İhlâs
Hâlis, temiz etmek, niyeti ve kalbi temizlemek, bütün hareketlerini yalnız Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için yapmak demektir. Böyle bir ihlâsın ele geçmesi için, her an Allahü teâlânın rızâsını gözetmek ve başka şeylere düşkün olmamak lâzımdır. Dinimizde bütün ibâdetlerin kabûl olması, ihlâs ile yapılıp yapılmadığına bağlıdır. Bu sebepten, âlimler ve velîlerin hepsi ihlâs elde etmek için çalışıp gayret göstermişlerdir. Onun için, ihlâs hakkında bilinmesi gerekli olan husûslar çok önemlidir. Dinimizde, her ibâdette ihlâs üzere olmak emredildi. İhlâs; kulun mal ve beden ile, farz ve nâfile şeklinde olan ibâdetleri, yalnız Allahü teâlâya yaklaşmak için yapması ve niyetine, nefsanî ve dünyevî bir arzu karıştırmamasıdır. Böyle olmazsa yapılanlar riyâ ve gösteriş olur. İhlâs; dünyâ faydalarını düşünmeyip, ibâdetlerini yalnız Allah rızâsı için yapmaktır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeyi düşünmez. İbâdetlerini, başkalarının görmesi, ihlâsına zarar vermez. Hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et. Sen görmüyor isen de, O seni görmektedir.” buyruldu.
İslâm dîni, sonsuz saâdete kavuşabilmek için, üç şeyin muhakkak lâzım olduğunu bildirmektedir. Bunlar da; ilim, amel ve ihlâstır. İlim, amele (ibadet yapmaya) vâsıta olduğu için kıymetlidir. İlmin, yalnız başına bir kıymeti yoktur. Amellerin rûhu, tâatların özü; ihlâs ve düzgün niyettir. Niyeti düzgün ve ihlâsı tam olan az bir amel; bozuk niyetle yapılan ve ihlâsı az olan çok amelden hayırlıdır. Zirâ Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Ameller, ancak niyetlere göredir” ve “Bütün insanlar helâk olur, ancak âlimler (bilenler) kurtulur. Bütün âlimler helâk olur, ancak, ilmi ile amel edenler kurtulur. Bütün amel edenler de helâk olur, ancak, ihlâslı olanlar kurtulur.” buyurdu. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Kehf sûresi 110. âyetinde meâlen; “Rabbine kavuşmayı arzu eden, sâlih (iyi, güzel) amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibâdete, hiç kimseyi ortak etmesin.” buyurdu.
İhlâs; Allahü teâlâya, kulluğa yaraşır şekilde ibâdet etmek, emirlerine tam bir doğrulukla bağlanmak, sâdece kulluğunu yapıp, Cennet’i istemek arzusu ve Cehennem korkusunun ve başka nefsin hoşuna giden şeylerin kalbe girmemesidir. Çünkü ihlâsla ve Allah rızâsı için verilen bir avuç buğday, ihlâssız ve nefsin rızâsı ile verilen bir avuç inciden kıymetli ve üstündür. Allahü teâlânın râzı olması düşünülerek ihlâs ile yapılan amel, ibâdet kabûl edilir ve sevâbı on kattan yediyüz kata kadar yazılır, büyür ve kıyâmet günü gelişir. Güzel toprakta bitip büyüyen, bir müddet sonra çok değerli ağaç olan tohum gibidir. İyi niyetsiz ve ihlâssız yapılan amel, artmaz gelişmez. Belki, farz olsun nâfile olsun kabûl edilmez.
Allahü teâlâ Bakara sûresi 276. âyetinde meâlen; “Allahü teâlâ fâizle gelen malı mahveder ve sadakaları (zekatları) verilen malı arttırır” ve Mâide sûresi 27. âyetinde meâlen; “Allahü teâlâ, ancak müttekîlerin yaptığını kabûl eder.” Buyuruyor. Müttekîler, muhlisler, ameli ihlâslı olanlardır. İlim ve amel, İslâm dîninin dalları; ihlâs ise onu yaşatan, besleyen köküdür. Hazret-i Ali buyurur ki: “Az amel yaptım diye üzülmeyin. Kabûl oldu mu diye endişe edin! Buna ihtimam gösterin. Çünkü, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Mu’âz bin Cebel'i Yemen'e vâli olarak gönderirken; “İbadetlerini ihlâs ile yap! İhlâs ile yapılan az amel, kıyâmette sana yetişir” ve yine; “Kırk gün, Allahü teâlâya ihlâsla amel edenin, kalbinden diline hikmet pınarları akar.” buyurdu.
İhlâs, amelin rûhu olduğundan, rûhsuz beden işe yaramadığı gibi, ihlâssız amel de bir fayda sağlamaz. İhlâsı elde etmek zor olmakla beraber, Allahü teâlânın kolaylaştırdıklarına kolay olur. Hasen-i Basrî'nin haber verdiği hadîs-i şerîfte; “Allahü teâlâ buyuruyor ki: İhlâs benim sırlarımdan bir sırdır. Onu kullarımdan sevdiğimin kalbine veririm.” buyruldu. İhlâsa, Allahü teâlâyı her şeyden çok sevmekle kavuşulur. O'nu çok sevmek de, gösterdiği yoldan ayrılmamak ve O'na, candan, seve seve ibâdet etmekle mümkündür.
İbâdet, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapılır. Başkasının muhabbetine, ihsânına kavuşmak için yapılan ibâdet, ona tapınmak olur. Allahü teâlâya ihlâs ile ibâdet edilmesi emrolundu. Hadîs-i şerîflerde; “Allahü teâlânın birliğine îmân edenlerden, namazı ve zekâtı ihlâs ile yapandan, Allahü teâlâ râzı olur.”,“Allahü teâlâ buyuruyor ki: Benim şerîkim yoktur. Başkasını bana ortak eden, sevâblarını ondan istesin. İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ, ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder.” ve “İbadetlerini ihlâs ile yapanlara müjdeler olsun. Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok eder.” buyruldu.
Bir hadîs-i şerîfte de buyruldu ki: “Dünyâda, haram edilmiş olan şeyler mel’ûndur. Ancak Allah için yapılan şeyler kıymetlidir.”
Benî İsrâil'de bir âbid vardı, ona; “Falan yerde, ağaçtan yapılmış bir put vardır. Bir kısım insanlar, ona, Allah diye taparlar” dediler. Kızdı ve kalktı. Baltayı omzuna alıp, o putu kırmaya gitti. Şeytan, bir ihtiyâr şekline girip, onun karşısına çıktı; “Nereye gidiyorsun?” dedi. O da; “Putu kırıp, insanları Allahü teâlâya taptırmaya gidiyorum” dedi. Şeytan; “Git ibâdetle meşgûl ol. Bu senin için daha iyidir” dedi. “Hayır, bu putu kırmak daha mühimdir” diye cevap verdi. Şeytan; “Seni bırakmam” deyip kavgaya tutuştular. O âbid, şeytanı yere vurdu ve göğsünün üzerine oturdu. Şeytan; “Müsâde et bir söz söyleyeyim” dedi. Âbid müsâde etti. Şeytan dedi ki: “Ey âbid! Allah'ın peygamberleri vardır. O putu kırmayı dilese, onlara emir verirdi. Sen bununla emrolunmadın, bunu yapma” deyince; “Hayır, muhakkak yapacağım” dedi. Şeytan bırakmayınca, kavgaya başladılar. Âbid yine şeytanı yere yurdu. Şeytan; “Müsâde et, bir söz daha söyleyeyim, beğenmezsen istediğini yap” dedi. “Peki söyle” dedi. Bunun üzerine şeytan; “Sen, fakir ve âbid (çok ibâdet eden) bir kimsesin. Senin yükünü insanlar çekiyorlar, senin iş yapabilecek ve diğer âbidlere yiyecek ve giyecek verebilecek bir şeyin olsa, o putu kırmaktan daha iyidir. Çünkü onu kırarsan, insanlar bir başkasını yontup yine yaparlar, onlara zarar vermiş olmazsın. Bundan vazgeç, her gün yastığının altına iki altın koyayım” diye teklifte bulundu. Âbid içinden; “Doğru söylüyor. Biri ile sadaka verip, diğeri ile işlerimi görmem bu putu kırmaktan daha iyidir. Ben bununla emrolunmadım. Ben ne peygamberim, ne de bunu kırmakla vazifeliyim” dedi ve geri döndü. Ertesi gün yastığının altında iki altın gördü, altınları aldı. Ertesi gün yine gördü ve aldı. Kendi kendine; “İyi ki o putu kırmadım” dedi. Üçüncü gün, yastığının altında hiç bir şey görmeyince, kızdı. Baltayı alıp, putu kırmak için yola koyuldu. Şeytan tekrar karşısına çıkıp nereye gittiğini sordu. “O putu kırmaya gidiyorum.” deyince; “Yalan söylüyorsun, yemîn ederim ki, onu kıramazsın.” dedi ve âbidi yere vurdu. Daha önce şeytanı yere vuran âbid, şimdi onun elinde serçe gibi titriyordu. Şeytan; “Geri dön, yoksa başını koyun gibi keserim.” dedi. O zaman âbid; “Peki döneyim, fakat o zaman iki defâ ben seni yendim ve şimdi sen beni yendin, sebebi nedir?” dedi. Şeytan cevap olarak; “O zaman, Allah için kızmıştın. Allah, için iş yapana, bizim gücümüz yetmez. Şimdi ise, kendin için ve dünyâ için kızdın. Kendi arzularına uyan bizi yenemez.” dedi.
İbadetlerde ihlâsı elde etmenin yolu; nefsin İslâmiyete uymayan arzularını kırmak, ibâdetlerde dünyâ faydalarını düşünmemek ve kalbe âhıret sevgisini iyice yerleştirip, her işi Allah rızâsı için yapmaktır. İhlâsa kavuşmayı sağlayan sebeplerden biri de, Allah adamları ve dostları ile beraber olmaktır. Onlar ile bulunmak, hep Allahü teâlâyı hatırlatır, kalbde Allah sevgisinin devamlı yerleşmesine ve artmasına sebep olur.
Devamlı ihlâs sâhiplerine, muhlâs denir. İhlâsı devamsız olup, ihlâs elde etmek için uğraşanlara muhlis denir. İhlâs, çalışıp ibâdet ederek ve niyeti düzelterek elde edilir. İslâmiyette tasavvuf bilgileri, ihlâsı elde etme yollarını göstermektedir. Tasavvuf, îmânın vicdanîleşmesi ve ibâdetleri severek yapmak ile haramlardan uzaklaşmaktır. Tasavvuf, kalbin kötülüklerden tasfiyesi, nefsin terbiye edilmesidir. Bu da, İslâmiyetin emir ve yasaklarına tam uymakla mümkündür.
İnsanın muhlislerden olması lâzımdır. Muhlisler, Allahü teâlânın rızâsını gözeterek işlerinde niyet edip, gayret göstererek ihlâs elde edenlerdir. Tam ihlâsı elde etmek, ancak kalbi her türlü kötü huy ve düşüncelerden büsbütün temizlemek ve Allahü teâlâya kusursuz teslim olmakla mümkündür. Vilâyetin yüksek derecelerine ulaşmış olanların hâli böyledir Hadîs-i şerîflerde;
“Evliyâ (Allah'ın sevgili kulları) görülünce Allah hatırlanır.”
“Onlarla (evliya ile) beraber bulunanlar şakî (Cehennemlik) olmazlar.”
“Her şeyin bir kaynağı vardır. Takvânın (Allah'tan korkmanın) kaynağı, âriflerin kalbleridir.” buyrulmuştur.
Yahyâ bin Mu’âz; “Sütün pislikten ayrılması gibi, ihlâs da ameli ayıplardan temizler.” buyurdu.
Hazret-i Ömer bin Hattâb, Ebû Mûsâ el-Eş'ari'ye yazdığı mektubunda; “Niyeti hâlis olan kimseye; kendisi ile insanlar arasındaki işlerinde, Allahü teâlâ yeter.” demiştir.
Rüveym bin Ahmet Bağdâdî; “Amelde ihlâs demek, amel sâhibinin ameli ile dünyâ ve âhırette bir karşılık beklememesidir.” buyurdu.
Ebû Osman; “İhlâs devamlı olarak yaratanı düşünmek ve O'na bakmakla, mahlûku, yaratılanı unutmaktır” buyurdu.
Havârîler, Hazret-i Îsâ'ya; “Amellerin hâlis olanı hangisidir?” diye sorduklarında, Hazret-i Îsâ; “Hiç kimsenin övmesini sevip beklemeden, Allah için yapılan ameldir.” buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî; “İhlâs; ameli, karışıklıklardan arındırmaktır.” buyurdu.
İbrâhim bin Edhem; “İhlâs, Allah ile beraber sâdık niyette bulunmaktır.” buyurdu.
3- Sâlihlerdendi: Enbiyâ sûresi 72. âyetinde meâlen; “Biz İbrâhim'e, isteği üzerine İshak'ı ve isteğinden ziyâde olarak torunu Ya’kûb'u ihsân ettik. Biz onların hepsini sâlihlerden kıldık.” buyrularak Ya’kûb aleyhisselâmın sâlihlerden olduğu bildirildi.