Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Bu husûsta âyet-i kerîmede meâlen; (Yahudiler, Tevrât'ı bırakıp) şeytanların (azgın ve isyânkar cinlerin) Süleymân'ın (aleyhisselâmmülkü aleyhine uydurdukları şeylere (yalanlara, yaptıkları sihirlere) tâbi oldular. (Halbuki) o, Süleymân (aleyhisselâm sihir yapmak sûretiyle) aslâ kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfir idiler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) öğretiyorlardı...” buyruldu. (Bakara sûresi: 102)
Tefsîr âlimlerinin ekserisi, âyet-i kerîmedeki şeytanlardan murâdın, cinlerden olan şeytanlar olduğunu bildirmişlerdir. Şeytanlar, Îsâ aleyhisselâm zamanından önce semâya çıkarlardı. Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasından sonra, beşinci, altıncı ve yedinci semâya çıkmaktan men olundular. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrîfinden sonra ise semânın bütün katlarına çıkmaları yasaklandı. Süleymân aleyhisselâm zamanında, semâya çıkarlar, meleklerin konuşmalarından bâzı şeyler çalarlardı. Duyduklarına, kendilerinden de pek çok yalan katarlar, kâhinlere söylerlerdi. Kâhinler de onları kitaplarda toplarlar, bu kitapları okurlar, içindekileri insanlara öğretirlerdi. İsrâiloğulları arasında, cinlerin gaybı bildikleri yayılmıştı. Allahü teâlâ, Süleymân aleyhisselâmı peygamber olarak gönderip, cinleri de onun emrine verdi. Süleymân aleyhisselâm, sihir kitaplarını toplattı. Bir sandığa doldurtup kürsîsinin altına koydurdu. Cinlerin gaybı bilmediklerini îlân edip; “Kim, cinler gaybı bilir derse, başını vururum” dedi.
Nihâyet Süleymân aleyhisselâm vefât etti. Bir müddet sonra, onun peygamberliğini kabûl eden ve sihir kitaplarını gömdüğünü bilen âlimler de vefât ettiler. Sonra şeytan ortaya çıktı. İsrâiloğullarından bâzılarına, insan sûretinde göründü; “Size bir hazînenin yerini göstereyim mi?” deyince, onlar; “Evet göster” dediler. Bunun üzerine; “Süleymân aleyhisselâmın kürsîsinin altını kazın” dedi. Onlarla beraber gidip, kazacakları yeri gösterdi. Ancak, kendisi oraya yaklaşmadı. Oradan uzak bir yerde durdu. Onlar, şeytana; “Yaklaşsana” dediler. Fakat şeytan; “Hayır, ben burada duracağım. Şâyet dediğim yerde o hazîneyi bulamazsanız, beni öldürün” dedi. Hiç bir şeytan, Süleymân aleyhisselâmın kürsîsine yaklaşamazdı. Yaklaşan yanardı. İsrâiloğulları, şeytanın gösterdiği yeri kazdılar. Oradan, Süleymân aleyhisselâmın önceden toplayıp gömdüğü sihir kitaplarını çıkardılar. Bu sırada, şeytan onlara; “Süleymân aleyhisselâm, cinleri, insanları, şeytanları ve kuşları işte bu kitaplardaki sihirleri yapmak sûretiyle zaptedip emrinde çalıştırabiliyordu” dedi. Sihri, Süleymân aleyhisselâmın ilmi diye nakletti. Ona iftirâda bulunarak ortadan kayboldu. İsrâiloğulları arasında, Süleymân aleyhisselâmın sihir yaptığı yayıldı. İsrâiloğulları sihir kitaplarına değer vererek içindekilerle amel ettiler. “Bunlar Süleymân aleyhisselâmın ilmidir. O, bu sayede pek çok mülk ve saltanata sâhip oldu. Bu ilmi sebebiyle insanlar, cinler ve rüzgâr onun emrine girdi” dediler. Süleymân aleyhisselâmın peygamberliğini inkar ettiler. Böylece İsrâiloğulları, sihri öğrenmeye ehemmiyet verdiler. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) kitaplarını bıraktılar. Bütün bunları, makâm ve mevkîi, dünyânın nîmet ve lezzetlerini ele geçirmek için yaptılar. Dünyâyı âhırete tercih ettiler. Hattâ, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanına kadar sihirle meşgûl oldular. İşte Allahü teâlâ, İsrâiloğullarını zemmetmek, sihrin Süleymân aleyhisselâmın ilminden olduğu, onun için söylenen sihir yaptığı iddialarını reddetmek, Süleymân aleyhisselâmın, onların iddia ettikleri şeylerden berî olduğunu açıklamak için bu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu.
Allahü teâlâResûlullah efendimizin lisânı ile Süleymân aleyhisselâmı, yahudilerin bu iddialarından tenzih etmek ve onların sözlerini yalanlamak için, meâlen; “O, Süleymân (aleyhisselâm sihir yapmak sûretiyle) aslâ kâfir olmadı” buyurdu. Peygamber olan bir zât, küfürden mâsun ve masumdur (korunmuştur). Sonra Allahü teâlâ, Süleymân aleyhisselâmı tenzih ettiği şeyin ondan başkasında bulunduğunu beyân edip, meâlen; “Fakat o şeytanlar kâfir idiler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) öğretiyorlardı” buyurdu.
Tefsîr-i Mazharî müellifi Senâullah-ı Pani-pütî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: Allahü teâlâ, sihri küfür olarak bildirdi. “O, Süleymân (aleyhisselâm sihir yapmak sûretiyle) aslâ kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfir idiler ki, insanlara sihri (büyücülüğü) öğretiyorlardı” meâlindeki âyet-i kerîme ve bu mevzudaki diğer bâzı âyet-i kerîmeler, sihir ile alakalı sözlerin ve işlerin hepsinin veya ekseriyetinin küfrü icâb ettiren, îmânın şartlarına zıt şeyler olduğunu göstermektedir. Böyle olduğu açıkça bellidir. Çünkü şeytan, insandan, ancak küfür sözleri söylemesi ve küfür işleri yapması ile râzı ve memnun olur. Bu sebeple, şeytana yaklaşabilmek ve onu emir altına alabilmek, ancak kâfirliği icâbettiren şeyler vâsıtasıyla mümkündür. Bütün inananlar küfürden Allahü teâlâya sığınmışlardır.
İnsan, bir takım sözleri ve işleri öğrenerek bunlar vâsıtası ile şeytana yaklaşır. Şeytan o kimsenin emrine girer ve istediği husûsta yardım eder. Bu sözler ve işler nefslere ve bedenlere tesir eder, insanları hasta eder. Ölümüne, delirmesine sebep olur. Denilir ki; sihirle maddeler değişikliğe uğrar. Hattâ, insan merkep sûretine, merkep köpek sûretine girer. Ancak bu tesirleri, Allahü teâlânın yaratması iledir.
Sihir yâni büyü yapmamalıdır ve sihir yaptırmamalıdır. Küfre en yakın haramdır. Sihre âit ufak bir şey yapmamaya çok dikkat etmelidir. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Müslüman sihir yapamaz. Allah saklasın, îmânı gittikten sonra sihri tesir eder.” Sanki sihir yapınca îmânı gider.
İmâm-ı Nevevî (rahmetullahi aleyh); “Sihir yaparken küfre sebep olan kelime veya iş olursa, küfürdür. Böyle kelime veya iş bulunmazsa, büyük günâhtır” buyurdu. Sihir, insanları hasta yapar. Sevgi veya muhabbetsizlik ortaya çıkarır. Yâni cesede ve rûha tesir eder. Bilhassa kadın ve çocuklarda tesiri daha çok görülür. Sihrin tesiri kat’î değildir. İlacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse tesirini yaratır, istemezse hiç tesir ettirmez. Şu hâlde; “Bir sahir (büyücü), sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak tesir eder” diyen ve inanan kâfir olur. “Sihir, Allahü teâlâ takdir etmiş ise, tesir edebilir” demelidir. Süleymân aleyhisselâm vefât edince, Kudüs'de; bir rivâyete göre, Kudüs yakınlarında Taberîye gölü civarında defnedildi. Neslinden bir çok pâdişahlar ve peygamberlerin geldiği ve vefâtından sonra Benî İsrâil tahtına oğlu Rehoboam'ın geçtiği rivâyet edilmektedir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Sebe’ sûresi 14. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyrulmaktadır: “Sonra, biz ona ölüm hükmünü infaz edince, (dayandığı) asâsını yemekte olan ağaç kurdundan başkası onun vefâtını onlara (ailesine veya cinlere) göstermedi...”
Rivâyete göre Süleymân aleyhisselâm Beyt-ül-Makdis'e girip, bir yıl, iki yıl, bir veya iki ay yahut daha az ve daha çok ibâdetle meşgûl olurdu. Yiyecek ve içeceğini yanında getirirdi. Yine vefâtına yakın oraya girdi. Her sabah geldiğinde, mihrabında bir fidanın bittiğini görürdü. Süleymân aleyhisselâm ona, ismini ve faydasını suâl ederdi. Eğer dikilecek bir fidan ise, onu çıkartıp başka bir yere diktirir, ismini, faydasını, zararını ve tıbda ne işe yaradığını da üzerine yazdırırdı. Yine bir sabah Beyt-ül-Makdis'e geldiğinde, bir fidanın bittiğini gördü. Ona ismini sordu. İsminin Harnup (keçi boynuzu) olduğunu söyledi. “Sen niçin bittin?” diye sorunca; “Senin mescidini harâb etmek için” dedi. Süleymân aleyhisselâm, onun cevâbı üzerinde düşündü. Kendi kendine; “Ben hayatta iken Allahü teâlâ bu mescidi harâb etmez. Bu benim vefâtımın yaklaştığına alâmettir” dedi. Oradan o Harnup fidanını çıkartıp, başka bir yere diktirdi.
Allahü teâlâya yalvarıp; “Yâ Rabbî! Benim vefâtımı cinlerden gizle. Böylece insanlar, cinlerin gaybı bilmediklerini anlasınlar” dedi. Çünkü cinler; “Biz gaybdan bâzı şeyleri, meselâ yarın olacak şeyi biliriz” derler, insanları aldatırlardı.
Sonra, Süleymân aleyhisselâm mihraba girdi. Âdeti üzere asâsına dayanarak namaz kılmaya başladı. Nihâyet bir gün asâsına dayanmış bir vaziyette, namazda iken ayakta rûhu kabzolundu. Beyt-ül-Makdis'in ön ve arka yüzlerinde delikler vardı. Cinler, bu delikten bakarlar, Süleymân aleyhisselâmı asâsına dayanmış ibâdet ediyor görüp, hayatta olduğunu sanıp, o hayatta iken olduğu gibi, en ağır ve zor işleri yapmaya devam ederlerdi. Uzun zaman insanların arasına çıkmamasını da garip görmezlerdi. Çünkü daha önce de, ibâdetle meşgûl olduğu için insanlar arasına pek çıkmazdı. İşte cinler, Süleymân aleyhisselâmın vefâtından uzun bir müddet sonra da, eski minvâl üzere ağır işlerde çalışmalarını sürdürdüler. Nihâyet, bir ağaç kurdunun asâyı yemesi üzerine, Süleymân aleyhisselâm yere düştü. Böylece, insanların ve cinlerin onun vefâtından haberleri oldu.
Âyet-i kerîmenin devamında, bu husûs meâlen şöyle beyân buyrulmaktadır: “Bu sûretle yere kapanıp yıkıldığı zaman, cinler kat’î olarak bildiler ki; şâyet gaybı bilselerdi (Süleymân aleyhisselâm vefât ettiği hâlde, hayatta sanıp, ona itâat ederek) horlayıcı bir azâb içinde kalmazlardı (meşakkatli işleri yaparak, sıkıntı ve zahmete düşmezler, yorulmazlardı.)” (Sebe’ sûresi: 14) Allahü teâlâ böyle yapmakla, onlara, gaybı bilemeyeceklerini bildirmeyi murâd eyledi. Çünkü cinler, câhillikleri sebebiyle, gaybdan bâzı şeyleri bilebileceklerini söylüyorlardı.
Süleymân aleyhisselâmın vefâtının uzun müddet sonra anlaşılması, cinlerin durumlarını meydana çıkarmış; bu sebeple tefsîr âlimleri âyet-i kerîmeye; “Onlar (insanlar), cinlerin gaybı bilmediğini anladılar” şeklinde mânâ vermişlerdir.
Ayrıca bu âlimler, horlayıcı azâb içinde kalanların yalnız kâfir cinler olduğunu, müslüman cinlerin bir peygamberin emrinde sıkıntı ve eziyet çekmeyeceklerini bildirmişler, âyet-i kerîmenin bu husûsa delâlet ettiğini söylemişlerdir.
Allahü teâlâ, Süleymân aleyhisselâmın âzametini (büyüklüğünü), rüzgârı onun emrine verdiğini beyândan sonra, onun da ölümden kurtulamadığını, onun hakkında da ölümle hüküm olunduğunu beyân buyurdu. Bununla, insanlara; “Herkes mutlaka ölecektir, ölümden kurtulsa, Süleymân aleyhisselâm kurtulurdu” telkininde bulunulmuştur.
Rûh-ul-Beyân’da bu âyet-i kerîmede şu husûslara işâret olduğu da bildirilmiştir: Süleymân aleyhisselâm, vefât ettiği hâlde, asâsına dayanmış olmasıyla mülkünü devam ettiriyordu. Çünkü, cinler onu asâsına dayanmış olarak gördüklerinden, hayatta sanıyor ve çalışmalarına devam ediyorlardı. Nihâyet Allahü teâlâ, dayandığı asâyı yiyerek bertaraf etmesi için zayıf bir hayvanı gönderdi. Asayı kemirerek, kırılmasına ve Süleymân aleyhisselâmın yere düşmesine sebep oldu.
Abdülkadir-i Geylânî hazretleri Gunyet-üt-Tâlibin adlı eserinde, Süleymân aleyhisselâm ile Belkıs'ın kıssasının anlatılmasındaki hikmeti şöyle izâh etmiştir: Süleymân aleyhisselâmla Belkıs kıssasında akıllıların hâlleri anlatılmakta, akıllılar için ibret alınacak çok şeyler bulunmaktadır. Aynı zamanda, geçmişteki iyi insanların hâlleri haber veriliyor. Allahü teâlânın geçmiş ve şimdiki ümmetler hakkında kudret ve kuvvetini, kendine itâat edenler için ihsân ettiği nîmetleri, kötülük ve günâh işleyenleri, kendine itâat edenlerin emrine vermesini, velî ve sevgili kullarını malik, diğerlerini onlara esir etmesini bildiriyor, insanlara anlatıyor: “Ey akıl sahihleri ibret alınız?” meâlindeki Haşr sûresi 2. âyet-i kerîmesi ile insanların bunlardan ibret alması bildiriliyor.
Süleymân aleyhisselâm, Rabbine tâat ve teslim üzere bulunduğundan, Belkıs'ı emrine verdi. Süleymân aleyhisselâmı ona malik eyledi. Süleymân aleyhisselâmın galib ve hâkim olması, yalnız tâatinden ve Rabbine olan bağlılığından dolayıdır. Belkıs'ın yenilmesi ve onun emrine girmesi ise, küfür ve günâhı sebebiyledir.
Ey insan! “İslâm, âlî, yüksek olup, onun üzerine başkası üstün olmaz” buyrulduğunu bilmelisin. Nisa, 141. âyet-i kerîmesinde meâlen; Allahü teâlâ, kâfirlere, mü’minler üzerine yol vermez” buyruldu. Sen îmân ettiğin zaman; dünyâda düşmanlardan, âhırette Cehennem ateşinden emîn olursun. O zaman ateş sana hizmet eder. Senden lütûf ifâdesi ile, sırât ve ateşi çabuk geçmeni ricâ eder. “Zirâ senin nûrun, benim ateşimi söndürüyor” der. Yâni senin Allahü teâlânın nûru ile mükerrem olduğunu, sende vakâr nişânı bulunduğunu, sana birçok nîmetlerin verileceğini söyler.
Ama Cehennem; kâfir ve asîlere çok fazla kızıp, harbin kazanıldığı zaman şiddetli ve kahhâr bir kimsenin düşmanından intikâmını aldığı gibi, âsî ve kâfirden intikâm alır.
Bunun için, dünyâ ve âhırette şeref ve saâdet istiyorsan, Allahü teâlâya tâata ve günâhtan kaçmaya sabırlı ol. İzzet ve saâdeti ancak bunda bulursun. Çünkü bütün izzetler, Allahü teâlâya mahsustur. Nitekim Allahü teâlâ Fâtır sûresi 10. ve Münâfikun sûresi 8. âyetlerinde meâlen; “Bir kimse izzet isterse, bilsin ki, bütün izzet Allahü teâlâya mahsûstur” ve; “İzzet; Allahü teâlânın, Resûlünün ve mü’minlerindir. Fakat münâfıklar bilmiyorlar” buyurdu.
Ey îmân etmiş gibi görünen kimse! Ey ihlâslı olduğundan bahseden kişi! Senin bu hâlin felaketine sebep olacaktır. Bozuk îtikâdın seni; Allahü teâlâyı, Resûlünü ve seçilmiş mü’minleri sevmekten alıkoymuştur. Eğer sen, îmânın gereği ile amel edip, ihlâsın şartlarını kabûllensen, dünyâda insan, cin ve şeytan gibi her eziyet veren şeyden ve âhırette Cehennem ateşinden elbette kurtulurdun. Yardım ve izzet senin, aşağılık ve küçüklük düşmanın için olurdu. Nitekim Allahü teâlâMuhammed sûresi 7. âyetinde meâlen; “Ey îmân edenler! Allahü teâlânın yoluna gider, O'nun dînine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı doğru yoldan ayırmaz” ve yine Muhammed sûresi, 35. âyetinde meâlen; “Kâfirlere zayıf olduğunuzu göstermeyin. Onlardan önce barış istemeyin. Siz muhakkak gâlipsiniz. Allahü teâlânın yardımı sizinledir” buyuruyor. Hareketsizlik, gevşeklik ve gaflet senin kalbine yığılmış, zulmet kalbini kaplamıştır. Bütün gizli ve saklı şeylerin açığa vurulduğu o gün, öyle bir gündür ki, hakkında El-Hâkka sûresi 18. âyetinde meâlen; “Hesap için Allahü teâlânın huzûruna çıkacağınız ve amellerinizden hiç bir şeyin Allahü teâlâdan gizli olmayacağı âşikârdır” ve; “O gün insanlar, amellerinin karşılığını görmek için, dağınık ve güruh güruh hesap yerine dönerler. Zerre kadar iyilik yapan onu görür, zerre kadar kötülük yapan da onu görür” buyruldu. (Zilzal sûresi: 6-8)
O gün senin amelin bu kadar ince ve dikkatle tartılır. Bir zerre ile ağır ve bir zerre ile hafif gelir. Senin hâlinin sonu ne olur? Allahü teâlâ, o gün için Meryem sûresi 85. âyetinde meâlen; “Biz takvâ sâhiplerini binekler üzerinde Rahmân'ın huzûrunda (Cennet-i âlada) toplarız, mücrimleri de susuz olarak Cehennem’e sevk ederiz” buyuruyor. O zaman senin hâlin nasıl olur ki, perdeler açılır, gizli şeyler açığa çıkarılır, mü’min kâfirden, sıddîk münâfıktan, îmânlı müşrikten, dost düşmandan, doğru yalancıdan ayrılır. Yâsîn sûresinde geçen ve; “Ey mücrimler, kâfirler! Bu gün mü’minlerden ayrılınız!” meâlindeki 59. âyet-i kerîmenin sırrı açığa çıkar. Ey zavallı ve kudretsiz insan, hâlini düşün, kendine gel! O günün korku ve dehşetinden sakın! Bu iki fırkanın hangisinde bulunacağını şimdiden düşün! Eğer Allahü teâlâ için amel ettiysen, iyi işlerinde yakîn ve ihlâs üzere bulunduysan, Allahü teâlânın, amelini reddetmeyeceği ve kabûle şayan göreceği bir hâlde saf ve hâlis yaptıysan, kıyâmet gününde binekler üzerinde Cennet’e giren takvâ sâhiplerindensin. Bu durumda kerâmet ve ihsân senin içindir.
Yok, anlatılan şekilde değilsen, bil ki, bu iki fırkadan ikincisindesin. Cehennem’de Fir’avn ile bulunanlarla beraber olup helâktesin. Hâmân ve Kârûn'un yanındasın. Allahü teâlâ Kehf sûresinin son âyetinde, meâlen; “Rabbine kavuşmak isteyen sâlih ameller işlesin. Rabbine ibâdette, kimseyi ortak etmesin” buyuruyor.
Demek ki, o korkunç ve dehşetli kıyâmet gününde seni, sâlih amellerinden başka kurtuluşa kavuşturacak bir şey yoktur. Bunu düşünüp sâlih amel yapman şarttır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Süleymân aleyhisselâm, Belkıs'ın aklını tecrübe etmek istedi. Bunun için bir köşk yaptırdı. Köşkün billurdan olan avlusunun altına su akıttı. İçine balık ve kurbağa gibi suda yaşayan canlıları attı. Avluya giren, suya girdiğini zannederdi. Belkıs'ın tahtının değiştirilmesini, yükseltilip alçaltılmasını emretti. “Tahtın altını üste, üstünü arkaya, arkasını öne getirerek şeklini değiştirin, kendi tahtı olduğunu anlayacak mı bakalım?” buyurdu. Belkıs gelince; “Bu senin tahtın mıdır?” denildi. Belkıs, tahtına baktı, benzetti. Hattâ kalbinden; “Birbiri içinde ve yedi kat daire şeklinde muhkem ve etrâfında nöbetçi ve muhâfızlar bulunan tahtım, buraya nasıl gelir” diyerek gördüğüne inanmayıp, tahtta değişmeler de olduğundan, bilmek ve bilmemek arasında; “Sanki odur” dedi.
Bu hâdise Kur'ân-ı kerîmde meâlen şöyle bildirildi: (Süleymân aleyhisselâm;) Onun tahtını, bilinmez şekle getirin. Bakalım (gördüğünde) tanımaya muvaffak olacak mı, yoksa muvaffak olamayacaklardan mı bulunacak?" dedi. (Belkıs) gelince, ona; Senin tahtın böyle miydi?” denildi. (O;) Sanki bu odur dedi.” (Neml sûresi: 41, 42)
Rivâyete göre Belkıs, söyleyeceği sözü tartar, rastgele konuşmazdı. “Senin tahtın böyle miydi?” suâline, yalan söylemek korkusu ile; “Evet, bu odur” demedi. Onları yalanlamak endişesiyle de; “Hayır” demedi. Sâdece; “Sanki bu odur” demekle iktifa etti. Süleymân aleyhisselâm, onun bu hâlinden aklının kemâlini anladı. Bir rivâyete göre, tahtı olduğunu anlayan Belkıs, sorunun soruluş şekline uygun olarak teşbihli bir cevap vermişti. Çünkü suâl teşbihli (benzetmeli) sorulmuştu.
Âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, daha sonra Belkıs meâlen; “Bundan (tahtın getirilmesinden) evvel de bize (hüdhüdün mektup bırakması, hediye ve elçiler mes’elesi ile Allahü teâlânın kudretine, Süleymân aleyhisselâmın peygamberliğine dair) ilim verilmişti. Biz ona, teslim olanlardan idik” dedi. (Neml sûresi: 42) Tefsîr âlimleri, bu sözün Süleymân aleyhisselâma âit olduğunu da bildirmişlerdir.
Sonraki âyet-i kerîmede; “Onun Allahü teâlâyı bırakıp tapmakta olduğu şey (güneşe tapması), onu, (tevhid îtikâdından, Allahü teâlâya ibâdetten) men etmişti. (Yâhud Süleymân aleyhisselâm, onu, Allahü teâlâyı bırakıp tapmakta olduğu şeyden, güneşe tapmaktan men etti.) Şüphesiz o, kâfirler gürûhundan idi” buyruldu. (Neml sûresi: 43)
Belkıs, küfr içinde yüzen bir cemiyet içerisinde yetişmişti. Onlardan güneşe tapmayı öğrenmişti. Bu yüzden Süleymân aleyhisselâmın himâyesine kavuşuncaya kadar müslüman olmak şerefine erememişti.
Âyet-i kerîmede şu husûsa işâret edilmektedir: İnsanın meşgûl olduğu şey, meşgûliyetinin zıddı olan şeyden onu uzaklaştırır. Belkıs güneşe tapıyordu. Onun güneşe tapması, Allahü teâlâya ibâdet etmesine mâni oldu. Öyleyse, Allahü teâlâya kulluk etmeli, O'nun sevgisinden başka şeylere dalmamalıdır. Çünkü, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi kalbi kaplayıp işgal eder de buna karşılık, akıl ve din gibi bir yardımcı bulunmazsa, Allahü teâlâdan başka şeylerin sevgisi, o kimseyi kör ve sağır eder. Nitekim Hadîs-i şerîfte; “Bir şeyi sevmen, seni kör ve sağır eder” buyrulmuştur.
Rivayete göre, Süleymân aleyhisselâm Belkıs'ı, avlusunu billurdan yaptırdığı köşkte kabûl etti. Belkıs gelince, âyet-i kerîmede bildirildiği gibi meâlen; “Ona (Belkıs'a); Köşke (köşkün avlusuna) gir denildi. (O), onu görünce, derin bir su sandı. (Suya girmek için) iki ayağını (sıvayıp) açtı. Süleymân (aleyhisselâm), onun ayaklarının insan ayağı olduğunu gördü. Gözünü ondan çevirip; (Ey Belkıs! Ayağını ört, o, su değildir.” O, billurdan yapılmış şeffaf bir avludur dedi. (Belkıs gördüklerine hayran oldu. Süleymân aleyhisselâmın mülkünün Allahü teâlâdan olduğunu, O'ndan başka ibâdete lâyık bir mâbud bulunmadığını, Süleymân aleyhisselâmın Allahü teâlânın peygamberi olduğunu anladı.) Dedi ki: “Ey Rabbim! (Güneşe ibâdet etmekle) nefsime zulmetmişim. (Şimdi) Süleymân'ın (aleyhisselâm) maiyetinde âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum (müslüman oldum) dedi.” (Neml sûresi: 44)
Rivâyete göre, Süleymân aleyhisselâm Belkıs'la evlendi. Belkıs'dan Dâvûd isminde bir oğlu olup, babasının hayatında vefât etti. Belkıs'ı ordusunun başında geri Yemen'e gönderdi. Ayda bir kere rüzgâra biner, Belkıs'ın yanına giderdi. Bir rivâyete göre de onu Suriye'deki bir şehre yerleştirdi. Süleymân aleyhisselâmın vefâtından kısa bir müddet sonra Belkıs da vefât etti.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget