Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Rivâyet edildiğine göre tûfan, Receb ayının birinci günü başladı Nûh (aleyhisselâm) ve ümmeti de gemiye bugün bindiler. Nûh (aleyhisselâm) tûfanı olarak da anılan bu hâdise altı ay devam etti. Nihâyet Allahü teâlânın emri ile sona erdi. Taberânî’nin bildirdiği bir hadîs-i şerîfte, Nûh'un (aleyhisselâm) gemiye, Receb'in ilk günü bindiği, devamlı oruç tuttuğu, aşûrâ gününe kadar, su üzerinde kaldığı, aşûrâ günü Cûdî dağında durduğu, Nûh'un (aleyhisselâm) ve yanındakilerin o gün oruç tuttukları bildirilmiştir.
Nitekim Hûd sûresinin 44. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: (Tûfan emri sona erince, Allahü teâlâ tarafından, yere ve göğe emrolunup) denildi ki: “Ey yer! Suyunu yut ve ey semâ suyunu tut.” (Yağdırma! Bu ilâhi emir karşısında) su çekildi ve gemi Cûdî Dağı üzerinde karar kıldı. Bundan sonra; (Allahü teâlânın peygamberini tekzip ile kâfir olup kendilerine zulmeden) zâlimler, (Allahü teâlânın rahmetinden) uzak ve helâk olsun denildi”
Yine Hûd sûresinin 48. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: Allahü teâlâ tarafından Nûh'a denildi ki: “Yâ Nûh! Bizden bir selâmet ile ve senin üzerine ve seninle beraber bulunanlardan doğup, yetişecek mü’min ümmetler üzerine birçok bereketler ile gemiden in. Beraberinde bulunanlardan gelecek kâfir ümmetler de vardır ki, biz onları da (dünyâda bol rızıklarla) faydalandıracağız. Sonra ise (âhirette) onları, bizden elem verici bir azâb çarpacaktır.”
Muhammed bin Ka'b (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Bu âyet-i kerîmedeki selâmet ve berekâta, kıyâmete kadar, erkek ve kadın her mü’min dâhildir. Dünyâda faydalanmak ve sonunda da âhırette azâba uğramaya da, kıyâmete kadar gelecek bütün kâfirler dâhildir.”
Tûfan sona erince gemide bulunanlar, emniyet ve selâmet içinde gemiden indiler. Yeryüzünde, kendilerinden başka hiç bir canlı sağ kalmadı. Bu dehşetli ve korkunç tûfanda onlar, îmânlarının bereketiyle hiç bir sıkıntı ve elem görmediler. Nitekim Tefsîr-i Kurtubi'de, Hazret-i Hüseyn’in (radıyallahü anh) rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte meâlen buyruldu ki: “Ümmetim gemiye bindiklerinde, besmele çekerek; “Bismillâhi mecrâhâ ve mürsâha...” (Hûd sûresi: 41) ve; “Vemâ kaderullâhe hakka kadrihî...” (Zümer sûresi: 67) âyet-i kerîmelerini okurlarsa, boğulmaktan emîn olurlar.”
Dağlar gibi dalgaların meydana geldiği o korkunç su deryâsı, Allahü teâlânın emri ile yine çok kısa bir zamanda kuruyup, yeryüzü yaşamaya müsâit hâle geldi. Tûfandan evvel 40 veya 90 sene süren kıtlık müddetince, müşriklerin çocukları da olmamıştı. Yâni tûfanda, yeryüzünde hep, akıl-baliğ olan kimseler vardı. Bunlardan mü’min olanlar kurtulup, kâfirler ise, tamâmen helâk oldu. Yâni tûfanda müşriklerin çocukları olmadığından günahsız kimseler helâk olmamıştır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Nihâyet gemiye binecekler bindi. Tûfan başlamıştı. Sular yükseliyordu.
Hazret-i Nûh ilk önce, îmân etmiş olan Amûre ismindeki bir hanımla evlenmişti. Bundan olan oğulları ve bunların hanımları yâni, Hazret-i Nûh'un gelinleri de mü’min idi. Bunların hepsi gemiye binmişlerdi. İkinci olarak îmân etmiş olan Vâ’ıle ise, daha sonra, îmândan ayrılmış, mürted olmuştu. Hazret-i Nûh'un bu kadından doğan oğlu Yâm yâni Ken’ân da babasına îmân etmemişti.
Bu Vâ’ıle, îmân gibi büyük bir devlete, sonra da yüce bir peygambere zevce olmak gibi çok üstün bir şeref ve saâdete kavuşmuş iken, îmândan ayrılmış ve nasipsizin biri olmuştu. Mürted olduktan sonra ise, aşağılık ve alçaklığına bir yenisini daha ekleyerek Hazret-i Nûh'a hakâret ve hâinlik yapmağa başladı. Nûh'a (aleyhisselâm) mecnûn, deli diyerek, küstahlıkta bulunduğu gibi, onun gizli sırlarını, kavmin müşrik olan reislerine vermekten de geri kalmıyordu. Tabi ki, bu kadın gemiye binemedi.
Diğerleri gemiye binerken, Hazret-i Nûh'un oğlu Ken’ân bir köşede duruyordu. Hazret-i Nûh, babalık ve peygamberlik şefkâti ile son bir defâ daha bu âsî evlâda nasîhat etti. Îmân etmesini söyledi. Onların bu hâli Hûd sûresinin 42. ve 43. âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle bildirildi: “Nûh o sırada ayrı bir yerde bulunan oğlu Ken’ân'a şöyle nidâ etti: “Ey oğulcuğum! Bizimle beraber sefîneye gir (ki müslümanlarla selâmete eresin). Kâfirlerle beraber olma. (Eğer kâfirlerle beraber olursan helâk olursun. Ken’ân; “Ne İslâm'a gelirim, ne de sefîneye girerim.”) Bir büyük dağa sığınırım. O dağ beni, su (ya gark olmaktan, boğulmak) dan korur” dedi. Nûh dedi ki: “Allahü teâlânın îmân nasîb etmekle rahmet buyurdukları hâriç, bu gün Allahü teâlânın azâbı olan boğulmaktan koruyucu, kurtarıcı yoktur. Bu sırada ikisi arasına, (Hazret-i Nûh ile Ken’ân veya dağ ile Ken’ân arasına) bir dalga girip (Ken’ân da diğer kâfirlerle beraber) boğulanlardan oldu.”
Yine Hûd sûresinin 45-47. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Nûh, Allahü teâlâya nidâ edip dedi ki: “Yâ Rabbî! Oğlum (Ken’ân) benim ehlimdendir ve senin vâdin elbette haktır. (Senin vâdinde hilâf olmaz. Sen beni ve ehlimi gark etmeyeceğini vâd etmiştin.) Sen hâkimlerin hâkimisin.”
Allahü teâlâ buyurdu ki: “Ey Nûh, o senin ehlinden değildir. (Tefsîr âlimleri bunu; “Senin dîninin ehlinden değildir, yâni kâfirdir” diye tefsîr etmişlerdir.) Zirâ o sâlih olmayan bir amel sâhibidir. O hâlde ilmine vâkıf olmadığın bir şeyi benden isteme! Şüphesiz ben, seni, câhillerden olmaktan men ederim.” Nûh dedi ki: “Yâ Rabbî! İlmim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni mağfiret ve bana affınla rahmet etmezsen ben ziyâna düşenlerden olurum.”
Tefsîr âlimleri, kesin olarak Ken’ân'ın, Hazret-i Nûh'un oğlu olduğu, dolayısıyla onun ehlinden, âilesinden olduğunu bildiriyorlar. Bunda şüphe yoktur. Âyet-i kerîmede, Hazret-i Nûh'a; “O senin ehlinden değildir” buyrulması; “Senin dîninin ehlinden veya tûfanda kurtaracağımı vâd ettiğim kimselerden değildir” demektir.
Yine tefsîr âlimlerinin bildirdiklerine göre, Ken’an, îmân etmiş görünen bir münâfık idi. Öyle olmasaydı, Hûd sûresinin 37. ve Mü’minun sûresinin 27. âyet-i kerîmelerinde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ Hazret-i Nûh'a; “Küfürle nefislerine zulmedenler hakkında azâbın def’i için bana duâ eyleme ki, onlar garkolun (makla, suda boğulmakla hüküm olun) muşlardır” buyrulduğu hâlde Hazret-i Nûh, îmân etmiş görünen Ken’ân için Allahü teâlâya niyâzda bulunmazdı. Ken’ân münâfık olduğundan Hazret-i Nûh da bunu bilmediğinden, görünüşe göre hüküm verip, onun için niyâzda bulundu. Ken’ân, babasının ısrârına rağmen gemiye binmeyerek o güne kadar gizli tuttuğu küfrünü açığa vurmuş oldu.
Tûfan başlamıştı. Gökten âdetâ sel akıyor, yerden de su fışkırıyordu. Hem bu su, sâir zamanlarda yağan yağmur suları gibi, tatlı değildi. Tadı acı olup, içenin midesini harâb ederdi. Nereye dokunsa ateş gibi yakardı. Bunun normal bir yağmur değil, azâb suyu olduğu, gâyet açık ve âşikâr idi. Bu yakıcı sular her tarafı kapladı. Gemide bulunanların haricinde hiç bir canlı mahlûk kalmamak üzere hepsi boğuldu. Suların yükselmesinden, en yüksek dağlar bile su altında kaldı. Bu kadar büyük ve geniş bir su deryâsında dalgaların büyüklüğünü târif etmek mümkün değildir.
Bu tûfan esnâsında, Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi emniyet ve selâmet içinde, rahatça yol alıyordu. Nitekim Hûd sûresinin 42. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “O sefîne, dağlar gibi dalgalar içinde yüzüp onları götürüyordu...”
Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi dağlar gibi dalgalar arasında bütün dünyâyı dolaştı. Her uğradığı yerde, yâni şehirler üzerinden geçerken; “Bu şehir filan şehirdir. Tûfandan sonra da burada filan şehir kurulacaktır” diye bir ses gelirdi. Mekke-i mükerremeye vardıklarında, gemi, Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerin etrâfında, su üzerinde, yedi defâ döndü. Böylece Kâbe-i muazzamayı tavâf etmiş oldular.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Kur’an-ı kerîmde, fülk, fülk-i meşhûn, zat-i elvâh ve desir gibi kelimelerle işâret buyrulan, Hazret-i Nûh'un gemisinin mahiyeti, eni, boyu yüksekliği, nasıl yapıldığı; yapılırken hangi malzemenin kullanıldığı hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Abanoz ağacından yapıldığı söylenen geminin iki veya dört senede tamamlandığı, üç katlı olduğu, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiği yâni buharla çalıştığı rivâyetleri meşhûrdur.
Nûh (aleyhisselâm) yüzyıllar boyunca, kavmini îmân ve hidâyete dâvet ettiği hâlde, onların, inanmamakta ısrâr etmeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada son olarak kavmine şöyle söyledi:
“Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasîhat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana ve bana inananlara eziyet edip, incittiniz. Allahü teâlâ, yeryüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabûl ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allahü teâlânın azâbı en kısa zamanda büyük bir tûfan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allahü teâlâya îmân etmeyen asîler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle gelsin. Bu, benim, herkesin duymasını istediğim son sözümdür.”
Nûh'un (aleyhisselâm) son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nûh (aleyhisselâm)! Uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tûfanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz” dediler.
Nûh (aleyhisselâm) gemiyi bitirdiğinde vâd olunan azâbın vakti gelmişti. Tûfanın alâmetleri görülüp, sular yavaş yavaş yükselmeye başladı.
Allahü teâlâ, Hazret-i Nûh'a vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden îmân edenleri gemiye almasını emretti. Gemiye alınan mü’minlerin sayısı hakkında değişik rivâyetler vardır, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre; Nûh aleyhisselâm da dâhil gemide 80 kişi bulunuyordu.
Hûd sûresinin 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Nihâyet helâk etme emrimizin, azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırttığı, (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nûh'a emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir olunanlar (Nûh'un (aleyhisselâm) zevcesi Vâ’ıle ve oğlu Yâm yâni Ken’ân) hariç ehil ve ıyâlini, (aile efrâdını, yâni îmân etmiş olan hanımın Amûre'yi, oğulların; Hâm, Sâm, Yâfes ve bunların hanımlarını) ve sana îmân etmiş olanları gemiye koy. Zâten Nûh'a îmân edenler pek az idi.”
Tennûr lügatte kapalı bir ocak, fırın demek olup daha çok tandır mânâsında kullanılır. Âyet-i kerîmede geçen (tennûr) kelimesi hakkında, tefsîr âlimlerinden çeşitli rivâyetler bildirilmiştir. Bu rivâyetlerden bâzıları şöyledir: Tennûr, yeryüzü demek olup, yerden su kaynayıp fışkırdığında, Nûh'a (aleyhisselâm) gemiye bin denilmiştir. Tennûr, Hazret-i Havvâ'nın ekmek yaptığı taştan bir tandır olup, elden ele Hazret-i Nûh'a kadar gelmişti.
Tennûr, yeryüzünün şerefli ve yüksek yerleri demektir. Bu yerin veya yerlerin Kûfe tarafında bulunduğu, hattâ Kûfe mescidinin yeri olduğu, Şam'da Ayn-i verdân denilen mevkide bulunduğu ve Hindistan'da olduğu da rivâyet edilmiştir. Bâzı âlimler de, tennûru, gemide suyun toplandığı yer olarak bildirmişler, yâni tennûrun geminin kazanı olduğunu haber vermişler; “Nûh'un aleyhisselâm gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’an-ı kerîm açıkça bildiriyor” buyurmuşlardır.
Allahü teâlâ Nûh'a (aleyhisselâm) gemiye neleri alacağını vahyedince, Allahü teâlânın emriyle bütün ehlî, vahşî ve yırtıcı hayvanlar ve haşarât, Hazret-i Nûh'un huzûrunda toplandı. Bunların toplanmasıyla çok büyük izdihâm, kalabalık meydana geldi. Hayvanâtın her biri; “Bizi al yâ Neciyyallah!” diye yalvarır, gemiye binebilmek için yarış ederdi. Hazret-i Nûh, sağ elini uzatınca bir hayvanın erkeğini, sol elini uzatınca da aynı cins hayvanın dişisini alırdı.
Rivâyete göre yılan ve akrep gemiye binmek istediler. Nûh (aleyhisselâm) onlara; “Siz, zarar ve belâya sebep olan hayvanlarsınız, sizi gemiye bırakmam” dedi. Onlar da; “Ahdimiz olsun! Seni zikreden, hatırlayan, ismini söyleyen kimseye zarar yapmayız” dediler.
Yılan ve akrebin zarar vermesinden korkan bir kişi; “Selâmün ala Nûhın fil’âlemin..!” âyet-i kerîmesini okursa onların zararından korunmuş olur. Yılan ve akrep bu kişiye zarar veremezler. Çünkü bu şekilde söz vermişlerdir.
Tûfan alâmetleri başlayıp, gemiye binecekler binerlerken, Hazret-i Nûh mü’minlerden birini kavmin meliki olan Safredûs'a gönderdi. O mü’min, melike tûfanın başladığını haber verip kendisini îmâna dâvet etti.
 Kral derhal atına atlayıp geminin yanına geldi. Hazret-i Nûh'a bu olanları sordu. O da; “Ey Melik! Bu, dâimâ size söylediğim, sizi korkuttuğum gadab-ı ilâhidir. Allahü teâlânın azâbıdır, işte zâhir oldu” diye haber verdi. Kral ve diğer müşrikler, hâlâ bu hâli, diğer zamanlarda yağan, şiddetli yağmur olarak zannettiler ve en son dâveti de kabûl etmediler.
Gemiye binecekler hazır olunca, Hazret-i Nûh onlara, besmele ile gemiye binmelerini söyledi. Bütün mü’minler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde, Hazret-i Nûh'la beraber gemiye bindiler. Nitekim bu hal, Hûd sûresinin 41. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle bildirildi: “Nûh gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, mü’minleri mağfiret edici ve merhametiyle tûfan belâsından kurtarıcıdır” dedi.”
İmâm-ı Begavî ve Dahhâk'ın (rahmetullahi aleyhima) rivâyetlerine göre, Hazret-i Nûh geminin gitmesini isteyince “Bismillâh” der, gemi giderdi. Durmasını isteyince de, yine “Bismillâh” der ve gemi dururdu.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget