Tabîattaki varlıklar his organları ile tanınmaktadır. Duygu organlarına etki eden şeylere varlık denir. Varlıkların beş duygu organına yaptıkları etkilere, tesirlere özellik veya sıfat denir. Varlıklar, birbirlerinden, özellikleri ile ayırt edilmektedir. Işık, ses, su, hava, cam, birer varlık, yâni mevcûddur. Ağırlığı ve hacmi olan yâni boşlukta yer kaplayan varlıklara cevher veya madde denir. Maddeler birbirlerinden, sıfatları, hâssaları ile ayırt edilirler. Hava, su, taş, cam, ayrı birer maddedir. Işık, ses ise, madde değildir. Çünkü ışık ve ses, yer kaplamaz ve ağırlıkları yoktur. Her varlık, enerji yâni kudret taşımaktadır. Yâni, iş yapabilir. Her madde, katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç hâlde bulunabilir. Katı maddelerin şekli vardır. Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli şekilleri yoktur. Bunlar, bulundukları kabın şeklini alırlar. Maddenin şekil almış hâline cisim denir. Maddeler hep cisim hâlinde bulunur.
Bütün cisimler, meselâ dağlar, denizler, her türlü bitki ve hayvanlar, bilinen yüzbeş elementten meydana gelmektedir. Canlı, cansız her cismin yapı taşı, hep bu yüzbeş elementtir. Bütün cisimler, bu yüzbeş elementten birinin veya birkaçının atomlarının bir araya gelmesinden hâsıl olmaktadır. Hava, toprak, su, ısı, ışık, elektrik ve mikroplar, bileşik cisimlerin parçalanmalarına veya cisimlerin birleşmelerine sebep oluyorlar. Sebepsiz hiç bir değişiklik olmaz. Bu değişmelerde, elementler, yâni bu varlıkların yapı taşları, cisimden cisme yer değiştiriyor veya bir cisimden ayrılarak serbest hâle geçiyorlar. Cisimlerin yok olduklarını görüyoruz. Gördüğümüze göre hüküm ederek aldanıyoruz. Çünkü; "Yok oluyor ve var oluyor" dediğimiz bu görünüş, maddelerin değişmelerinden başka bir şey değildir. Bir cismin, meselâ mezârdaki ölünün yok olması, yeni cisimlerin, meselâ suyun, gazların ve toprak maddelerinin var olmaları şeklinde oluyor. Bir değişmede, var olan yeni maddeler, duygu organlarımıza etki etmezlerse, bunların meydana geldiklerini anlayamıyoruz. Bunun için, değişikliğe uğrayan birinci maddeye "Yok oldu" diyoruz.
Yüzbeş elementten her birinin şekillerinin diğerine benzemediği ve her elementte fizik ve kimya olayı olduğu görülmektedir. Bir element, bir bileşiğin yapısına katılınca, iyon hâline geçer. Yâni, atomları elektron verir veya alır. Böylece, bu elementin çeşitli fizik ve kimya özellikleri değişir. Her elementin atomları, bir çekirdekle, elektron denilen çeşitli miktarlarda, daha küçük parçalardan yapılmıştır. Çekirdek, atomun ortasındadır. Hidrojenden başka, bütün atomların çekirdekleri, proton ve nötron denilen taneciklerden yapılmıştır. Protonlar, pozitif elektrik yüklüdür. Nötronlar, elektrik yükü taşımazlar. Elektronlar, negatif elektrik tanecikleridirler ve çekirdek etrâfında dönerler. Elektronlar, her an yörüngelerinde döndükleri gibi, yörüngelerini de değiştirmektedirler.
Atomların çekirdeklerinde de, değişmeler, parçalanmalar olduğu, radyoaktif denilen elementlerden anlaşılmaktadır. Çekirdeklerin bu parçalanmasında, bir elementin başka elemente döndüğü, maddelerin yok olarak enerji (kudret) hâline döndüğü de anlaşılmış, bu değişme Einstein (Aynştayn) tarafından hesâb bile edilmiştir. Demek ki, bileşik cisimlerde olduğu gibi, elementler de, hep değişmekte, bir hâlden başka hâle dönmektedir. Canlı cansız her madde değişmekte, yâni eskisi yok olup, yenisi var olmaktadır. Bugün, var olan her canlı, (her bitki, her hayvan) önce yoktu. Başka canlılar vardı. Bir zaman sonra da, şimdiki canlılardan hiç biri kalmayacak, başka canlılar var olacaktır. Cansız varlıkların da hepsi böyledir. Canlı cansız her varlık, meselâ bir element olan demir veya birkaç cisim karışımı olan taş, kemik, bütün maddeler, bütün zerreler hep değişmektedirler. Yâni eskileri yok olmakta ve başkaları var olmaktadır. Var olan madde ile, yok olan maddenin özellikleri birbirine benziyorsa, insan bu değişikliği anlayamıyor, maddeyi hep var sanıyor. Sinemada, hareket eden film şeridinde, objektif önüne, her an başka resimler gelip gitmekte iken seyircilerin bunu anlamayıp, aynı resmin perdede hareket ettiğini sanmaları gibidir. Kâğıd yanıp kül olunca bu değişikliği anladığımız için, "Kâğıd yok oldu, kül var oldu" diyoruz. Buz eriyince; "Buz yok oldu, su var oldu" diyoruz.
İşte bütün bu hâdiseler ve bütün varlıklar, Allahü teâlânın varlığına alâmet olduğu, O'nun varlığını gösterdiği için, mahlûkların hepsine âlem denir. Varlıkların bir cinsten olanlarına da birer âlem denir. Meselâ insanlar âlemi, melekler âlemi, hayvanlar âlemi, cansız madde âlemi gibi. Yâhud her bir cisim, bir âlemdir. Âlem, yâni her şey hâdisdir, yâni mahlûktur. Yâni, yok iken, sonradan var olmuşlardır. Her zaman, birbirlerinden de var olmaktadırlar. Cisimlerin maddesi de, sıfatları da, hâdisdir ve hepsini Allahü teâlâ yaratmıştır.
İslâm âlimleri, maddelerin ve sıfatlarının hâdis olduğunu birkaç yoldan isbât etmektedirler. Birinci yol, maddeler ve bütün zerreleri hep değişmektedir. Değişmekte olan şey, kadîm olamaz, hâdis olması lâzımdır. Çünkü her maddenin, kendinden öncekinden meydana gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gidemez. Bu değişmelerin bir başlangıcı olması, yâni ilk maddelerin, yoktan var edilmiş olmaları lâzımdır. Yoktan var edilmiş olan ilk maddeler bulunmasaydı, yâni sonraki maddenin kendinden önceki maddeden hâsıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiç bir maddenin var olmaması lâzım gelirdi. Maddelerin var olmaları ve birbirlerinden hâsıl olmaları, yoktan var edilmiş olan ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir.
Ayrıca, gökten düşen bir taşa; "Sonsuzdan geldi" denemez. Çünkü, sonsuz, başlangıcı, ucu yok demektir. Sonsuzdan gelmek, yoktan gelmek olur. Sonsuzdan geldiği düşünülen şeyin, gelmemesi lâzım olur. Gelen bir şeye; "Sonsuzdan geldi" demek, akla, fenne uymayan câhilce bir söz olur. Bunun gibi, insanların birbirlerinden üremeleri, sonsuz öncelerden gelemez. Yoktan yaratılan bir insandan başlıyarak üremeleri lâzımdır. "Yoktan var edilmiş olan ilk insan olmayıp, insanların birbirlerinden üremeleri, sonsuz öncelerden gelmektedir" denirse, hiçbir insanın varolmaması lâzım olur. Her varlık için de böyledir. Maddelerin, cisimlerin birbirlerinden hâsıl olmaları için; "Böyle gelmiş böyle gider. Yoktan var edilmiş ilk maddeler yoktur" demek, akla ve fenne uymayan, câhilce sözdür. Değişmek, sonsuz olmayı değil, yoktan yaratılmış olmayı, yâni vâcib-ül-vücûd olmağı değil, mümkin-ül-vücûd olmağı göstermektedir.
"Bu âlemi yaratanın kendisi ve sıfatları kadîmdir, ezelîdir. Yaratmak sıfatı kadîm olduğundan bu âlemin de kadîm olması lâzım gelmez mi?" denirse: cevap olarak denir ki:
Kadîm olan yaratıcının, maddeleri, zerreleri, çeşitli sebeplerle değiştirdiği, yâni yok edip, bunların yerine başkalarını yaratmakta olduğu, her zaman görülüyor. Kadîm olan yaratıcı, irâde ettiği, dilediği zaman, yâni her zaman maddeleri birbirlerinden yaratmaktadır. Âlemleri, her maddeyi, her zerreyi sebeplerle yarattığı gibi, irâde ettiği zaman, sebepsiz, vâsıtasız olarak, yoktan da yaratır.
Âlemlerin hâdis olduğuna inanan, fânî olduklarına, yâni tekrar yok olacaklarına da inanır. Yok iken, sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok olabilecekleri meydandadır. Bir çok varlıkların yok oldukları, yâni duygu organlarına etki etmeyecek hâle döndükleri, şimdi de görülüyor.
Müslüman olmak için, maddelerin ve cisimlerin, yâni her varlığın, yoktan var edilmiş olduklarına ve tekrar yok olacaklarına inanmak lâzımdır. Cisimlerin yok iken sonradan var olduklarını ve tekrar yok olduklarını yâni şekillerinin ve özelliklerinin kalmadığını görüyoruz. Cisimler yok olunca maddeleri kalıyor ise de, bu maddelerin de ezelî olmadıklarını, çok öncelerde, Allahü teâlâ tarafından yaratılmış olduklarını ve kıyâmet gününde hepsini tekrar yok edeceğini yukarıda bildirdik. Zamânımızın fen bilgileri, buna inanmağa mâni değildir. İnanmamak, fenne iftirâ etmek ve İslâm düşmanı olmak demektir. İslâmiyet, fen bilgilerini reddetmiyor. Din bilgilerini öğrenmemeyi ve ibâdet vazifelerini yapmamayı reddediyor. Fen bilgileri de, İslâmiyeti inkâr etmemektedir.
Âlem, hâdis olunca, bunun yoktan yaratanı vardır. Çünkü hiç bir olayın kendiliğinden olması mümkün değildir. Bu yaratan vâcib-ül-vücûddur. Yâni, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması lâzımdır. Var olması için hiç bir şeye muhtâç değildir. Hep var olması lâzım olmasa mümkin-ül-vücûd olur. Âlemler gibi hadis, yâni mahlûk olur. Mahlûk başka bir mahlûkun değişmesinden veya yoktan var edilir. Onu da yaratan lâzım olur. Böylece sonsuz yaratanlar lâzım olur. Mahlûklardaki değişmelerin sonsuz olamayacağı yukarıda bildirildiği gibi düşünülürse, yaratıcıların da sonsuz olamayacağı, yaratmanın birinci bir yaratıcıdan başlayacağı anlaşılır. Çünkü yaratıcıların birbirlerini yaratmaları sonsuz olarak gider denince, hiç bir yaratıcının bulunmaması lâzım olur. İşte, yaratılmış olmayan birinci ve ilk yaratıcı, mahlûkların tek yaratıcısıdır. O'ndan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yoktur. Yaratıcı yaratılmaz. O, hep vardır. Bir an yok olsa, her mahlûk yok olur. Vâcib-ül-vücûd hiç bir bakımdan hiç bir şeye muhtâç değildir. Yerleri, gökleri, atomları, canlıları, düzenli, hesaplı bir şekilde yaratanın kudretinin, kuvvetinin sonsuz olması, bilici olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik olmaması lâzımdır. Kuvveti sonsuz ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesaplı bir şekilde mahlûkları yaratamaz. Bu yaratıcı birden çok olursa, bir şeyin yaratılmasında, istekleri uymayınca, istediği yapılmayanlar yaratıcı olamazlar ve yaratılan şeyler karma-karışık olur.
Yaratıcıda hiç değişiklik olmaz. Şimdi nasılsa, âlemi yaratmadan önce de öyle idi. Her şeyi yoktan yaratmış olduğu gibi, her zaman da, şimdi de, her şeyi yaratmaktadır. Çünkü değişmek, mahlûk olmayı, yoktan yaratılmış olmayı gösterir. O'nun hep var olduğunu, yok olmayacağını yukarıda bildirdik. Bunun için, O'nda hiç değişiklik olmaz. Mahlûklar ilk yaratılmalarında O'na muhtâç oldukları gibi, her an da muhtâçtırlar. Her şeyi yaratan, her değişikliği yapan yalnız O'dur. Düzenli olmaları için ve insanların yaşıyabilmeleri ve medenî olabilmeleri için, her şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Sebepleri O yarattığı gibi, sebeplerin tesir etmelerini, iş yapabilmelerini de O yaratmaktadır. İnsanlar sebeplerin maddelere tesir etmelerine vâsıta olmaktadır.
Aç olunca, bir şey yemek, hasta olunca ilâç almak, mum yakmak için kibriti çakmak, hidrojen elde etmek için çinko üzerine bir miktar asit dökmek, çimento yapmak için kireç taşı ile kili karıştırıp ısıtmak, süt elde etmek için ineği beslemek, elektrik elde etmek için hidroelektrik santralı kurmak, her çeşit fabrika yapmak, sebepleri kullanarak, yeni şeyler yaratmasına vâsıta olmaktır. İnsanın, irâdesi ve kuvveti de Allahü teâlânın yarattığı birer sebeptir. İnsanlar da Allahü teâlânın yaratmasına vâsıta olmaktadır. Allahü teâlâ, böyle yaratmak istiyor. Görüldüğü gibi; "İnsan bir şey yarattı" demek, akla ve dîne uymayan câhilce, bir sözdür.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.