بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
7. Bâb - Hazret-i Peygambere -sallallahü aleyhi ve sellem Yemeğinin Bereketlenip Artması Konusunda İkram Edilen Şeyler
43. Bize Abdullah b. Amr b. Ebân haber verip (dedi ki) bize Abdurrahman b. Mu ha mm ed el -Muhâribî, Abdulvâhid b. Eymen el -Mekki'den, (o da) babasından (naklen) rivâyet etti (ki Eymen) şöyle dedi: Câbir b. Abdillah'a; "Bana, Resûlüllah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bizzat kendisinden duymuş olduğun bir haberini naklet (ki) ben (de) onu senden (naklen) rivâyet edeyim!" dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi: Biz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber Hendek Gününde (hendek) kazıyorduk. Neyse, hiçbir yemek yememiş, (zaten) buna imkân ve güç (de) bulamamış bir halde üç gün kaldık. Derken hendekde (kazmanın işlemediği) sert bir yer ortaya çıkdı. Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip: "Ya Resûlüllah, dedim, hendekde sert bir yer ortaya çıkdı (bir bakıverseniz!)". (Bu arada) biz üzerine su serpdik. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), karnına (açlıkdan) bir taş sarılmış olduğu halde kalktı, kazmayı veya küreği aldı.
Ardından üç defa besmele çekip (sert yere) vurdu. Bunun üzerine (o yer) akıp dağılan bir kum yığını haline geldi. Bunu (yani açlıkdan karnına taş bağlamış olmasını) Resûlüllah'da görünce; "Ya Resûlüllah, bana izin verin!" dedim. O da bana izin verdi. Hanımımın yanına gelip, "Annen seni kaybedesice!" dedim ve şöyle devam ettim: "Resûlüllah'da (sallallahü aleyhi ve sellem) tahammül edemeyeceğim bir şey gördüm. Yanında bir şey (bir yiyecek) var mı?". "Yanımda bir sâ' (üç kilo kadar) arpa ile bir oğlak var!" dedi. (Câbir) dedi ki, arpayı Öğüttük, oğlağı kesdik. Ben (oğlağı) soyup çömleğe koydum.
O arpa (ununu) hamur yaptı. Sonra ben Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına döndüm ve bir müddet kaldım. Sonra (tekrar) ikinci defa izin istedim. O da bana izin verdi. (Eve) geldim, bakdım ki hamur hazır (kabarmış). Hemen ona (yani hanıma) ekmek (yapmasını) emrettim. Ben de çömleği, (sacayağı gibi kullanılan) ocak taşlarının üzerine koydum. -(ed-Dârimî'nin hocası Abdullah b. Amr b. Ebân) Ebû Abdirrahman; "O (yani metinde geçen el -Esâfi kelimesi) el-Esâfiyyu olmalıdır. Fakat böyle (yazılmış, böyle rivâyet ediliyor.)" dedi. - Câbir dedi ki, sonra Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına geldim ve; "Bizde birazcık yemek var. Sen ve seninle beraber bir veya iki adam benimle gelir misiniz?" dedim. "O ne kadardır?" buyurdu. "Bir sâ' arpa ve bir oğlak!" dedim. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ailene dön ve ona de ki, ben gelinceye kadar çömleği ocak taşlarından çekip (indirmesin), ekmeği fırından çıkarmasın!" Ardından da (orada bulunan) insanlara; "Kalkın, Câbir'in evine (gidiyoruz.)" buyurdu.
Câbir dedi ki, bu (söz) üzerine öyle utandım ki ancak Allah bilir! Hemen (evime gelerek) hanımıma; "Annen seni kaybedesice! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün ashâbıyla sana geliyor!" dedim. O, "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sana, yemek ne kadardır" diye sordu muydu?" dedi. "Evet" dedim. Bunun üzerine o, Allah ve Resulü daha iyi bilir! Sen kendisine, yanımızda olanları haber verdin (artık mesele yok!)" dedi. O zaman endişe ettiğim şeylerin bir kısmı benden zail oldu ve (hanımım için kendi kendime) "Gerçekten o doğru söyledi." dedim. Derken Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip içeri girdi. Sonra da ashabına; "Birbirinizi sıkıştırıp (izdihama sebebiyet vermeyiniz!)" buyurdu. Ardından, fırın ve çömleğe, bereketlenip artmaları hayır duasında bulundu. Câbir dedi ki, biz fırından ekmek almaya, çömlekten de et almaya ve, tirid yapıp avuçlayarak onlara vermeğe başladık. (Bu esnada) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Tabağın başına yedi veya sekiz kişi otursun!" buyurdu.
Onlar yiyip (bitirdiklerinde) fırını ve çömleği açtık. Gördük ki, onlar olduklarından daha dolular. Biz böyle yapmaya devam ettik. Her ne zaman fırını açıp çömleğin (kapağını) kaldırdığımızda onları, (Önceden) olduklarından daha dolu bulduk. Nihayet bütün müslümanlar doydular. Yemeğin bir kısmı da geriye kalmıştı. Sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize; "Halka açlık isabet etmiştir. Binaenaleyh yiyin, onlara da yedirin!" buyurdu. Biz de o gün (günboyu) yiyip -yedirmeye devam ettik.
(Eymen) dedi ki, o (yani Câbir) bana onların sekizyüz veya üçyüz kişi olduklarını haber vermişti. Eymen, "(Ama) bu (rakamların) hangisini söylemişdi, bilemiyorum!" diye (ilâve etti).
44. Bize Zekeriyya b. Adiyy haber verip (dedi ki) bize Ubeydullah -ki o ibn Amr'dır. -, Abdulmelik b. Umeyr'den, (o) Abdurrahman b. Ebî Leyla'dan, (o da) Enes b. Mâlik'den (naklen) rivâyet etti (ki Enes) şöyle dedi: (Üvey babam) Ebû Talha, (annem) Ümmü Süleym'e, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) için yiyeceği bir şey yapmasını emretti. (Enes) dedi ki, sonra Ebû Talha beni Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gönderdi. Ben de ona gelip; "Beni Ebû Talha gönderdi, (seni yemeğe davet ediyor.)" dedim. Bunun üzerine (Hazret-i Peygamber orada bulunan) topluluğa; "Kalkın, (davete gidiyoruz!)" buyurdu. Ardından kendisi yola çıkdı. Topluluk da onunla beraber yola çıkdı. (Yolda onu karşılayan) Ebû Talha; "Ya Resûlüllah, dedi, ben gerçekten sadece senin için yemek yaptırmışdım!". (Hazret-i Peygamber; "Bunları doyurmak) sana düşmez. Sen git!" buyurdu. (Enes) dedi ki, (Hazret-i Peygamber) sonra yoluna devam etti. Topluluk da devam etti. (Enes) dedi ki, neyse yemek getirildi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) elini (yemeğin üzerine) koyup besmele çekdi. Sonra da; "On kişiye müsaade et (gelsinler.)" buyurdu. O da onlara müsaade etti, (geldiler). (Hazret-i Peygamber) onlara; "Allah'ın adıyla (bismillah) yiyin!" buyurdu. Onlar da doyuncaya kadar yediler. Sonra kalktılar. (Hazret-i Peygamber) bunu 80 kişiye yaptı. (Enes) dedi ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ev halkı da yedi, (üstelik) geriye yemek bıraktılar.
45. Bize Müslim b. İbrahim haber verip (dedi ki) bize Ebân -ki o el -Attârdır. - rivâyet edip (dedi ki) bize Katâde, Şehr b. Havşeb'den, (o da) Ebû Ubeyd'den (naklen) rivâyet etti ki o (yani Ebû Ubeyd), Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir tencere (yemek) pişirdi. (Yemeğe oturulunca Hazret-i Peygamber) ona; "Bana kolu ver!" buyurdu, kol onun hoşuna gider, (yemesini severdi). O da hemen kolu ona verdi. Sonra (tekrar); "Bana kolu ver!" buyurdu. O da (yine) hemen kolu ona verdi. Sonra (tekrar); "Bana kolu ver!" buyurdu. Bunun üzerine, "Ya Nebiyellah, dedim, koyunun kaç kolu var ki?" (Cevaben) şöyle buyurdu: "Canım elinde olan (Allah'a) yemîn olsun ki, şayet sussaydın, senden istediğim sürece sana kol verilecekdi (veya, sen (bana) kol verecekdin.)"
46. Bize Ebu'n -Nu'mân haber verip (dedi ki) bize Ebû Avâne, el -Esved'den, (o) Nubeyh el -Anezi'den, (o da) Câbir b. Abdillah'dan (naklen) rivâyet etti (ki Câbir) şöyle dedi: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), kendileriyle savaşmak için müşriklere müteveccihen yola çıkdı. O zaman babam Abdullah (bana) şöyle dedi: "Câbir! Hayır, Senin, Medinelilerin gözcüleri arasında olman lâzım. Tâki işimizin neye varacağını bilesin! Zira, vallahi, ben ardımda kızlarımı bırakmasaydım senin önünde öldürülmeni arzu ederdim!" (Câbir) dedi ki, derken ben gözcülerin arasındayken halam babamı ve dayımı onları mezarlığımızda defnetmek için getiriverdi. Peşinden; "Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) size, ölüleri geri götürüp, öldürüldükleri yerde mezarlarına gömmenizi emrediyor!" diye bağıran bir adam ulaştı. Bunun üzerine onları geri götürüp öldürüldükleri yerlerde mezarlarına defnettik.
Daha sonraları bir ara ben Muâviye b. Ebî Süfyân'ın halifeliği dönemindeyken bir adam çıkageldi ve; "Câbir b. Abdillah! Muâviye'nin görevlileri babanın toprağını kaptırdı (mezarım açtı)lar. O, (bu mezar açma işini) başlattı ve onlardan bir kısmını çıkardı." dedi. Hemen onun (yani babamın kabrinin) yanına gittim. Onu, ölüden ayrılmayan bazı şeyler, (ölüde görülebilecek bazı değişiklikler) hariç, değişmemiş bir halde, gömdüğüm gibi buldum. (Câbir) dedi ki, sonra onu örttüm. Babam (öldüğünde geriye) bir miktar hurma borcu bırakmıştı. Borçlu olduğu kimselerden biri, alacağını alma hususunda bana zorluk çıkardı.
Ben de, Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle dedim: "Ya Resûlüllah! Babam şu şu günde isabet almış, (şehid olmuştu). O (geriye) bir miktar hurma borcu bırakmıştı. Borçlu olduğu kimselerden biri (borcunu) isteme hususunda bana güçlük çıkardı. Bu sebeple bana, bu şahıs nezdinde yardım etmeni arzu ediyorum. Belki şu önümüzdeki hurma hasadına kadar (alacaklı olduğu) hurmasının bir kısmında bana mühlet verir!" "Peki, buyurdu, inşallah gün ortasına yakın sana gelirim." Sonra beraberinde yakın arkadaşları olduğu halde geldi ve gölgede oturdular. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) selam verip giriş izni istedi. Ardından (izin verilince) yanıma (evime) girdi. (Câbir) dedi ki, ben hanımıma önceden; "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bugün gün ortasında bana gelecek, sakın seni (ortalıkta) görmesin! (Evimde) hiçbir şey hususunda Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) incitme, ona söz söyleme!" demiştim.
Neyse bir yaygı yaydım, -bir yastık koydum! O da başını koydu, uyudu. Ben bir köleme dedim ki; "Şu oğlağı kes! O evde beslenmiş, etli -yağlıdır. Ama çabuk ol, acele et! Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanmadan önce onu bitir. Ben de seninle beraberim, (sana yardım edeceğim.)" Onun (işini halletmeye) devam ettik. Nihayet o (yani Hazret-i Peygamber) uyurken (işini) bitirdik. Sonra; "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandığı zaman (abdest) suyunu ister. (Abdest almasını) bitirince kalkıp (gitmesinden) endişe ediyorum. Binaenaleyh abdestini bitirmeden, (pişmiş) oğlak önüne konulmuş olsun!" dedim.
O uyanınca; "Câbir, buyurdu, bana (abdest) suyu getir". "Peki" dedi(m). Müteakiben, abdestini bitirmeden, (pişmiş) oğlak önüne kondu. (Câbir) dedi ki, o zaman bana bakıp şöyle buyurdu: "Eti sevdiğimizi sanki bilmişsin gibi! Ebû Bekr'i çağır!". Sonra (dışardaki diğer) yakın arkadaşlarını çağır(t)tı. (Câbir) dedi ki, daha sonra yemek getirilip (ortaya) kondu. (Câbir) dedi ki, bunun üzerine o, elini koyup; "Bismillah! Yiyiniz!" buyurdu. Doyuncaya kadar yediler. (Geriye) çokça da et arttı. (Câbir) dedi ki; "Vallahi Selimeoğullarının (yani kendi kabilesinin) insanları ona (yani Hazret-i Peygambere iştiyakla) bakmaktadırlar. O, onlara gözlerinden daha sevgilidir. (Ama) incitme korkusuyla ona yaklaşmıyorlar!". Sonra (Hazret-i Peygamber) kalktı. Ashabı da kalkdı ve, onun önünde dışarı çıktılar. (Hazret-i Peygamber) şöyle buyururdu: "Sırtımı (arkamı) meleklere bırakın." (Câbir) dedi ki, kapının eşiğine varıncaya kadar peşlerinden gittim. (Bu esnada) hanımım (bulunduğu yerden) başını çıkardı, -halbuki o gizlenmeyi seven birisi idi.- ve; "Ya Resûlüllah, dedi, bana ve kocama dua buyurun!." (Hazret-i Peygamber) bunun üzerine; "Allah sana ve kocana merhamet etsin. " buyurdu.
Sonra, (alacağını) isteme hususunda bana zorluk çıkaran alacaklı için; "Bana falanı çağırın." buyurdu. (O çağrıldı ve geldi. Hazret-i Peygamber) de; "Câbir'e, babasından kalan borcunun bir kısmını şu önümüzdeki hasada kadar te'hir ediver." buyurdu. (Alacaklı adam); "Yapamam!" dedi. (Câbir) dedi ki, (alacaklı adam); "O yetimlerin malıdır." diyerek mazeret ileri sürdü. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Câbir nerede?" buyurdu. "Ben buradayım, ya Resûlüllah!" dedim. "Acve hurmasından ona ölç, (ver), buyurdu, zira Allahü teâlâ ona hakkını tam verecektir." Sonra başını göğe kaldırdı. Güneşin batıya yöneldiğini gördü, şöyle buyurdu: "Ebû Bekr, namaz!". (Câbir) dedi ki, bundan sonra mescide geri döndüler. Ben de borçluma; "Kaplarını yaklaştır." dedim ve acve hurmasından ona ölçüp (verdim). Allah da ona hakkını tam verdi. (Üstelik) bize hurmadan şu kadar da arttı.
Ardından ben bir kıvılcım gibi, koşarak, mescidinde iken Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim ve Resûlüllah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem), namazını kılmış olduğu bir halde buldum. Kendisine dedim ki; "Ya Resûlüllah! Ben borçluma hurmasını ölçüp (verdim). Allah da ona hakkını tam verdi. (Üstelik) bize şu kadar da hurma arttı." Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ömer İbnu'l -Hattâb nerede?" buyurdu. (Câbir) dedi ki, Ömer hemen koşarak geldi. (Hazret-i Peygamber); "Câbir'e borçlusunu ve hurmasını sor bakalım!" buyurdu. O şöyle cevap verdi: "Ona soracak değilim. Sen, Allah'ın ona hakkını tam vereceğini haber verdiğin zaman yakînen bilmiştim ki Allah ona hakkını tam verecektir." (Hazret-i Peygamber aynı sözü) ona tekrar söyledi. O da bu cevabını ona tekrar söyledi.
Üç defa böyle yaptılar. Her defasında (Hazret-i Ömer) "Ona soracak değilim." diyordu. (Hazret-i Peygamber böyle durumlarda) üçüncü defadan sonra tekrar etmezdi. Bu sebeble (Hazret-i Ömer); "Borçlunla hurman ne yapdı?" dedi. (Câbir) dedi ki; "Allah ona hakkını tam verdi. (Üstelik) bize şu kadar da hurma arttı." dedim. Daha sonra hanımımın yanına döndüm ve; "Evimde Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) söz soylemekden seni menetmemiş miydim?" dedim. O da şöyle cevap verdi: "Allahü teâlâ'nın, peygamberin evime getireceğini, sonra da, kendim ve kocam için ondan dua taleb etmeden çıkacağını mı zannedersin!
٧- باب مَا أُكْرِمَ بِهِ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى بَرَكَةِ طَعَامِهِ
٤٣ - أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ بْنِ أَبَانَ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مُحَمَّدٍ الْمُحَارِبِىُّ عَنْ عَبْدِ الْوَاحِدِ بْنِ أَيْمَنَ الْمَكِّىِّ عَنْ أَبِيهِ قَالَ قُلْتُ لِجَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ : حَدِّثْنِى بِحَدِيثٍ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- سَمِعْتَهُ مِنْهُ أَرْوِيهِ عَنْكَ. فَقَالَ جَابِرٌ : كُنَّا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- يَوْمَ الْخَنْدَقِ نَحْفُرُهُ ، فَلَبِثْنَا ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ لاَ نَطْعَمُ طَعَاماً ، وَلاَ نَقْدِرُ عَلَيْهِ ، فَعَرَضَتْ فِى الْخَنْدَقِ كُدْيَةٌ فَجِئْتُ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذِهِ كُدْيَةٌ قَدْ عَرَضَتْ فِى الْخَنْدَقِ ، فَرَشَشْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ ، فَقَامَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَبَطْنُهُ مَعْصُوبٌ بِحَجَرٍ ، فَأَخَذَ الْمِعْوَلَ أَوِ الْمِسْحَاةَ ، ثُمَّ سَمَّى ثَلاَثاً ، ثُمَّ ضَرَبَ فَعَادَتْ كَثِيباً أَهْيَلَ ، فَلَمَّا رَأَيْتُ ذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- قُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ ائْذَنْ لِى - قَالَ - فَأَذِنَ لِى فَجِئْتُ امْرَأَتِى فَقُلْتُ : ثَكِلَتْكِ أُمُّكِ فَقُلْتُ قَدْ رَأَيْتُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- شَيْئاً لاَ صَبْرَ لِى عَلَيْهِ ، فَهَلْ عِنْدَكِ مِنْ شَىْءٍ؟ فَقَالَتْ : عِنْدِى صَاعٌ مِنْ شَعِيرٍ ، وَعَنَاقٌ. قَالَ : فَطَحَنَّا الشَّعِيرَ ، وَذَبَحْنَا الْعَنَاقَ وَسَلَخْتُهَا ، وَجَعَلْتُهَا فِى الْبُرْمَةِ ، وَعَجَنْتُ الشَّعِيرَ ، ثُمَّ رَجَعْتُ إِلَى النَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَلَبِثْتُ سَاعَةً ثُمَّ اسْتَأْذَنْتُهُ الثَّانِيَةَ ، فَأَذِنَ لِى فَجِئْتُ فَإِذَا الْعَجِينُ قَدْ أَمْكَنَ ، فَأَمَرْتُهَا بِالْخَبْزِ ، وَجَعَلْتُ الْقِدْرَ عَلَى الأَثَاثِى - قَالَ أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ : إِنَّمَا هِىَ الأَثَافِىُّ وَلَكِنْ هَكَذَا قَالَ - ثُمَّ جِئْتُ النَّبِىَّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقُلْتُ : إِنَّ عِنْدَنَا طُعَيْماً ، فَإِنْ رَأَيْتَ أَنْ تَقُومَ مَعِى أَنْتَ وَرَجُلٌ أَوْ رَجُلاَنِ مَعَكَ. فَقَالَ :( وَكَمْ هُوَ؟ ). قُلْتُ : صَاعٌ مِنْ شَعِيرٍ وَعَنَاقٌ. فَقَالَ :( ارْجِعْ إِلَى أَهْلِكَ وَقُلْ لَهَا لاَ تَنْزِعِ الْقِدْرَ مِنَ الأَثَاثِى وَلاَ تُخْرِجِ الْخُبْزَ مِنَ التَّنُّورِ حَتَّى آتِىَ ). ثُمَّ قَالَ لِلنَّاسِ : ( قُومُوا إِلَى بَيْتِ جَابِرٍ ). قَالَ : فَاسْتَحْيَيْتُ حَيَاءً لاَ يَعْلَمُهُ إِلاَّ اللَّهُ ، فَقُلْتُ لاِمْرَأَتِى : ثَكِلَتْكِ أُمُّكِ ، قَدْ جَاءَكِ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- بِأَصْحَابِهِ أَجْمَعِينَ. فَقَالَتْ : أَكَانَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- سَأَلَكَ كَمِ الطَّعَامُ؟ فَقُلْتُ : نَعَمْ فَقَالَتْ : اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ ، قَدْ أَخْبَرْتَهُ بِمَا كَانَ عِنْدَنَا. قَالَ : فَذَهَبَ عَنِّى بَعْضُ مَا كُنْتُ أَجِدُ وَقُلْتُ : لَقَدْ صَدَقْتِ ، فَجَاءَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَدَخَلَ ثُمَّ قَالَ لأَصْحَابِهِ :( لاَ تَضَاغَطُوا ). ثُمَّ بَرَّكَ عَلَى التَّنُّورِ وَعَلَى الْبُرْمَةِ - قَالَ - فَجَعَلْنَا نَأْخُذُ مِنَ التَّنُّورِ الْخُبْزَ ، وَنَأْخُذُ اللَّحْمَ مِنَ الْبُرْمَةِ فَنُثَرِّدُ وَنَغْرِفُ لَهُمْ ، وَقَالَ النَّبِىُّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( لِيَجْلِسْ عَلَى الصَّحْفَةِ سَبْعَةٌ أَوْ ثَمَانِيَةٌ ). فَإِذَا أَكَلُوا كَشَفْنَا عَنِ التَّنُّورِ وَكَشَفْنَا عَنِ الْبُرْمَةِ ، فَإِذَا هُمَا أَمْلأُ مِمَّا كَانَا ، فَلَمْ نَزَلْ نَفْعَلُ ذَلِكَ كُلَّمَا فَتَحْنَا التَّنُّورَ وَكَشَفْنَا عَنِ الْبُرْمَةِ وَجَدْنَاهُمَا أَمْلأَ مِمَّا كَانَا حَتَّى شَبِعَ الْمُسْلِمُونَ كُلُّهُمْ ، وَبَقِىَ طَائِفَةٌ مِنَ الطَّعَامِ ، فَقَالَ لَنَا رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( إِنَّ النَّاسَ قَدْ أَصَابَتْهُمْ مَخْمَصَةٌ ، فَكُلُوا وَأَطْعِمُوا ). فَلَمْ نَزَلْ يَوْمَنَا نَأْكُلُ وَنُطْعِمُ. قَالَ وَأَخْبَرَنِى : أَنَّهُمْ كَانُوا ثَمَانَمِائَةٍ أَوْ قَالَ ثَلاَثَمِائَةٍ . قَالَ أَيْمَنُ : لاَ أَدْرِى أَيُّهُمَا قَالَ.
٤٤ - أَخْبَرَنَا زَكَرِيَّا بْنُ عَدِىٍّ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللَّهِ - هُوَ ابْنُ عَمْرٍو - عَنْ عَبْدِ الْمَلِكِ بْنِ عُمَيْرٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِى لَيْلَى عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ : أَمَرَ أَبُو طَلْحَةَ أُمَّ سُلَيْمٍ أَنْ تَجْعَلَ لِرَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- طَعَاماً يَأْكُلُ مِنْهُ - قَالَ - ثُمَّ بَعَثَنِى أَبُو طَلْحَةَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَأَتَيْتُهُ فَقُلْتُ : بَعَثَنِى إِلَيْكَ أَبُو طَلْحَةَ فَقَالَ لِلْقَوْمِ :( قُومُوا ). فَانْطَلَقَ وَانْطَلَقَ الْقَوْمُ مَعَهُ ، فَقَالَ أَبُو طَلْحَةَ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا صَنَعْتُ طَعَاماً لِنَفْسِكَ خَاصَّةً. فَقَالَ :( لاَ عَلَيْكَ انْطَلِقْ ). قَالَ : فَانْطَلَقَ وَانْطَلَقَ الْقَوْمُ - قَالَ - فَجِىءَ بِالطَّعَامِ ، فَوَضَعَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- يَدَهُ وَسَمَّى عَلَيْهِ ، ثُمَّ قَالَ :( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). قَالَ : فَأَذِنَ لَهُمْ. فَقَالَ :( كُلُوا بِاسْمِ اللَّهِ ). فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا ، ثُمَّ قَامُوا ، ثُمَّ وَضَعَ يَدَهُ كَمَا صَنَعَ فِى الْمَرَّةِ الأُولَى وَسَمَّى عَلَيْهِ ، ثُمَّ قَالَ :( ائْذَنْ لِعَشَرَةٍ ). فَأَذِنَ لَهُمْ ، فَقَالَ :( كُلُوا بِاسْمِ اللَّهِ ). فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا ، ثُمَّ قَامُوا حَتَّى فَعَلَ ذَلِكَ بِثَمَانِينَ رَجُلاً ، وَأَكَلَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَأَهْلُ الْبَيْتِ وَتَرَكُوا سُؤْراً.
٤٥ - أَخْبَرَنَا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا أَبَانُ - هُوَ الْعَطَّارُ - حَدَّثَنَا قَتَادَةُ عَنْ شَهْرِ بْنِ حَوْشَبٍ عَنْ أَبِى عُبَيْدٍ : أَنَّهُ طَبَخَ لِلنَّبِىِّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- قِدْراً ، فَقَالَ لَهُ :( نَاوِلْنِى ذِرَاعَهَا ). وَكَانَ يُعْجِبُهُ الذِّرَاعُ ، فَنَاوَلَهُ الذِّرَاعَ ، ثُمَّ قَالَ :( نَاوِلْنِى ذِرَاعاً ). فَنَاوَلَهُ ذِرَاعاً ، ثُمَّ قَالَ :( نَاوِلْنِى ذِرَاعاً ). فَقُلْتُ : يَا نَبِىَّ اللَّهِ وَكَمْ لِلشَّاةِ مِنْ ذِرَاعٍ؟ فَقَالَ :( وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ أَنْ لَوْ سَكَتَّ لأُعْطِيتُ أَذْرُعاً مَا دَعَوْتُ بِهِ ).
٤٦ - أَخْبَرَنَا أَبُو النُّعْمَانِ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنِ الأَسْوَدِ عَنْ نُبَيْحٍ الْعَنَزِىِّ عَنْ جَابِرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ : خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- إِلَى الْمُشْرِكِينَ لِيُقَاتِلَهُمْ فَقَالَ أَبِى : عَبْدُ اللَّهِ : يَا جَابِرُ لاَ عَلَيْكَ أَنْ تَكُونَ فِى نَظَّارِى أَهْلِ الْمَدِينَةِ حَتَّى تَعْلَمَ إِلَى مَا يَصِيرُ أَمْرُنَا ، فَإِنِّى وَاللَّهِ لَوْلاَ أَنِّى أَتْرُكُ بَنَاتٍ لِى بَعْدِى لأَحْبَبْتُ أَنْ تُقْتَلَ بَيْنَ يَدَىَّ . قَالَ : فَبَيْنَمَا أَنَا فِى النَّظَّارِينَ إِذْ جَاءَتْ عَمَّتِى بِأَبِى وَخَالِى لِتَدْفِنَهُمَا فِى مَقَابِرِنَا ، فَلَحِقَ رَجُلٌ يُنَادِى : إِنَّ النَّبِىَّ -صلّى اللّه عليه وسلّم- يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَرُدُّوا الْقَتْلَى فَتَدْفِنُوهَا فِى مَضَاجِعِهَا حَيْثُ قُتِلَتْ. فَرَدَدْنَاهُمَا فَدَفَنَّاهُمَا فِى مَضْجَعِهِمَا حَيْثُ قُتِلاَ فَبَيْنَا أَنَا فِى خِلاَفَةِ مُعَاوِيَةَ بْنِ أَبِى سُفْيَانَ إِذْ جَاءَنِى رَجُلٌ فَقَالَ : يَا جَابِرُ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ لَقَدْ أَثَارَ أَبَاكَ عُمَّالُ مُعَاوِيَةَ فَبَدَا ، فَخَرَجَ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ. فَانْطَلَقْتُ إِلَيْهِ فَوَجَدْتُهُ عَلَى النَّحْوِ الَّذِى دَفَنْتُهُ لَمْ يَتَغَيَّرْ إِلاَّ مَا لَمْ يَدَعِ الْقَتِيلَ - قَالَ - فَوَارَيْتُهُ ، وَتَرَكَ أَبِى عَلَيْهِ دَيْناً مِنَ التَّمْرِ ، فَاشْتَدَّ عَلَىَّ بَعْضُ غُرَمَائِهِ فِى التَّقَاضِى ، فَأَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَبِى أُصِيبَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا وَإِنَّهُ تَرَكَ عَلَيْهِ دَيْناً مِنَ التَّمْرِ ، وَإِنَّهُ قَدِ اشْتَدَّ عَلَىَّ بَعْضُ غُرَمَائِهِ فِى الطَّلَبِ ، فَأُحِبُّ أَنْ تُعِينَنِى عَلَيْهِ ، لَعَلَّهُ يُنْظِرُنِى طَائِفَةً مِنْ تَمْرِهِ إِلَى هَذَا الصِّرَامِ الْمُقْبِلِ. قَالَ :( نَعَمْ آتِيكَ إِنْ شَاءَ اللَّهُ قَرِيباً مِنْ وَسَطِ النَّهَارِ ). قَالَ : فَجَاءَ وَمَعَهُ حَوَارِيُّوهُ - قَالَ - فَجَلَسُوا فِى الظِّلِّ وَسَلَّمَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَاسْتَأْذَنَ ثُمَّ دَخَلَ عَلَيْنَا - قَالَ - وَقَدْ قُلْتُ لاِمْرَأَتِى : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- جَائِىَّ الْيَوْمَ وَسَطَ النَّهَارِ ، فَلاَ يَرَيَنَّكِ وَلاَ تُؤْذِى رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى شَىْءٍ وَلاَ تُكَلِّمِيهِ فَفَرَشَتْ فِرَاشاً وَوِسَادَةً فَوَضَعَ رَأْسَهُ فَنَامَ ، فَقُلْتُ لِمَوْلًى لِى : اذْبَحْ هَذِهِ الْعَنَاقَ - وَهِىَ دَاجِنٌ سَمِينَةٌ - فَالْوَحَى وَالْعَجَلَ افْرُغْ مِنْهَا قَبْلَ أَنْ يَسْتَيْقِظَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- وَأَنَا مَعَكَ فَلَمْ نَزَلْ فِيهَا حَتَّى فَرَغْنَا مِنْهَا وَهُوَ نَائِمٌ ، فَقُلْتُ : إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- حِينَ يَسْتَيْقِظُ يَدْعُو بِطَهُورٍ ، وَأَنَا أَخَافُ إِذَا فَرَغَ أَنْ يَقُومَ فَلاَ يَفْرُغُ مِنْ طُهُورِهِ حَتَّى يُوضَعَ الْعَنَاقُ بَيْنَ يَدَيْهِ ، فَلَمَّا اسْتَيْقَظَ قَالَ :( يَا جَابِرُ ائْتِنِى بِطَهُورٍ ). قَالَ : نَعَمْ فَلَمْ يَفْرُغْ مِنْ وُضُوئِهِ حَتَّى وَضَعْتُ الْعَنَاقَ بَيْنَ يَدَيْهِ - قَالَ - فَنَظَرَ إِلَىَّ فَقَالَ :( كَأَنَّكَ قَدْ عَلِمْتَ حُبَّنَا اللَّحْمَ ، ادْعُ أَبَا بَكْرٍ ). ثُمَّ دَعَا حَوَارِيِّيهِ قَالَ فَجِىءَ بِالطَّعَامِ فَوُضِعَ - قَالَ - فَوَضَعَ يَدَهُ وَقَالَ :( بِسْمِ اللَّهِ كُلُوا ). فَأَكَلُوا حَتَّى شَبِعُوا وَفَضَلَ مِنْهَا لَحْمٌ كَثِيرٌ ، وَقَالَ : وَاللَّهِ إِنَّ مَجْلِسَ بَنِى سَلَمَةَ لَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ هُوَ أَحَبُّ إِلَيْهِمْ مِنْ أَعْيُنِهِمْ مَا يَقْرَبُونَهُ مَخَافَةَ أَنْ يُؤْذُوهُ ، ثُمَّ قَامَ وَقَامَ أَصْحَابُهُ فَخَرَجُوا بَيْنَ يَدَيْهِ ، وَكَانَ يَقُولُ :( خَلُّوا ظَهْرِى لِلْمَلاَئِكَةِ ). قَالَ : فَاتَّبَعْتُهُمْ حَتَّى بَلَغْتُ سَقُفَّةَ الْبَابِ ، فَأَخْرَجَتِ امْرَأَتِى صَدْرَهَا - وَكَانَتْ سَتِيرَةً - فَقَالَتْ : يَا رَسُولَ اللَّهِ صَلِّ عَلَىَّ وَعَلَى زَوْجِى. قَالَ :( صَلَّى اللَّهُ عَلَيْكِ وَعَلَى زَوْجِكِ ). ثُمَّ قَالَ :( ادْعُوا لِى فُلاَناً ). لِلْغَرِيمِ الَّذِى اشْتَدَّ عَلَىَّ فِى الطَّلَبِ ، فَقَالَ :( أَنْسِئْ جَابِراً طَائِفَةً مِنْ دَيْنِكَ الَّذِى عَلَى أَبِيهِ إِلَى هَذَا الصِّرَامِ الْمُقْبِلِ ). قَالَ : مَا أَنَا بِفَاعِلٍ. قَالَ : وَاعْتَلَّ وَقَالَ : إِنَّمَا هُوَ مَالُ يَتَامَى. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( أَيْنَ جَابِرٌ؟ ). قَالَ قُلْتُ : أَنَا ذَا يَا رَسُولَ اللَّهِ. قَالَ :( كِلْ لَهُ ، فَإِنَّ اللَّهَ تَعَالَى سَوْفَ يُوَفِّيهِ ). فَرَفَعَ رَأْسَهُ إِلَى السَّمَاءِ فَإِذَا الشَّمْسُ قَدْ دَلَكَتْ قَالَ :( الصَّلاَةُ يَا أَبَا بَكْرٍ ). قَالَ : فَانْدَفَعُوا إِلَى الْمَسْجِدِ فَقُلْتُ لِغَرِيمِى : قَرِّبْ أَوْعِيَتَكَ ، فَكِلْتُ لَهُ مِنَ الْعَجْوَةِ فَوَفَّاهُ اللَّهُ ، وَفَضَلَ لَنَا مِنَ التَّمْرِ كَذَا وَكَذَا ، وَكِلْتُ لَهُ مِنْ أَصْنَافِ التَّمْرِ فَوَفَّاهُ اللَّهُ ، وَفَضَلَ لَنَا مِنَ التَّمْرِ كَذَا وَكَذَا - قَالَ - فَجِئْتُ أَسْعَى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى مَسْجِدِهِ كَأَنِّى شَرَارَةٌ ، فَوَجَدْتُ رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- قَدْ صَلَّى فَقُلْتُ : يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّى قَدْ كِلْتُ لِغَرِيمِى تَمْرَهُ فَوَفَّاهُ اللَّهُ ، وَفَضَلَ لَنَا مِنَ التَّمْرِ كَذَا وَكَذَا. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- :( أَيْنَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ؟ ). قَالَ : فَجَاءَ يُهَرْوِلُ قَالَ :( سَلْ جَابِرَ بْنَ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ غَرِيمِهِ وَتَمْرِهِ ). قَالَ : مَا أَنَا بِسَائِلِهِ ، قَدْ عَلِمْتُ أَنَّ اللَّهَ سَوْفَ يُوَفِّيهِ إِذْ أَخْبَرْتَ أَنَّ اللَّهَ سَوْفَ يُوَفِّيهِ. فَرَدَّدَ عَلَيْهِ وَرَدَّدَ عَلَيْهِ هَذِهِ الْكَلِمَةَ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ ، كُلُّ ذَلِكَ يَقُولُ : مَا أَنَا بِسَائِلِهِ. وَكَانَ لاَ يُرَاجَعُ بَعْدَ الْمَرَّةِ الثَّالِثَةِ فَقَالَ : مَا فَعَلَ غَرِيمُكَ وَتَمْرُكَ؟ قَالَ قُلْتُ : وَفَّاهُ اللَّهُ ، وَفَضَلَ لَنَا مِنَ التَّمْرِ كَذَا وَكَذَا ، فَرَجَعْتُ إِلَى امْرَأَتِى فَقُلْتُ : أَلَمْ أَكُنْ نَهَيْتُكِ أَنْ تُكَلِّمِى رَسُولَ اللَّهِ -صلّى اللّه عليه وسلّم- فِى بَيْتِى؟ فَقَالَتْ : تَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ تَعَالَى يُورِدُ نَبِيَّهُ فِى بَيْتِى ثُمَّ يَخْرُجُ وَلاَ أَسْأَلُهُ الصَّلاَةَ عَلَىَّ وَعَلَى زَوْجِى.