Fir’avn’ın, Hazret-i Mûsâ'yı yakalamaları ve katletmeleri şeklinde askerlerine emir verdiğini öğrenen bir kimse, koşa koşa ve en kestirme yollardan geçerek Mûsâ aleyhisselâmın yanına geldi. Durumu haber verdi ve; “Seni yakalayıp katledecekler. Derhal buradan uzaklaş! Ben sana nasîhat ediyorum...” dedi. Rivâyete göre bu haberi veren Fir’avn’ın amcasının oğlu olup yakın akrabâsından mü’min bir zât idi. İbrâhim aleyhisselâmın dîni üzere ibâdet ederdi ve kavminden îmânını gizlerdi. Mûsâ aleyhisselâma peygamberliğinin bildirilmesinden sonrada, ona ilk inanan kişi bu Hazkîl oldu. Hazkîl'in ismi başka şekillerde de bildirilmiştir.
“Arâis-ül-mecalis” adlı eserde bildirilen bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Ümmetlerin sâbıkları, önde gelenleri üçtür. Bunlar, Allahü teâlâya bir an îmânsızlık etmediler. Fir’avn’ın âilesinden mü’min olan Hazkîl, Habîb-i Neccâr ve Muhammed (sallallahü aleyhi vesellem)in ehl-i beytinden Ali bin Ebî Tâlib. En üstünleri de budur. (Yâni Ali (radıyallahü anh)dır.”)
Bu zâtın koşarak gelip, Mûsâ aleyhisselâma durumu haber vermesi, onun da endişe içerisinde şehirden çıkarak ayrılması ve Allahü teâlâya münâcâtta bulunması, sonra Medyen'e gitmesi, Kasas sûresinin 20, 21 ve 22. âyet-i kerîmelerinde meâlen şöyle bildirilmektedir: “O beldenin uzak tarafından bir adam, koşarak gelip, dedi ki; “Yâ Mûsâ! Şehrin ileri gelenleri senin hakkında müzakere yapıyorlar. (Dün ölen kıptî’ye kısas olarak) seni öldürecekler. Hemen bu şehirden çık, git! Muhakkak ki ben, senin iyiliğini isteyenlerdenim.”
Bunun üzerine Mûsâ (aleyhisselâm yolda yakalanmak ve herhangi bir taarruza uğramak tehlikesine karşı) endişe içinde ve etrâfını gözetleyerek, hemen şehirden dışarı çıktı ve Allahü teâlâya; “Yâ Rabbî! Bana bu zâlim kavimden kurtuluş ihsân eyle! (Veya beni onlarla karşılaşmaktan, onların beni yakalamalarından muhâfaza eyle!) diye münâcâtta bulundu. (Allahü teâlâ da, onun duâ ve münâcâtını kabûl buyurup, onu muhâfaza etti. Mûsâ aleyhisselâm böylece tam bir selâmet içinde Medyen şehrine doğru yürümeye başladı.)
Vaktâ ki, Mûsâ (aleyhisselâm) Medyen tarafına doğru yönelince; “Ümîd ederim ki, Rabbim beni doğru yola sevkeder (de Medyen'e giderim) dedi.”
Rivâyet edilir ki: Hazret-i Mûsâ o şehirden çıktığında, ne tarafa gideceğini bilmiyordu. Zirâ, daha önce herhangi bir yere seyahat etmemişti. Bu sebeple, şehirden çıktığında tam bir hayret içinde idi. Yol arkadaşı olmadığı gibi zâhiresi (yiyecek maddesi) de yoktu. Herhangi bir gizli yol bilmediğinden, bilinen, görünen ana yolu tâkib ederek yürüyüp gitti. Fir’avn’ın adamları ise, îdâm edilmek için aranan bir kimsenin, meydanda, ortada, ana yolda bulunmasına ihtimâl bile vermediklerinden ana yola hiç bakmadılar. Onu devamlı gizli, sarp ve tâlî yollarda aradılar. Hazret-i Mûsâ ise, rahatça yoluna devam etti.
Denildi ki, Cebrâil aleyhisselâm ona gelip, Şu’ayb aleyhisselâmın bulunduğu beldenin yolunu gösterip; “Medyen'e git!” dedi.
Sa’îd bin Cübeyr'in (rahmetullahi aleyh), İbn-i Abbâs'dan (radıyallahü anh) rivâyet ettiğine göre; Mûsâ aleyhisselâm, Mısır'dan çıkıp, Medyen'e doğru yol aldı. Aradaki yol, sekiz günlük mesâfe idi. Kûfe ile Basra arası kadar mesâfedir.
Kasas sûresinin 21. âyet-i kerîmesinde bildirildiğine göre, Mûsâ aleyhisselâm, Mısır şehrinden çıkınca, elinde kazara ölen Kıptî için kendisine kısas yapılmasını, onun da katledilmesini isteyenler hakkında Allahü teâlâya münâcâtında; “…Bana bu zâlim kavimden kurtuluş ihsân eyle...” dedi. Burada bu kavim için zâlim denmesi husûsunda Fahrüddîn-i Râzî hazretleri buyuruyor ki: “Mûsâ aleyhisselâm, Kıbtî’yi öldürmeye kastetmemişti. Bilerek öldürdü denilemez. Kaldı ki, bilerek öldürse bile, Kıptî müşrik olup, öldürülmesi câiz idi. Şâyet Kıbti’nin öldürülmesi hatâ ve günâh olsaydı, buna karşılık, Mûsâ aleyhisselâmın katlini isteyenlerin haklı olmaları ve kendilerine zâlim denilmemesi icâbederdi. Halbuki, âyet-i kerîmede bildirildiğine göre, Mûsâ aleyhisselâm onların zâlimler olduklarını beyân etmiştir. Bu, onların zâlim ve kararlarının haksız olduğuna işâret etmektedir.
Çünkü Kıptî, müşrikti. Bunun ise katli câiz olduğu için, kısas lâzım gelmediği gibi, ölümü hatâ ve kazâ ile olduğundan yine kısas gerekmezdi. Bunları dikkate almadan, tarafları muhakeme edip ifâdelerine baş vurmadan hemen kısas için karar vermeleri sebebiyle onlar elbette zâlim idiler.”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.