Kur’an-ı kerîmde, fülk, fülk-i meşhûn, zat-i elvâh ve desir gibi kelimelerle işâret buyrulan, Hazret-i Nûh'un gemisinin mahiyeti, eni, boyu yüksekliği, nasıl yapıldığı; yapılırken hangi malzemenin kullanıldığı hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Abanoz ağacından yapıldığı söylenen geminin iki veya dört senede tamamlandığı, üç katlı olduğu, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiği yâni buharla çalıştığı rivâyetleri meşhûrdur.
Nûh (aleyhisselâm) yüzyıllar boyunca, kavmini îmân ve hidâyete dâvet ettiği hâlde, onların, inanmamakta ısrâr etmeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada son olarak kavmine şöyle söyledi:
“Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasîhat ettim. Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana ve bana inananlara eziyet edip, incittiniz. Allahü teâlâ, yeryüzünü zulüm ve küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabûl ediniz. Câhillik etmeyiniz. Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allahü teâlânın azâbı en kısa zamanda büyük bir tûfan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk olacaktır. Şu yaptığım gemi, îmân edenlerin binip kurtuluşa ereceği gemidir. Allahü teâlâya îmân etmeyen asîler suda boğulacaktır. Kurtulmayı isteyen îmân etsin ve benimle gelsin. Bu, benim, herkesin duymasını istediğim son sözümdür.”
Nûh'un (aleyhisselâm) son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan insanlar; “Ey Nûh (aleyhisselâm)! Uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. Bizi tûfanla korkutuyorsun. Biz sana da, söylediklerine de inanmıyoruz” dediler.
Nûh (aleyhisselâm) gemiyi bitirdiğinde vâd olunan azâbın vakti gelmişti. Tûfanın alâmetleri görülüp, sular yavaş yavaş yükselmeye başladı.
Allahü teâlâ, Hazret-i Nûh'a vahyedip, her hayvan ve kuştan birer çifti ve kavminden îmân edenleri gemiye almasını emretti. Gemiye alınan mü’minlerin sayısı hakkında değişik rivâyetler vardır, İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre; Nûh aleyhisselâm da dâhil gemide 80 kişi bulunuyordu.
Hûd sûresinin 40. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Nihâyet helâk etme emrimizin, azâbımızın vakti geldiği, tennûrun (fırının) taşıp fışkırttığı, (yâhut gemi kazanının kaynadığı) zaman biz Nûh'a emreyledik ki, kendisinden faydalanılan hayvanların her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine boğulma emri takdir olunanlar (Nûh'un (aleyhisselâm) zevcesi Vâ’ıle ve oğlu Yâm yâni Ken’ân) hariç ehil ve ıyâlini, (aile efrâdını, yâni îmân etmiş olan hanımın Amûre'yi, oğulların; Hâm, Sâm, Yâfes ve bunların hanımlarını) ve sana îmân etmiş olanları gemiye koy. Zâten Nûh'a îmân edenler pek az idi.”
Tennûr lügatte kapalı bir ocak, fırın demek olup daha çok tandır mânâsında kullanılır. Âyet-i kerîmede geçen (tennûr) kelimesi hakkında, tefsîr âlimlerinden çeşitli rivâyetler bildirilmiştir. Bu rivâyetlerden bâzıları şöyledir: Tennûr, yeryüzü demek olup, yerden su kaynayıp fışkırdığında, Nûh'a (aleyhisselâm) gemiye bin denilmiştir. Tennûr, Hazret-i Havvâ'nın ekmek yaptığı taştan bir tandır olup, elden ele Hazret-i Nûh'a kadar gelmişti.
Tennûr, yeryüzünün şerefli ve yüksek yerleri demektir. Bu yerin veya yerlerin Kûfe tarafında bulunduğu, hattâ Kûfe mescidinin yeri olduğu, Şam'da Ayn-i verdân denilen mevkide bulunduğu ve Hindistan'da olduğu da rivâyet edilmiştir. Bâzı âlimler de, tennûru, gemide suyun toplandığı yer olarak bildirmişler, yâni tennûrun geminin kazanı olduğunu haber vermişler; “Nûh'un aleyhisselâm gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’an-ı kerîm açıkça bildiriyor” buyurmuşlardır.
Allahü teâlâ Nûh'a (aleyhisselâm) gemiye neleri alacağını vahyedince, Allahü teâlânın emriyle bütün ehlî, vahşî ve yırtıcı hayvanlar ve haşarât, Hazret-i Nûh'un huzûrunda toplandı. Bunların toplanmasıyla çok büyük izdihâm, kalabalık meydana geldi. Hayvanâtın her biri; “Bizi al yâ Neciyyallah!” diye yalvarır, gemiye binebilmek için yarış ederdi. Hazret-i Nûh, sağ elini uzatınca bir hayvanın erkeğini, sol elini uzatınca da aynı cins hayvanın dişisini alırdı.
Rivâyete göre yılan ve akrep gemiye binmek istediler. Nûh (aleyhisselâm) onlara; “Siz, zarar ve belâya sebep olan hayvanlarsınız, sizi gemiye bırakmam” dedi. Onlar da; “Ahdimiz olsun! Seni zikreden, hatırlayan, ismini söyleyen kimseye zarar yapmayız” dediler.
Yılan ve akrebin zarar vermesinden korkan bir kişi; “Selâmün ala Nûhın fil’âlemin..!” âyet-i kerîmesini okursa onların zararından korunmuş olur. Yılan ve akrep bu kişiye zarar veremezler. Çünkü bu şekilde söz vermişlerdir.
Tûfan alâmetleri başlayıp, gemiye binecekler binerlerken, Hazret-i Nûh mü’minlerden birini kavmin meliki olan Safredûs'a gönderdi. O mü’min, melike tûfanın başladığını haber verip kendisini îmâna dâvet etti.
Kral derhal atına atlayıp geminin yanına geldi. Hazret-i Nûh'a bu olanları sordu. O da; “Ey Melik! Bu, dâimâ size söylediğim, sizi korkuttuğum gadab-ı ilâhidir. Allahü teâlânın azâbıdır, işte zâhir oldu” diye haber verdi. Kral ve diğer müşrikler, hâlâ bu hâli, diğer zamanlarda yağan, şiddetli yağmur olarak zannettiler ve en son dâveti de kabûl etmediler.
Gemiye binecekler hazır olunca, Hazret-i Nûh onlara, besmele ile gemiye binmelerini söyledi. Bütün mü’minler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde, Hazret-i Nûh'la beraber gemiye bindiler. Nitekim bu hal, Hûd sûresinin 41. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle bildirildi: “Nûh gemiye bineceklere; “Allahü teâlânın ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın irâdesiyledir. Benim Rabbim, mü’minleri mağfiret edici ve merhametiyle tûfan belâsından kurtarıcıdır” dedi.”
İmâm-ı Begavî ve Dahhâk'ın (rahmetullahi aleyhima) rivâyetlerine göre, Hazret-i Nûh geminin gitmesini isteyince “Bismillâh” der, gemi giderdi. Durmasını isteyince de, yine “Bismillâh” der ve gemi dururdu.