Fir’avn’ın emriyle, doğan bütün erkek çocuklarının öldürüldüğü o sene, Lâvî neslinden yâni Hazret-i Ya’kûb'un üçüncü oğlu olan Lâvî'nin torunlarından İmrân isimli bir zâtın sulbünden, annesi, Hazret-i Mûsâ'ya hâmile oldu.
Abdullah ibni Abbâs'dan (radıyallahü anhümâ) rivâyet olunduğuna göre, Fir’avn’ın, doğan çocukları hemen öldürmek üzere, İsrâiloğullarına musallat ettiği ebelerden birisi, Mûsâ'nın (aleyhisselâm) annesinin yakından tanıdığı, samîmi olduğu bir kadın idi. Doğum vakti yaklaştığında, Mûsâ'nın (aleyhisselâm) annesi çocuğuna zarar gelmesi endişesiyle yakın dostu olan o ebeyi çağırıp, gizlice; “İşte benim doğum vaktim geldi. Bugün, dostluğunu, yakınlığını göstereceğin ve bana yardım edeceğin gündür” diyerek ondan yardım istedi. O da peki deyip eve geldi. Nihâyet doğum gerçekleşti. Hazret-i Mûsâ doğar doğmaz, mübârek alnında bir nûr parladı. Ebe, bunu görünce o nûrun te’siriyle bütün vücûdunun titrediğini hissetti. Kalbine, Allahü teâlâ tarafından, Mûsâ'ya aleyhisselâm karşı büyük bir muhabbet verildi. Ebe, bütün kalbinin, bu nûrlu çocuğa muhabbetle dolduğunu hissetti. Kalbinde hissettiği bu görülmemiş muhabbet ile, âdetâ yerinde duramayarak, Hazret-i Mûsâ'nın annesine; “İyi ki bu doğuma beni dâvet ettin. Senin bu oğlunu o kadar sevdim ki, başka hiç bir şeyi onun kadar sevmemiştim. Ben çocuğuna bir zarar vermem ama, senin hâmile olduğun vazifelilerde yazılıdır (kayıtlıdır). Benim arkamdan yâni ben çıktıktan sonra hemen vazifeliler gelir. Oğlunu iyi muhâfaza eyle!” dedi.
Nihâyet ebe evden çıktıktan sonra, bunları gözetleyen bâzı vazifeliler hemen kapıya geldiler. İçeri girmek istiyorlardı. Gelenleri, önce, Hazret-i Mûsâ'nın kız kardeşi Meryem gördü. Hemen; “Anneciğim! Kapıda vazifeliler, Fir’avn’ın adamları var” dedi. Mûsâ'nın (aleyhisselâm) annesi, neye uğradığını şaşırdı. Sanki aklı başından gitmişti. Ne yaptığını bilmiyordu. Can havliyle, çocuğu bir hırkaya sarıp, dışarıdan görünmeyecek şekilde tandırın bir köşesine koydu. Tandır ateşten çok kızmıştı. Fakat o can havliyle bunun farkında bile olmamıştı.
Fir’avn’ın adamları içeri girip, her tarafı aradılar. Tandır kızdığından ve orada çocuk olma ihtimâli hiç akla gelmediğinden tandıra bakmadılar. Allahü teâlânın hikmeti, Hazret-i Mûsâ'nın annesinde de, hiç doğum yapmış bir kadının hâli görülmüyordu. Adamlar hayretle; “Biraz evvel buraya bir ebe kadın gelmemiş miydi?” diye sordular. O da; “O benim tanıdıklarımdan, yakın dostlarımdandır. Beni ziyârete gelmişti” dedi. Bunun ürerine Fir’avn’ın adamları çıkıp gittiler. Hazret-i Mûsâ'nın annesi bu hâlin dehşet ve heyecanını üzerinden atamamışken, birden aklı başına geldi. Orada bulunan kızına; “Çocuk nerede?” diye sordu. Çocuğu ne yaptığını hatırlayamadı. Kızı; “Bilmiyorum” dedi. Çünkü, annesi çocuğu saklarken o, kapıya bakıyordu. Bu sırada tandırdan çocuğun ağlama sesi duyuldu. Sanki, ben buradayım diye, hafif bir ağlama ile haber verdi. Annesi can havliyle oraya koştu. Oğlu tandırda idi ve hiç bir zarar görmemişti. Allahü teâlâ ona, kızgın tandırı serin bir yer eylemişti. Aynen, hazret-i İbrâhim'e ateşin gülistan olması gibi...
Mûsâ'nın (aleyhisselâm) annesi ilk tehlikeyi böylece atlatmıştı. Ciğerpâresinin, Fir’avn’ın zararından korunmasını şimdilik te’min etmiş, yaralı kalbi biraz olsun rahatlamıştı. Bununla berâber, doğumun Fir’avn’ın câsusları tarafından er geç haber alınacağı endişe ve korkusu içindeydi. Bu sırada, Kasas sûresinin 7. âyet-i kerîmesinde bildirildiğine göre, Hazret-i Mûsâ'nın annesine Allahü teâlâ tarafından ilham gelip, çocuğu ne yapacağı bildirildi. Bu âyet-i kerîmede meâlen buyruluyor ki: “Biz, Mûsâ'nın (aleyhisselâm) annesine şöyle ilham ettik (veya rüyâsında gösterdik): “Mûsâ'yı (aleyhisselâm) emzir! (Ses çıkarması ve ağlaması sebebiyle yeni doğduğunun anlaşılıp) ona bir zarar gelmesinden (katledilmesinden) korkarsan, onu Nil Nehri’ne bırak. Boğulacağından korkma! Ve ayrılığıyla hüzünlenme, kederlenme! Muhakkak ki biz, yakın zamanda onu sana geri döndürürüz ve onu peygamberlerden eyleriz.”
Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsâ'nın annesine; oğlunu emzirip aç bırakmamasını, Fir’avn’ın adamlarından bir zarar gelmesi ânında onu Nil Nehri’ne bırakmasını, çocuğun kendisine geri verileceğini, bir de Hazret-i Mûsâ'nın peygamber olacağını bildirmiş ve bu sebeple korkmamasını ilham etmiştir.
O bu ilham ile, oğlunu bir sandık içinde Nil Nehri’ne bırakmak istedi. Mûsâ'nın (aleyhisselâm) doğumundan birkaç gün, başka bir rivâyete göre üç ay sonra, oğlunu Nil'e bırakmak için küçük bir sandık (beşik) satın almak istedi. Kıptîlerden bir marangoza gidip, istediği sandığın vasıflarını bildirdi. Kıptî marangoz; “Böyle bir sandığı ne yapacaksın ki?” diyerek hayretini bildirdi. O ise yalandan hiç hoşlanmadığı için hakîkati olduğu gibi anlattı. Marangoz istediği sandığı yaptı. Sonra gidip bunu Fir’avn’ın me’murlarına haber vermek istedi. Vazifelilerin yanlarına varan marangoz, olanları anlatmaya başlayacağı anda dili tutulup hiç bir şey konuşamaz oldu. Hiç bir söz söyleyemediği gibi, işâretlerle de hiç bir şey anlatamadı. Marangoza kızan vazifelilerin sabırları taştığından döverek, hakâretle onu dışarı attılar.
Marangoz ne olduğunu anlayamamanın şaşkınlığı içinde dükkanına dönünce, hikmet-i Hüdâ, dilinin açılıp konuşabildiğini hissetti. Merâmını anlatmak için, acele ve heyecanla koşarak, yine vazifelilerin yanına geldi. Güyâ kendisini müdâfâa edecek, haklı bir gâye ile, üstelik onların hoşuna gidecek bir şeyi haber vermek için geldiğini ispat edecekti. Büyük bir telâş ile vazifelilerin yanına girdi. Bu sefer dili tutulmakla kalmamış, gözleri de o anda göremez olmuştu. Yine vazifelilerden çok hakâret görüp, dışarı atıldı. Pek perişân ve acınacak hâlde, oraya-buraya çarparak, yolda giderken, yolu bir vadiye düştü. Biraz evvel sapa sağlam bir kimse iken, şimdi konuşamaz ve göremez olmuştu. Bunun ilâhi bir îkâz ve cezâ olduğunu anladı. Yaptığına çok pişman oldu. Kendi kendine; “Şâyet dilim açılır da bu musîbetten kurtulursam, haber vermeye gitmeyeceğim ve bu sırrı hiç bir zaman hiç kimseye söylemeyeceğim” diye ahdetti. Bu içten gelen pişmanlık ve ahdin netîcesinde dili söyler, gözleri de görür oldu. Marangoz sevincinden, hemen Allahü teâlâya îmân edip, şükür secdesine kapandı. Böylece, Hazret-i Mûsâ'nın annesi büyük bir tehlikeden daha kurtuldu.
Sandık, hasır örülen bir cins kamıştan yapılmıştı. Hazret-i Mûsâ'nın annesi sandığı aldı. İçine, atılmış pamuk koydu ve Hazret-i Mûsâ'yı, büyük bir ihtimam ile sandığa yerleştirdi. Sıkıca kapayıp, bağladı. Bundan sonra sandığı Nil Nehri’ne bırakıverdi.
Bir anne için, yeni doğmuş bir çocuğu bu şekilde nehre bırakıvermek, elbette çok zor idi. Fakat o, kendisine ilhâm olunduğu şekilde hareket ediyordu. Sonra, Allahü teâlânın vâdine îtimâd ve tevekkülü de tam idi.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.