Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Allahü teâlâ Al-i İmrân sûresinin 195. âyetinde meâlen; "Dinlerini korumak için hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkenceye, hakârete, ziyâna uğrayanların, muhârebe edenlerin ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Onları, altından nehirler akan Cennetlere koyacağım" buyurdu.
Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhâcirler, müslümanların evveli, insanları hidâyete ulaştıran ve onlara, Rablerine kavuşturan yolu gösterenlerdir. Allahü teâlâya yemîn ederim ki kıyâmet günü muhâcirler omuzlarında silâhları olduğu hâlde gelirler. Cennet’in kapısını çalarlar. Cennet’in bekçisi Hazene; "Siz kimsiniz?" der. Onlar da; "Biz muhâcirleriz" derler. Hazene tekrar; "Sizin hesâbınız görüldü mü?" diye sorar. Bunun üzerine muhâcirler dizleri üzerine çökerler ve ellerini kaldırarak; "Yâ Rabbî! Senin yolunda vatanımızı, çocuklarımızı, mallarımızı, âilelerimizi terk ettikten sonra tekrar hesap mı vereceğiz?" diye yüksek sesle ağlarlar. Bu esnâda Allahü teâlâ, onlara mahsus olmak üzere, üzerlerine zeberced ve yâkuttan yapılmış kanatlar takar ve bu kanatları ile uçarak Cennet’e girerler."
"Şehîdler Cennet’teki nîmetleri görünce; Keşke Allah'ın bize neler ikrâm ettiğini, kardeşlerimiz de bilselerdi de cihâddan çekinmeseler, çarpışmaktan korkup düşmandan yüz çevirmeselerdi, derler."
Bir zât, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna geldi ve; "Yâ Resûlallah! Kıyâmet gününde Allahü teâlânın (arşın gölgesinde) oturttuğu kimselerden bana haber ver" dedi. Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Onlar (Rablerinin azâbından) korkan, alçakgönüllü, mütevazı ve Allahü teâlâyı çok çok zikreden kimselerdir" buyurdu. O zât; "Ey Allah'ın Resûlü! İnsanların Cennet’e girecek olanlarının ilki onlar mıdır?" diye sordu. Resûlullah efendimiz"Hayır, Cennet’e girmesi bakımından insanların ilki muhâcirlerin fakirleridir. Onlar Cennet’e girerken insanların önlerine geçerler sonra Cennet’ten bir melek gelip yanlarına vararak; "Hesap vermeye dönünüz" der. Onlar da; "Hangi şey üzerine hesap vereceğiz? Vallahi bizim dünyâda aldığımız veya verdiğimiz hiç bir malımız yoktu. Biz idâreciler de değildik ki adâlet veya zulüm edelim. Fakat biz bir kavim idik ki bize Allah'ın emri geldi ve ölüm gelinceye kadar O'na ibâdet ettik" derler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Muhâcirlerin fakirleri zenginlerinden beşyüz sene önce Cennet’e girecekler."
Âhıretin yarım günü, beşyüz dünyâ senesidir. Çünkü, Allahü teâlânın bildirdiği bir gün, bin dünyâ senesi kadar zamandır. Böyle olduğu Hac sûresinde açıkça bildirilmiştir. Niçin bu kadar zaman olduğunu ancak Allahü teâlâ bilir. Sonra âhırette, dünyâda bulunan gece, gündüz, ay, sene de yoktur. Cennet’e erken girecekleri bildirilen fakirler, dînimize uyan ve sabreden fakirlerdir. Dînimize uymak, dînimizin emrettiklerini yapmak ve yasak ettiklerinden sakınmak demektir. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Şüphesiz ki Allahü teâlâ kıyâmet gününde; "Kullarım nerededir?" buyurur. Melekler; "Ey Rabbimiz onlar kimlerdir" diye sorarlar. Allahü teâlâ da; "Sabreden, kazâ ve kaderime râzı olan fakirlerdir. Onları Cennet’e koyunuz" buyurur. Müteakiben fakirler Cennet’e girip yerler ve içerler. Zenginler de hesap başında kararsızlık ve sallantı içinde bocalayıp dururlar." buyurmuştur.
"Cennet’e ilk girecek olan zümrenin yüzleri ayın öndördüncü gecesinde olan bedir yâni dolunay gibi parlak olacaktır. Onların ardı sıra girecek olanların yüzleri ise gökyüzündeki en keskin ışıklı büyük yıldızın parlaklığı gibidir."
Ebû Hüreyre’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfde Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bana Cennet’e girenlerin ve Cehennem’e gidenlerin ilk üçü arz olundu. Cennet’e giren ilk üç kişi; 1) Şehîd, 2) Rabbine ibâdeti güzel yapan, efendisine de itâat eden bir köle, 3) Âilesi çok olan, buna rağmen kötü iş ve sözden uzak duran nâmuslu bir adam. Cehennem’e giren ilk üçe gelince; 1- Zâlim sultân, 2- Malı olup zekâtını vermeyen zengin, 3- Allahü teâlâya isyân eden fakir."
"Şüphesiz Cennetlikler kendilerinden üstün olan köşk sâhiplerini sizin doğu ve batı ufkunda kavuşmakta olan parlak yıldızı gördüğünüz gibi görürler. Çünkü aralarında fark vardır." Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Bunlar peygamberlerin yerleridir. Başkaları onlara ulaşamaz" dediler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bilâkis, nefsim yed-i kudretinde bulunan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, onlar, Allah'a îmân ve peygamberleri tasdik eden bâzı kimselerdir."
Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bir kimse Allahü teâlâya îmân edip namazını kılar, zekâtını verir, Ramazân orucunu tutarsa, Allahü teâlâ ona Cennet’i ihsân eder." Evliyânın büyüklerinden Abdüla'lâ, sohbetlerinde boş şey konuşmazdı. Buyurdu ki: "İnsanlar bir araya gelseler ve Allahü teâlâdan, Cennet’ten ve Cehennem’den konuşmadan ayrılsalar melekler derler ki: "Ey insanlar büyük gaflet içindesiniz." Yine buyurdu ki: "Cennet ve Cehennem, âdemoğlundan bir şeyler duymak için ona yaklaşırlar. Şâyet insan Cennet’i isterse, Cennet; "Yâ Rabbî! Onu istediğine kavuştur" der. Şâyet Cehennem’den Allah'a sığınırsa Cehennem de: "Yâ Rabbî! Onu ateşten muhâfaza et" diye duâ ederler.
"Ümmetimden Cennet’e ilk girenlerin yüzleri mehtaplı bir gecede görünen ay gibidir. Bunlardan sonra girenlerin yüzü, gökte aydınlığı fazla olan yıldızlar gibidir. Bundan sonrakiler, durumlarına göredir. Cennet’te büyük ve küçük abdest bozmak yoktur. Cennet’tekiler, tükürmezler, balgam çıkarmazlar, Tarakları altındandır. Buhurdanlıklarında öd ağacı tüter. Terleri misk gibi kokar. Boyları hep bir hizadadır. Hepsinin boyu Âdem aleyhisselâmın boyu gibidir.
"Kim Allah'a şirk, ortak koşarsa Allahü teâlâ onu Cehennem’e atar. Her kim Allah'a şirk koşmadığı hâlde vefât ederse Allahü teâlâ onu Cennet’ine sokar."
Ubâde bin Sâmit'in bildirdiği hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: "Kıyâmet günü herkesin hesâbı görüldükten, Cennet ehli Cennet’e ve Cehennem ehli Cehennem’e yerleştirildikten sonra, Allahü teâlâ meleklere, Cehennem’den iki kişi çıkarıp getirmelerini emreder ve meleklerin getirdiği iki kişiye; "Yerleriniz nasıldır?" diye suâl eder. Onlar; "Yâ Rabbî! Yerimizden daha zor yer yoktur" derler. Allahü teâlâ; "Bunlar sizin işlediğiniz hatâların bedelidir. Ben aslâ kimseye zulmetmem. Şimdi siz yerlerinize dönünüz." buyurur. Bunun üzerine o iki kişiden birisi koşarak, diğeri de bir adım atıp geri dönerek yürürler. Allahü teâlâ meleklere bu kimselerin tekrar huzûra getirilmesini emreder. Bunlar tekrar huzûra getirilince, Allahü teâlâ koşarak gidene, böyle gitmesinin sebebini sorar. O kimse; "Yâ Rabbî! Her şeyi daha iyi bilen sensin. Ben dünyâda iken senin emirlerine uymakta gevşek davrandığım için Cehennem’i hak ettim. Emrine tekrar muhâlefet etmemek için; "Yerlerinize dönünüz" emrinden sonra, yerime gitmek için koşmaya başladım." dedi. Allahü teâlâ ikinci kimseye de; "Niçin bir adım atıp, sonra geri dönüp bakardın?" diye suâl eder. O kimse de; "Yâ Rabbî! Sen her şeyi en iyi bilensin; Cehennem’den çıkardıktan sonra tekrar Cehennem’e göndermezsin zannettim. Onun için her adımda, dönüp dönüp bakdım." diye cevap verince, Allahü teâlâ; "Ben kulumun zannettiği gibiyim. Bu iki kulumu da Cennet’e götürün" diye emreder ve her ikisi de Cennet’e girer."
Hammâd bin Seleme'nin (radıyallahü anh) rivâvet ettiği hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allahü teâlâ Cennet ehlinden bir kimseye; "Senin yerin nasıldır?" diye suâl eder. O kimse; "Yâ Rabbî benim yerim, çok güzeldir" der. Allahü teâlâ; "Benden ne istersin?" buyurur. O kimse; "Yâ Rabbî! Ben, on defâ dünyâya dönüp senin rızâ-i şerîfin için on defâ şehîd olmak istiyorum. Çünkü ben, şimdi, şehîd olanların yüksek derecelerini görüyorum ve onlara imreniyorum" der.
Allahü teâlâ Cehennem ehlinden birisine; "Yerin nasıldır?" diye suâl eder. O kimse; "Yâ Rabbî! Benim yerim en şiddetli azâbların olduğu yerdir" der. Allahü teâlâ ona buyurur ki: "Yeryüzünün bir kısmı senin için altın olsa, o altınları ne yapardın." O kimse; "Yâ Rabbî! O altınların hepsini kendime fidye verir ve bu azâbdan kurtulurdum" der. Allahü teâlâ da; "Hayır, yalan söylüyorsun. Çünkü dünyâda iken bu azâbdan korunman için senden daha az şey istedim, sen ise vermedin. Onun için burada azâbda kal." buyurur.
Hazret-i Zeyd bin Eslem'in rivâyet ettiğine göre, fakirler aralarında birini seçip, temsilci olarak, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzûruna gönderdiler. O da gidip Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem); "Beni size fakirler gönderdi." dedi. Peygamber efendimiz"Sana ve seni gönderenlere merhâbâ. Onlar benim sevdiğim kimselerdir" buyurdu. Gelen kimse şöyle arzetti: "Yâ Resûlallah! Zenginler malları bulunduğu için hac yapıyorlar. Hayır ve hasenâtta bulunuyorlar. Biz ise bunları yapamıyoruz, Bunun için biz, mükâfatımızın az olacağını tahmin ediyoruz. Beni size gönderen fakirler bizim hâlimiz nasıl olacak? diyorlar." Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Fakirlere benden bildirin. Kavuşacakları mükâfatları düşünerek hâllerine sabreden fakirlerin, zenginlerde bulunmayan üç hasletleri vardır. 1- Kendilerine Cennet’te öyle köşkler verilir ki, insanlar, dünyâda yıldızlara baktığı gibi o köşklere bakarlar. Bu köşkler, tâhir olan peygamberler, şehîdler ve mü'minler içindir. 2- Fakirler zenginlerden yarım gün önce Cennet’e girer. (Âhıretin bir günü, dünyânın bin yılı kadardır. Yarım gün, beşyüz sene eder.) 3- Zenginin "Sübhânallahi vel-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber" deyip ve onbin dirhem de sadaka verip kavuştuğu sevâba fakir olanlar yalnız başına bunu söyledikleri zaman kavuşurlar. Diğer hayırlı işlerde de durum aynıdır."
Hadîs-i şerîfde buyruldu ki: "Cennet ehlinin kimler olduğunu size bildireyim mi? Halk tarafından hor görülüp hiç sayılan bir zayıf ve mütevazı olan mü’mindir ki, Allahü teâlâya yemîn ederse muhakkak Allahü teâlâ, onun yemînini yerine getirir. Size Cehennem ehlini haber vereyim mi? Onlar da katı yürekli kaba ve kurularak yürüyen iri yarı ve kibirli kimselerdir." Al-i İmrân sûresinin 129 ve 136. âyet-i kerîmelerinde ise; "Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi Allah'ındır. Kullarından dilediğini bağışlar ve dilediğine azâb eder. Allahü teâlâ çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir. Allahü teâlâdan korkun ki, âhıret azâbından kurtulasınız. Kâfirler için hazırlanan ateşten korkun. Allahü teâlâ ve Peygamber'e itâat edin ki merhamet olunasınız. Rabbinizin mağfiretine ve genişliği yâni eni göklerle yer kadar olan Cennet’e koşun. O Cennet takvâ, sâhipleri için hazırlanmıştır. (O takvâ sâhipleri) bollukta ve darlıkta harcayıp yediren, öfkelerini yenen ve insanların kusurlarını bağışlayanlardır. Allahü teâlâ iyilik edenleri sever. Ve bir günah işledikleri veya nefslerine zulüm ettikleri zaman Allah'ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler (ki günahları Allahü teâlâdan başka kim bağışlayabilir?), hem de yaptıkları günaha bile ısrâr etmemiş olanlar (var ya) işte onların mükâfatı, Rablerinden bir mağfiret ve ağaçları altında ırmaklar akan Cennetlerdir. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Şu işleri yapanların mükâfatı ne güzeldir. Sizden önce bir takım vak'alar geçti. Onun için yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların akıbetlerinin nasıl olduğuna bakın, ibret alın. İşte Kur'ân-ı kerîmde olan bu kıssalar (vak'alar) bütün insanlar için hak sözü açıklama ve Allahü teâlâdan korkanlar için de bir nasîhattir."
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki: "Ümmetimden iki kişi Allahü teâlânın huzûruna çıkar. Birisi; "Allah’ım bundan hakkımı al ve bana ver" der. Allahü teâlâ ona; "Hakkını ver" buyurur. O da; "Yâ Rabbî! Bir iyiliğim kalmadı, ne vereyim?" der. Allahü teâlâ hak sâhibine; "Ne yapacaksın? Bunun iyilikten hiç bir şeyi kalmadı" buyurur. Hak sâhibi; "Bari günahlarımı alsın yâ Rabbî" der. (Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra da ağlayarak) Gün öyle büyük bir gündür ki, o günde başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun, insan kendi günahının yükünden kurtulmağa muhtâç olduğu bir gündür. (Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) devam ederek) Allahü teâlâ hak sâhibine; "Başını kaldır, gözünü aç ve Cennet’in şu muhteşem köşklerine bak" buyurur. Hak sâhibi; "Yâ Rabbî! Cennet’te gümüşten şehirler, inci ve pırlantalarla işlenmiş altından köşkler görüyorum. Bunlar hangi şehîd, hangi sıddîk veya hangi peygamberindir" diye sorar. Allahü teâlâ; "İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler bedellerini ödeyenler içindir" buyurur. Hak sâhibi; "Yâ Rabbî! Bunların bedellerini kim ödeyebilir ki?" der. Allahü teâlâ; "Sen ödeyebilirsin" buyurur. O da; "Neyim var ki ben bunları nasıl alabilirim?" der. Allahü teâlâ; "Hakkını bu kardeşine bağışlamakla, bunlara mâlik olursun" buyurur. Hak sâhibi; "Hakkımı bağışladım yâ Rabbî" deyince, Allahü teâlâ; "Haydi arkadaşının elinden tutup, beraberce Cennet’e giriniz" buyurur, (Sonra Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti) Allah'tan korkun ve aralarınızı düzeltmeğe çalışın. Zirâ Allahü teâlâ kıyâmet gününde sizin aranızı düzeltir."
"Herşeyin bir anahtarı vardır. Cennet’in anahtarı da fakir ve miskinleri sevmektir. Fakir ve miskinler sabırları sebebiyle kıyâmet günü Allahü teâlâya yakın bulunacaklardır!"
"Cömertlik, Cennet’te bir ağaçtır. Cömert olan kimse onun bir dalını yakalamıştır. O dal onu Cennet’e götürmeden bırakmaz. Cimrilik de Cehennem’de bir ağaçtır. Cimri de ağacın bir dalına yapışmıştır. O dal o kimseyi Cehennem’e götürmeden bırakmaz."
Ebû Ümâme Bâhilî (radıyallahü anh), Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu bildirdi: "Cennet kapısının üzerinde karzın (borç vermenin) onsekiz, sadakanın on sevâbı vardır diye yazılı olduğunu gördüm. Cebrâil aleyhisselâma, borç vermenin sevâbının niçin daha çok olduğunu sordum. Cebrâil aleyhisselâm; "Borcu, muhtâç olmayan istemez. Fakat sadaka çoğu zaman ehli olmayana verilir" dedi."
Ebû Dahdâh (radıyallahü anh), Resûlullah'a gelip; "Yâ Resûlallah! Anam ve babam sana fedâ olsun. Allahü teâlâ, Bakara sûresi 245. âyetinde meâlen; "Allahü teâlâya ihlâsla karz-ı hâsen verecek kimdir?" buyurarak bizden karz (borç) istiyor. Hâlbuki O'nun borca ihtiyâcı yoktur" dedi. Resûlullah da (sallallahü aleyhi ve sellem); "Allahü teâlâ bununla sizi Cennet’e sokmak istiyor" buyurdu. "Eğer ben Rabbime borç verirsem, yâni O'nun rızâsı için sadaka verirsem bunun karşılığının Cennet’te, bana verileceğini üzerinize alır mısınız?" dedikte, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Evet sadakayı tasadduk eden herkese karşılığı Cennet’te verilir" buyurdu. Ebû Dahdâh; "Hanımım Ümm-i Dahdâh benimle olur mu?" dedi. "Olur" buyurdu. "Oğlum Dahdâh da benimle olur mu?" dedi. "Olur" buyurdu. "Yâ Resûlallah! Mübârek elini bana ver" dedi. Resûlullah elini uzattı. Elini tutup: "Benim iki hurma bahçem vardır. Biri aşağıda diğeri yukarıdadır. Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bu iki bahçeden başka bir şeye mâlik değilim. Her iki bahçeyi de Rabbime karz (borç) verdim" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Bahçenin birini Allah için ver, birini çoluk-çocuğun için sen sakla" buyurdu. Ebû Dahdâh; "Yâ Resûlallah! Şâhid ol ki iyi olan bahçemi Rabbime borç verdim. Etrafı duvarla çevrilidir. İçinde altıyüz hurma ağacı vardır" dedi. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allahü teâlâ buna karşılık sana Cennet’i versin" buyurdu. Sonra Ebû Dahdâh o bahçeye gitti. Hanımı Ümm-i Dahdâh'ın yanına vardı. Çocukları da orada idiler. Hurma ağaçlarının etrâfında dolaşıyorlardı. "Bu bahçeden çıkın. Ben bunu Rabbime borç verdim" dedi. Ümm-i Dahdâh; "Kârlısın. Allahü teâlâ satışını bereketli eylesin" dedi. Sonra Ümm-i Dahdâh çocuklarının yanına gidip, ağızlarındaki yemekte oldukları hurmaları ağızlarından çıkardı. Kucaklarında, ceplerinde olanları da bıraktırdı ve diğer bahçeye gittiler.
Hangi amellerin insanı Cennet’e götüreceği husûsunda, Peygamber efendimiz bâzı hadîs-i şerîflerde şöyle buyurdular:
"Cennet seneden seneye Ramazân-ı şerîfin gelmesi ile süslenir. Ramazân'ın ilk gecesi olunca arşın altından "Mesîre" isminde bir rüzgâr eser, Cennet ağaçlarının yapraklarını birbirine vurur. Cennet kapısının halkalarını sallar. Bunlardan, hiç bir zaman hiç bir kimsenin duymadığı çok güzel sesler duyulur. Cennet hûrileri köşklere çıkarlar. Burçlar arasında dururlar. Sonra; "Allahü teâlâdan bizi isteyecek kimse yok mudur?" derler. Sonra (Cennet meleklerinin reisi olan Rıdvân'a); "Ey Rıdvân bu hangi gecedir!" derler. Rıdvân; "Evet bu gece Ramazân-ı şerîfin ilk gecesidir, Allahü teâlâ Muhammed ümmetinden, oruç tutanlar için Cennet kapılarını bu gece açar" der. Allahü teâlâ da; "Ey Rıdvân, Cennet kapılarını aç. Ey Mâlik (Cehennem meleklerinin reisi) Cehennem kapılarını Muhammed ümmetinden oruç tutanlara kapa! Ey Cebrâil! Yeryüzüne in. Şeytanları bağla, zincire vur. Denizlere sür. Habîbimin ümmetinin oruçlarını bozmasınlar" buyurur ve bir münâdînin, Ramazân-ı şerîfin her gecesinde isteyen yok mudur, vereyim. Mağfiret dileyen yok mu, mağfiret edeyim. Tevbe eden yok mu, tevbesini kabûl edeyim" diye nidâ etmesini buyurur."
"Her kim Ramazân orucunu tutar, haramdan ve iftirâdan kaçınırsa, Allahü teâlâ ondan râzı olur ve ona Cennetleri vâcib kılar."
"Cennet; Kur'ân-ı kerîm okuyan, açları doyuran, dilini muhâfaza eden, Ramazân-ı şerîf de oruç tutan dört kimseyi şiddetle arzular."
"Eğer Allahü teâlâ göklerin ve yerin konuşmalarına izin vermiş olsaydı, muhakkak onlar, Ramazân-ı şerîf orucunu tutan kimseyi Cennetle müjdelerlerdi."
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Âişe vâlidemize (radıyallahü anhâ); “Yâ Âişe! Cennet’in kapısını çalmaya devam et" buyurdu. Âişe vâlidemiz (radıyallahü anhâ); "Ne ile ve nasıl devam edeyim yâ Resûlallah" diye sorunca, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); "Oruçla" diye cevap verdiler.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Gözleri Allah korkusundan ağlayan kimseye Allahü teâlâ Cehennem’i haram kılar ve onu Cennet’e sokar. Cennet’te onun için iki bostan (iki bahçe) vardır" buyurdu ve Rahmân sûresi kırkaltıncı âyet-i kerîmeyi meâlen; "Kıyâmet gününde hesap için Allahü teâlânın huzûrunda duracağından korkarak, O'na muhâlefeti terkeden ve O’na itâate yönelen kimse için, iki Cennet vardır" okudu.
Resûlullah efendimiz hadîs-i şerîflerde buyurdu ki: "Ümmetimden, bir kardeşinin ihtiyâcını giderip onu sevindiren kimse, beni sevindirmiş olur. Kim beni sevindirirse Allahü teâlâyı sevindirmiş olur. Kim Allahü teâlâyı sevindirirse Allahü teâlâ onu Cennet’e koyar."
"Kim Cennet için ağlarsa Cennet’e girer. Kim dünyâ için ağlarsa Cehennem’e girer. İnsanlar onun âhıret için ağladığını sanırlar. Hâlbuki dünyâ için ağlamaktadır."
"Cennet’in yüksek derecelerine kavuşmak isteyen, saygısızlık yapana yumuşak davransın, zulmedeni affetsin, malını esirgeyene ihsânda bulunsun. Kendisini aramayan, sormayan ahbabını, akrabâsını gözetsin."
"Kim bir kimseyi Allah için sever ve; "Ben seni Allah için seviyorum" derse, ikisi de Cennet’e girer. Allah için seven kimse, sevdiği kimseden derece bakımından daha yüksektir."
"Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece, herkes uyurken namaz kılınız. Bunları yaparak selâmetle Cennet’e giriniz."
"Ey Allah'ın Resûlü! Cennet’e girmeme vesîle olacak birşeyler söyler misiniz?" diye soran bir sahâbîye, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Hoş sözlü olmak, selâm vermek ve yemek yedirmek" buyurdu.
"Cennet’e girmek isteyen uzun emel sâhibi olmasın. Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Haram işlemekte Allah'tan hayâ etsin."
"İnsanların Cennet’e girmelerine en çok yardımcı olan; takvâ, Allah korkusu ve güzel ahlâktır."


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Cennet’e girmek ancak Allahü teâlânın fadlı, ihsânı ve rahmeti iledir. Sâlih ameller, derecenin yükselmesine sebeptir, ammâ Cennet’e girmeğe sebep değildir. Hadîs-i şerîfde; "Sizden birinizi ameli kurtarmaz" buyuruldu. Eshâb-ı kirâmdan biri suâl edip; "Yâ Resûlallah! Sizin ameliniz de böyle midir?" dedi. "Benim amelim de böyledir. Lâkin Allahü teâlâ beni rahmetine daldırıp, büyük ihsân ve kemâller verdi" buyurdu. Bununla son peygamberlik, büyük vilâyet ve diğer güzel huy ve hasletlere işâret eyledi.
Cennet, bu dünyâda iken Allahü teâlânın gönderdiği peygamberlere inananlara, onların bildirdiklerine uygun yaşıyan ve doğru yolda yürüyenlere mükâfat, iyilik, nîmet ve ihsân yeri olarak Allahü teâlâ tarafından yaratılmış ve hazırlanmıştır. Cennet’e; Âdem aleyhisselâmdan kıyâmete kadar gelip geçen insanlar içinden Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler girecektir. Bunun için insanların kendi zamanlarındaki peygambere ve getirdiği dîne inanarak bu inançlarına uygun bir dünyâ hayatı geçirmeleri ve son nefeslerinde îmân ile vefât etmeleri lâzımdır. Son peygamber Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ve İslâm dînini bütün İnsanlara tebliğ etmesinden sonra kıyâmete kadar gelecek insanların O'na ve O'nun bildirdiklerine îmân etmeleri şarttır. Allahü teâlânın rızâsına ve Cennet’teki en yüksek derecelere kavuşmak; ancak hazret-i Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiklerine şeksiz şüphesiz îmân etmekle ve her husûsta O'na tam uymakla mümkün olur.
Câbir bin Abdullah (radıyallahü anh) bildirdi ki: "Ben Resûlullah'dan işittim. Şöyle buyurdu: "Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayarak kavuşan kimse, Cennet’e; O'na ortak koşan kimse de Cehennem’e girer." Lokman sûresi 13. âyet-i kerîmede meâlen; "Hani Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti: "Oğulcağızım, Allahü teâlâya ortak koşma. Çünkü şirk, elbette büyük bir zulümdür" buyurulmuştur.
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) bir köylünün gelerek; "Yâ Resûlallah! Bana öyle bir iş göster ki onu işlediğim zaman Cennet’e gireyim" dediğini; Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona; "Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmayarak Allahü teâlâya ibâdet edersin, farz kılınmış namazı dosdoğru kılarsın, zekâtı verirsin ve Ramazân orucunu tutarsın" buyurduğunu, gelen köylünün de; "Nefsim yed-i kudretinde bulunan Allah'a yemîn ederim ki, ebedî olarak bunun üzerine ne bir şey arttırırım ve ne de ondan eksiltme yaparım" dediğini, dönüp giderken de Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem), Eshâbına; "Cennet ehlinden bir kimseye bakmak isteyen işte bu zâta baksın" buyurduğunu haber vermiştir.
Ubâde bin Sâmit (radıyallahü anh) bildirdi: Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Herkim, eşsiz, ortaksız bir tek Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu olduğuna, Îsâ aleyhisselâmın Allahü teâlânın hazret-i Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi ve kendinden bir rûh olduğuna, Cennet’in ve Cehennem’in bir hakîkat olduğuna îmân ederse, Cennet’in sekiz kapısının hangisinden dilerse Allahü teâlâ onu oradan Cennet’e koyacaktır."
İbn-i Şümâse el-Mehrî anlatır: "Ölüm hastalığında iken Amr ibni Âs'ın (radıyallahü anh) yanına geldik. O, uzun süre ağladı ve yüzünü duvardan tarafa çevirdi. Oğlu Abdullah; "Babacığım! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) sizi şununla müjdelemedi mi?" demeye başladı. İbn-i Şümâse der ki: Bunun üzerine Amr (radıyallahü anh) yüzünü bize döndürdü ve şunları söyledi: "Muhakkak ki (âhıret için) hazırladığım şeylerin en fazîletlisi "La ilâhe illallah ve enne Muhammeden Resûlullah" şehâdetidir. Ben üç hâl üzere bulunmuşumdur (ömrüm üç devreye ayrılır). Bir vakitler Resûlullah'a benim kadar kinli kimse yoktu. Onu öldürmüş olmaklığım kadar beni sevindirecek bir şey de yoktu. Eğer ben bu hâl üzere ölmüş olsaydım muhakkak Cehennem ehlinden olacaktım. Sonraki hâlim şu ki, Allahü teâlâ, dînine muhabbeti kalbime koyduğu zaman, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) geldim. "Yâ Resûlallah (sallallahü aleyhi ve sellem)! Elinizi uzatınız size bî'at edeyim" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek sağ elini uzattı. Ben de elimi çektim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ey Amr neyin var?" buyurdu. Ben de bir şartım var yâ Resûlallah dedim. "Şartın nedir?" buyurdu. "Mağfiret olunmaklığım" dedim. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem); "İslâm, kendinden önceki günahları yok eder" buyurdu. Bundan sonra bana hiçbir şey, Resûlullah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) daha sevgili olmadı. Bu hâl üzere ölseydim Cennet ehlinden olmamı kuvvetle ümid ederdim. Şimdi ise bundan sonra hâlimin ne olacağını bilmiyorum" buyurdu.
Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) Mu'az bin Cebel'i (radıyallahü anh) Yemen'e vâli olarak gönderdiği zaman, kendisine; "Eğer ehl-i kitap (hıristiyan ve yahudiler) sana Cennet’in anahtarlarından sorarlarsa onlara; "Cennet’in anahtarı "Lâ ilâhe illallah" kelimesidir diye cevap ver." buyurdu.
Vehb bin Münebbih'e; "Cennet’in anahtarı; Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhîdi değil midir?" diye soruldu. O da; "Evet, Lâ ilâhe illallah kelimesi Cennet’in anahtarıdır. Fakat muhakkak ki her anahtarın dişleri vardır; dişli anahtar getirirsen uyduğu kapıyı sana açar. Eğer dişleri bulunan bir anahtar getiremezsen o anahtar sana kapıyı açmaz. Anahtarın dişleri ise Allahü teâlâyı tevhîd olan "Lâ ilâhe illallah" kelimesi ile Allah'ın emrine itâat edip, yasak ettiklerinden kaçınmaktır."
Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için îmânın ve ibâdetlerin sûretlerini, görünüşlerini, hakîkî ve doğru olarak kabûl buyuruyor. Böyle kullarını Cennet’e koyacağını vâd ediyor ve müjdeliyor. Cennet'i ve Cennet’te olan kullarını Allahü teâlâ sever. Onlardan râzıdır. Allahü teâlâ, sonsuz ihsân sâhibi olduğu için, yalnız kalbin tasdik etmesini, inanmasını îmân olarak kabûl buyurmuştur. Nefsin iz'ânını, inanmasını istememiştir. Böyle olmakla beraber, Cennet’in de hem sûreti ve hakîkati vardır. Dünyâda dînimizin yalnız sûretine kavuşanlar, Cennet’in de yalnız sûretine kavuşacaklar, yalnız onun zevkini, tadını alacaklardır. Dünyâda dînimizin hakîkatine kavuşanlar, Cennet’in de hakîkatine kavuşacaklardır.
Cennet’in yalnız sûretine ve yalnız hakîkatine kavuşanlar, aynı nîmetlerden meselâ aynı meyveden yedikleri hâlde, başka başka lezzet duyacaklardır. Resûlullah'ın zevceleri, mü’minlerin anneleri olup Cennet'te Resûlullah'ın yanında bulunacaklar, aynı meyveyi yiyecekler ise de, başka başka tad alacaklardır. Duydukları lezzet, hep aynı olsa idi, mü'minlerin annelerinin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lâzım gelirdi. Bunun gibi daha üstün olan kimsenin zevcesinin de, başkalarından üstün olması lâzım gelirdi. Çünkü zevceler, Cennet’te, zevclerinin yanında bulunacaklardır. Dînimizin sûretine uyanlar, âhırette azâbdan kurtulacak, sonsuz seâdete kavuşacaktır.
Enes bin Mâlikin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerifde Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Cennet hoşa gitmeyen şeylerle; Cehennem de şehvetlerle sarılmıştır." Âlimlerin beyânına göre bu hâdis-i şerîf Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) fasîh, bedî’, cevâmiul-kelim (az söz ile çok mânâ ifâde eden) sözlerindendir. Cennet’e ancak hoşa gitmeyen şeyleri yapmakla, Cehennem’e de şehvetler sebebi ile varılır. Bunlar Cennetle Cehennem’i sarmış, perde arkasında bırakmıştır. Dünyâda hoşa gitmeyen şeylere göğüs gerip uzak kalanlar Cennet’e girecek, şehvetlerine kapılıp günah işleyenler de Cehennem’e gidecektir. Buradaki hoşa gitmeyen şeylerden maksat yapması nefse ağır gelen şeylerdir. İbâdetlere devam, onların güçlüklerine katlanmak, öfkeyi yenerek affetmek, sadaka vermek, kötülük yapana iyilikte bulunmak, nefsin arzularına sabırla karşı gelmek gibi şeyler de buna dâhildir.
Şehvetlerden murâd ise: Zina, içki, gıybet gibi haram olan şeyleri yapmaktır. Yiyip içmek gibi mübâh olan şehvetler buna dâhil değildir. Onlarda da ifrât (aşırı) dereceye varmak ise uygun değildir.

Mü'minlere mükâfat ve nîmet için hazırlanmış olan Cennet ve inanmıyanlara azâb için hazırlanmış olan Cehennem (şimdi) vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. (Kıyâmet'te her şey yok edilip tekrar yaratıldıktan sonra) ebedî olarak varlıkta kalacaklar hiç yok olmayacaklardır.
Allahü teâlâ, Kuranı kerîmde, Al-i İmrân sûresinin 133. âyetinde meâlen; "Rabbinizin mağfiretine ermek ve göklerin eninde olup, müttekîler için hazırladığımız Cennet’e girmek için müsabaka edin" buyurdu. Ayet-i kerîmede geçen "Ü’iddet: Hazırlanmıştır" kelimesi, Cennet ve Cehennem’in hâlen yaratılmış ve mevcut olduğunu bildirmektedir.
Allahü teâlâya, peygamberlere, Cennet ve Cehennem’e, meleklere inanmıyanlar; eski insanlar câhil imiş, tabîat kuvvetleri karşısında âciz, zavallı kalarak, hayâlî şeylere inanmışlar. Uydurdukları şeylere tapınarak, yalvararak, küçüklüklerini göstermişler. Hâlbuki, bugün atom asrındayız. Tabîate hâkim olup istediğimizi yapıyoruz. Tabîat kuvvetleri hâricinde bir şey yoktur. Cennet, Cehennem, cin, melek, eski insanların uydurduğu şeylerdir. Gidip gören var mı? Görülmeyen, tecrübe edilmeyen şeylere inanılır mı?" diyorlar. İnanmıyanların bu sözleri, târihten haberleri olmadığını gösteriyor. Târih boyunca, her asırda gelen câhiller, kendilerini akıllı, bilgili, eski insanları câhil sanmışlar, Âdem aleyhisselâmdan beri, her asırda gönderilen dinleri, eski câhillerin sözleri diyerek bozmuşlar ve inkâr etmişlerdir. Kur'ân-ı kerîmin bir çok yerinde, kâfirlerin böyle sözleri bildirilmekte ve cevap verilmektedir. Meselâ Mü'minûn sûresinin 30. âyet-i kerîmesinden sonra meâlen buyuruluyor ki: "Nûh'a (aleyhisselâminanmadılar. Onları suda boğduk. Ondan sonra yarattığımız insanlara, içlerinden peygamber gönderdik. Allahü teâlâya ibâdet ediniz. İbâdet edilecek O'ndan başkası yoktur. O'nun azâbından korkunuz! dedik. Dinlemiyenlerden, öldükten sonra tekrar dirilmeğe inanmayanlardan, dünyâ nîmetlerini bol bol vermiş olduğumuz bir çoğu, bu peygamber sizin gibi yiyip içiyor. Kendiniz gibi birçok şeye muhtâç olan birine inanırsanız, aldanmış, ziyân etmiş olursunuz. Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyâdadır. Cennet, Cehennem hep buradadır. Bu dünyâ böyle gelmiş böyle gider, öldükten sonra bir daha dirilmek yoktur, dediler."
Kıyâmet günü vardır. O gün, elbette gelecektir. O gün, gökler parçalanacak, yıldızlar dağılacak, yeryüzü ve dağlar, parçalanarak yok olacakdır. Kur'ân-ı kerîm, bunları haber veriyor ve müslümanların bütün fırkaları, buna inanıyor. Buna inanmayan îmânsız olur. Kıyâmette, bütün mahlûklar, yok olup, tekrar yaratılacak, herkes mezârdan kalkacak. Allahü teâlâ çürümüş toz olmuş kemikleri yine diriltecektir. O gün, terâzî kurulacak, herkesin hesâb defterleri uçarak, iyilere sağ taraflarından, kötülere sol taraflarından gelecektir. Cehennem üzerindeki Sırat köprüsünden geçilecek, iyiler geçip Cennet’e gidecek; Cehennemlikler de Cehennem’e düşecektir. Bu bildirdiklerimiz, olmayacak şeyler değildir. Muhbir-i sâdık yâni Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verdiği için hemen kabûl etmek, inanmak lâzımdır. Hayâle kapılarak şüpheye düşmemelidir. Allahü teâlâ Haşr sûresi 7. âyetinde; "Resûlümün getirdiklerini alınız!" yâni, her söylediğine inanınız! buyuruyor. Kıyâmet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler, kötülere şefâat edecek, araya gireceklerdir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); "Şefâatim, ümmetimden günahı büyük olanlaradır" buyuruyor. Kâfirler, hesâbdan sonra Cehennem’e girecek, Cehennem’de ve azâbda ebedî kalacaklardır. Mü'minler, Cennet’te ve Cennet nîmetlerinde sonsuz kalacaklardır. Günahı, sevâbından çok olan mü'minlerin, Cehennem’e girip, günahlarına karşılık, bir müddet azâb görmeleri câiz ise de, bunlar, Cehennem’de sonsuz kalmayacaklardır. Kalbinde zerre kadar îmân olan bir kimse, Cehennem’de sonsuz kalmayacak, rahmet-i ilâhiyeye kavuşarak Cennet’e girecektir.
Mü'minler Cennet’e girince burada sonsuz kalacaklar ve hiç çıkmayacaklardır. Bunun gibi inanmıyanlar da Cehennem’e girince sonsuz kalacaklar, ebedî olarak âzâb çekeceklerdir. Kalbinde zerre kadar îmânı bulunanı günahlarının çokluğu sebebi ile Cehennem’e soksalar da, günahları kadar azâb edip, sonunda Cehennem’den çıkarırlar ve onun yüzünü siyah yapmazlar. Kâfirlerin yüzleri ise siyah yapılır. Mü'minleri Cehennem’de zincire bağlamazlar. Boyunlarına tasma takmazlar. Böylece kalplerindeki zerre kadar îmânın hürmeti, kıymeti belli olur.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget