Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Mü'minlere mükâfat ve nîmet için hazırlanmış olan Cennet ve inanmıyanlara azâb için hazırlanmış olan Cehennem (şimdi) vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. (Kıyâmet'te her şey yok edilip tekrar yaratıldıktan sonra) ebedî olarak varlıkta kalacaklar hiç yok olmayacaklardır.
Allahü teâlâ, Kuranı kerîmde, Al-i İmrân sûresinin 133. âyetinde meâlen; "Rabbinizin mağfiretine ermek ve göklerin eninde olup, müttekîler için hazırladığımız Cennet’e girmek için müsabaka edin" buyurdu. Ayet-i kerîmede geçen "Ü’iddet: Hazırlanmıştır" kelimesi, Cennet ve Cehennem’in hâlen yaratılmış ve mevcut olduğunu bildirmektedir.
Allahü teâlâya, peygamberlere, Cennet ve Cehennem’e, meleklere inanmıyanlar; eski insanlar câhil imiş, tabîat kuvvetleri karşısında âciz, zavallı kalarak, hayâlî şeylere inanmışlar. Uydurdukları şeylere tapınarak, yalvararak, küçüklüklerini göstermişler. Hâlbuki, bugün atom asrındayız. Tabîate hâkim olup istediğimizi yapıyoruz. Tabîat kuvvetleri hâricinde bir şey yoktur. Cennet, Cehennem, cin, melek, eski insanların uydurduğu şeylerdir. Gidip gören var mı? Görülmeyen, tecrübe edilmeyen şeylere inanılır mı?" diyorlar. İnanmıyanların bu sözleri, târihten haberleri olmadığını gösteriyor. Târih boyunca, her asırda gelen câhiller, kendilerini akıllı, bilgili, eski insanları câhil sanmışlar, Âdem aleyhisselâmdan beri, her asırda gönderilen dinleri, eski câhillerin sözleri diyerek bozmuşlar ve inkâr etmişlerdir. Kur'ân-ı kerîmin bir çok yerinde, kâfirlerin böyle sözleri bildirilmekte ve cevap verilmektedir. Meselâ Mü'minûn sûresinin 30. âyet-i kerîmesinden sonra meâlen buyuruluyor ki: "Nûh'a (aleyhisselâminanmadılar. Onları suda boğduk. Ondan sonra yarattığımız insanlara, içlerinden peygamber gönderdik. Allahü teâlâya ibâdet ediniz. İbâdet edilecek O'ndan başkası yoktur. O'nun azâbından korkunuz! dedik. Dinlemiyenlerden, öldükten sonra tekrar dirilmeğe inanmayanlardan, dünyâ nîmetlerini bol bol vermiş olduğumuz bir çoğu, bu peygamber sizin gibi yiyip içiyor. Kendiniz gibi birçok şeye muhtâç olan birine inanırsanız, aldanmış, ziyân etmiş olursunuz. Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyâdadır. Cennet, Cehennem hep buradadır. Bu dünyâ böyle gelmiş böyle gider, öldükten sonra bir daha dirilmek yoktur, dediler."
Kıyâmet günü vardır. O gün, elbette gelecektir. O gün, gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü ve dağlar, parçalanarak yok olacakdır. Kur'ân-ı kerîm, bunları haber veriyor ve müslümanların bütün fırkaları, buna inanıyor. Buna inanmayan îmânsız olur. Kıyâmette, bütün mahlûklar, yok olup, tekrar yaratılacak, herkes mezârdan kalkacak. Allahü teâlâ çürümüş toz olmuş kemikleri yine diriltecektir. O gün, terâzî kurulacak, herkesin hesâb defterleri uçarak, iyilere sağ taraflarından, kötülere sol taraflarından gelecektir. Cehennem üzerindeki Sırat köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennet’e gidecek; Cehennemlikler de Cehennem’e düşecektir. Bu bildirdiklerimiz, olmayacak şeyler değildir. Muhbir-i sâdık yâni Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdiği için hemen kabûl etmek, inanmak lâzımdır. Hayâle kapılarak şüpheye düşmemelidir. Allahü teâlâ Haşr sûresi 7. âyetinde; "Resûlümün getirdiklerini alınız!" yâni, her söylediğine inanınız! buyuruyor. Kıyâmet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler, kötülere şefâat edecek, araya gireceklerdir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Şefâatim, ümmetimden günahı büyük olanlaradır" buyuruyor. Kâfirler, hesâbdan sonra Cehennem’e girecek, Cehennem’de ve azâbda ebedî kalacaklardır. Mü'minler, Cennet’te ve Cennet nîmetlerinde sonsuz kalacaklardır. Günahı, sevâbından çok olan mü'minlerin, Cehennem’e girip, günahlarına karşılık, bir müddet azâb görmeleri câiz ise de, bunlar, Cehennem’de sonsuz kalmayacaklardır. Kalbinde zerre kadar îmân olan bir kimse, Cehennem’de sonsuz kalmayacak, rahmet-i ilâhiyeye kavuşarak Cennet’e girecektir.
Mü'minler Cennet’e girince burada sonsuz kalacaklar ve hiç çıkmayacaklardır. Bunun gibi inanmıyanlar da Cehennem’e girince sonsuz kalacaklar, ebedî olarak âzâb çekeceklerdir. Kalbinde zerre kadar îmânı bulunanı günahlarının çokluğu sebebi ile Cehennem’e soksalar da, günahları kadar azâb edip, sonunda Cehennem’den çıkarırlar ve onun yüzünü siyah yapmazlar. Kâfirlerin yüzleri ise siyah yapılır. Mü'minleri Cehennem’de zincire bağlamazlar. Boyunlarına tasma takmazlar. Böylece kalplerindeki zerre kadar îmânın hürmeti, kıymeti belli olur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Cennet; kapanmak, gizlenmek, örtünmek mânâsında Arapça bir kelime olup, cenne kökünden gelir. Çoğulu Cennât veya Cinândır. C ve N harflerinden meydana gelen kelimeler örtülü demektir. Cennet denilen yer, meyveler, çiçekler, kokular ile örtülü olduğundan, bu isim verilmiştir. Delilere mecnûn denilmesi de akıllarının örtülü oluşundandır. Geceye "Cünn-i leyl" denir. Çünkü karanlık gün ışığını örtmüştür. Cin denilen mahlûklar da, gözümüzden örtülü olduğu, gizlendiği için cin denildi. Cennet kelimesi, dünyâda bostan; âhırette ise, Cennet denilen sonsuz nîmetlerin bulunduğu yer demektir. Cehennem de, burada derin ateş kuyusu; orada ise Cehennem denilen azâb dolu yere denir.
Cennet; Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerin gidecekleri ve sonsuz olarak zevk ve seâdet içinde yaşayacakları yer demektir. Bütün semâvî dinler ve bâzı semâvî olmayan inanç sistemleri, bu dünyâdan başka, ikinci bir dünyânın yânî âhıretin varlığından haber vermişlerdir. Cennet, başka bir ifâde ile mü’minleri âhırette mükâfatlandırma yerinin adıdır.
Cennet kelimesi çeşitli şekillerde Kur'ân-ı kerîmin yüzkırkyedi yerinde geçmektedir. Allahü teâlâTevbe sûresinin 112. âyet-i kerîmesinde meâlen; "Şirk ve nifakdan tevbe edenler, Allah'a ihlâsla ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû ve secde yapanlar (namaz kılanlar), iyiliği, emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın dînini koruyanlar (onları yerine getirenler var ya)! İşte böyle mü'minleri Cennet ile müjdele..." buyurdu.
Allahü teâlâ mü'min ve müttakî kulları için, âhırette; ebediyyeti ve anlatılamaz nîmetleri bulunan; zevkleri, devamlı emîn bir istirâhat yeri olan Cennet’i hazırladı. Cennet’e girecek olan bu bahtiyâr insanlar, melekler tarafından karşılanacak ve kendilerine Cennet’in kapıları açılacaktır. Kur'ân-ı kerîmde beyân buyurulduğu gibi; "Selâm size, hoş geldiniz, temelli olarak buraya giriniz" denilecektir.
Kur'ân-ı kerîmde yerle göğün toplamına eşit bir genişliğe sâhip bulunduğu bildirilen Cennet; soğuğun sertliğinin ve güneşin sıcaklığının etkili olmadığı, devamlı gölgelikli, emîn bir makâmdır. Cennet’in altından ırmaklar akar, kaynaklar ve çeşmeler fışkırır. Cennet ehli de yüksek binâlarda, bahçelerle çevrili köşklerde otururlar. Selsebil çeşmesinde kâfur ve zencefille kokulandırılmış tesnîm suyu bulunmaktadır. Asmalar, palmiyeler, narlar, sıralar hâlinde akasyalar, her mevsim yetişen ve yeme yasağı bulunmayan güzel yiyecekler Cennet’in güzelliklerindendir. Her çeşit meyve, Cennet ehlinin elinin altında bulunur. Yüzlerinde neşe ve rahatlık okunur. Atlastan ve nakışlı yeşil kumaştan elbiseler giyerler, güzel kokular sürünürler, incilerle süslenirler. İncilere benzeyen gümüşten kaplar ve testiler taşıyan genç delikanlılar onlara hizmet ederler. Allahü teâlânın husûsî olarak Cennet ehline hizmet etmek üzere yarattığı inci, mercan gibi güzel ve aynı yaşta iri gözlü süslü hûriler onlara eş olurlar. Cennet sâkinlerinin arzu ettikleri her yiyecek hemen önlerinde hazır olur ve her istediklerini Allahü teâlâ yerine getirir. Kısacası arzu ettikleri ve gözlerini gönüllerini okşayan her şey onlar için mevcûttur. Allahü teâlâ onları arş-ı âlânın yanında karşılar ve rızâsını belirterek kabûl buyurur. Cennet ehlinin yüzünde apaçık ve devamlı bir sevinç ve neşe vardır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Tahrîm sûresi 6. âyetinde meâlen; "Ey îmân edenler! Nefslerinizi ve âilenizi; yakacağı, insanlarla taşlar olan ateşten koruyunuz" buyurdu.
 Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Rabbimiz! Dünyâ ve âhırette bizlere güzellikler ve iyilikler ihsân et. Ateş azâbından bizleri koru" diye duâ buyurdu. Şeyhayn hazretleri (Hazret-i Ebû Bekr ve Hazret-i Ömer (radıyallahü anhümâ)) buyurdular ki: "Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) insanları ateş azâbından uyaracağı vakit, öyle bir şekil ve ifâde ile bu mevzûyu anlatırlardı ki, dinleyenler efendimizin o ateşi görüyor olduğunu zannederlerdi."
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bir hurma dânesi ile de olsa, kendinizi ateşten koruyun. Bunu bulamayanlar, güzel sözle korusunlar." buyururlardı. Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) rivâyet edilen hadîs-i şerîfde, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sen (ilkin) en yakın hısımlarını korkut, uyar" âyet-i kerîmesi indiği vakit, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün Kureyş halkını dâvet etti. Bâzan orada bulunanların hepsine bâzan da husûsî olarak (boy adları vererek) "Ey Lüheyoğlu Ka'b oğulları, nefslerinizi ateşten kurtarınız. Ey Ka'b oğullarının Mürre kolu, nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey Hâşim oğulları nefslerinizi ateşten koruyunuz. Ey kızım Fâtıma nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allah'tan sizler için hiç bir şeye mâlik değilim." buyururdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Sizleri ateşle korkuttum" diye öyle yüksek bir sesle seslenmişti ki, uzakta bulunanlar dahî bu sesi duymuşlardı, hattâ mübârek omuzlarındaki örtü, iki ayaklarının arasına düşmüştü.
Resûlullah buyurdu ki; "Benimle ümmetimin durumu şu misâle benzer: Adamın biri, bir ateş yakar, çevresi aydınlanınca, pervâneler ve benzer hayvanlar kendilerini bu ateşe atmaya başlarlar. Ben sizleri ateşten korumaya çalışıyorum, sizler ise ona pervâneler gibi koşmaktasınız."
"Bütün gücünüzle ateşten kaçınız, Cennet’e yöneliniz, Cennet’i isteyenleri uyku tutmaz, ateşten kaçanı da uyku tutmaz."
"Ey müslümanlar topluluğu! Allahü teâlânın sizi teşvik ettiği şeye rağbet ediniz ve O'nun yasak ettiklerinden kaçınınız. Allahü teâlânın korkuttuğu şeylerden korkunuz. O'nun cezâsından, azâbından, Cehennem’inden korkunuz. Şu bulunduğunuz dünyâda O'nun ateşinden bir damla kıvılcım bulunmuş olsa, bu dünyâyı sizler için yaşanmaz hâle getirir."
"Cebrâil ile birlikte göklere yükseldiğimiz vakit, başları kayalara vurularak ezilen bir toplumla karşılaştık. Her ezilişten sonra, başları eski hâline dönüyordu. Kardeşim Cebrâil'e dönerek; "Bunlar kimlerdir?" diye sordum, Cebrâil; "Bunlar namaza karşı ağır davranan kimselerdir" dedi. Sonra diğer bir topluluğa uğradık. Bunların önleri ve arkaları yamalı idi. Koyunların ve develerin otladığı gibi dikenin kurusunu, zakkum ağaçlarını yer gibi ortalığa dağılmışlardı. Cebrâil'e bunların kim olduklarını sordum; "Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyen kimselerdir. Allahü teâlâ onlara zulümde bulunmuyor. Allahü teâlâ zâlim değildir" dedi. Sonra bir adama rastladık, öyle büyük bir odun ve çalı demeti hazırlamıştı ki bir türlü taşıyamıyordu, üstelik demeti çoğaltmaya ve büyütmeye uğraşıyordu. Cebrâil'e bunun kim olduğunu sordum; "Bu, ümmetinden biridir. Kendisine bir emânet verilmiş, o emânete hıyânet ettiği hâlde yine de emânet almaya devam etmiştir" dedi ve yine göklere yükselirken, dudak ve dilleri demirden makaslarla kesilen ve kesildikten sonra, tekrar eski hâline dönen bir topluluğa uğradık. Cebrâil; "Bunlar, fitne ve fesad yayan hatiplerdir. Bunlar söyleyen, fakat söyledikleriyle amel etmeyen kimselerdir. İnsanlara nasîhatte bulunurlar, fakat kendileri nasîhat dinlemezler" dedi. Sonra kardeşim Cebrâil ile bir vadiden geçtik. Oradan gelen çok çirkin bir ses duydum. "Bu ses de nedir?" diye sordum: "Bu, Cehennem’in sesidir" dedi ve şöyle devam etti: "Cehennem; "Ey Allah’ım! Bana söz ve vâdde bulunduğun ateş ehlini yâni insanları getir, bana ver. Çünkü zincirlerim, kilit ve kelepçelerim, şiddetli ateş ve sıcaklarım ve diğer şeylerim, gittikçe kızmakta, harâretim gittikçe artmakta, gittikçe derinleşmekteyim, durmadan yanan ateşim fazlaca arttı. Söz verdiğin kimseleri bana ver" demektedir. Hak teâlâ Cehennem’e; "İşte, her müşrik kimse, kadın olsun, erkek olsun senindir. Hesap gününe inanmayan azgın ve zâlim kişiler senindir" buyurunca, Cehennem, Rabbine; "Ey Rabbim! Razı oldum, bunları isterim" diye cevap verir."
"Müslim"deki hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizler benim gördüğümü görmüş olsaydınız, az güler, çok ağlardınız." Bunu dinleyenler, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Allah'ın Resûlü neler gördünüz?" diye sordular. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem"Cennet ve Cehennem’i gördüm" buyurdu.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gülen ve eğlenen bir grubun yanına uğradı ve; "Cennet ve Cehennem’i aranızda hatırlamanız gerekirken bakıyorum sizler gülmektesiniz." buyurdular. Zübeyr’in oğlu dedi ki: "Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) söyledikleri bu sözlerden sonra, bu gruptan hiçbirinin vefât ettiği güne kadar güldüğü görülmemiştir."
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hutbesinde; "Cennet ve Cehennem gibi iki âzametli şeyi unutmayınız." buyurduktan sonra ağlamaya başladı. Mübârek gözlerinden akan yaşlar mübârek sakal-ı şerîfini ıslattı. Sonra da; "Allahü teâlâya yemîn ederim ki, âhıret hakkında benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız, yükseklere çıkar, başlarınıza toprak saçardınız." buyurdu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellemCebrâil'e aleyhisselâm"Ey Cebrâil! Mikâil'in güldüğünü hiç görmedim, bunun sebebi nedir?" diye sorduğunda, Cebrâil de (aleyhisselâm); "Cehennem ateşinin tutuşturulduğu günden bu güne dek, Mikâil (aleyhisselâm) gülmemiştir." diye cevap verdi.
Hadîs-i şerîfde; "Allahü teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, korkularından meleklerin kalpleri uçup gitti. Sonra Âdem aleyhisselâm yaratılınca meleklerin hissettiği korku kendilerinden giderek sükûnet buldular." buyuruldu. Meymûn bin Mihrân (radıyallahü anh) dedi ki: "Hak teâlâ Cehennem’i yarattığı zaman, ona homurdanıp kükremesini emretti. Bunun üzerine Cehennem bir kükreyip gürleyince, yedi kat gökyüzündeki meleklerden, yüzü üzerine secdeye kapanmadık hiçbiri kalmadı. Bunun üzerine yüce, münezzeh ve cebbâr olan Allahü teâlâ, meleklere; "Başınızı secdeden kaldırınız. Sizler bilmediniz mi ki muhakkak ben sizleri sırf bana ibâdet ve itâat etmeniz için yarattım. Cehennem’i de kullarımdan âsî, günahkârlar için yarattım" buyurdu. Bunun üzerine melekler; "Ey Rabbimiz! Sen bize Cehennemlikleri gösterinceye kadar bizler Cehennem’den emîn olamayız" dediler. Bu husûs Kur'ân-ı kerîmde Enbiyâ sûresi 28. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Melekler, Allah'ın korkusundan titrerler." kelâmının mânâsıdır.
Ensârdan (Medîneli ilk müslümanlar) bir delikanlıya Cehennem korkusu ağır gelerek, bu korku onu evinden dışarı çıkmakdan alıkoymuştu. Bu husûsu Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattılar da, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) (ziyâret için) yanına girince, delikanlı Resûl-i ekremin boynuna sarıldı ve ölü olarak yere düştü. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Arkadaşınızın teçhiz ve tekfinini hazırlayınız. Çünkü Cehennem korkusu onun ciğerini parçalamıştır" buyurdu.
Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh), Allahü teâlânın Hicr sûresi 43. âyet-i kerîmesinde buyurulan; "Hiç şüphe yok ki onların hepsine vâd olunan yer Cehennem’dir" kelâmını işittiği zaman, Cehennem korkusunun şiddetinden şaşkın bir hâlde dışarı çıktı ve hiç bir şeyi düşünüp akıl edemiyecek vaziyette koşmaya başladı. Sonra Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna getirilerek kendisine bu hâlinin sebebi sorulunca, Selmân (radıyallahü anh); "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Muhakkak ki bu âyet-i kerîme kalbimi parçaladı, kopardı" dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ Hicr sûresinin; "Takvâ sâhipleri muhakkak Cennetlerde ve pınar başlarındadır." meâlindeki 45. âyet-i kerîmesini inzâl buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Her kim Allah'tan üç defâ Cennet isterse, Cennet; "Allah’ım o zâtı Cennet’e koy" diye duâ eder. Her kim de Cehennem’den kurtarmasını (Allahü teâlâdan) isterse, Cehennem de; "Ey Allah’ım! Onu ateşten kurtar" diye niyâz eder. "Sıcak bir gün olunca, Allahü teâlâ gök ile yeryüzü ahâlisine nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah" Kelime-i tevhidini okuyarak; "Bu günün sıcağı ne kadar şiddetlidir. Allah'ım, beni Cehennem ateşinin harâretinden kurtar, muhâfaza eyle!" diye duâ ettiği zaman, Azîz ve Celîl olan Allah, Cehennem’e hitâb ederek; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senden kurtarmamı istedi. Muhakkak ki ben onu kurtarmış olmama seni kat’îyetle şâhid tutuyorum" buyurur."
"Çok şiddetli soğuk bir gün olunca da, yine Allahü teâlâ gökyüzü ile yeryüzü halkına nazar eder. Kul; "Lâ ilâhe illallah!" Bugünün soğuğu ne kadar şiddetli, Allah'ım! Cehennem’in çok çetin soğuğundan beni halâs eyle (kurtar)" diye duâ ettiği zaman, Allahü teâlâ da Cehennem’e hitâben; "Kullarımdan bir kul benden kendisini, senin şiddetli soğuğundan muhâfaza etmemi istedi. Şüphesiz ki kulumu kurtarmış, halâs etmiş olduğuma seni şâhid tutuyorum" buyurur". Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Cehennem’in zemherîri nedir?" diye sordular. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "İçerisine kâfirlerin atıldığı bir kuyudur ki onun soğuğunun şiddetinden (vücûdunun) bâzı kısımları diğer kısımlarından ayrılıp dağılır." buyurdu. Cehennem’deki azâblar çeşit çeşittir. Ateş ile olduğu gibi zemherîr denilen yerlerinde de şiddetli soğuklarla olacaktır. Bâzı kimselere, bir ateşe bir soğuğa daldırılarak azâb yapılacaktır.
Bâzıları İslâmiyete, yalan ve iftirâ ile saldırırken; "Peygamberler, hep sıcak memleketlerde geldiği için, Cehennem azâbının ateş olduğunu söylemişler, hep ateşle korkutmuşlar. Kutblarda, şimal, soğuk memleketlerde gelselerdi, buz ile azâb yapılacağını söylerlerdi" diyor. Bunlar ilmi olmıyan inançsız insanlardır. Zâten Kur'ân-ı kerîmden haberleri olsaydı ve İslâm büyüklerinin sözlerini duysalardı ve biraz akılları olsaydı, hemen müslüman olurlardı. Hiç olmazsa, böyle ulu orta, yalanları yazmaktan, belki sıkılırlardı. Dînimiz, hem Cehennem’de, soğuk azâblar olduğunu bildiriyor. Hem de peygamberlerin (aleyhimüsselâm) yalnız sıcak memleketlere değil, yeryüzünde, sıcak ve soğuk, her memlekete gönderildiğini haber veriyor. Kur'ân-ı kerîmPeygamberimize sorulan suâllere, soranların bilgilerine ve anlayışlarına göre cevap vermektedir. Âhıretteki bilinmeyen varlıkları da, dünyâda gördüklerine, bildiklerine benzeterek anlatmaktadır. Peygamber efendimizin, kutupları, buz memleketlerini Cehennem’in soğuk azâblarını duymayan Mekkelilere, bildirmesi fâidesiz olurdu. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bu inceliğe uygun haberlerin bulunması; inanmıyanların daha çok sapıtmasına sebep olmaktadır.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allahü teâlâ onun yüzünü Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırır."
"Sizlerden her kim, bir hurmanın yarısıyla da olsa kendisini ateşten perdelemeye gücü yeterse bunu yapsın."
"Her kim abdest uzuvlarını güzel yıkayarak abdest alır ve müslüman kardeşini ziyâret ederse, Cehennem’den yetmiş senelik mesâfeye uzaklaştırılır."
"Her kim (müslüman) kardeşine, onu doyuruncaya kadar yemek yedirir, onu kandırıncaya kadar da su içirirse, Allahü teâlâ bu cömert zâtı Cehennem’den yedi hendek uzaklaştırır ki her hendek arası yüz senelik mesâfedir."
Abdülazîz bin Ebû Revvâd anlatıyor: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, meâlen; "Ey îmân edenler! Yakıtı, insanlarla taşlar olan Cehennem’den, kendinizi ve âilenizi koruyun." buyurulan Tahrîm sûresinin 6. âyet-i kerîmesini okuyunca; orada bulunan bir ihtiyâr; "Ey Allah'ın Resûlü! Cehennem’deki taşlar, dünyâdaki taşlar gibi midir?" diye sordu. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem"Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemîn ederim ki, Cehennem’in bir taşı, dünyâdaki bütün dağlardan daha büyüktür." buyurması üzerine, ihtiyâr bayılarak yere düştü. Resûlullah efendimiz elini, onun kalbi üzerine koydu. Sağ olduğunu görünce; "Lâ ilâhe illallah" söyle" buyurdu. İhtiyâr da; "Lâ ilâhe illallah" dedi. Resûlullah onu Cennetle müjdeledi. Bunun üzerine Eshâb-ı kirâmdan birisi; "Ey Allah'ın Resûlü! Bizim aramızda da Cennetlik var mı?" diye sorunca, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem"Evet" buyurarak meâlen; "Cennet, âzametimden ve azâbımdan korkanlar içindir" buyurulan İbrâhim sûresinin 14. âyet-i kerîmesini okudu.
Şeddâd bin Evs, gece yatağında bir o yana bir bu yana döner ve; "Allah’ım; Cehennem korkusu uykumu kaçırdı" diyerek kalkıp sabaha kadar namaz kılardı.
Abdullah bin Revâha (radıyallahü anh), Mûte savaşı sırasında ağladı ve şöyle dedi; "Vallahi ne dünyâ sevgisi ne de sizin dostluğunuz beni ilgilendirir. Ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem); "Sizden Cehennem’e uğramayacak yoktur. Bu, Rabbimin yapacağını vâdettiği kesin bir hükmüdür." meâlindeki Meryem sûresinin 71. âyetini okuduğunu işitmiştim. Cehennem’e vardıktan sonra, oradan çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum."
Yezîd oğlu Mürsid'in göz yaşları dinmeyip, hep ağlardı. Kendisine sebebi sorulunca; "Eğer şânı yüce olan Allah, beni, günah işlediğim takdirde ebediyyen bir hamama hapsetmekle tehdid etseydi, gözyaşlarımın dinmemesi bana vâcib olurdu. Şimdi nasıl dinsin ki, o, beni üçbin sene kızdırılmış bir Cehennem’e koymakla korkutmaktadır" diye cevap verdi.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget