Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Kıyâmete yakın geleceği, Peygamber efendimiz tarafından haber verilen ve İslâmiyeti yeryüzüne hâkim kılacak olan mübârek bir zâttır. Nesebi, peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma dayanacak ve Hazret-i Fâtıma evlâdından olacaktır. İsmi Muhammed, babasının ismi Abdullah’tır. Müceddid ve müctehid olacaktır. O zaman gökten inecek olan Îsâ aleyhisselâm ile buluşacaktır. Eshâb-ı Kehf uyanıp, Mehdî aleyhisselâmın askeri olacaktır. (Bkz. Eshâb-ı Kehf) Geleceği haber verilen Mehdî aleyhisselâm, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı Hazret-i Fâtıma'nın oğlu Hazret-i Hüseyn’in neslinden yâni seyyid olacak, Medîne-i münevverede doğacak ve Mekke-i mükerremede ortaya çıkıp, tanınacaktır. İlimde ve evliyâlıkta derecesi çok yüksektir. Kendi ictihâdı ile bir mezhep kuracaktır. Kuracağı mezhebin hükümlerinin Hanefî hükümlerine uygun olacağını büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî hazretleri haber vermektedir. Bütün müslümanlar, Hazret-i Mehdî’ye tâbi olacak ve yeryüzünün tamamına hâkim olacaktır.
Ebû Sa’îd'i Hudrî'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: “Yeryüzü zulüm ve düşmanlıkla dolduktan sonra, benim Ehl-i beytimden mutlaka birisi çıkar. Dünyâ daha önce nasıl zulüm ve düşmanlık ile dolu ise, o, dünyâyı adâletle doldurur.”
“Ümmetim, bal arılarının beyleri etrâfında toplanması gibi, Mehdî'ye sığınırlar. O daha önce zulümle dolu olan dünyâyı adâletle doldurur. Uykuda olan uyandırılmaz ve bir damla bile kan dökülmez.”
İbn-i Mes’ûd'dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyruldu: “Mehdî ile müjdelenmiş olun. Mehdî, Kureyş kabîlesinden ve benim Ehl-i beytimden biridir. O, insanların ihtilaf içinde oldukları ve içtimâi sarsıntılar içinde bulundukları bir zamanda çıkar. Mehdî, daha önce zulüm ve cevr ile dolu olan dünyâyı, adâlet ve insâf ile doldurur. Ondan yer ve gök ehli (insanlar, cinler ve melekler) râzıdır. O, malı insanlar arasında adâletle dağıtır. Ümmet-i Muhammed'in kalplerini zenginlik ile doldurur ve adâleti onları kuşatır. O kadar ki, bir münadiye; Kimin ihtiyâcı varsa bana gelsin diye nidâ (ilan) etmesi emrolunduğunda, bir kişiden başka kimse gelmez. O kimse istekte bulunur. Mehdî (aleyhisselâmda ona; Hazînedara git sana versin der. O kişi, hazînedâr'a gidip, Mehdî'nin aleyhisselâm gönderdiğini söyleyip, hazînedârdan götürmeye gücünün yettiği kadar mal alır. Fakat daha sonra pişman olarak; “Ben, herkesten daha mı muhtâcım, kimse gitmedi, ben gittim!” diyerek aldığı malı iâde etmek ister, o zaman hazînedâr şöyle der: Biz verdiğimizi geri almayız.Bu devir; altı, yedi, sekiz veya dokuz sene devam eder. Bundan sonraki hayatta, hayır yoktur.”
Târihte bâzı câhiller, büyük zan ettikleri kimselere Mehdî demişlerdir. Mehdî'nin alâmetlerini Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirmiştir. İbn-i Hacer-i Mekkî hazretlerinin Alamât-ül-Mehdî kitabında ve İmâm-ı Süyuti'nin El-Bürhân kitabında, bu alâmetlerden, ikiyüze yakını yazılıdır. Fütûhât-ül-İslâmiyye, ikinci cüz, 297. sayfasında diyor ki: “Beklenilen Mehdî, hazret-i Fâtıma'nın (radıyallahü anhâ) soyundan olacaktır. Mekke'de zuhûr edecektir. O zaman, müslümanlar halîfesiz olacaktır. O istemediği hâlde, zor ile halîfe yapılacaktır. Zuhur edeceği zaman, yaşı ve ömrü kesin olarak bildirilmiş değildir.” Mehdî çıkacağı zaman yeryüzünde halîfe bulunmayacağı ve mehdiliklerini îlân edenlerin veya Mehdî diye tanıtılanların gerçek Mehdî olmadıkları buradan anlaşılmakladır.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, birinci cildin 255. mektubunda, Mehdî'nin, Medîne'deki sapık din adamlarını öldüreceğini yazmakta ve şöyle buyurmaktadır: “İşittiğimize göre, hazret-i Mehdî, hükûmet sürdüğü zaman, dîni yayarken ve sünnetleri ortaya çıkarırken, bid’at işlemeğe alışmış olan Medîne'deki âlim tanınan bir kimse, bid’ati güzel sandığı ve ibâdet olarak yaptığı için, hazret-i Mehdî'nin emirlerine şaşarak; Bu adam, bizim dînimizi yok etti ve milletimizi öldürdü diyecektir. Hazret-i Mehdî, bu kimseyi öldürüp, onun güzel sandığı bid’atlerin kötülüğünü insanlara bildirecektir.”
İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi aleyh), ikinci cilt 68. mektubunda da buyuruyor ki: Hadîs-i şerîfte; “Yeryüzünü küfür kaplamadıkça ve her yerde küfür ve kâfirlik yayılmadıkça, hazret-i Mehdî gelmez” buyruldu. Bundan anlaşılıyor ki, hazret-i Mehdî çıkmadan evvel, küfür ve kâfirlik her tarafa yayılacak. İslâm ve müslümanlar garip olacaktır. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) âhır zamanda, müslümanların garip olacaklarını haber vermiştir.”
İbn-i Hacer-i Mekkî Heytemî hazretleri El-Kavl-ül muhtasar fî alâmet-il-Mehdî kitabında şöyle buyurdu: “Mehdî, Ehl-i beytten olacaktır. Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelecektir. İsmi, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ism-i şerîflerinden yâni Muhammed olacaktır. Babasının ismi de, Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek babasının ismi gibi olacaktır. Hazret-i Mehdî'nin alnı geniş ve dişleri seyrektir.
Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: “Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Allahü teâlâ benim neslimden, dişleri aralıklı, alnı açık, yeryüzünü adâletle dolduracak, malı ve mülkü insanlara bol bol ikrâm edecek bir evlâdımı gönderecektir. Zulüm ve fıskla dolu olan dünyâ, o geldikten sonra adâletle dolup taşacaktır.”
“Mehdî'nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Buluttan bir melek; “Bu Mehdî'dir. Sözünü dinleyiniz!” diyecektir.”
Allahü teâlâ, İslâmiyeti nasıl Resûlullah efendimizle (sallallahü aleyhi ve sellem) başlatmışsa, Hazret-i Mehdî ile sona erdirecektir. Sayıları Bedir gazâsında bulunan Eshâb-ı kirâm kadar olan bir grup insan ona bîat edecek ve her zâlim onun karşısında mağlûb olacaktır. Zamânı son derece imrenilecek bir şekilde adâletle dolacaktır. Onun bayrakdârı, doğudan, Temîmî nesline mensup bir gençtir. İnsanlar hakka dönünceye kadar, Hazret-i Mehdî mücâdelesini sürdürecek ve fitnelerin zuhûr ettiği bir zamanda gelecektir. İhsânı karşılıksız olacaktır. Îsâ aleyhisselâm, namazı Hazret-i Mehdî'nin arkasında kılacaktır. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfte; (Hazret-i) Îsâ, saçlarından sanki sular damlıyormuş gibi gökten inecektir. (Hazret-i) Mehdî ona; “Yâ Îsâ, geç de bize namaz kıldır” dediğinde, Îsâ (aleyhisselâm); İkâmet senin için getirilmiştir diyecek ve benim evlatlarımın birisinin arkasında namaz kılacaktır” buyurdu. Hazret-i Mehdî'nin sağ yanağı üzerinde yıldız gibi parlayan bir ben vardır. İnsanlar, Hazret-i Mehdî'nin etrâfında toplanırlar. Zülkarneyn ve Süleymân aleyhimesselâm gibi, bütün dünyâya sâhip olur. İslâmiyet aleyhine söylenen bir söz ona ağır gelir. Mehdî aleyhisselâm bir hakem olarak çıkacak, haçları kıracak, domuzu öldürecek, çok mal, mülk dağıtacaktır. Fakat o kadar bolluk olacak ki, kimse ihtiyaç duyup verileni almayacak. Hazret-i Mehdî, yeryüzünün hazînelerini çıkaracak ve küfür diyârlarını fethedecektir.
Masum insanlar katloluncaya kadar, Mehdî çıkmayacaktır. Bu katliamlara, yerde ve göktekiler tahammül edemez bir hâle gelince, ortaya çıkacaktır. Hazret-i Mehdî gelince, insanlar onu aşk ve muhabbetle kucaklayacaklardır. O, bütün haramların helâl sayıldığı, büyük bir fitneden sonra gelecektir. Hilafet, ona evinde otururken gelecek ve devrinde yeryüzünün en hayırlısı olacaktır.
O çıkmadan önce, Medîne'de simsiyah taşların kan gölünde kalacağı büyük bir vak'a görülecektir. O zamanda bir kadının öldürülmesi, bir kamçının sallanması kadar kolay olacaktır.
Hazret-i Mehdî'nin karşısına dağlar bile çıksa, onları kolayca aşıp kendisine yol bulacaktır.
Hazret-i Mehdî çıkmadan önce, milletlerin birbiri ile olan münâsebetleri (ticaret ve yolları) kesilecek, insanlar arasında fitne çoğalacaktır. Doğudan siyah bayraklı bir ordu çıkacak, hiç bir kavmin yapmadığı, eşine rastlanmadık bir savaşa giriştikten sonra, Mehdî aleyhisselâm Mekke'de ortaya çıkıp görünecektir. Çeşitli memleketlerden bir çok âlim, birbirlerinden habersiz olarak, Hazret-i Mehdî'yi aramak için yola çıkacak, bu âlimlerin her birine yaklaşık olarak 310 kadar insan refakat edecektir. Sonunda hepsi Mekke'de buluşup, birbirlerine niçin geldiklerini soracaklar, maksatlarının aynı olduğu anlaşılınca, Hazret-i Mehdî'yi arayıp bulacaklardır. Sonra ona; “Sen Mehdî'sin” dediklerinde, o kendini buna lâyık görmeyip kaçacak. Nihâyet âlimler ikna edecekler ve ona tâbi olacaklardır. İnsanların kalbleri onun muhabbeti ile dolup taşacaktır.
Hazret-i Mehdî, Kudüs'e hicret edecektir. Onun sakalı gür ve sık, gözü de sürmeli olacaktır. Dişleri seyrek ve parlaktır. Yüzünde yıldız misâli parlayan bir ben, omzunda ise Peygamber efendimizdeki (sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvet mührü gibi bir mühür bulunacaktır. Hazret-i Mehdî, birçok beldede câmi inşâ eder ve Peygamber efendimizin bayrağıyla görünür. O bayrak dikişsiz olup siyah ve dört köşelidir. Resûl-i ekremin (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından sonra hiç açılmayan bu bayrağı, Hazret-i Mehdî açacaktır. Allahü teâlâ ona yardım için üçbin melek vazifelendirip gönderecektir. Bunlar, Hazret-i Mehdî'ye karşı gelenin yüzüne ve arkasına vuracaktır.
Mehdî aleyhisselâmın yaşı otuz ile kırk arasında olacaktır. Hâşimî soyundan olup, hilâfeti Hazret-i Îsâ'ya devredecektir.
Hazret-i Mehdî havada uçmakta olan bir kuşa işâret ettiği zaman, kuş hemen yere düşecek, kuru bir ağaç diktiğinde, o anda yeşillenip, yapraklanacaktır. Onun zamanında, kurtla koyun bir arada oynayacak, yılanlar insanlara zarar vermeyecektir. İnsanlar tarlaya bir avuç tohum atacak, yediyüz avuç mahsul kaldıracak, yerden bereket fışkıracaktır. Riyâ, ribâ zina, içki ortadan kalkacaktır. Ömürler uzayacak ve emânetler zâyi olmayacaktır. Kötüler helâk olacak, Resûl-i ekreme buğzeden kimse kalmayacaktır. Hazret-i Mehdî bütün bid’atleri ortadan kaldırıp, sünnet-i seniyyeyi ihyâ edecektir.
Gökte ve yerde bulunan mahlûkâtın hepsi ondan râzı olacak, adâleti âlemi tutacak ve Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce sünneti ile muâmele edecektir. Onun devrinde ümmetin iyileri ve kötüleri, o zamana kadar görülmemiş pek çok nîmetlere kavuşacaklardır. Hattâ çok yağmur yağacak, bir damlası bile boşa gitmeyecek, az bir tohum ile yerden bereket fışkıracak ve çok mahsul alınacaktır.
Hazret-i Mehdî'nin alâmetlerinden biri de, Deccal'in onun zamanında ortaya çıkmasıdır. Hadîs-i şerîfte; “On büyük alâmet görülmeyince kıyâmet kopmaz; Duhân, Deccâl, Dâbbet-ül-erd, güneşin batıdan doğması, Îsâ'nın (aleyhisselâm) gökten inmesi, Ye’cüc ve Me’cüc'ün çıkması, doğuda, batıda ve Arabistan'da yer batması. Bunlardan sonra Yemen'den bir ateş çıkıp, halkı bir araya getirecektir” buyruldu.
Ali Muttakî el-Hindî hazretleri de; Mehdî-yi âhır zaman adlı kıymetli eserinde, âhır zamanda Mehdî aleyhisselâmın geleceğini uzun olarak anlatmaktadır. Bu kitapta, Mehdî aleyhisselâmın bir çok alâmetleri yazılmıştır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1- Kıyâmet kopmadan önce, Mehdî (aleyhisselâm) muhakkak gelecektir. Ebû Sa’îd-el-Hudrî'den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Benim ümmetimden Mehdî gelecektir. Ömrü uzasa da kısalsa da, altı, yedi, sekiz veya dokuz yıl saltanat sürecektir. Daha önce zulümle dolu olan dünyâyı, adâletle dolduracaktır...”
2- Mehdî (aleyhisselâm), yeryüzünün zulüm ve fitnelerle dolu olduğu bir zamanda gelip, dünyâyı adâletle dolduracaktır. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Âhır zamanda, ümmetimin başına sultânlardan şiddetli belâlar gelir. Öyle ki, yerler müslümanlara dar gelir. O zaman Allahü teâlâ, daha önce zulümle dolu olan dünyâyı adâletle dolduran, benim soyumdan birisini gönderecektir. O zaman gökyüzü yağmur damlasını esirgemeyecek, yer de bereketlenecektir. O, dünyâda altı, yedi, sekiz veya dokuz yıl hüküm sürecektir.”
3- Hazret-i Mehdî'nin ismi Muhammed ve Hazret-i Fâtıma evlâdından olacaktır. Hadîs-i şerîfte de buyruldu ki: “Mehdînin adı Muhammed'dir. Mehdî benim neslimdendir ve Fâtıma'nın evlâdındandır.”
4- Hazret-i Mehdî'nin fizikî özellikleri hakkında, hadîs-i şerîfte; “Mehdî benim evlâdımdandır. Yüzü nûrlu, alnı açıktır. Burnunun üst tarafı yüksekçedir. Yeryüzünü adâlet ve doğrulukla doldurur. Nitekim ondan önce dünyâ zulüm ve cefâ ile dolu olur...” buyruldu.
5- Hazret-i Mehdî gelmeden önce, fitne fesâd çok olacaktır. Hakem bin Uyeyne'den rivâyet edilir: O dedi ki: Ben Seyyid Muhammed bin Ali'ye dedim ki: “İşittiğimize göre sizden (Peygamberimizin soyundan) bir zât çıkıp, bu ümmet arasında adâlet yapacak.” O dedi ki: “Biz de insanların umduğunu ummaktayız ve ümîd ediyoruz ki, dünyâda bir gün bile kalsa, Allahü teâlâ o günü uzatır, tâ ki bu ümmetin umduğu olsun. Ancak, ondan önce fitneler görülecektir. Bu fitnelerin içinde en şerlisi; bir kişinin mü’min olarak akşama ermesi, ama sabah kâfir olarak kalkması, mü’min olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşama ulaşmasıdır.”
6- O zaman açıkça Allahü teâlâyı inkâr eden kişiler çok olacaktır. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Açıkça Allahü teâlâ inkâr edilmedikçe, Mehdî'ye bîat edilmez.”
7- Hazret-i Mehdî çıkacağı zaman, sünnetler unutulup bid’atler yaygınlaşmış olacaktır.
Hadîs-i şerîfte; “Kıyâmete yakın mü’minlerin kalbi; ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması, bid’atlerin yaygınlaşması, emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münkerin terkedilmesi gibi sebeplerle zayıfladığı zaman, benim evlâdımdan Muhammed bin Abdullah'la (Mehdî), Cenabı-ı Hak, sünnetleri ihyâ eder. Onun adâlet ve bereketiyle, mü’minlerin kalbi ferahlar. Acem ve Arab milletleri arasında ülfet ve muhabbet yerleşir. Bu durum bir müddet devam ettikten sonra, o vefât eder” buyruldu.
8- Mehdî, Îsâ aleyhisselâmla buluşacak, Îsâ (aleyhisselâm) onun arkasında namaz kılacaktır.
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Mehdî, bu ümmettendir ve Îsâ'ya imâm olacaktır.” Kendisinde bu alâmetlerin hiç biri bulunmadığı hâlde, târihte değişik zamanlarda Mehdî olduğunu iddia eden birçok kimseler, çeşitli maksatlarla ortaya çıkmıştır. Bunlar bâzı câhilleri etrâflarında toplamışlarsa da, İslâm âlimleri ve sâlih müslümanlar tarafından bunlara lüzumlu cevaplar verilmiş, fitneleri önlenmiş ve isimleri unutulmuştur. Geleceği bildirilen Mehdî'nin(aleyhisselâm) alâmetleri meydandadır ve bunlar açıkça bildirilmiştir. Bu ölçülere göre ve alâmetleri belli iken hiç alakası bulunmayan çeşitli kimseleri Mehdî sanmak ve Mehdî demek, doğru yoldan ayrılmak olur.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât'ının ikinci cildi, altmışyedinci mektubunda şöyle buyurdu: “Hindistan'da birisi, Mehdî olduğunu iddia etmişti. Bir çok câhiller de, ona inanmıştı. Bunlara göre, Mehdî gelmiş ve ölmüş, mezârı da Fere şehrinde imiş. Meşhûr, hattâ mânâsı tevatür derecesine varmış birçok Hadîs-i şerîfler böylelerinin bu îtikâd ve sözlerini yalanlamaktadır. (Bâzı câhiller, tasavvuf kitaplarından tercüme ederek söyleyen ve yazan kimselere Mehdî diyor. Bunları, kendisi yazıyor sanıyorlar.) Halbuki bir çok Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki: “Mehdî'nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Buluttan bir melek; Bu Mehdî’dir, sözünü dinleyiniz! diyecektir.”
“İsmini duyduğunuz kimselerden, yeryüzüne dört kişi malik oldu. İkisi mü’min, ikisi de kâfir idi. Mü’min olan iki kişi, Zülkarneyn ile Süleymân (aleyhimesselâm) idi. Kâfir olan ikisi de, Nemrut ile Buhtunnasar idi. Beşinci olarak, yeryüzüne, benim evlâdımdan biri, yâni Mehdî de malik olacaktır.”
“Kıyâmet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evlâdımdan birini yaratır ki, ismi, benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur ve dünyâyı adâletle doldurur. Ondan önce dünyâ zulümle dolu iken, onun zamanında adâlet ile dolar.”
“Eshâb-ı kehf, (hazret-i) Mehdî'nin yardımcıları olacaktır ve Îsâ (aleyhisselâm) bunun zamanında gökten inecektir, Îsâ (aleyhisselâm), Deccal ile harb ederken, (hazret-i) Mehdî, onunla (Îsâ aleyhisselâm ile) beraber olacaktır. Bunun hükümdârlığı zamanında, her zamankinin aksine olarak ve hesapların tersine olarak, Ramazân-ı şerîfin ondördüncü günü güneş tutulacaktır ve birinci gecesinde ay tutulacaktır.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Îsâ aleyhisselâm kıyâmet yaklaşınca, Şam'daki Ümeyye Câmii minaresine inecek ve kırk sene yaşayacaktır. Bu zaman zarfında, İslâmiyeti yayacak ve Mehdî aleyhisselâm ile buluşacak evlenip çocukları olacaktır. Sonra Medîne'de vefât edip, Peygamber efendimizin medfûn bulunduğu Hücre-i seâdete defnolunacaktır.
Îsâ aleyhisselâm, gökten indirildiği zaman, İslâmiyete uyup, kendi ictihâdı ile hüküm çıkaracaktır. İchtihad ile çıkaracağı bütün ahkam, Hanefî mezhebindeki ahkama benzeyecek, yâni İmâm-ı âzam’ın ictihâdına uygun olacağını büyük âlim Muhammed Pârisâ hazretleri bildirmektedir.
Kur'ân-ı kerîmde Zühruf sûresi 61. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyruldu: “Gerçekten o (Îsâ'nın nüzûlü) kıyâmet için (yaklaştığını bildiren) bir beyândır, alâmettir. Onun için, o kıyâmetin geleceğinde sakın şüphe etmeyin de, benim şeriatime tâbi olun. İşte bu biricik doğru yoldur.”
İmâm Ahmed'in râvîleri ile Ebû Hüreyre’den, onun da bizzat Resûlullah'tan bildirdiği hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu: “Peygamberlerin babaları bir, dinleri (nin furû'u ayrı, esası) bir, anneleri ayrıdır. Ben, Meryem oğlu Îsâ'ya (aleyhisselâm) herkesten lâyıkım. Çünkü benimle onun aramızda peygamber yoktur. Kıyâmete yakın o inecektir. Onu görünce şu hâlleri ile tanıyın: Orta boylu, kırmızı beyaz tenli, düz (kıvırcık olmayan) saçlıdır. Yaş olmasa da saçı ıslak gibidir. İki asâsı (küçük bastonu) olur. Salîbi (haçı) kırar, domuzu öldürür. Cizyeyi kaldırır. Zamânında müslüman olmayan bütün milletler pasif ve helâk olur. Allahü teâlâ onun zamanında Deccal'i helâk eder. Yeryüzünde emniyet (ve adâlet) tesis olur. Hattâ deveyle aslan, inekle kaplan, koyunla kurt birlikte otlar. Çocuklar yılanlarla oynar da zarar görmezler. Allahü teâlânın dilediği kadar yeryüzünde kalır. Sonra vefât eder. Cenâze namazını Müslümanlar kılıp, sonra onu defnederler.” Yine İmâm-ı Ahmed'in bir başka yolla Ebû Hüreyre hazretlerinden olan rivâyetinde: “Yeryüzünde kırk sene kalır. Sonra vefât eder ve müslümanlar namazını kılarlar” diye gelmiştir.
Hazret-i Îsâ, Şam'daki Mescid-i Emevî’nin Ak minaresine iner. Tam sabah namazı kılınacağı sırada indiğinden, müslümanların imâmı ona; “Ey Rûhullah! Öne geç namazı sen kıldır” der. “Hayır, sen kıldır. Ben sana uyayım” deyip, arkasında durur ve namazını kılar. Sonra müslümanlarla birlikte çıkıp, Deccal'i aramaya koyulur ve Lud kapısında ona yetişir. Kerâmetli eli ile onu öldürür. Îsâ aleyhisselâm inince, domuzu öldürür, istavrozu kırar. İslâm'dan başka hiç bir şeyi kabûl etmez. Revha geçidinden hac yahut umre yahut her ikisi için çıkar. Kırk sene kalır. Sonra ölür ve denildiğine göre Resûlullah'ın ve Eshâbından hazret-i Ebû Bekr ile Ömer'in bulunduğu hücreye, yâni Ravda-i mutâhharaya defnolunur.
İbn-ül-Harrât’ın (radıyallahü anh) El-Cem'u beyn-es-Sahîhayn adlı kitabında bildirdiği bir hadîs-i şerîfte; “Vallahi Meryem'in oğlu (Îsâ aleyhisselâmadil bir hakem olarak mutlaka inecek ve mutlaka haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, genç-dişi develer başıboş bırakılarak onlara rağbet edilmeyecek, bütün düşmanlıklar, küsüşmeler ve hasetlikler muhakkak sûrette kalkacak. (Îsâ aleyhisselâminsanları mala dâvet edecek, fakat malı hiç bir kimse kabûl etmeyecektir” buyrulmuştur.
Sahîh-i Müslim’de Deccal'den bahsedilen bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “...Mesîh (Îsâ aleyhisselâm), Dımeşk'ın doğusundaki Ak minare’ye iki boyalı elbise içinde, elini iki meleğin kanatları üzerine koymuş olarak inecek. Başını eğdiği zaman su damlayacak, kaldırdığı zaman ondan inci gibi gümüş taneleri yuvarlanacaktır. Onun nefesinin kokusunu duyan her kâfir mutlaka ölecektir. Nefesi de gözünün gördüğü yere varacaktır. Mesîh (Îsâ aleyhisselâmbu adamı (Deccal'i) arayacak, nihâyet ona Lud kapısında yetişerek öldürecektir. Sonra bu adamın şerrinden kendilerini Allahü teâlânın koruduğu bir kavim, Meryem oğlu Îsâ'ya gelecek, onların yüzlerini silecek, onlarla Cennet’teki derecelerine güre konuşacaktır. O bu hâlde iken, Allahü teâlâ Îsâ'ya (aleyhisselâm); “Ben öyle bir takım kullarımı çıkardım ki, onları öldürmeye hiç bir kimsenin eli varmaz. Şimdi sen benim kullarımı Tûr'a götürerek koru” diye vahiy indirecek ve Allahü teâlâ Ye’cüc'ü ve Me’cüc'ü gönderecektir. Bunlar her tepeden sür’atle sızacaklardır. Bu sûretle öncüleri Taberiye gölüne uğrayacak ve içindeki suyu içecekler. Son gelenleri oraya uğrayacak ve; “Bu gölde bir zamanlar hakîkaten su vardı” diyeceklerdir. Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları muhâsara edilecek, hattâ onlardan birine bir öküz başı, sizden birinize bugün yüz altından daha makbûl olacaktır. Bunun üzerine Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları (Allahü teâlâya) niyaz edecekler. Allahü teâlâ da Ye’cüc ve Me’cüc'ün üzerine, boyunlarına isabet edecek deve kurdu gönderecektir. Böylece bir kişinin ölmesi gibi helâk olarak sabahlayacaklardır. Sonra Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları (Tûr’dan) yeryüzüne inecekler. Yeryüzünde onların lâşe ve pislikleri ile dolmadık bir karış yer bulamayacaklardır. Nebiyyullah Îsâ aleyhisselâm ile arkadaşları yine Allahü teâlâya niyaz edecekler, Allahü teâlâ da Horasan develerinin boyunları gibi kuşlar gönderecek, bu kuşlar onların cesetlerini yüklenerek Allah'ın dilediği yere atacaklardır. Sonra Allahü teâlâ öyle bir yağmur gönderecek ki, ona ne kerpiç ev, ne de çadır mâni olabilecektir. Bu yağmur yeryüzünü yıkayacak, onu ayna gibi yapacaktır. Sonra yere, mahsulünü bitir, bereketini tekrar getir, denilecektir. İşte o gün cemâat, nar yiyecekler ve onun kabuğu altında gölgeleneceklerdir. Süte bereket verilecek hattâ yeni doğurmuş bir deve, bir çok insana kâfi gelecek; yeni doğurmuş bir sığır, insanlardan bir kabîleyi doyuracak, yeni doğurmuş bir koyun, akrabâdan bir oymağa yetecektir. Onlar bu hâlde iken Allahü teâlâ latîf, hoş bir rüzgâr gönderecek, bu rüzgâr onları koltuklarının altlarından yakalayacak, her mü’minin ve her müslümanın rûhunu kabzedecek, (dünyâda) insanların kötüleri kalarak yeryüzünde eşekler gibi alenen çiftleşeceklerdir. İşte kıyâmet bunların üzerine kopacaktır.”
İmâm-ı Süyutî hazretleri, Îsâ aleyhisselâmın kıyâmete yakın geleceğine dâir yazdığı, “Nüzulü Îsâ fî âhır-iz-zemân” isimli eserinde buyuruyor ki: Allahü teâlâya hamd ve seçtiği kullarına selâm olsun. 888 (m. 1483) senesi Cemâzil-evvel ayının altısı Perşembe günü bana bir suâl geldi. Suâlde; “Îsâ aleyhisselâm âhır zamanda gökten indiği zaman, bu ümmet arasında ne ile hükmedecek? Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği din (İslâmiyet) ile mi, yoksa kendi tebliğ ettiği İsevîlik dîni ile mi hükmedecek? v.s.” deniliyordu. Ben de ona kısa olarak şu cevapları verdim.
Îsâ aleyhisselâm gökten inince, bu ümmet arasında Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği din ile hükmedecektir. Âlimler bunu açık olarak beyân etmişlerdir. Bu husûsta Hadîs-i şerîfler ve icma' vardır.
Ahmed ibni Hanbel, Bezzâr ve Taberânî’nin (rahmetullahi aleyhim) rivâyet ettikleri bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Îsâ bin Meryem, Muhammed'i, dîni üzere tasdik ettiği hâlde iner. Deccal'i öldürür, sonra kıyâmet kopar.”
İbn-i Hibbân, Sahîh’inde şu Hadîs-i şerîfi rivâyet etmiştir. “Îsâ bin Meryem gökten iner. İmâm olur. Rükû'dan kalkınca; “Semi' Allahü limen hamideh” der. Deccal-i öldürür ve mü’minler gâlip olur.”
Böyle söylemek ise, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine mahsustur.
Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Îsâ bin Meryem iner. Beş vakit namazı ve Cumâ namazını kılar.” Bu Hadîs-i şerîf, Îsâ aleyhisselâmın, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dîni üzere ineceği husûsunda çok açıktır. Çünkü beş vakit ve Cumâ namazı Muhammed aleyhisselâmın ümmetine mahsustur.
İbn-i Abbâs'ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Evvelinde benim, sonunda Îsâ bin Meryem'in, ortasında Ehl-i beytimden olan Mehdî'nin bulunduğu bir ümmet nasıl helâk olur.” (Aynı Hadîs-i şerîfi, Nesâî de İbn-i Abbâs'dan rivâyet etmiştir. İmâm-ı Süyutî Ed-Dürer-ül-Mensur’da da rivâyet etmiştir.)
Alimlerin bu husûsta buyurdukları:
Hattâbî (rahmetullahi aleyh) Meâlim-üs-sünen kitabında buyurdu ki: Hadîs-i şerîfte; “Îsâ aleyhisselâm domuzu öldürür” buyruldu. Bu Hadîs-i şerîf; domuzun öldürülmesinin vâcib ve bu hayvanın necis yâni pis olduğuna delildir. Îsâ aleyhisselâmın domuzu öldürmesi, Muhammed aleyhisselâmın dîninin hükmüne göredir. Îsâ aleyhisselâm âhır zamanda inecektir. İslâmiyet ise, kıyâmete kadar bâkîdir.
İmâm-ı Nevevî, Müslim'in şerhinde buyuruyor ki: “Îsâ aleyhisselâmın gökten inmesinden murâd, Muhammed aleyhisselâmın dînini nesh eden, onun hükmünü ortadan kaldıran bir din ile inmesi değildir. Hadîs-i şerîflerde bu mânâda hiç bir şey bulunmamaktadır. Bilakis, Hadîs-i şerîfler, Îsâ aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın dînine dokunmayacağını, Muhammed aleyhisselâmın dîninden insanların terkettikterini ihya edeceğini göstermektedir. Îsâ aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın dînini bilmesi ve onun ile hükmetmesinin dört yolla olduğu söylenebilir.
1- Bütün peygamberler, kendi zamanlarında kendilerinden önceki ve sonraki peygamberlerin aleyhimüsselâm dinlerini biliyorlardı. Bu ise vahiyle onlara indirilen kitaplarda görülmekte ve diğer peygamberlerin dinlerine dâir işâretlerle olmaktadır.
Bunun delili şöyledir: Hadîs-i şerîflerde ve eserlerde Îsâ aleyhisselâm, ümmetine, Muhammed aleyhisselâmın kendisinden sonra geleceğini müjdelediği; O'nun dîninin kendi dîninden başka olacağını haber verdiği bildirildi.
Arais-ül-mecalis kitabında, Ka’b-ül-Ahbâr'dan (radıyallahü anh) şöyle nakledilmektedir: Ka'b-ül-Ahbâr, bir yahudiyi ağlarken gördü ve; “Niye ağlıyorsun” dedi.
Yahudi; “Bâzı şeyleri hatırladım da onun için ağlıyorum” diye cevap verdi. Ka'b; “Allah için, seni ağlatan şeyi sana haber verirsem, beni tasdik eder misin?” dedi. Yahudi âlimi; “Evet, tasdik ederim” dedi. Ka'b-ül-Ahbâr dedi ki: “Allah için söyle! Tevrât’da; Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Ben burada bir ümmet buluyorum. Onlar insanlar içinden çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısıdır. Mârufu, yâni Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeyleri emrederler. Münkeri, yâni O'nun sevmediği beğenmediği şeyleri yasaklarlar. Bütün kitaplara îmân ederler. Kör Deccal'i, öldürünceye kadar, dalâlet ehli ile harbederler” buyrulduğunu gördüğünü ve; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini. Allahü teâlânın da ona; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buldun mu? Okuduğun kitaplarda hiç böyle bir hâdiseye rastladın mı?” Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b buyurdu ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın, Tevrât'a bakıp; Ben bir ümmet buluyorum ki, onlar hamd edici, güneşi gözetip, ona göre amel edici bir iş yapmak isteyince, inşâallahü teâlâ deyicidirler” buyrulduğunu ve; “Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyurduğuna, rastladın mı?” Yahudi âlimi; “Evet” cevâbını verdi.
Ka'b dedi ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bunda bir ümmet buluyorum. Kefâret (yemin, oruç) borçlarını ve sadakalarını (zekatlarını) emredilen yerlere verirler, heba etmezler. Onlar tesbîh ederler, duâlarının kabûl olmasını isterler, duâları kabûl olunur, şefâat ederler, şefâatleri kabûl olunur” buyrulduğunu ve Mûsâ aleyhisselâmın; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyurdu dediğini buluyor musun? Kitaplarınızda bunu da okudun mu?” Yahudi âlimi; “Evet okudum” dedi.
Ka'b (radıyallahü anh) devam edip; “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; Ben burada bir ümmet buluyorum, onlardan biri yüksek bir yere çıkınca, Allahü teâlâyı tekbir eder, yâni “Allahü Ekber” der, alçak bir yere inince “Elhamdülillah” der. Toprak onlar için temiz, yeryüzü onlara mesciddir. Nerede olsalar, cünüplükten temizlenirler. Su bulamadıkları zaman, temiz toprakla temizlenmeleri (teyemmüm etmeleri), su ile abdest almaları gibidir” buyrulduğunu ve Hazret-i Mûsâ'nın; “Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu da görüp okudun mu?” dedi. Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b dedi ki: “Allah için söyle!” Hazret-i Mûsâ'nın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bunda bir ümmet buluyorum. Onlardan biri, bir iyilik yapmaya niyet edince, yapmasa da ona sevâb verilir. Kötülük yapmaya niyet edince, yapmayınca günâh yazılmaz, yaparsa bir günâh yazılır” buyrulduğunu ve; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlimi; “Evet” dedi.
Ka'b yine dedi ki: “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben seçilmiş, rahmet olunmuş bir ümmet buluyorum, kitaba vâris olurlar. Kimi nefsine zulmeder, kimi hak, adâlet üzere olur, kimi de iyilikte çok ileriye geçer. Ben onların hepsini merhamet olunmuş buluyorum. Onları bana ümmet eyle” dediğini ve Allahü teâlânın; “Onlar, Ahmed'in (Muhammed aleyhisselâmın) ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlim; “Evet” dedi.
Ka'b (radıyallahü anh) devam edip; “Allah için söyle! Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât'a bakıp; “Yâ Rabbî! Ben bir ümmet buluyorum. Mıshafları göğüslerindedir. (Kitapları olan Kur'ân-ı kerîmi ezberlemişlerdir.) Cennet ehlinin çeşitli elbiselerini giyerler. Namazlarında melekler gibi saflar hâlinde dururlar, mescidlerinde sesleri arı vızıltısı gibidir. Onlardan bir kişi Cehennem’e girmez ve onlardan kimisi, hesâba çekileceği kıyâmet gününü, ölümü, ağaç ardındaki harman gibi (yani pek yakın) görürler. Onları bana ümmet eyle dediğini” ve Allahü teâlânın ona; “Onlar Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buluyor musun?” Yahudi âlim; “Evet” dedi.
Mûsâ aleyhisselâmMuhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine ihsân olunan iyiliklerin ve nîmetlerin bu kadar çok olduğunu hayretle müşâhede edince; “Keşke Muhammed'in (sallallahü aleyhi ve sellem) eshâbından olsaydım” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona vahyederek, “O'nu seçip beğendiğini, O'nun esbabından olmasının imkânsız olduğunu, çünkü O'nun daha sonraki zamanlarda yâni kıyâmete yakın geleceğini bildirdi. Fakat, kıyâmette seni O'nunla buluştururum. Yakınında eylerim.” buyurdu. Bunlar ve daha başka husûslar, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) getirdiği dîne (İslâmiyete) mahsus hükümler olup, önceki dinlerde bulunmamaktadır. Allahü teâlâ bunları Mûsâ aleyhisselâma bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm da, ictihâd ve taklid ile değil, vahy ile öğrendi.
Allahü teâlâ peygamberlerine aleyhimüsselâm ve onlara indirdiği kitaplarda, bu ümmetle alakalı haberleri, hâdiseleri ve halîfelerle ilgili haberleri de bildirmiştir.
Peygamberlere bu bilgiler ictihâda ve taklide ihtiyaç duymadan vahiy yoluyla, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiştir. Kur'ân-ı kerîm önceki kitapların bilgilerini kendinde toplamıştır.
2- Îsâ aleyhisselâmın, Hadîs-i şerîflere müracaat etmeden Kur'ân-ı kerîmden İslâmiyetle alakalı hükümleri çıkarması mümkündür. Zâten Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellemKur'ân-ı kerîmin mânâlarını ümmetine açıklamıştır. Îsâ aleyhisselâmın peygamber olması, doğrudan Kur'ân-ı kerîmden İslâmiyetle alakalı bilgileri anlamasını gerektirir. Bu bakımdan, din bilgilerinin hepsi, Resûlullah efendimizin, Kur'ân-ı kerîmi açıklayıp bildirdikleridir. İmâm-ı Şafiî (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: Din âlimlerinin bildirdiklerinin hepsi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesinin; sünnet-i seniyyenin hepsi de, Kur'ân-ı kerîmin açıklamasıdır.
3- Aralarında Tacüddîn Sübkî'nin de bulunduğu bâzı âlimler, Îsâ aleyhisselâmın peygamberliği devamlı olmakla beraber, Resûlullah efendimizin ümmetinden ve Eshâb-ı kirâmdan sayıldığını; Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken, tasdik edip O'nunla görüştüğünü söylemişlerdir. Îsâ aleyhisselâm, İsrâ (Mîrâc) gecesindeki görüşmelerinden başka, Peygamber efendimizle birkaç defâ görüşmüştür.
İbn-i Asakir, Enes bin Mâlik’ten şöyle rivâyet etti. Enes bin Mâlik (radıyallahü anh) buyurdu ki: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kâbe-i muazzamanın etrâfında tavâf ediyordu. Bu sırada Resûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) görmediğimiz birisi ile müsafeha ettiler. Biz; “Ey Allah'ın Resûlü senin, tanımadığımız birisi ile tavâf ettiğini gördük.” deyince, Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem); “O, kardeşim Îsâ bin Meryem'dir. Tavâfını bitirinceye kadar onu bekledim ve ona selâm verdim” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâmın, İslâmiyete dâir hükümleri doğrudan Resûlullah efendimizden (sallallahü aleyhi ve sellem) almış olması da mümkündür. Bunun için bir mâni bulunmamaktadır.
4- Îsâ aleyhisselâm gökten indiği zaman yeryüzünde Resûlullah efendimizle buluşacağı ve lâzım olan dîni bilgileri Resûlullah efendimizden alacağıdır. Bunda da hiç bir mâni yoktur. Bu, bana zâhir olan yoldur. Bu husûsta dört senedim var:
a) Ebû Yala (rahmetullahi aleyh) Müsned’inde Ebû Hüreyre'den (radıyallahü anh) şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir. “Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Îsâ bin Meryem elbette inecektir. Sonra kabrime gelip, “Yâ Muhammed!” dese, elbette ona cevap veririm.”
b) Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken, peygamberleri aleyhimüsselâm görür ve yeryüzünde onlarla buluşurlardı. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâc yolculuğunda, kabrinde namaz kılarken Mûsâ aleyhisselâma uğradığı doğrudur. Resûl-i ekrem buyurdu ki: “Peygamberler diridirler ve kabirlerinde namaz kılarlar.” Aynı şekilde Îsâ aleyhisselâm yeryüzüne inince, peygamberleri görecek ve onlarla buluşacaktır. Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile de buluşup, lâzım olan dîni bilgileri O'ndan öğrenecektir.
c) Bâzı âlimler şöyle buyurdular: “Evliyânın, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanık olarak görmesi ve onunla buluşması, Resûlullah efendimizden ilim ve marifet alması, o velînin kerâmetlerindendir.”
İmâm-ı Gâzâlî, Ahmed Rıfâî, Tacüddîn Sübkî, İmâm-ı Yafiî, Kurtubî, İbn-i Ebî Hamza bu âlimlerdendir. Bunu açık açık söylemişlerdir.
Evliyâdan birisi şöyle anlattı: Bir âlimin yanına gitmiştim. Bu âlim, hâdis diye bir şey rivâyet etti. O sırada orada bulunan velî bir zât, o âlime; “Senin söylediğin söz hadîs-i şerîf değildir.” dedi. Âlim olan zât; “Sen bunun hadîs-i şerîf olmadığını nereden biliyorsun?” deyince, velî zât; “İşte bak! Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) başında durmuş; “Ben bu sözü söylemedim” buyuruyor) dedi. Bu hâl o âlime de keşfolundu. O âlim de Resûlullah efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) gördü ve tevbe etti.
Şeyh Ebü’l-Hasen de şöyle buyurdu: “Bir göz açıp kapayıncaya kadar, Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) görmeseydim kendimi müslümanlardan saymazdım.”
Evliyânın böyle hâlleri olunca, Îsâ aleyhisselâm gibi bir peygamberin istediği vakitte Resûlullah efendimizle buluşması, ictihâd ve Hadîs-i şerîfleri ezberleme gibi durumlara ihtiyaç duymadan, doğrudan Resûlullah efendimizden dînin hükümlerini alması elbette mümkündür.
d) Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) çok Hadîs-i şerîf rivâyet ediyordu. Fakat onun bu kadar Hadîs-i şerîf rivâyet etmesi iyi karşılanmıyordu. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) da onlara şöyle cevap verdi: “Eğer ben vefât etmeden önce Îsâ aleyhisselâm inse, ona Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bir Hadîs-i şerîfini nakletsem, o beni tasdik ederdi” dedi. Ebû Hüreyre'nin (radıyallahü anh), Îsâ aleyhisselâm beni tasdik eder sözü; “Hazret-i Îsâ'nın, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesinin hepsini bildiğine delildir. Hattâ bu sözü ile Ebû Hüreyre (radıyallahü anh), Hazret-i Îsâ'yı, rivâyet ettiği Hadîs-i şerîflerin sahih olduğu husûsunda da merciî kabûl etmiş oluyor.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Îsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına gönderilen bir peygamberdir. İsrâiloğulları daha önce kendilerine Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği hak dîne uymakta gevşeklik gösterdiler. Pek çok îtirâzda bulundular, hattâ doğru yoldan tamâmen ayrıldılar. Mûsâ aleyhisselâmdan sonra da nebîler gönderildi. Bu nebîler, İsrâiloğullarını Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dîne uymaları için uyarıp, tebliğde bulundular. İsrâiloğulları bunları dinlemediği gibi, pek çoğunu da şehîd ettiler, İsrâiloğullarının bütün bu isyânları ve azgınlıkları; bâzan zulüm ile öldürülmelerine, bâzan da esir edilip zillet içinde yaşamalarına sebep oldu.
Îsâ aleyhisselâma peygamberliği bildirildiği sırada da İsrâiloğulları dağınık bir şekilde ve zillet içinde yaşıyorlardı. Hattâ kendilerini kurtaracak bir peygamber bekliyorlardı. Bekledikleri bu peygamberin, mücâdeleci, tuttuğunu koparan, çok şiddetli, kavgacı, yahudileri diğer milletlerin esâretinden kurtaracak olan bir şahsiyet olmasını umuyorlardı. Îsâ aleyhisselâm, onları hidâyete kavuşturmak için gönderilip, vazifelendirilince, İsrâiloğulları ona inanmadılar. Onu çok yumuşak buldular.
Kurtarıcı olarak gelen Îsâ aleyhisselâm, dünyâda sulh ve selâmet hisleri yerleştirmeye, insanları birbirleriyle barıştırmaya çalıştı. Yahudilere, sapık yolda olduklarını ve bundan dönmelerini söyledi, ibâdet olarak yaptıkları şeylerin gerçek ibâdet olmadığını ve ahlâklarının bozukluğunu bildirdi. Kendisine tâbi olmalarını ve sâdece gösterdiği yolun doğru olduğunu söyledi. Îsâ aleyhisselâma inanmayan yahudiler, sonunda onu öldürmeye kalkıştılar. Fakat Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı diri olarak semâya kaldırdı.
Yahudilerin, Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye teşebbüsleri ve Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasının keyfiyeti husûsunda farklı rivâyetler vardır:
İbn-i Abbâs'dan şöyle rivâyet edilmiştir: Yahudilerden bir cemâat, Îsâ aleyhisselâm ve annesi Hazret-i Meryem'e dil uzattılar. Îsâ aleyhisselâm bunu duyunca onlar hakkında; “Allah'ım! Sen benim Rabbimsin. Sen beni “Ol” kelimen ile yarattın. Bana ve anneme dil uzatanlara lânet eyle” diye bedduâda bulundu. Allahü teâlâ, onun bu duâsını kabûl eyledi. Hazret-i Îsâ'ya ve annesine dil uzatanları maymun ve domuza çevirdi. Bu durumu gören yahudiler, hâdiseyi aralarında görüştüler. Hepsi Hazret-i Îsâ'yı öldürmek üzere anlaştılar. Hazret-i Îsâ'yı aramaya başladılar. Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden biri olan Yehuda (Judas), birkaç kuruş karşılığı Îsâ aleyhisselâmın yerini onlara haber verdi. Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için yahudilerle beraber eve girince, Allahü teâlâ, Yehuda'yı Îsâ aleyhisselâma benzetti. Yahudiler de, onu Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar, öldürüp astılar. Îsâ aleyhisselâm da göğe kaldırıldı. Bu sırada 33 yaşında idi.
Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilip, orada öldüğüne, fakat sonra dirilip göke çıktığına; müslümanlar ise, Îsâ aleyhisselâmın haça gerilmediğine, doğrudan doğruya göke kaldırıldığına inanırlar.
Yahudiler, Îsâ aleyhisselâma benzetilen şahsı yakalayıp, Îsâ aleyhisselâm diye öldürdükten sonra; “Eğer bu Îsâ (aleyhisselâm) ise, bizim arkadaşımız nerede? Şâyet, bu bizim arkadaşımız ise, Îsâ aleyhisselâm nerede?” dediler. İşte bu, yahudilerin Îsâ aleyhisselâm hakkındaki ihtilaflarıdır. Bu husûsta şüpheye düştüler. “Yüzü ona benziyor, bedeni o değil” dediler.
Bu husûsta, Kur'ân-ı kerîmde Tevrât'ı değiştiren İsrâiloğullarının inkârları ve isyânları sebebiyle lânete uğradıkları meâlen şöyle bildirildi: “Bu, (onları lânetlememiz) bir de inkârlarından, Meryem'e büyük iftirâda bulunmalarında, Allah'ın resûlü Meryem oğlu Îsâ'yı; öldürdük demelerinden ötürüdür. Yoksa onu öldürmediler ve haça germediler. Fakat onlara öyle göründü. (Onlardan biri Îsâ (aleyhisselâm) şeklinde kendilerine gösterildi ve bu adam öldürüldü.) Bu husûsta ihtilaf edenlerin bilgileri ancak zan etmekten ibârettir.
Onu asmadılar, onu öldürmediler. (Onların Îsâ aleyhisselâmı öldürmeleri, iddia ettikleri gibi, aslâ meydana gelmemiştir. Veya onların, onu öldürmeleri, kendileri yanında kat’î olarak sabit değildir. Onların; “Biz Îsâ'yı öldürdük” demeleri zan iledir. Fakat bu bir hakîkat değildir. Yâhud onlar öldürdükleri şahsın Îsâ aleyhisselâm olduğunu kat’î bir şekilde bilip öldürmemişlerdir.” Bilakis, Allahü teâlâ, onu kendi katına yükseltti.
Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, (yahudilerden intikâmını alır. Dilediği şeyde O'na kimse mâni olamaz.) Hakîmdir, (yahudiler üzerine lânet ve gadabı ile hükmetti. Nitekim onlara Yentıyûnus bin Esbisyanûs Rûmî'yi musallat etti. O, pek çok yahudiyi topluca öldürdü. Yâhud Îsâ aleyhisselâmı yahudilerden kurtarıp, onu kendi katına yükseltmesine dâir tedbirinde hikmet sâhibidir.) (Nisâ sûresi: 157, 158)
Îsâ aleyhisselâmın diri olarak göke çıkarılması husûsunda Âl-i İmrân sûresinde de şöyle buyrulmaktadır: “Yahudiler (Îsâ aleyhisselâmı öldürmek için) hîleye saptılar. Allah da (Îsâ aleyhisselâmı göke kaldırmak ve hîlekârlardan birini Îsâ aleyhisselâm gibi gösterip, yine kendilerine öldürtmek sûretiyle onlara) mukabele etti, cezâ verdi. Allahü teâlâ (hile yapanlara, umulmayan yerden cezâ vermeye) onlardan daha kâdirdir. O zaman Allahü teâlâ buyurdu ki: “Yâ Îsâ! Muhakkak ben, seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp meleklerin makâmına yükselteceğim. Seni (ecelin bitince) öldürecek olan benim. Seni (sana kasteden) kâfirlerin arasından çıkaracağım, onların şerlerinden kurtaracağım. Senin dînine tâbi olanları, kıyâmet gününe kadar küfredenlerin (inkâr edenlerin) üstünde tutacağım. Sonra (ahirette) dönüşünüz (yani, Îsâ aleyhisselâm, ona îmân edenler ve inkâr edenlerin dönüşü) de yalnız banadır. O vakit aranızda, ihtilaf ettiğiniz şeyde (Îsâ aleyhisselâmın durumuna dâir, hak olan şeyde) hükmü ben vereceğim.
O kâfirlere gelince, ben onları dünyâda da âhırette de en şiddetli bir azâb ile (dünyâda kat’î, esirlik, cizye ve zillet ile âhırette Cehennem azâbı ile) cezâlandıracağım ve onları azâbdan kurtarmak için (azabımıza mâni olacak) hiç bir yardımcıları yoktur. Fakat îmân edip, sâlih amel işleyenlere gelince, Allah onların hayır amellerinin sevâbını (mükâfatını) noksansız olarak verecektir. Allah zâlimleri sevmez (kâfirlere merhamet etmez, merhamet etmeyince, onlara azâb eder). (Âl-i İmrân sûresi: 54-57)
Fahreddîn-i Razî (rahmetullahi aleyh); “Yahudiler hîle yaptılar. Allahü teâlâ onlara mukabelede bulundu ve cezâ verdi...” meâlindeki bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken şöyle buyurdu: Yahudilerin mekri (hilesi), Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye kastetmeleridir. Onların bu mekrine, Allahü teâlânın ne ile mukabele buyurduğu, onları ne ile cezâlandırdığı hakkında şunlar bildirilmiştir:
1- Yahudilerin Îsâ aleyhisselâmı öldürme teşebbüsleri üzerine, Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı göke yükseltti. Bu şöyle olmuştur: Yahudilerin Îsâ aleyhisselâmı öldürmeye kastettikleri sırada, Cebrâil aleyhisselâm bir an bile Îsâ aleyhisselâmdan ayrılmıyordu. Nitekim âyet-i kerîmede; “Biz onu Rûh-ul-kuds (Cebrâil aleyhisselâm) ile te’yid ettik” (Bakara sûresi: 253) buyrulmuştur. İşte, yahudilerin bu teşebbüsleri üzerine, Cebrâil aleyhisselâm Îsâ aleyhisselâma çatı penceresi olan bir eve girmesini söyledi. Îsâ aleyhisselâm böyle bir eve girince, Cebrâil aleyhisselâm onu bu evden göke çıkardı. Yehuda, Îsâ aleyhisselâm gibi gösterildi. Îsâ aleyhisselâm diye o yakalandı ve haça gerildi. Orada hazır bulunanlar üç fırkaya (gruba) ayrıldılar. Onlardan bir fırka; “Îsâ aramızda Allah idi. Şimdi gitti”, diğer fırka; “Îsâ aleyhisselâmAllahü teâlânın oğlu idi”, öbür fırka ise; “Îsâ aleyhisselâmAllahü teâlânın kulu ve resûlüdür. Hak teâlâ semâya (göke) kaldırmak sûretiyle ona ikrâm ve ihsânda bulundu” dediler. Bu fırkalardan her birinin müstakil cemâati vardır. Ancak itikatlarının bozukluğu sebebiyle, ilk iki fırka kâfir olup, îtikâdlarının düzgünlüğü sebebiyle üçüncü fırka mü’min kalmıştır.
Hülasa, Allahü teâlânın onların mekrine mukabelesi; Îsâ aleyhisselâmı göke kaldırması ve onlara Îsâ aleyhisselâma zarar vermeye imkân vermemesi ile olmuştur.
2- Havâriler 12 kişi idiler. Onlar bir evde toplanmışlardı. İçlerinden birisi münâfıklık etti. Yahudilere, Îsâ aleyhisselâmın bulunduğu yeri gösterdi. Allahü teâlâ, onu, yahudilere Îsâ aleyhisselâm gibi gösterdi. Îsâ aleyhisselâmı ise göke kaldırdı. Onlar da o münafığı, Îsâ aleyhisselâm diye yakaladılar, haça gerdiler. İşte Allahü teâlânın onların mekrine mukabelesi böyle olmuştur.
3- Muhammed bin İshâk (rahmetullahi aleyh) şöyle anlattı: Yahudiler, Îsâ aleyhisselâmın göke kaldırılmasından sonra, havârîlere pek çok eziyet ve işkence yaptılar. Onlara güneşte eziyet ettiler. Fakat havârîler bütün bu eziyetlere sabır ve tahammül gösterdiler.
Âl-i İmrân sûresinin 55. âyet-i kerîmesinde geçen “müteveffîke” lâfzı sıfat olup, seni öldüreceğim mânâsına değildir. Bir hıristiyan papazın hazırlamış olduğu ve Beyrut'ta katolik matbaasında basılan Arapça El-Müncid lügat kitabında (teveffâ) kelimesine; “Hakkını tam olarak almak” mânâsı verilmiştir. Şânına lâyık olanı vermek demektir. Öldürmek mânâsına mecazen kullanılmaktadır. Yâni bu âyet-i kerîmenin meâli; “Ben, senin şânına lâyık olanı yaparım, meleklerin makâmına yükseltirim” demektir. Allahü teâlâ dilerse yükseltir. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı yükseltmeyi dilemiş ve yükseltmiştir. Yahudiler tarafından öldürülmesini dilememiş ve çarmıha başkasını gerdirmiş, Hazret-i Îsâ'yı öldürtmemiştir. Bunun için bâzı tefsîr âlimleri “teveffî” kelimesine “almak” mânâsını verip; “Yahudilerin katlinden hıfzetmek için, yerden seni kâmilen alır kabzederim” meâli ile tevil etmişlerdir.
Kurtubî tefsîrinde bu âyet-i kerîme tefsîr edilirken şöyle buyrulmuştur: Dahhak ve Ferrâ; “Ben seni yerden (en mükemmel şekilde) alıp...” meâlindeki âyet-i kerîmede “teveffî” kelimesi ile “râfî” yâni yükseltmek kelimesi arasında takdim te’hir vardır. Çünkü bu iki kelime arasındaki “vav”, tertipi gerektirmez. Takdim te’hire göre mânâ şöyledir: “Seni, îmân etmeyip küfredenlerin arasından, tertemiz olarak kurtarıp meleklerin makâmına yükselteceğim. Yeryüzüne indirilmenden sonra da (ecelin gelince) vefât ettireceğim.”
Bu husûsta Hasen-i Basri hazretleri ve İbn-i Cüreyc (rahmetullahi aleyhima) şöyle buyurmuşlardır: Teveffînin mânâsı, “Seni ölmeden yeryüzünden alıp semâya yükseltirim” demektir. Nitekim Arapça'da; “Falan kimseden malımı teveffî ettim” demek, malımı aldım demektir. Bu bakımdan “teveffî” kelimesi öldürmek mânâsına değil, almak mânâsınadır... İbn-i Zeyd de; Teveffî, kabz yâni almak mânâsınadır. Teveffî ve yükseltme birlikte olmuştur. Îsâ aleyhisselâm ölmemiştir, diridir buyurdu.
Rebî' bin Enes de; “Teveffî, uyku ölümüdür, yâni uyumak, uyutmak mânâsınadır” buyurmuştur. Nitekim En’âm sûresi 60. âyet-i kerîmesinde bu kelime; uyutmak, uyutarak ölü gibi yapmak mânâsında geçmektedir. Çünkü uyku, ölümün kardeşidir yâni ölüme benzer. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) “Cennet’te uyku var mıdır?” diye sorulunca; “Hayır, uyku ölümün kardeşidir. Cennet’te ise ölüm yoktur” buyurdu. Bu husûsta sahih olan kavl, Hasen-i Basri'nin (rahmetullahi aleyh) ve İbn-i Zeyd'in (radıyallahü anh) buyurdukları gibi olup, şöyledir: “Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı diri olarak göke kaldırmıştır. Göke çıkarılırken vefât ettirilmemiş ve uyutulmamıştır. Bu kavl, Taberî'nin tercihidir.”
Rûh-ul Beyân tefsîrinde, Hasen-i Basri'nin (rahmetullahi aleyh) şöyle buyurduğu kaydedilmiştir. Allahü teâlâ, Îsâ aleyhisselâmı semâya kaldırdı. Semâ, Allahü teâlânın ihsân ve ikrâm mahallidir. Meleklerin mekânıdır. Orada Allahü teâlâdan başka hiç bir kimsenin hükmü geçerli değildir. Bu sebeple, Îsâ aleyhisselâmın böyle bir mekâna kaldırılması, Allahü teâlâya kaldırılmak gibi oldu. Çünkü bu mekânda Allahü teâlâdan başkasının hükmü cereyan etmez.
Yine Rûh-ul-Beyân’da Îsâ aleyhisselâmın semâya kaldırılmasındaki hikmet şöyle bildirilmiştir: “Îsâ aleyhisselâmAllahü teâlânın kelimesi olduğu için, meleklerin onunla beraber bulunmak sûretiyle, ondan bereketlenmelerini, faydalanmalarını murâd buyurmuştur. Nitekim melekler, Âdem aleyhisselâm ile beraberlikleri sırasında ondan isimleri ve çeşitli ilimleri öğrenmek sûretiyle bereketlenmişlerdi.”
Yahudilerin, Îsâ aleyhisselâmı öldürüyoruz zannederek, ona benzetilen birini öldürmeleri ve onu çarmıha germe hâdisesi, o zaman Rum imparatoru tarafından duyuldu. Yahudiler, o Rum imparatoruna bağlı idiler. Rum imparatoruna şöyle denildi: “İsrâiloğullarından birisi çıktı. Kendisinin Allahü teâlânın resûlü olduğunu haber verir, ölüleri diriltir, abraş ve ekmehi (anadan doğma körü) iyileştirirdi. Fakat şimdi o öldürüldü.” Bunun üzerine Rum imparatoru; “Haberim olsa idi, onun öldürülmesine mâni olurdum” dedi. Ve havârîleri yahudilerin arasından çekip aldı. Havârîlere Îsâ aleyhisselâm hakkında sordu. Onlarda, Îsâ aleyhisselâmın ahvâlini olduğu gibi anlattılar. İmparator, Îsâ aleyhisselâmın dînine tâbi oldu. Yahudilerin haça gerdikleri şahsı indirip, gözler önünden kaldırdı. Onun asıldığı haça, hürmette bulundu. Onu muhâfaza etti. Sonra İsrâiloğulları ile muhârebe etti. Onlardan pek çok kimse öldürdü. İşte Rumlar arasında nasrânîlik böyle zuhûr etti. Rum imparatorunun ismi Tabârîs idi. O, böylece nasrânî oldu. Ancak nasrânîliğini belli etmedi. Bundan sonra gelen Maltîs ismindeki imparator, Îsâ aleyhisselâmın göke yükseltilmesinden 40 sene sonra Beyt-ül-Makdis'e hücûm etti. Pek çok kimseyi öldürdü ve esir etti. Şehirde taş üstünde taş bırakmadı. Bu hâdiseden sonra, Kureyza ve Nadr isimlerindeki yahudi kabîleleri buradan çıkıp, Hicaz'a gittiler. İşte bütün bunlar, Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâmı yalanlamaları ve öldürmeye kastetmelerine karşılık yahudilere verdiği cezâlardır.
Hazret-i Îsâ'nın son günleri hakkında Barnabas İncîl’i aşağıdaki bilgiyi veriyor: “Roma askerleri Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman, cenâb-ı Hakk'ın emriyle Kerubiyyun (dört büyük melek) Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil aleyhimesselâm onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar. Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehuda'yı (Judas'ı); “Sen Îsâ'sın!” diye yakaladılar. Bütün inkârına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen, sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmıha götürüp astılar.
Daha sonra hazret-i Îsâ, annesi Meryem ve havârîlerine göründü. Meryem'e; “Anneciğim, görüyorsun ki ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûda haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyâyı süsleyerek aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhid yapıyorum” dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günâhkârların nedamet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şakirdlerine yâni havârîlere dönerek; “Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun” dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şakirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semâya kaldırdılar.) (Bâb: 215-222)


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget