Mûsâ aleyhisselâm, Mısır şehrinden çıkınca, Hazret-i Cebrâil'in, insan sûretinde bir at üzerinde gelerek, târif ettiği yola gidiyordu. Bu uzun yolculukta, Allahü teâlâ tarafından vazifelendirilen iki meleğin, insan şeklinde Hazret-i Mûsâ'ya yol arkadaşı oldukları da rivâyet edilmiştir.
Nihâyet, bir sabah vakti Medyen şehrine yaklaşan Hazret-i Mûsâ, uzakta Medyen kalesini gördü. Bir müddet kaleyi seyrettikten sonra, kale kapısının açıldığını, kaleden (Medyen şehrinden) sürülerle koyunların ve sığırların çıktığını gördü. Buradan çıkan sürüler, başlarında çobanlarıyla, Hazret-i Mûsâ'ya doğru geliyordu. Hazret-i Mûsâ'nın durduğu yerin yakınında bir kuyu vardı. Şehir halkı hayvanlarını hep o kuyudan suluyorlardı. Nihâyet insanlar kuyunun başına gelerek, sırayla davarlarını sulamaya başladılar. Hayvanlar, bir an evvel su içebilmek için, kuyuya üşüştüklerinden, görülmedik bir izdiham ve sıkışıklık meydana geliyordu. Kuyunun başına yaklaştıklarında, iki hanım, davarlarını sürüden çıkararak ayrıldılar, kenarda bir yere toplayıp, oturdular. Diğerlerinin, davarlarını sulayıp, işlerini bitirmelerini beklemeye başladılar. Hazret-i Mûsâ bulunduğu yerden, hayretle olanları seyrediyordu. Onların, diğerleri gibi sıraya girmemeleri, kuyuya yaklaşmamaları, dikkatini çekti. Bulunduğu yerden kalkıp kuyunun başına geldi. Onlara yaklaşarak, bu hâllerinin sebebini sordu. Bu husûsta Kasas sûresinin 23 ve 24. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Mûsâ (aleyhisselâm) Medyen kuyusuna ulaşınca, orada hayvanlarını sulamakta olan bir grup insan buldu. Onların gerisinde de iki kadın vardı ki, başkalarının koyunlarına karışmasınlar diye kendi koyunlarını ayırmaya, karışmalarını engellemeye çalışıyorlardı. (Mûsâ aleyhisselâm, kendisinde bulunan peygamberlik şefkâtinden ve merhametinden dolayı o iki kadına;) Sizin hâliniz nedir? (Niçin siz de onlarla birlikte davarlarınızı sulamıyorsunuz?) dedi. Onlar dediler ki: “Çobanlar hayvanlarını sulayıp gitmedikçe biz davarlarımızı sulayamayız. (Erkeklerle birlikte o izdihama, sıkışıklık ve kalabalığa da karışamayız. Biz, ancak onların artan sularıyla hayvanlarımızı sulayabiliriz. Bizim bir yardımcımız yoktur.) Babamız da çok yaşlı bir ihtiyâr olup, hayvanlarımızı sulamaya ve bize yardımcı olmaya mecâli yoktur.”
Mûsâ aleyhisselâmın konuştuğu bu iki hanım, Şu’ayb aleyhisselâmın Safûra ve Süfeyrâ adındaki kızları idi. “Târih-i Taberî” de bildirildiğine göre, bu kızlar Mûsâ aleyhisselâma, davarlarını sulamaktaki âcizliklerini, babalarının kendilerine yardımcı olamayacak kadar yaşlı ve halsiz bulunduğunu, kalabalıkta erkeklerin arasına, izdihama giremedikleri için hayvanlarını onlardan artan su ile suladıklarını, hattâ bâzan da su kalmadığı için içirecek su bulamadıklarını acıklı bir şekilde anlattılar. Mûsâ aleyhisselâmın onlara olan, şefkât ve merhameti daha da ziyâdeleşti. “Peki buralarda, başka bir kuyu yok mudur?” diye sordu. Onlar; “Bir kuyu daha vardır. Fakat, ağzında büyük bir kaya bulunmaktadır. O kayayı on kişi zor kaldırır” diye cevap verdiler. Hazret-i Mûsâ; “O kuyuyu bana gösterir misiniz? Sizin koyunlarınızı sulamak istiyorum. Zirâ bu hâle çok üzüldüm” dedi. Onlar hayretle; “O kocaman kayayı, kuyunun ağzından nasıl kaldıracaksınız?” deyince, Hazret-i Mûsâ; “Hak teâlânın yardımı olursa kaldırabilirim” dedi. Hemen onu kuyunun başına götürdüler. Hazret-i Mûsâ, mübârek elini taşın altına sokup; “Bismillâhil-kaviyyi” diyerek taşı zorladı. Allahü teâlânın izni ile, bir mûcize olarak, on kişinin güçlükle yerinden oynatabildiği o kayayı yalnız başına kaldırmıştı. Sonra onlardan ip ve kova istedi. Kızlar, ip ile kovayı getirip verdiler. Hazret-i Mûsâ kuyudan su çekip koyunları suladı. Kızlar, hayretle birbirlerine bakışıp; “Ne kadar şefkâtli, merhametli ve kuvvetli bir yiğit. Şimdiye kadar hiç kimse bu şekilde yardım etmemişti” dediler.
Başka bir rivâyette de şöyle denilmiştir: Herkesin hayvanlarını sulamak üzere kuyuya yanaştığını gören Mûsâ aleyhisselâm, iki kızın geride beklediklerini farketti. Onlara acıyıp, kuyunun başında bulunan çobanlara; “Bu zavallıları niçin bekletiyorsunuz? Koyunlarını sulayıverin gitsinler” dedi. Çobanlar; “Kolaysa gel kendin yap” dercesine kovayı ona bırakıp bir kenara çekilerek beklemeye başladılar. Hazret-i Mûsâ, on kişinin kuyudan zorlukla çekebildiği kovayı yalnız başına çekmeye başladı. Üstelik sekiz gündür aç idi. Buna rağmen kovayı çekmiş ve o kızların koyunlarını sulamıştı. Çobanlar da bunu hayretle seyretmişlerdi.
Koyunlar sulandıktan sonra, o iki kız Hazret-i Mûsâ'ya teşekkür edip gittiler. Hazret-i Mûsâ da bir gölgeye çekilip oturdu. Sekiz gün devamlı yol yürümekle, mübârek ayaklarının derisi soyulmuş, hiç bir şey yemediği için, çok bunalıp, zayıf düşmüştü. Açlık ve yorgunluğu son haddinde idi. Bu husûsta Kasas sûresinin 24. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “Mûsâ (aleyhisselâm) onların koyunlarını sulayıverdi. Sonra da bir ağacın gölgesine çekildi ve; “Yâ Rabbî! Doğrusu ben, bana hayırdan ne indirirsen (yiyecek olarak ne ihsân edersen), ona muhtacım. (Karnım çok acıktı) dedi.”
Diğer taraftan, kuyunun başında rastladıkları bu iyilik sever insan tarafından, koyunları kısa zamanda ve istedikleri gibi sulanan o iki kız sevinçle evlerine döndüler. Babaları Şu’ayb aleyhisselâm, bütün koyunlar, suya kanmış olarak onların kısa zamanda dönmelerine hayret etti. “Size ne oldu ki bu gün tez geldiniz. Size kim şefkât ve yardım eyledi de koyunları çabucak sulayıverdiniz. Çünkü bu kavimden hiç kimse böyle bir yardımda bulunmazdı. Siz şimdi akşama kadar dinlenin...” dedi. Kızlar; “Orada sâlih bir kimse bulduk. Biz, su kalmayacak endişesiyle diğer insanların koyunlarının sulanmasını beklerken, o sâlih kimse bizim hâlimize acıdı. Koyunlarımızı sulayıverdi. Onun için biz, sevinçle çabucak döndük” diyerek, başlarından geçen hâdiseyi anlattılar. Şu’ayb aleyhisselâm bunları dinleyince, kızlarından Safûra'ya; “Git onu bana çağır!” buyurdu. Safûra, edeb ve hayâsından, utana-sıkıla Hazret-i Mûsâ'nın yanına geldi.
Nitekim, Kasas sûresinin 25. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “O iki kadından biri hayâ ile, utanarak Mûsâ'nın (aleyhisselâm) yanına gelerek; “Babam, kuyudan su çekerek koyunlarımızı sulayıvermenizin ücretini vermek üzere sizi çağırıyor” dedi.”
Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm kalktı ve Şu’ayb aleyhisselâmın evine gittiler. Şu’ayb aleyhisselâm; Mûsâ'ya (aleyhisselâm), kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini hâl ve hatırını sordu. O da; “Ben, Benî İsrâil'den yâni Ya’kûb aleyhisselâmın neslinden İmrân oğlu Mûsâ'yım” diyerek başından geçenleri anlattı ve Fir’avn’ın şerrinden emîn olmak için, buralara kadar geldiğini bildirdi. Şu’ayb (aleyhisselâm) da, bulundukları beldenin Fir’avn’ın saltanatına girmediğini, şerrinden kurtulup emîn olduğunu, bu sebeple artık endişelenmemesini söyledi. Bu husûsta, Kasas sûresinin 25. âyetinin devamında meâlen buyruldu ki: “...Mûsâ (aleyhisselâm) Şu’ayb'a gelip, (Fir’avn ile aralarındaki) kıssayı anlatınca, Şu’ayb (aleyhisselâm); “Korkma (endişe etme)! Zalim kavmin (Fir’avn’ın ve adamlarının) şerrinden kurtuldun dedi.”
Rivâyete göre, Mûsâ aleyhisselâm geldiğinde, Hazret-i Şu’ayb ona yemek ikrâm etti. Mûsâ (aleyhisselâm), sofraya oturmakta tereddüt edince, Hazret-i Şu’ayb; “Niçin yemiyorsun?” diye sordu. O da; “Biz öyle bir hâne halkındanız ki, bütün dünyâyı verseler, bir âhıret ameli ile değişmeyiz. Çocuklarınıza, karşılığında yemek vermeniz için değil, Allah rızâsı için yardımda bulundum” dedi. Şu’ayb aleyhisselâm onun bu hassasiyetine memnun olup; “Bu ikrâm ettiğimiz yemek, yardımınızın karşılığı değildir. Evimize gelene yemek yedirmek bizim ve atalarımızın âdetidir. Hem bir kimse bir hayır işlediğinde ona bir şey ikrâm edilse veya hediye olunsa onu alması iyidir” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Mûsâ yemek yedi ve istirâhata çekildi. Çünkü pek yorgundu.
Mûsâ aleyhisselâm istirâhat ederken, Şu’ayb aleyhisselâmın kızı Safûrâ, babasına, bu gelen zâtı, koyunları otlatmak üzere, ücretle tutmasını ricâ etti. Nitekim bu husûsta Kasas sûresinin 26. âyet-i kerîmesinde meâlen buyruldu ki: “O iki kadından biri (olan Safûrâ babası Şu’ayb aleyhisselâma) dedi ki: “Babacığım! Koyunlarımızı otlatmak için onu ücretle tut. O, ücretle tuttuğun kimselerin en hayırlısıdır. Kuvvetlidir, emîndir.”
Rivâyet edildiğine göre; hazret-i Şu’ayb'a kızı böyle bir teklifte bulununca; “Kuyunun ağzında bulunan on kişinin (başka bir rivâyette kırk kişinin) kaldıramayacağı taşı kaldırdığını görmekle, güçlü, kuvvetli olduğunu anladın. Bu tamam da, emîn, güvenilir olduğunu nereden biliyorsun?” diye sordu. O da; kuyunun yanındaki konuşmalarını, koyunlarını sulaması esnâsında kafasını kaldırıp da yüzlerine bakmadığını, ayrıca yolda gelirken, kendisini geriden yürüttüğünü anlattı. Bunları dinleyen Şu’ayb aleyhisselâmın, Hazret-i Mûsâ'ya olan rağbeti, meyli ve yakınlığı daha da arttı.
“Arâis-ül-mecâlis” kitabında bildirilen bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Firâset (doğruluk ve ileri görüşlülük) bakımından kadınların en doğrusu ikidir. İkisi de Mûsâ (aleyhisselâm) hakkında firâsette bulunup isâbet etmişlerdir. Biri, Fir’avn’ın hanımı (Âsiye) olup (Mûsâ aleyhisselâm, sandık içinde onların sarayına geldiğinde onu alıp Fir’avn'a götürmüş ve;) “Bu çocuk, benim, senin göz nûrumuz, göz aydınlığımız olsun. Onu öldürmeyin...” demişti. (Firaset sâhibi olan iki kadından) diğeri ise Şu’ayb'ın (aleyhisselâm) kızıdır ki, o da; “Babacığım! Koyunlarımızı otlatmak için onu ücretle tut. O, ücretle tuttuğun kimselerin en hayırlısıdır. O kuvvetlidir, emîndir” demişti.”
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.