Mûsâ Aleyhisselâmın elinde bir Kıptî'nin (Mısırlının) ölmesi
Rivâyete göre Hazret-i Mûsâ, bir gün Münîf isimli bir beldede, Mısırlı bir Kıptî kâfirinin, Benî İsrâil'den birine işkence ettiğini gördü. Rivâyete göre, işkence gören İsrâiloğullarından Sâmirî isminde biri idi. Hasmı da Fâtûn isminde Fir’avn’ın ekmekçisi olan bir Kıptî idi.
Fâtûn, sarayın mutfağı için odun satın almıştı ve Sâmirî'ye; “Bu odunları taşı!” demişti. Taşımayınca ona zulmetmeye başlamıştı. Bu esnada Mûsâ aleyhisselâm da oradan geçiyordu. Sâmirî, kendine haksızlık yapan Mısırlıya karşı ondan yardım istedi.
Nitekim Kasas sûresinin 15. âyet-i kerîmesinde meâlen; “(Mûsâ aleyhisselâm bir gün saraya geldiğinde, Fir’avn, Münif şehrine gitti denildi.) Mûsâ (aleyhisselâm) şehir halkının meşgûl olduğu (öğle uykusunda oldukları, cadde ve sokakların tamâmen boş olduğu) bir sırada (Fir’avn’ın bulunduğu) şehre girdi. Şehre girdiğinde birbirleriyle kavga eden iki adama rastladı. Bu iki kimseden biri Mûsâ'nın (aleyhisselâm) tarafından (yani İsrâiloğullarından) diğeri de düşmanları olan taraftan (yani Kıbtîlerden) idi. İsrâiloğullarından olan kimse, hasmı olan Kıbtîye karşı, kendisine yardım etmesi için Mûsâ'dan (aleyhisselâm) yardım istedi...” buyruldu.
Mûsâ aleyhisselâm Kıptîye; “Bırak onu!” diye bağırdı. Fırıncı; “Ben onu, senin babanın işi için alıyorum, Sen ise ona yol veriyorsun” dedi. Mûsâ aleyhisselâm, Sâmirî’yi onun elinden kurtarmaya çalıştı. Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki: “…Öyle olunca, Mûsâ eliyle Kıbtî'nin göğsüne vurdu. Adam ölüverdi. Mûsâ (aleyhisselâm) yaptığı bu işten mahcub oldu ve; Bu (yâni maktûlün yaptığı iş) âşikâre azdırıcı bir düşman olan şeytanın amellerindendir dedi. Mûsâ (aleyhisselâm); Allahü teâlâya münâcât ederek; “Yâ Rabbî! (senin emrin olmadan o Kıbtî’nin ölümüne sebep olmakla) ben nefsime yazık ettim. Benim hatâmı mağfiret eyle dedi. Allahü teâlâ da onu mağfiret etti. Çünkü Allahü teâlâ, çok mağfiret edici ve kullarına çok merhametlidir.”
Bu âyet-i kerîmede, Kıbtî’nin ölmesi husûsunda hazret-i Mûsâ'nın bir kastının bulunmadığı, hâdisenin bu şekilde netîcelenmesine üzüldüğü ve Allahü teâlâdan özür dilediği bildirilmektedir.
Kâdı Beydâvî hazretlerinin bildirdiğine göre, âyet-i kerîmede, Hazret-i Mûsâ'nın dâhil olduğu (girdiği) bildirilen şehir, şimdiki Mısır'ın batısındadır ve ismi Münif'dir. Bu şehrin ismine Ayn-üş-şems denildiği, ayrıca başka isimlerinin olduğu da rivâyet edilmektedir.
Âyet-i kerîmede, Mûsâ aleyhisselâmın, şehir halkının gaflette oldukları, meşgûl olup, ortalıkta bulunmadıkları bir sırada şehre girdiği bildirilmektedir. Bunun sebebi hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Fahrüddîn-i Râzî hazretleri tefsîrinde buyuruyor ki: Bu hâdisenin bildirildiği âyet-i kerîmeden önceki âyette (Kasas sûresi: 15) Allahü teâlâ meâlen; “Mûsâ'nın (aleyhisselâm) yaşı kemâlini bulup, aklı, rüşdü, müsâvî olunca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte biz, iyilik, ihsân sâhiplerini böylece mükâfâtlandırırız” buyurdu.
Mûsâ aleyhisselâm rüştüne (yaş olarak olgunluğa) kavuşup, kendine ilim ve hikmet verilince, Fir’avn’ın dîninin bâtıl, bozuk olduğunu bildi. Zâten Allahü teâlâ, diğer peygamberler gibi onu da muhâfaza etmiş, Allahü teâlâdan başkasına ibâdet etmek bir yana, böyle şeylere hiç yaklaşmamıştı. Hikmet ve ilim verilince, Fir’avn’ın ve çevresinin dinlerinin bozukluğunu, daha iyi anladı. Bundan sonra, Fir’avn’ın ve kavminin içinde bulundukları hâli ayıplamaya, onların zulüm yaptıklarını anlatmaya başladı.
Tabi ki, Âsiye'nin her türlü gayretine, yatıştırmaya çalışmasına rağmen, Fir’avn ve onun kavmi olan Kıptîler, Mûsâ'yı (aleyhisselâm) aralarından ayırmaya, yanlarından uzaklaştırmaya çalıştılar. Korkutmaya kalkıştılar. Hazret-i Mûsâ da onların arasından ayrılıp, çıktı. Bu sebeple, Fir’avn’ın bulunduğu beldeye, gizlice ve endişe içinde girerdi. Açıktan açığa giremez oldu. Çünkü Kıptîler tehdit ediyorlardı. Bir de onlar her kötülüğü yapabilirlerdi.
Rivâyet olundu ki, Kıptînin ölmesi hâdisesini; kavgada bulunan Sâmirî'den başka hiç kimse bilmiyordu.
Bu hâdiseden sonra, endişe içinde şehirde halkın arasında söylentilere kulak verdi. Kıptîler, hâdiseyi haber alınca, o sırada şehirde bulunan Fir’avn'a gelerek; “İsrâiloğulları yakınlarımızdan olan bir adamı öldürdüler. Onlardan bizim hakkımızı al! Onları bırakma ve bu yaptıklarını yanlarına koyma!” dediler. Fir’avn; “Öldüreni ve şâhidleri bana getirin. Çünkü delilsiz, şâhidsiz karar vermek doğru olmaz” dedi. Dolaşıp, araştırdılar, bir delil bulamadılar. Fir’avn, aranılan şahsın bulunması için şehirden ayrılmadı, o gün orada kaldı.
Mûsâ aleyhisselâm olanları öğrendi. O geceyi endişe içinde geçirdi. Rivâyete göre, Hazret-i Mûsâ'nın, Kıbtînin elinden kurtardığı kimse, her ne kadar İsrâiloğullarından ise de mü’min değildi. Nitekim, Mûsâ aleyhisselâm, hatâ ile Kıbtî’nin ölümüne sebep olduğum için, Allahü teâlâ beni affetmekle ve Fir’avn'a yakalattırmamakla bana ihsânda bulundu. Öyleyse ben, bu nîmetlerin hakkı için bir daha hiç bir kâfire arka çıkmayayım, yardım etmeyeyim diye düşündü. O geceyi endişe içinde geçiren hazret-i Mûsâ, sabah olunca bu endişe ile kaldığı yerden çıktı. Yeni durumdan haberdâr olmak istiyordu. Çarşıya çıktığında bir de ne görsün, dün Kıbtî’nin elinden kurtardığı İsrâiloğlu, bu gün de yine bir Kıptî ile kavga ediyor. İsrâiloğlu yine Hazret-i Mûsâ'dan yardım istedi. Nitekim Kasas sûresinin 18. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “(Mûsâ aleyhisselâm, kendisini yakalarlar ve ölen Kıbtînin kısasını isterler diye) şehirde endişe ile sabahladı. Etrâfı gözetlemekten de geri kalmadı. Sabah olunca, bir de ne görsün, dünkü Kıptî'nin elinden kurtardığı İsrâiloğlu, bugün de bir Kıptî ile münâkâşa ediyor ve yine hasmına karşı Mûsâ'dan (aleyhisselâm) yardım istiyor. Hazret-i Mûsâ ona; (dün bir Kıbtî’nin ölümüne sebep olmuşken, bu gün başka birine karşı kendisinden imdâd istemesine üzülerek ve gadab ederek o İsrâiloğluna;) “Şüphe yok, sen elbette apaçık bir azgınsın” dedi.” “Dün kavga ettin. Kavgaya beni de kattın. Şimdi bir başkasıyla dövüşüyor, yine yardımımı istiyorsun. Nedir senin bu yaptığın? Dünkü hâdiseden ibret almadın mı? Niye gücünün yetmediği kimselerle dövüşüp duruyorsun...?” demek istedi. Bununla berâber, ona yardım etmemesi hâlinde İsrâiloğlunun dünkü hâdiseyi Fir’avn’ın adamlarına bildirmesi ve kendisini ele vermesi ihtimâline karşı yine de yardım etmek istedi. Gadablı bir şekilde böyle söyledi, bununla berâber, çabucak onu Kıptî’nin elinden kurtarmak için sür’atle yanlarına yaklaştı. Maksadı, bir an önce, İsrâiloğlunu Kıptî’nin elinden kurtarıp onun muhtemel zararından kurtulmak ve çabucak oradan uzaklaşmaktı. Kıbtî’yi tutup İsrâiloğlundan ayırmak için, aceleyle üzerine yürüdü. Biraz evvel, İsrâiloğlunu azarlayıcı sözler söylediğinden, İsrâiloğlu çok korkup, Hazret-i Mûsâ'nın Kıbtî’yi değil de kendisini tutmak istediğini zannetti. Heyecanla dünkü olan hâdiseyi söyleyiverdi. Bu husûs, Kur'ân-ı kerîmde Kasas sûresinin 19. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle bildirilmiştir: “Vaktâ ki, Mûsâ (aleyhisselâm), kendisine ve o İsrâiloğluna düşman olan Kıbtî’yi tutmak istedi. (Daha önce İsrâiloğlunu, azgınsın diye azarlamış olduğundan; o zannetti ki, Mûsâ (aleyhisselâm) Kıbti’yi değil de kendini tutup öldürecek. Bu zannının gâlib olmasıyla) dedi ki; “Yâ Mûsâ! Dün ölümüne sebep olduğun adam gibi, bu gün de beni katletmeye mi kastediyorsun. Ara buluculardan olmayı arzu etmiyorsun da bu yerde, yaman bir zorba (mı) istiyorsun?.”
Orada İsrâiloğlu ile kavga eden Kıptî, hasmından bu sözleri duyunca, dünkü Kıptî Fâtûn'un ölümüne sebep olanın, Mûsâ (aleyhisselâm) olduğunu anladı. Ellerinden sıyrılıp kurtuldu ve koşarak Fir’avn’ın yanına gitti. Fir’avn ile görüşmek istediğini, mühim bir şey bildireceğini söyledi. Fir’avn'a haber verildiğinde, görüşme isteğini kabûl ederek; “Onu içeri alabilirsiniz. Kendisi yakın tanıdığımız, dostumuzdur” dedi. İçeri alınan Kıptî, olan biteni Fir’avn'a anlattı.
Bunun üzerine, önceki gün ölen Kıptî'nin yakınları, Fâtûn'un ölümüne sebep olan kimse tespit edildiğine göre hemen kısas yapılmasını yâni akrabâları yerine, Mûsâ'nın (aleyhisselâm) katledilmesini istediler. Fir’avn ile etrâfındakiler, bir de Kıptî kavminin ileri gelenleri toplanarak, aralarında istişâre edip, kısas yapılmasını kararlaştırdılar. Hattâ istişâre etmekten, birbirlerinin fikirlerini almaktan ziyâde, Mûsâ aleyhisselâmın katledilmesi için birbirlerine, emirler veriyorlardı. Nihâyet Fir’avn, derhal, Hazret-i Mûsâ'nın yakalanmasını ve katledilmesini emretti. “Onu bulun! Şehirden çıkmamıştır. Başka bir yere gidemez. Yol bilip çıkartacak birisi değildir” dedi.