Herşeyi yoktan vâreden, varlığı muhakkak lâzım olan hakîkî mâbud. Her varlığın yaratanı, sâhibi, hâkimi O'dur. O'nun hâkimi, âmiri, üstü yoktur.
Dînimizde, Allahü teâlânın vâcib-ül-vücûd ve hakîki mâbud ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna inanmak îmânın ilk şartıdır. Allahü teâlâya îmân; "Dünyâ âleminde ve âhıret âleminde bulunan her şeyi, maddesiz, zamansız ve benzersiz olarak yoktan var eden, ancak Allahü teâlâdır" diye kesin inanmaktır. Her maddeyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cisimleri, hücreleri, hayatı, ölümü, her olayı, her reaksiyonu, her çeşit kuvveti, enerji çeşitlerini, hareketleri, kânunları, rûhları, melekleri, canlı cansız her varı yoktan var eden ve hepsini, her an varlıkta durduran yalnız O'dur. Âlemlerde olan her şeyi, hiç biri yok iken, bir anda yarattığı gibi, her zaman, birbirlerinden de var etmektedir. Kıyâmet zamanı gelince, her şeyi bir anda yine yok edecektir. "Her varlığın yaratanı, sâhibi, hâkimi O'dur. O'nun hâkimi, âmiri, üstünü yoktur" diyerek inanmak lâzımdır. Her üstünlük, her kemâl sıfat, O'nundur. O'nda, hiç bir kusur, hiç bir noksan sıfat yoktur. Dilediğini yapabilir. Yaptıkları, kendine veya başkasına faydalı olmak için değildir. Bir karşılık için yapmaz. Bununla beraber, her işinde, hikmetler, faydalar, lütûflar, ihsânlar vardır.
Kullarına iyi olanı, faydalı olanı vermeğe, kimisine sevâb, kimisine azâb yapmağa mecbûr değildir. Asîlerin, günah işleyenlerin hepsini Cennet’e koysa, fadlına, ihsânına yakışır. İtâat, ibâdet edenlerin hepsini Cehennem’e atsa, adâletine uygun olur. Fakat, müslümanları ve ibâdet edenleri Cennet’e sokacağını, bunlara sonsuz nîmetler, iyilikler vereceğini, kâfirleri ise, Cehennem’de sonsuz azâbda bırakacağını dilemiş ve bildirmiştir. O, sözünden dönmez. Bütün canlılar îmân edip, itâat etseler O'na hiç bir faydası olmaz. Bütün âlem kâfir olsa, azgın, taşkın olsa, karşı gelse, O'na hiçbir zarar vermez. Kul, bir şey yapmak dileyince, O da isterse, yaratır. Kullarının her hareketini, her şeyi yaratan O'dur. O dilemezse, yaratmazsa, hiç bir şey hareket edemez. O dilemezse, kimse kâfir olamaz. Kimse isyân edemez. Küfrü, günahları, diler ise de, bunlardan râzı değildir. O'nun işine, kimse karışamaz. "Niçin böyle yaptı? Şöyle yapsaydı." demeğe, sebebini sormağa kimsenin gücü ve hakkı yoktur. Şirkten, küfürden başka, herhangi büyük günahı işleyip, tevbesiz ölen kimseyi, dilerse affeder. Küçük bir günah için dilerse azâb eder. Kâfir, mürted olarak ölenleri hiç affetmiyeceğini, bunlara sonsuz azâb edeceğini bildirmiştir.
Allahü teâlâyı, dünyâda baş gözü ile görmek câizdir. Fakat, kimse görmemiştir. Kıyâmet günü, mahşer yerinde, kâfirlere ve günahı olan mü'minlere, kahr ve celâl ile; sâlih olan mü'minlere ise, lütf ve cemâl ile görünecektir. Mü'minler, erkek olsun, kadın olsun Cennet’te cemâl sıfatı ile görecektir. Melekler de görecektir. Kâfirler, bundan mahrûm kalacaklardır. Cinnîlerin de mahrûm kalacaklarını bildiren haber kuvvetlidir. Hadîs-i şerîfde; "Kıyâmet günü Rabbinizi, ondördüncü ayı gördüğünüz gibi görürsünüz!" buyruldu. Allahü teâlâ dünyâda anlaşılamadan bilineceği gibi, âhırette de anlaşılamadan görülecektir. Allahü teâlânın görüleceğine inanmalı, nasıl görüleceği düşünülmemelidir. Çünkü, Allahü teâlânın işleri akıl ile anlaşılamaz. Dünyâ işlerine benzemez. Fizik ve kimya bilgileri ile ölçülemez. Allahü teâlânın ciheti, karşıda bulunması yoktur. Allahü teâlâ, madde olmadığı gibi, cisim de değildir. Element değildir. Karışım, bileşik değildir. Sayılı değildir, ölçülmez. Hesâb edilmez. O'nda değişiklik olmaz. Mekânlı olmayıp, bir yerde değildir. Zamânlı değildir. Öncesi-sonrası, önü-arkası, altı-üstü, sağı-solu yoktur. Bunun için insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, O'nun hiç bir şeyini anlayamaz. O'nun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, cihet, yer ve bunlar gibi, Allahü teâlâya lâyık olmayan kelimelerin, âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde bulunması, bizim anladığımız ve öğrendiğimiz, bugün kullanılan mânâlarda değildir. Böyle âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere müteşâbihât denir. Bunlara inanmalı, ne ve nasıl olduklarını anlamağa kalkışmamalıdır. Yâhud bunlar, kısaca veya uzun olarak, te'vil olunur. Yâni, Allahü teâlâya yakışacak mânâ verilir. Meselâ, el kelimesi, kudret, enerji demek olur.
Allahü teâlâ üzerinden, gece gündüz ve zaman geçmesi düşünülemez. Allahü teâlâda, hiç bir bakımdan, hiç bir değişiklik olmayacağı için, "Geçmişte, gelecekte şöyledir, böyledir" denemez. Allahü teâlâ, hiç bir şeye hulûl etmez. Hiç bir şeyle birleşmez. Allahü teâlânın zıddı, tersi, benzeri, ortağı, yardımcısı, koruyucusu yoktur. Anası, babası, oğlu, kızı, eşi yoktur. Her zaman, herkes ile hâzır ve her şeyi muhît ve nâzırdır. Herkese şah damarından daha yakındır. Fakat, hâzır olması, ihâta etmesi, beraber ve yakın olması, bizim anladığımız gibi değildir. O'nun yakınlığı, âlimlerin ilmi, fen adamlarının zekâsı ve evliyânın keşf ve şühûdü ile anlaşılamaz. Bunların iç yüzünü, insan aklı kavrayamaz. Allahü teâlâ, zâtında ve sıfatlarında birdir, hiç birinde değişiklik, başkalaşmak olmaz.
Allahü teâlânın isimleri tevkîfîdir. Yâni, İslâmiyette bildirilen isimleri söylemek câiz olup, bunlardan başkasını söylemek câiz değildir. Meselâ Allahü teâlâya âlim denir. Fakat, âlim demek olan fakîh denmez. Çünkü İslâmiyet, Allahü teâlâya "fakîh" dememiştir. Bunun gibi, Allah adı yerine, tanrı demek câiz değildir. Çünkü tanrı, ilâh, mâbud demektir. Meselâ, "Hindlilerin tanrıları öküzdür" denilmektedir. "Birdir Allah, O'ndan başka tanrı yok" denilebilir. Başka dillerdeki Dieu, Gott ve God kelimeleri de, ilâh, mâbud mânâsına kullanılabilir. "Allah" adı yerine kullanılamaz.
Allahü teâlânın isimleri sonsuzdur. "Binbir ismi var" diye meşhûrdur. Yâni, isimlerinden binbir tanesini insanlara bildirmiştir. Muhammed aleyhisselâmın dîninde, bunlardan doksan dokuzu bildirilmiştir. Bunlara "Esmâ-i hüsnâ" denir.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.