KADER HAKKINDA BİR BAB
10- KADER HAKKINDA BİR BAB
80) ... Abdullah İbni Mesud (radıyallahü anh)’den :Şöyle demiştir : Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize (insanın yaratılışından) haber verdi. O, daima doğru söyleyen ve (Rabbi tarafından) kendisine doğru bilgiler vahiy edilen zattır. Buyurdu ki :
(Şüphesiz, biriniz (yaratılırken) asıl maddesi anasının karnında toplanır. (=yaratılmaya elverişli bir hale gelir). Sonra bir o kadar (40 günlük) süre içinde bu madde, kan pıhtısı haline dönüşür. Bundan sonra da o kadar zaman zarfında mudğa (= bir çiğnem et) olur. Daha sonra Allah ona bir melek gönderir de (tekamül eden mudğa için şu) dört kelimeyi yazması emrolunur : Allah, meleğe : - Onun amelini, ecelini, rızkını, şaki veya said olduğunu yaz- der. (= Meleğe bu malumatı verip yazdırır).
Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki : Gerçekten sizden bir kişi Cennet ehlinin işlediği (iyi) şeyleri işler. Hatta kendisi ile Cennet arasında yalnız bir arşın mesafe kalır. Bu esnada (Meleğin, ana karnında yazdığı) yazı gelir: o kişiyi önler. Bu kere o şahıs Cehennem ehlinin işlediğini işlemeye başlar ve Cehenneme girer. Sizden bir (başka) kişi de Cehennemlik olanların işlediği (fenalıkları) işler. Hatta kendisi ile Cehennem arasında bir kulaç mesafe kalır. Bu sırada (Meleğin yazdığı) kitabı gelir onu önler. Bu defa da o kişi Cennetlik olanların (hayır) işlerini yapar ve Cennete girer. )
81) ... İbnü’d Deylemi (radıyallahü anh)’den gelen rivâyete göre kendisi şöyle demiştir:
Kader konusunda bir şey (şüphe) benim içime girdi. Ben bunun, dinimi ve durumumu bozmasından korktum. Bunun üzerine Ubey bin Kab (radıyallahü anh)’e vardım ve (Ey Ebel Münzir! Bu Kader meselesi hakkında gerçekten bir şey (şüphe) kalbime girdi. Ben de dinim ve halimden korktum. Kader meselesi ile ilgili aydınlatıcı bir şeyler bana söyle. Senin sözlerinden istifade ettirmesini Allah’tan umarım. ) dedim. Ubey (radıyallahü anh) :
( Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazip etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah’ın rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu ve eğer senin uhud dağı kadar altının veya Uhud dağı kadar (malın) olup hepsini Allah yolunda harcasaydın sen kadere inanmadıkça ve senin başına gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkansızlığını ve başına gelmemiş olan bir şeyin gelmesinin imkansız olduğunu bilmedikçe, harcadığın hayratın kabul edilmiş olmazdı. Şayet bu itikaddan başka bir inanç üzerinde ölürsen muhakkak Cehenneme gireceğini bilmedikçe bu hayratı yapmış olsaydın bile kabul edilmezdi. Kardeşim Abdullah İbni Mesud’a varıp ona (da Kader meselesini sormanda senin için mahzur yok ), dedi
(İbnü’d Deylemi diyor ki) : Bunun üzerine ben Abdullah İbni Mesud (radıyallahü anh)’a vardım. Ona sordum. O da Ubeyy bin Kab’ın söylediklerinin benzerini anlattı ve ( Huzeyfe (radıyallahü anh)’e gitmen fena olmaz) dedi. Bundan sonra Huzeyfe (radıyallahü anh)‘in yanına gidip (bu meseleyi) ona sordum. Kendisi de Ubeyy ve İbni Mesud (radıyallahü anh)’in sözlerine benzer sözler söyledi ve: ( Zeyd bin Sabit’e git ona sor. ) dedi. Bunun üzerine Zeyd (radıyallahü anh)’e vardım. Ona da sordum. Zeyd (radıyallahü anh) : Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittim. Şöyle buyurdu :
( Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazib etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah’ın rahmeti onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığında daha hayırlı olurdu ve eğer senin Uhud kadar altın veya Uhud dağı kadar altının olup hepsini Allah yolunda harcasaydın, sen Kader’in hepsine inanmadıkça ve senin başına gelmiş olan şeylerin gelmemesinin imkansızlığını ve başına gelmemiş olan şeylerin gelmesinin imkansız olduğunu bilmedikçe (inanıp kabul etmedikçe); keza anlatılan bu itikaddan başka bir akide üzerinde ölürsen şüphesiz cehenneme gireceğini kesinlikle kabullenerek bilmedikçe (yaptığın harcama) senden kabul edilmezdi. )
82) ... Ali (radıyallahü anh)’den: Şöyle söylediği rivâyet edilmiştir: Biz (bir defa Bakiül Garkad kabristanında bir cenaze dolayısı ile) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanında oturuyorduk. O’nun elinde bir asa –dal parçası- vardı. Asası ile yere vurdu. Sonra başını kaldırdı ve buyurdu ki :
- ( Sizden hiçbir kimse yoktur ki, onun Cennetteki veya Cehennemdeki yeri takdir ve tesbit edilmemiş olsun! (Şaki veya Said olduğunu belirtmemiş olsun!) ) Bunun üzerine O’na (bir sahabi tarafından) denildi ki:
- Ya Resûlüllah! Öyle ise amel ve ibadetleri bırakıp Cenab-ı Hakk’ın takdirine dayanmıyalım mı? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) cevaben :
- ( Hayır. Çalışınız ve (amelleri bırakıp) kadere dayanmayınız. Çünkü herkes ne için yaratıldı ise o iş için kendisine kolaylık sağlanmış oluyor. (Kişi said ise ona, saadet ehline ait amellerin ifası kolaylaştırılır. Şaki ise şakavet ehlinin işleri kolaylaştırılır) ) buyurdu ve şu (mealdeki) ayetleri okudu :
= Ama kim (Allah yolunda malını) verir. Allah’tan korkar, o güzel kelimeyi (La ilahe illallah sözünü) tasdik eder ise muhakkak biz onu (Allah’ın rızasına uygun) en kolay yola muvafık kılarız. Fakat kim cimrilik eder (=Allah hakkını ödemez), Allah’ın yardımına ihtiyaç duymaz (kendisini müstağni sayar) ve en güzel sözü (Tevhid kelimesini) inkar eder ise biz de onu en şiddetli (Cehenneme götürücü) yola hazırlarız. ) (Leyl 5-10)
83) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den:şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
( Kuvvetli mümin zayıf müminden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir. Her ikisinde de hayır vardır. Sana menfati olan şeylere düşkün ol. Allah’tan da yardım dile ve (faydalı şeyleri istemek, Allah’tan da yardım dilemek hususunda) gevşeklik etme. Eğer (hoşlanmadığın) bir şey sana isabet ederse (başına gelirse) ben şunu isteseydim, bunu yapsaydım (bu iş başıma gelmezdi) söyleme ve lakin :(Allah (böyle) takdir buyurdu ve dilediğini yapar. ) demelisin. Çünkü Lev (=şunu yapsaydım, böyle olsaydı kelimesi) şeytan (vesvesesine ve) işine yol açar. (= kader’e karşı gelmek güşüncesini kalbe sokar. )
84) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir :
( Adem ve Mûsâ (Aleyhisselam) münakaşa ettiler. Mûsâ (Aleyhisselam) Adem (Aleyhisselam)’a :
- Ya Adem! Sen babamızsın. İşlediğin günahla bizi zarara soktun ve bizi Cennetten çıkarttın, dedi. Adem (Aleyhisselam) da Ona :
- Ya Mûsâ! Allah, insanlar içinden seni seçip kelamını sana verdi. Senin için Tevrat’ı eliyle yazdı. Allah’ın, beni yaratmadan 40 yıl önce hakkımda takdir buyurmuş olduğu bir şey (günah) üzerinde sen beni kınıyor musun? dedi.
Böylece Adem, Mûsâ’yı yendi. Böylece Adem, Mûsâ’yı yendi. Böylece Adem, Mûsâ’yı yendi. (Bu cümleyi 3 defa tekrarladı. )
85) ... Ali (radıyallahü anh)’den Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu, dediği rivâyet olunmuştur.
(Kul, (şu) dört şeye inanmadıkça iman etmiş olmaz. Allah’ın varlığına, birliğine, ortağının olmadığına, şüphesiz benim, Allah’ın Resulu olduğuma, öldükten sonra dirilmeye ve kader’e (iman etmesi gerekir. ) )
86) ... Hazret-i Âişe (radıyallahü anh)’dan, rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ensar’dan erginlik çağına ermiyen bir erkek çocuğun cenazesine davet edildi. Ben de :
( Ya Resûlüllah! ne mutlu buna. Hiç bir kötülük (günah) işlemedi, günah işleme çağına ermedi. (Onun için bu çocuk) Cennet kuşlarından bir kuştur. ) dedim. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Ya Âişe! Şu söylediğin sözden başka şey (yani susmak) daha uygun olur. Şüphesiz Allah Cennet için bir kısım insanlar yarattı. Onları babalarının bellerinde iken Cennet için yarattı. Cehennem için de bazı insanları yarattı. Onları babalarının bellerinde iken Cehennem için yarattı. )
87) ... Ebû Hureyre (radıyallahü anh)’den, şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Kureyş kabilesine mensup müşrikler gelip Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile kader konusunda mücadele ve çekişmeye giriştiler. (Müşrikler kaderi inkar ediyorlardı. ) Bu hadise üzerine şu (iki) ayet indi:
(O gün ki mücrimler yüzleri üzerine (Cehennem) ateşi içinde sürükleneceklerdir. (Ve onlara) :Tadın Cehennemin (şiddetli) dokunuşunu! (denecektir. ) Şüphesiz her şeyi bir kader ile yarattık. ) Kamer, 48,49
88) ... Ebû Müleyke (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi Âişe (radıyallahü anha)’ya giderek kader konusunda ona bir şeyler anlattı Âişe : Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittim buyurdular ki :
( Kim kader meselesine ait az bir konuşma (bile) yaparsa Ahiret günü bu konuşmasından sorumlu tutulur. Ve kim bu konuda hiç konuşmaz ise niçin konuşmadı diye sorguya çekilmez. )
89) ...
90) ... Şuayb (radıyallahü anh)’den, babası Muhammed b. Abdillah (radıyallahü anh)’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
Ashâbı Kiram (radıyallahü anh), kader meselesini tartışırken; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onların yanına aniden geldi. Tartıştıklarını anlayınca öfkesinden (mübarek) yüzünde nar tanesi yarılmış gibi kıpkırmızı oldu. Biraz sonra onlara dedi ki :
( Bununla mı emrolundunuz veya bunun için mi yaratıldınız? Kuran'ın bir kısım ayetlerini diğer bir kısım ayetlerle vuruşturuyorsunuz. Sizden önceki ümmetler ancak bu tip (lüzumsuz) tartışma ile helak oldular. ) Ravi (Muhammed) dedi ki : (Babam) Abdullah bin Amr şöyle söyledi :
( Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in (bazı) meclislerinden nefsimin beni geri bıraktığını beğenirdim. Hele bu meclisten beni geri bıraktığını çok beğendim. )
91) ... (Abdullah) İbni Ömer (radıyallahü anh)’den : şöyle dediği rivâyet edilmiştir : Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :
(İslam dininde ) hastalığın (kendiliğinden) bulaşması yok, kuşlarda uğursuzluk yok, baykuş ve Ükey’in (öymesi veya evin damına konmasının) uğursuzluğu da yoktur. ) buyurdu. Bir Arabi ayağa kalkarak :
“Ya Resûlüllah! Sen, (hastalığın bulaşması yoktur, buyurdun, ama) uyuz olan bir devenin deve sürüsünün tümünü uyuz ettiğini gördün mü (buna ne dersin)? ” dedi. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( İşte, O (onların uyuz edilmeleri), kaderdir. (Yoksa) kim ilk deveyi uyuz etti?) buyurdu.
92) ... Şabi (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir :
Adiy bin Hatim Kufe’ye geldiği zaman Kufe halkının fıkıhçılarından bir grupla yanına vardık ve ona : Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’den işittiğim hadisleri bize naklet, dedik. Kendisi de dedi ki: Ben Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e vardım. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) , bana :
- ( Ey Hatim oğlu Adiy! Müslüman ol ki selamete eresin. ) buyurdu. Ben de O’na :
- ( İslam nedir? ) diye sordum. Kendileri :
- ( (İslam) Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim şüphesiz Allah’ın Resulü olduğuma şehadet etmen ve kader’in hayrine, şerrine, tatlısına, acısına, tümü ile iman etmendir.), dedi.
93) ... Ebû Mûsâ el-Eşari (radıyallahü anh)’den: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), şöyle buyurdu, dediği mervidir:
( Kalbin durumu, bomboş arazide rüzgarların döndürdüğü kuşun yeleği haline benzer. )
94) ... Cabir (radıyallahü anh)’den rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir: Ensar’dan bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e gelerek :
Ya Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) benim bir cariyem vardır. Ben ondan azil ediyorum? (Bu hareketim CÂİZ mi?), diye sordu. Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Ona :(Cariyen için takdir edilmiş olan şey (çocuk) kendisine gelecektir. ) dedi. Bundan bir süre sonra Ensari zat, Resûl-i Ekrem’e geldi ve :O cariyem hamile oldu! dedi. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki :
( Bir nefis için takdir edilmiş olan şey mutlaka olur. )
95) ... Sevban (radıyallahü anh)’den, Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu, dediği rivâyet edilmiştir:
( Birr (=hayır, iyilik, ihsan)den başka bir şey ömrü arttırmaz ve dua’dan başka bir şey kader’i geri döndürmez. Şüphesiz adam, işlediği günah yüzünden de rızkından mahrum kılınır. )
96) ... Süraka bin Cüşüm (radıyallahü anh)’den, rivâyet edildiğine göre kendisi şöyle demiştir :Ben Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)’e dedim ki :
- Ya Resûlüllah! Amel, kaderleri çizen kalemin yazdığı mukadderatın cümlesinde mi ki artık kalem onun işini tamamlamış ve kurumuştur? yoksa amel (için geçmişte bir kader oluşu bahis konusu olmayıp kişinin) istikbalde takınacağı tavra göre mi (tahakkuk eder)? Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) :
( Amel, kader ile tesbit edilmiş olan mukadderattan olup kalemin yazıp kuruduğu hususlar içindedir. Herkes ne için yaratıldı ise ona müyesser kılınır. )
97) ... Cabir bin Abdillah (radıyallahü anh)’den : Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) , şöyle buyurdu: dediği rivâyet edilmiştir.
( Bu ümmetin Mecusileri Allah’ın kaderlerini tekzib edenlerdir. Hastalanırlarsa onları ziyaret etmeyiniz, ölürler ise cenazelerinde bulunmayınız ve onlara rastlarsanız onlara selam veriniz. )
١٠ - باب فِي الْقَدَرِ
٨٠ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، وَمُحَمَّدُ بْنُ فُضَيْلٍ، وَأَبُو مُعَاوِيَةَ ح وَحَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مَيْمُونٍ الرَّقِّيُّ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، وَمُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ زَيْدِ بْنِ وَهْبٍ، قَالَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مَسْعُودٍ حَدَّثَنَا رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَهُوَ الصَّادِقُ الْمَصْدُوقُ قَالَ ( يُجْمَعُ خَلْقُ أَحَدِكُمْ فِي بَطْنِ أُمِّهِ أَرْبَعِينَ يَوْمًا ثُمَّ يَكُونُ عَلَقَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يَكُونُ مُضْغَةً مِثْلَ ذَلِكَ ثُمَّ يَبْعَثُ اللَّهُ إِلَيْهِ الْمَلَكَ فَيُؤْمَرُ بِأَرْبَعِ كَلِمَاتٍ فَيَقُولُ اكْتُبْ عَمَلَهُ وَأَجَلَهُ وَرِزْقَهُ وَشَقِيٌّ أَمْ سَعِيدٌ . فَوَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ إِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلاَّ ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ فَيَدْخُلُهَا وَإِنَّ أَحَدَكُمْ لَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ النَّارِ حَتَّى مَا يَكُونُ بَيْنَهُ وَبَيْنَهَا إِلاَّ ذِرَاعٌ فَيَسْبِقُ عَلَيْهِ الْكِتَابُ فَيَعْمَلُ بِعَمَلِ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَيَدْخُلُهَا ).
٨١ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ سُلَيْمَانَ، قَالَ سَمِعْتُ أَبَا سِنَانٍ، عَنْ وَهْبِ بْنِ خَالِدٍ الْحِمْصِيِّ، عَنِ ابْنِ الدَّيْلَمِيِّ، قَالَ وَقَعَ فِي نَفْسِي شَىْءٌ مِنْ هَذَا الْقَدَرِ خَشِيتُ أَنْ يُفْسِدَ عَلَىَّ دِينِي وَأَمْرِي فَأَتَيْتُ أُبَىَّ بْنَ كَعْبٍ فَقَلْتُ أَبَا الْمُنْذِرِ إِنَّهُ قَدْ وَقَعَ فِي قَلْبِي شَىْءٌ مِنْ هَذَا الْقَدَرِ فَخَشِيتُ عَلَى دِينِي وَأَمْرِي فَحَدِّثْنِي مِنْ ذَلِكَ بِشَىْءٍ لَعَلَّ اللَّهَ أَنْ يَنْفَعَنِي بِهِ . فَقَالَ لَوْ أَنَّ اللَّهَ عَذَّبَ أَهْلَ سَمَوَاتِهِ وَأَهْلَ أَرْضِهِ لَعَذَّبَهُمْ وَهُوَ غَيْرُ ظَالِمٍ لَهُمْ وَلَوْ رَحِمَهُمْ لَكَانَتْ رَحْمَتُهُ خَيْرًا لَهُمْ مِنْ أَعْمَالِهِمْ . وَلَوْ كَانَ لَكَ مِثْلُ جَبَلِ أُحُدٍ ذَهَبًا أَوْ مِثْلُ جَبَلِ أُحُدٍ تُنْفِقُهُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ مَا قُبِلَ مِنْكَ حَتَّى تُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ . فَتَعْلَمَ أَنَّ مَا أَصَابَكَ لَمْ يَكُنْ لِيُخْطِئَكَ وَأَنَّ مَا أَخْطَأَكَ لَمْ يَكُنْ لِيُصِيبَكَ . وَأَنَّكَ إِنْ مُتَّ عَلَى غَيْرِ هَذَا دَخَلْتَ النَّارَ وَلاَ عَلَيْكَ أَنْ تَأْتِيَ أَخِي عَبْدَ اللَّهِ بْنَ مَسْعُودٍ فَتَسْأَلَهُ . فَأَتَيْتُ عَبْدَ اللَّهِ فَسَأَلْتُهُ فَذَكَرَ مِثْلَ مَا قَالَ أُبَىٌّ وَقَالَ لِي وَلاَ عَلَيْكَ أَنْ تَأْتِيَ حُذَيْفَةَ . فَأَتَيْتُ حُذَيْفَةَ فَسَأَلْتُهُ فَقَالَ مِثْلَ مَا قَالاَ وَقَالَ ائْتِ زَيْدَ بْنَ ثَابِتٍ فَاسْأَلْهُ . فَأَتَيْتُ زَيْدَ بْنَ ثَابِتٍ فَسَأَلْتُهُ فَقَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَقُولُ ( لَوْ أَنَّ اللَّهَ عَذَّبَ أَهْلَ سَمَوَاتِهِ وَأَهْلَ أَرْضِهِ لَعَذَّبَهُمْ وَهُوَ غَيْرُ ظَالِمٍ لَهُمْ وَلَوْ رَحِمَهُمْ لَكَانَتْ رَحْمَتُهُ خَيْرًا لَهُمْ مِنْ أَعْمَالِهِمْ وَلَوْ كَانَ لَكَ مِثْلُ أُحُدٍ ذَهَبًا أَوْ مِثْلُ جَبَلِ أُحُدٍ ذَهَبًا تُنْفِقُهُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ مَا قَبِلَهُ مِنْكَ حَتَّى تُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ كُلِّهِ فَتَعْلَمَ أَنَّ مَا أَصَابَكَ لَمْ يَكُنْ لِيُخْطِئَكَ وَمَا أَخْطَأَكَ لَمْ يَكُنْ لِيُصِيبَكَ وَأَنَّكَ إِنْ مُتَّ عَلَى غَيْرِ هَذَا دَخَلْتَ النَّارَ ).
٨٢ - حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، ح وَحَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، وَوَكِيعٌ، عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ سَعْدِ بْنِ عُبَيْدَةَ، عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ السُّلَمِيِّ، عَنْ عَلِيٍّ، قَالَ كُنَّا جُلُوسًا عِنْدَ النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ وَبِيَدِهِ عُودٌ فَنَكَتَ فِي الأَرْضِ ثُمَّ رَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ ( مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ وَقَدْ كُتِبَ مَقْعَدُهُ مِنَ الْجَنَّةِ وَمَقْعَدُهُ مِنَ النَّارِ ). قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلاَ نَتَّكِلُ قَالَ ( لاَ اعْمَلُوا وَلاَ تَتَّكِلُوا فَكُلٌّ مُيَسَّرٌ لِمَا خُلِقَ لَهُ ). ثُمَّ قَرَأَ {فَأَمَّا مَنْ أَعْطَى وَاتَّقَى * وَصَدَّقَ بِالْحُسْنَى * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْيُسْرَى * وَأَمَّا مَنْ بَخِلَ وَاسْتَغْنَى * وَكَذَّبَ بِالْحُسْنَى * فَسَنُيَسِّرُهُ لِلْعُسْرَى} .
٨٣ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ الطَّنَافِسِيُّ، قَالاَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِدْرِيسَ، عَنْ رَبِيعَةَ بْنِ عُثْمَانَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ يَحْيَى بْنِ حَبَّانَ، عَنِ الأَعْرَجِ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللَّهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وَفِي كُلٍّ خَيْرٌ احْرِصْ عَلَى مَا يَنْفَعُكَ وَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَلاَ تَعْجِزْ فَإِنْ أَصَابَكَ شَىْءٌ فَلاَ تَقُلْ لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَذَا وَكَذَا . وَلَكِنْ قُلْ قَدَّرَ اللَّهُ وَمَا شَاءَ فَعَلَ فَإِنَّ ( لَوْ ( تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ ).
٨٤ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، وَيَعْقُوبُ بْنُ حُمَيْدِ بْنِ كَاسِبٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ بْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ عَمْرِو بْنِ دِينَارٍ، سَمِعَ طَاوُسًا، يَقُولُ سَمِعْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ، يُخْبِرُ عَنِ النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ قَالَ ( احْتَجَّ آدَمُ وَمُوسَى فَقَالَ لَهُ مُوسَى يَا آدَمُ أَنْتَ أَبُونَا خَيَّبْتَنَا وَأَخْرَجْتَنَا مِنَ الْجَنَّةِ بِذَنْبِكَ . فَقَالَ لَهُ آدَمُ يَا مُوسَى اصْطَفَاكَ اللَّهُ بِكَلاَمِهِ وَخَطَّ لَكَ التَّوْرَاةَ بِيَدِهِ أَتَلُومُنِي عَلَى أَمْرٍ قَدَّرَهُ اللَّهُ عَلَىَّ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَنِي بِأَرْبَعِينَ سَنَةً فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى فَحَجَّ آدَمُ مُوسَى ). ثَلاَثًا .
٨٥ - حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَامِرِ بْنِ زُرَارَةَ، حَدَّثَنَا شَرِيكٌ، عَنْ مَنْصُورٍ، عَنْ رِبْعِيٍّ، عَنْ عَلِيٍّ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( لاَ يُؤْمِنُ عَبْدٌ حَتَّى يُؤْمِنَ بِأَرْبَعٍ بِاللَّهِ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَبِالْبَعْثِ بَعْدَ الْمَوْتِ وَالْقَدَرِ ).
٨٦ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا طَلْحَةُ بْنُ يَحْيَى بْنِ طَلْحَةَ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ، عَنْ عَمَّتِهِ، عَائِشَةَ بِنْتِ طَلْحَةَ عَنْ عَائِشَةَ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ، قَالَتْ دُعِيَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ إِلَى جِنَازَةِ غُلاَمٍ مِنَ الأَنْصَارِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ طُوبَى لِهَذَا عُصْفُورٌ مِنْ عَصَافِيرِ الْجَنَّةِ لَمْ يَعْمَلِ السُّوءَ وَلَمْ يُدْرِكْهُ . قَالَ ( أَوَ غَيْرُ ذَلِكَ يَا عَائِشَةُ إِنَّ اللَّهَ خَلَقَ لِلْجَنَّةِ أَهْلاً خَلَقَهُمْ لَهَا وَهُمْ فِي أَصْلاَبِ آبَائِهِمْ وَخَلَقَ لِلنَّارِ أَهْلاً خَلَقَهُمْ لَهَا وَهُمْ فِي أَصْلاَبِ آبَائِهِمْ ).
٨٧ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا سُفْيَانُ الثَّوْرِيُّ، عَنْ زِيَادِ بْنِ إِسْمَاعِيلَ الْمَخْزُومِيِّ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَبَّادِ بْنِ جَعْفَرٍ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ جَاءَ مُشْرِكُو قُرَيْشٍ يُخَاصِمُونَ النَّبِيَّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فِي الْقَدَرِ فَنَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ {يَوْمَ يُسْحَبُونَ فِي النَّارِ عَلَى وُجُوهِهِمْ ذُوقُوا مَسَّ سَقَرَ * إِنَّا كُلَّ شَىْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ } .
٨٨ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، قَالَ حَدَّثَنَا مَالِكُ بْنُ إِسْمَاعِيلَ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عُثْمَانَ، مَوْلَى أَبِي بَكْرٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي مُلَيْكَةَ، عَنْ أَبِيهِ، أَنَّهُ دَخَلَ عَلَى عَائِشَةَ فَذَكَرَ لَهَا شَيْئًا مِنَ الْقَدَرِ فَقَالَتْ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ يَقُولُ ( مَنْ تَكَلَّمَ فِي شَىْءٍ مِنَ الْقَدَرِ سُئِلَ عَنْهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَمَنْ لَمْ يَتَكَلَّمْ فِيهِ لَمْ يُسْأَلْ عَنْهُ ).
٨٩ - قَالَ أَبُو الْحَسَنِ الْقَطَّانُ حَدَّثَنَاهُ خَازِمُ بْنُ يَحْيَى، حَدَّثَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ شَيْبَانَ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عُثْمَانَ، فَذَكَرَ نَحْوَهُ .
٩٠ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا أَبُو مُعَاوِيَةَ، حَدَّثَنَا دَاوُدُ بْنُ أَبِي هِنْدٍ، عَنْ عَمْرِو بْنِ شُعَيْبٍ، عَنْ أَبِيهِ، عَنْ جَدِّهِ، قَالَ خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ عَلَى أَصْحَابِهِ وَهُمْ يَخْتَصِمُونَ فِي الْقَدَرِ فَكَأَنَّمَا يُفْقَأُ فِي وَجْهِهِ حَبُّ الرُّمَّانِ مِنَ الْغَضَبِ فَقَالَ ( بِهَذَا أُمِرْتُمْ أَوْ لِهَذَا خُلِقْتُمْ تَضْرِبُونَ الْقُرْآنَ بَعْضَهُ بِبَعْضٍ . بِهَذَا هَلَكَتِ الأُمَمُ قَبْلَكُمْ ). قَالَ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو مَا غَبَطْتُ نَفْسِي بِمَجْلِسٍ تَخَلَّفْتُ فِيهِ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ مَا غَبَطْتُ نَفْسِي بِذَلِكَ الْمَجْلِسِ وَتَخَلُّفِي عَنْهُ.
٩١ - حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ، وَعَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، قَالاَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ أَبِي حَيَّةَ أَبُو جَنَابٍ الْكَلْبِيُّ، عَنْ أَبِيهِ، عَنِ ابْنِ عُمَرَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( لاَ عَدْوَى وَلاَ طِيَرَةَ وَلاَ هَامَةَ ). فَقَامَ إِلَيْهِ رَجُلٌ أَعْرَابِيٌّ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَرَأَيْتَ الْبَعِيرَ يَكُونُ بِهِ الْجَرَبُ فَيُجْرِبُ الإِبِلَ كُلَّهَا قَالَ ( ذَلِكُمُ الْقَدَرُ فَمَنْ أَجْرَبَ الأَوَّلَ ).
٩٢ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ عِيسَى الْجَرَّارُ، عَنْ عَبْدِ الأَعْلَى بْنِ أَبِي الْمُسَاوِرِ، عَنِ الشَّعْبِيِّ، قَالَ لَمَّا قَدِمَ عَدِيُّ بْنُ حَاتِمٍ الْكُوفَةَ أَتَيْنَاهُ فِي نَفَرٍ مِنْ فُقَهَاءِ أَهْلِ الْكُوفَةِ . فَقُلْنَا لَهُ حَدِّثْنَا مَا سَمِعْتَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ . فَقَالَ أَتَيْتُ النَّبِيَّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَقَالَ ( يَا عَدِيَّ بْنَ حَاتِمٍ أَسْلِمْ تَسْلَمْ ). قُلْتُ وَمَا الإِسْلاَمُ فَقَالَ ( تَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللَّهِ وَتُؤْمِنُ بِالأَقْدَارِ كُلِّهَا خَيْرِهَا وَشَرِّهَا حُلْوِهَا وَمُرِّهَا ).
٩٣ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ نُمَيْرٍ، حَدَّثَنَا أَسْبَاطُ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ، عَنْ يَزِيدَ الرَّقَاشِيِّ، عَنْ غُنَيْمِ بْنِ قَيْسٍ، عَنْ أَبِي مُوسَى الأَشْعَرِيِّ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( مَثَلُ الْقَلْبِ مَثَلُ الرِّيشَةِ تُقَلِّبُهَا الرِّيَاحُ بِفَلاَةٍ ).
٩٤ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا خَالِي، يَعْلَى عَنِ الأَعْمَشِ، عَنْ سَالِمِ بْنِ أَبِي الْجَعْدِ، عَنْ جَابِرٍ، قَالَ جَاءَ رَجُلٌ مِنَ الأَنْصَارِ إِلَى النَّبِيِّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ لِي جَارِيَةً أَعْزِلُ عَنْهَا قَالَ ( سَيَأْتِيهَا مَا قُدِّرَ لَهَا ). فَأَتَاهُ بَعْدَ ذَلِكَ فَقَالَ قَدْ حَمَلَتِ الْجَارِيَةُ . فَقَالَ النَّبِيُّ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( مَا قُدِّرَ لِنَفْسٍ شَىْءٌ إِلاَّ هِيَ كَائِنَةٌ ).
٩٥ - حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ، حَدَّثَنَا وَكِيعٌ، عَنْ سُفْيَانَ، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عِيسَى، عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أَبِي الْجَعْدِ، عَنْ ثَوْبَانَ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( لاَ يَزِيدُ فِي الْعُمْرِ إِلاَّ الْبِرُّ وَلاَ يَرُدُّ الْقَدَرَ إِلاَّ الدُّعَاءُ وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيُحْرَمُ الرِّزْقَ لِلْخَطِيئَةِ يَعْمَلُهَا ).
٩٦ - حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ عَمَّارٍ، حَدَّثَنَا عَطَاءُ بْنُ مُسْلِمٍ الْخَفَّافُ، حَدَّثَنَا الأَعْمَشُ، عَنْ مُجَاهِدٍ، عَنْ سُرَاقَةَ بْنِ جُعْشُمٍ، قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ الْعَمَلُ فِيمَا جَفَّ بِهِ الْقَلَمُ وَجَرَتْ بِهِ الْمَقَادِيرُ أَوْ فِي أَمْرٍ مُسْتَقْبَلٍ قَالَ ( بَلْ فِيمَا جَفَّ بِهِ الْقَلَمُ وَجَرَتْ بِهِ الْمَقَادِيرُ وَكُلٌّ مُيَسَّرٌ لِمَا خُلِقَ لَهُ ).
٩٧ - حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُصَفَّى الْحِمْصِيُّ، حَدَّثَنَا بَقِيَّةُ بْنُ الْوَلِيدِ، عَنِ الأَوْزَاعِيِّ، عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ، عَنْ أَبِي الزُّبَيْرِ، عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ ـ صلّى اللّه عليه وسلّم ـ ( إِنَّ مَجُوسَ هَذِهِ الأُمَّةِ الْمُكَذِّبُونَ بِأَقْدَارِ اللَّهِ إِنْ مَرِضُوا فَلاَ تَعُودُوهُمْ وَإِنْ مَاتُوا فَلاَ تَشْهَدُوهُمْ وَإِنْ لَقِيتُمُوهُمْ فَلاَ تُسَلِّمُوا عَلَيْهِمْ ).