzerinde olduğu inancını haber vermesidir.”
Kast edilen husus, bu da olabilir.
* * *
[121] Temsîl, her bakımdan benzerinin olduğunu söyleyerek bir şeyin mislinin olduğunu kabul etmektir.
[122] Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul etmek demektir.
[123] Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Meğazi
[next]
﴾
“Hz. Peygamber (s.a.v)’in, (Müslüman olurlarken) müşriklerin, Kelime-i Şahadeti mücerret olarak dille söyleyip sıhhatine dair bir delil getirmeyi emretmeksizin sadece Kelime-i Şahadetin içerdiğini kalple tasdik etmekle yetinmesi” ile ilgili hadisler
Nevevî (ö.
“Hz. Peygamber (s.a.v), (Allah’tan) getirdiklerine iman etme hususunda (sadece) tasdikle yetinmiş, bunları delilleriyle bilmeyi şart koşmamıştır. Bu konuda Buhârî ile Müslim’de peyderpey bir çok hadis rivayet olunmuştur. Bu hadislerin bir araya gelmesiyle, ‘tevatür’ ve kesin bilgi oluşmaktadır.”
İbn Hacer el-Heytemî (ö.
(Gazâlî) “İhyâ”da bu konu ile ilgili olarak şöyle der: “Resulullah (s.a.v), imanı; görgüsüz Araplara, delilini öğretmeksizin sadece tasdik ve ikrar ettirmekle yetinmiştir.”
(Yine Gazâlî) “İktisâd fi’l-İ’tikâd”da bu konuda şunları da ilave etmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, taklidi iman ile kesin delillere dayanan sağlam iman arasında fark gözetmediği, kendisini tasdik etmekte çabuk davranan görgüsüz Arapların imanını tezkiye hususunda takındığı tavırdan zorunlu olarak anlaşılmaktadır. Bu görgüsüz Arapların tasdiki, araştırma ve delille olmayıp belki de doğruya boyun eğmeye ve gerçeği kabul etmeye rehberlik eden, kalplere işlemiş ipucu (karine) ve doğuşlarla olmuştur.”
Arif ‘de “Havâşî alâ şerhi’s-Suğrâ” da, bu hususu belirtmiştir.
Bu konuda daha geniş bilgi için (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserine bakabilirsiniz; çünkü (Zebîdî) bu eserinde, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde, bu konu ile ilgili Enes, Ebu Eyyûb ile Ebu Hureyre’den gelen bazı hadisleri anmıştır.
(Daha sonra Zebîdî şöyle) der: “Bu konuda gelen hadisler, çok (olup bunlar) meşhurdur.”
* * *
[next]
﴾
“Yahudiler,
Suyûtî (ö.
Münâvî (ö.
(Derim ki:) Yine bu hadisi, Ebu Hureyre yolundan; İmam Ahmed ile Hâkim’de rivayet etmiştir.[127]
Yine Suyûtî, bu kitabında, bu hadisi, Tirmizî’ye (dayandırarak şu yol)dan getirmiştir:
Abdullah ibn Amr, bu hadisi, şu lafızla rivayet etmiştir:
﴿ لَيَأْتِيَنَّ عَلَى أُمَّتِي مَا أَتَى عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ حَذْوَ النَّعْلِ بِالنَّعْلِ حَتَّى إِنْ كَانَ مِنْهُمْ مَنْ أَتَى أُمَّهُ عَلَانِيَةً لَكَانَ فِي أُمَّتِي مَنْ يَصْنَعُ ذَلِكَ وَإِنَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ تَفَرَّقَتْ عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ مِلَّةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا مِلَّةً وَاحِدَةً قَالُوا وَمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِي ﴾
“İsrail oğullarının üzerine gelen şeyler, aynen ümmetimin üzerine de mutlaka gelecektir. Öyle ki onlardan, açıktan annesiyle zina etmişse, ümmetimden de bu çirkin işi yapan olacaktır… Nitekim İsrail oğulları,
İmam Ahmed ile Ebu Davud’da, bu hadisi, şu lafızla şu yoldan rivayet etmiştir:
﴿ أَلَا إِنَّ مَنْ قَبْلَكُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ افْتَرَقُوا عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَإِنَّ هَذِهِ الْمِلَّةَ سَتَفْتَرِقُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ فِي النَّارِ وَوَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ وَهِيَ الْجَمَاعَةُ ﴾
“Dikkat ediniz ki, sizden önce gelmiş olan Kitap ehli,
Abd b. Humeyd (ö.
﴿ افْتَرَقَتِ بَنُو إسْرَائِيل عَلَى إِحْدَى وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَلَنْ تَذْهب الليالي ولا الأيام حَتَّى تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى مِثْلِهَا وَكُلّ فِرْقَةٍ مِنْهَا فِي النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَة وَهِيَ الْجَمَاعَةُ ﴾
“İsrail oğulları,
Hâkim (ö.
﴿ألا إنَّ بنى إسرائيل إِفْتَرَقَتْ عَلَى مُوسَى سَبْعِينَ فِرْقَةً كلُّها ضَالَّةٌ إلاَّ فِرْقَةٌ واحدةٌ الإسْلاَمُ وجَمَاعَتُهُمْ ثُمَّ أَنَّكُمْ تَكُونُونَ عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كلُّها ضَالَّةٌ إِلاَّ وَاحِدَةٌ الإسْلاَمُ وَجَمَاعَتُهُمْ﴾
“Dikkat ediniz ki, İsrail oğulları, Musa’nın (ölümü) üzerine
İmam Ahmed (ö.
﴿ إنَّ بنى إسرائيل تَفَرَّقَتْ إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً فَهَلَكَ سَبْعُونَ فِرْقَةً وَخلَصتْ فِرْقَةٌ واحدةٌ وَأَنَّ أُمَّتِي سَتَفْتَرِقُ عَلَى إِثْنََيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً تَهلك إِحْدَى وَسَبْعُونَ فِرْقَةً وتخلص فِرْقَةٌ. قِيلَ: يَا رَسُول اللهِ! من تلك الفرقة؟ قال: اَلْجَمَاعَةُ اَلْجَمَاعَةُ ﴾
“İsrail oğulları,
‘Ey Allah’ın Resulü! (Kurtulacak olan) bu fırka, kim(ler olacaktır)?’ soruldu. Resulullah (s.a.v)’de:
‘Topluluk, topluluk’ diye cevap verdi.”
İbn Ebi Asım (ö.
﴿ تَفَرَّقَتِ الْيَهُودُ عَلَى إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَتَفَرَّقَتِ النَّصَارَى عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وأَنْتُمْ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَأن من أضلها وأخبثها من يتشيع أو الشيعة ﴾
“Yahudiler,
Abdurrezzâk (ö.
﴿ سَأَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ عَبْدَ اللهِ بنِْ سَلاَمٍ على كم تَفَرَّقَتِ بَنُو إِسْرَائِيل. فَقَالَ عَلَى وَاحِدَةٍ أَوِ اثْنَتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً. قَالَ: وَأُمَّتِي أَيْضًا سَتَفْتَرِقُ مِثْلَهُمْ أَوْ يَزِيدُونَ وَاحِدَةً كُلُّهَا فِي النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَةٌ ﴾
“Abdullah b. Selâm (dedi ki:) Hz. Peygamber (s.a.v), bana (hitaben):
‘İsrail oğulları kaç fırkaya bölündü?’ diye sordu. O da:
‘
‘Ümmetim de, onlar gibi (
Görüldüğü üzere, bu hadis, bir çok yoldan çeşitli lafızlarla gelmiştir. Bu hadisin başka (yollarla nakledilen) lafızları daha vardır.
Hâkim (ö.
Zeynü’l-Irâkî (ö.
(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de bu konu ile ilgili olarak şöyle der: “Suyûtî, bu hadisi, mütevatir hadisden saymıştır.”
Fakat bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr” adlı eserinde bulamadım.
(Seffârînî’de) “Şerhu Akîdeti’s-Seffârînî”de konu ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ümmetinin,
Bunların hepsi de (hadisin içerisinde yer alan) ﴿ فِي النَّارِ إِلاَّ وَهِيَ الْجَمَاعَةُ وَاحِدَة ﴾ “Biri, Cennetliktir. O da (benim ve sahabilerimin yolundan ayrılmayan) topluluktur” ibaresini de söylemişlerdir.
Muâviye hadisinde (konuyla ilgili) geçen lafız ise, Hz. Peygamber (s.a.v) üzerine yalan söz söylemeyi yasaklayan hadis göz önünde bulundurul-maksızın, (az önce belirtilen şekilde) değerlendirilmesi gerekmektedir.”
Burada anlatılmak istenilen husus, Ukaylî (ö.
﴿ تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى سَبْعِينَ أَوْ إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهُمْ فِي الْجَنَّةِ إِلاَّ فِرْقَةٌ وَاحِدَةٌ. قِيلَ: يَا رَسُول اللهِ مَنْ هُمْ؟ قَالَ: الزَّنَادِقَةُ وَهُمْ قَدَرِيَّة ﴾
Ümmetim,
‘Ey Allah’ın Resulü! Bunlar, kimdir?’ diye soruldu. Hz. Peygamber (s.a.v)’de:
‘(Onlar,) Zındıklardır. Bunlar, Kaderiyye’dir’ diye cevap verdi.”
Bir rivayete ise, bu hadis şöyle geçmektedir:
﴿ تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى بِضْعٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهَا فِي الْجَنَّةِ إِلاَّ فِرْقَةٌ وَاحِدَةٌ. وَهِيَ الزَّنَادِقَةُ ﴾
“Ümmetim,
İbnü’l-Cevzî (ö.
(Suyûtî’de) “Leâlî”de, İbnü’l-Cevzî’nin, bu hadisin uydurma olduğunu belirten görüşüne katılmıştır.
İbn Teymiyye (ö.
Bu konuda daha geniş bilgi için (Seffârînî’nin) “Şerhu Akîdeti’s-Seffârînî” adlı eserine bakabilirsiniz.
* * *
[124] Fırka kelimesi, sözlükte; parça, grup gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise; İslam Tarihi’nde belli bir şahıs veya o şahsa uyan topluluğun, siyasi ve kelami gayelerle İslam’ın temel esasları olan Kur’an-ı Kerim’i ve sünneti anlamada bir yöntem geliştiren düşünce sistemine fırka denir.
Fırka kelimesinin çoğulu, “Fırak”tır. Fırka kelimesine bazen “Nıhle”de denilir.
Genel olarak, fıkhi sahadaki topluluklara “mezhep”, siyasi ve kelami sahadaki topluluklara da “fırka” denilir.
Ümmetin bir dışı dışında hepsinin cehennemlik olduğu, yetmişin üzerinde fırkaya ayrılacağını bildiren hadisin sabit oluşu ve delalet ettiği mana üzerinde çok konuşulmuştur:
Yalnız hadiste iki büyük problem daha bulunmaktadır:
a. Ümmetin sayı olarak Yahudi ve Hıristiyanlardan daha fazla fırkaya ayrılacağı kesin bir dille ifade edilmiş olması.
b. Biri hariç hepsinin cehennemlik olacağı yine kesin bir dille belirtilmiş olması.
Bu ifadeler; her fırkanın yalnızca kendisinin “Fırka-i Naciye” (=kurtulan fırka), diğerlerinin ise “helak olan fırka” olduğu iddiasına kapı açmaktadır. Bu durumda ise, ümmetin parçalanması, birbirlerinin ayıp ve kusurlarını ortaya dökmeleri sözkonusu olur. Bu hal, onları toptan zayıflatacak, düşmanlarını güçlendirecek ve birbirlerine karşı saldırıya tahrik edecektir. Ümmetin birbirini sapıklıkla ve hatta küfürle itham etmesine yol açacağı düşüncesiyle hem selefi ve hem de sufi olan allame İbnü’l-Vezir (ö.
Hadiste geçen “ümmetim” ifadesi; bu fırkaların hepsinin, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetinden bir parça olduklarını ve küfür ile şirke düşmeyenler hariç işlemiş oldukları bidatlere rağmen İslam dininden çıkmadıklarını göstermektedir. “Cehennemlik” ifadesiyle; onların, cehennemde kafirler gibi ebedi kalkmayacağını gösterir. Sadece günahkar ve asi müminler gibi cehenneme girecek, daha sonra da oradan çıkacaklardır.
[125] Suyûtî, Câmiu’s-sağir, H. No:
[126] Ebu Dâvud, Sünnet
[127] Müsned,
[128] Tirmizî, İman
[129] Ebu Dâvud, Sünnet
[130] Abd b. Humeyd, Müsned,
[131] Hâkim, Müstedrek,
[132] Müsned,
[133] İbn Ebi Asım, Sünne,
[134] Abdurrezzak, Musannef,
[next]
﴾
“Haricileri[135] kötüleme ve onlarla savaşmayı emretme”[136] ile ilgili hadisler
Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö.
1. Müminlerin Hz. Ali
2. Ebu Saîd el-Hudrî
3. Sehl b. Huneyf
4. Ebu Zerr el-Gıfârî
5. Sa’d b. Eb. Vakkâs
6. Abdullah ibn Ömer
7. Abdullah ibn Mes’ud ve daha bir çokları
Hz. Peygamber (s.a.v), Haricileri şöyle anlatmaktadır:
﴿ يَحْقِرُ أَحَدُكُمْ صَلاَتَهُ مَعَ صَلاَتِهِمْ وَصِيَامِهِ مَعَ صِيَامِهِمْ وَقِرَاءَتِهِ مَعَ قِرَاءَتِهِمْ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لاَ يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ يَمْرُقُونَ مِنَ الإِسْلاَمِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ أَيْنَمَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاقْتُلُوهُمْ - أَوْ قَالَ- فَقَاتِلُوهُمْ فَإِنَّ فِي قَتْلِهِمْ أَجْراً عِنْدَ اللّهِ لِمَنْ قَتَلَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَئِنْ أَدْرَكْتَهُمْ لَاَقْتُلَنَّهُمْ قَتْلُ عَادٍ ﴾
“Sizin içinizden bir topluluk çıkar ki, onlar, sizden birisinin kıldığı namazı, kendilerinin kıldığı namaz; tuttuğunuz orucu, kendilerinin tuttuğu oruc ve okuduğunuz kıratı, kendi okudukları kıraat karşısında küçümserler. Onlar, Kur’an-ı okurlar, fakat okudukları Kur’an, boğazlarını geçmez. Onlar, okun yaydan çıkması gibi İslam’dan çıkarlar. Onlarla nerede karşılaşırsanız, hemen onları öldürün. -yada şöyle buyurdu:- Onlarla savaşın; çünkü onları öldüren kimseye Kıyamet gününde Allah’ın vereceği bir ücret vardır. Eğer onlara yetişecek olursam, (Vallahi) Âd kavminin öldürülmesi gibi[137] onları öldürürüm.”[138] (İbn Teymiyye’nin sözü burada bitmektedir.)
(Yine İbn Teymiyye) “Risâletü’l-Furkân” adlı eserinde konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “Haricileri kötüleme ve onlarla savaşmayı emretme hususunda gerçekten pek çok hadis vardır. Hadis otoriterlerine göre, bu hadisler; (Kıyamet günü) Allah’ın görülmesi, Kabir azabı ile fitnesi, Şefaat ve Havz ile ilgili hadisler gibi mütevatirdir.”
* * *
[135] Hariciler, Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan iç karışıklıkların sonunda ortaya çıkan bir fitne grubunun adıdır. Bunlar, Sıffîn savaşından sonra Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilafın, iki hakem tarafından Kur’an’a göre çözümlenmesi şeklinde bir karara varılınca, b ukararı, “Kur’an’a” uygun bulmamışlardır. Hz. Ali fiilen halife seçilince, onların üzerine giderek onlarla savaşmıştır. Hz. Ali’ye karşı siyasî bir eylem olarak ilk toplandıkları yerin adı, “Harûra” olduğu için bunlara “Harûrîler” de denmiştir.
Hariciler, “büyük günah işleyen kimse kafir olur” diye ortaya attıkları bir prensible hareket ettikleri için zamanla Kelamî,- Siyasî bir fırka mahiyetini kazanmışlardır.
Hariciler, değişik kollara ayrılmıştır. Zamanımıza kadar varlığını sürdüren kolu, İbadiye’dir. Bugün Tunus, Cezayir ve Umman’da bunlara rastlanmaktadır. Zengibar’ın resmi mezhebinin “İbadiye” olduğu bilinmektedir.
[136] Konu ile ilgili hadislerde, “Hariciler” kelimesi bazen geçmekte ve bazen de geçmemektedir. Esasen bu tür hadislerde, sonradan ortaya çıkması muhtemel bir takım kimseler ve bu kimselerin özellikleri sayılmaktadır. Bazı İslam alimleri, bu özellikleri göz önünde bulundurarak, bu kimselerin, Hariciler olduğunu sanmışlardır.
Harici, kelime anlamıyla, “çıkan” anlamına gelmektedir. Hariciler de, çıkanlar anlamına gelmektedir. İşte Hz. Peygamber (s.a.v), burada bir durum tespiti yaparak, Müslüman gibi görünüp de gerçekte ise okun yaydan çıkması gibi İslam Dininden çıkan kimseleri anlatmaktadır. Bunların, Hariciler olabileceği gibi, bu özelliklere sahip ve Müslüman gözüken her topluluk olabilir. İslam Tarihinde ortaya çıkan Hariciler ile ilgili olarak, onların, İslam dininden çıkıp kafir olduklarını söylemek, çok zor bir olay. O zamana kadar sahabe arasında bir takım farklılıklar olmasına rağmen, onlar, düşünce ve eylem anlamında yeni bir Kelamî-Siyasî bir ekol ve fırka olarak ortaya çıktıkları için onlara “Hariciler” denmiştir. Yoksa “ayrılanlar” anlamına gelen Mu’tezile Mezhebi için onlara mensup kimselerin direkt olarak kafir oldukları ileri sürülmemiştir. Bu durum, Kelamî, Siyasî, Tasavvufî vb. bir yapıya sahip her Müslüman topluluk için geçerlidir. Ama bazen bu topluluklar içerisinde yer alan bazı kimseler, ileri sürdükleri fikirler gereği tekfir edildikleri olmuşsa da, bu toplulukların, tümden kafir olduklarını ileri sürmek ve bunların ebedi olarak Cehennemde yanacaklarını söylemek, yakışık almaz.
[137] Âd kavmi, küfür ve isyanda kalmayı sürdürünce, Allah, onların üzerine, her şeyi tozu dumana katan bir rüzgar göndermek suretiyle onları helak etmiştir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Hûd:
[138] Buhârî, Fezâilu’l-Kur’an
[next]
﴾
“İslam (eşine rastlanmadık bir şekilde) garib[139] olarak başlamıştır. Yine ilk başladığı gibi garib olarak (eski) haline dönecektir. Gariblere müjdeler olsun!”
Suyûtî (ö.
1. Ebu Hureyre[141]
2. Abdullah ibn Mes’ud[142]
3. Enes[143]
4. Selmân el-Fârisî
5. Sehl b. Sa’d[144]
6. Abdullah ibn Abbâs[145]
Münâvî (ö.
Sehâvî (ö.
﴿ بَدَأَ الإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ ﴾
“İslam, garib olarak başlamıştır ve….. dönecektir”
Müslim (ö.
Yine Müslim, bu hadisi, (şu lafızla) Asım b. Muhammed el-Umerî’den, o da babasından, o da
﴿ إِنَّ الْإِسْلَامَ بَدَأَ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ وَهُوَ يَأْرِزُ بَيْنَ الْمَسْجِدَيْنِ كَمَا تَأْرِزُ الْحَيَّةُ فِي جُحْرِهَا ﴾
“İslam, garib olarak başlamıştır. Yine ilk başladığı gibi, garib olarak (eski haline) dönecektir. İslam, yılanın, deliğine çekildiği gibi iki mescidin[147] arasına çekilecektir”[148]
Ayrıca bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:
9. Sa’d b. Ebi Vakkâs,[149] Sehl ibn Sa’d, Selmân el-Fârisî ile Abdullah ibn Abbâs
10. Abdullah ibn Amr[150] ile Abdullah ibn Mes’ud
11. Abdurrahman b. Seneh[151]
12. Hz. Ali
13. Amr b. Avf
14. Vâsile
15. Ebu Ümâme
16. Ebu’d-Derdâ’
17. Ebu Saîd el-Hudrî
18. Ebu Musa ve daha bir çokları
Beyhakî (ö.
﴿ أَنَّ الإِسْلاَمَ بَدَأَ غَرِيباً وَسَيَعُودُ غَرِيباً فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ إِلاَّ أَنَّهُ لاَ غُرْبَة عَلَى مُؤْمِنٍ مَنْ مَاتَ فِي أَرْضِ غُرْبَةٍ غَابَتْ عَنْهُ بَوَاكيهِ إِلاَّ بَكَتْ عَلَيْهِ السَّمَاء والأرض ﴾
“İslam, garib olarak başlamıştır. Yine garib olarak (eski haline) dönecektir. Gariblere müjdeler olsun! Yaşadığı toprak parçası üzerinden ölen mümin kimseye ‘garib’ dir denmez. Gariblik, yaşadığı toprak parçasından uzakta yaşayan kimse için geçerlidir. Gök ve yer, (işte bu şekilde ölen) bu kimse için yas tutar.” (Sehâvî’nin sözü burada bitmektedir.)
Suyûtî (ö.
Bu konuda daha geniş bilgi için Suyûtî (ö.
* * *
[139] “Garip”, yabancı yerde bulunan kimseye denir. Hadis, müminin; hangi şartlarda olursa olsun gelecek hakkında karamsar ve kötümser olmaması gerektiğini belirtmektedir. Öyleyse hadisi; “İslam, tarihte eşine rastlanmayan fevkalade hızlı bir yükselmeyle başladı. Ahir zamanda da tekrar böyle bir yükselmeye mahzar olacak” şeklinde anlamak, o mutlu günleri hazırlayan “garipler olma” emel ve gayretine girmek daha uygundur.
Şu halde Resulullah (s.a.v), İslam dışı adetleri hayattan çıkararak asli hüviyetiyle İslam’ı hayata tatbik edecek olan garipleri müjdelemekte, ümmete de böyle bir istikbali müjdelemektedir.
Hadisin bazı lafızlarında karamsarlık belirten ifadeler varsa bile, müjdeli hali anlatan şu hadis, garipleri şöyle anlatmaktadır:
“Garipler, benden sonra insanların ifsat edip bozdukları sünnetimi düzeltecek olan kimselerdir” (Tirmizî, İman
[140] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr,
[141] Müslim, İman
[142] Müsned,
[143] Taberânî, el-Kebir
[144] Taberânî, el-Kebir,
[145] Müsned,
[146] Müslim, İmân Müslim, İman
[147] İki mescid ile kast edilen, Mekke’de bulunan Mescidi Haram ile Medine’de bulunan Mescidi Nebevî’dir.
[148] Müslim, İmân
[149] Müsned,
[150] Müsned,
[151] Müsned,
[next]
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.