Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

Abdülmuttalîb'in, zemzem kuyusunu kazdıktan sonra şânı ve şöhreti daha çok arttı. Aradan yıllar geçti. Cenâb-ı Hak, gönlünün derinliklerinden koparak yaptığı duâyı kabûl edip Abdülmuttalîb'e, Hâris’ten başka on oğul ve altı kız çocuğu ihsân etti. Oğullarının ismi; Kusem, Ebû Leheb, Hacl, Mükavvim, Dirâr, Zübeyr, Ebû Tâlib, Abdullah, Hamza ve Abbâs'tır. Kızları ise; Safiyye, Âtike, Ümmü Hâkim Beydâ, Berre, Ümeyme ve Ervâ idi. Abdülmuttalîb, çocukları arasında en çok Abdullah'ı severdi. Çünkü alnındaki nûr, onda parlamaya başlamıştı.
Abdülmuttalîb'e, bir gün rüyâsında; “Ey Abdülmuttalîb! Adağını yerine getir!” denildi. Sabahleyin Abdülmuttalîb bir koç kurban etti. Gece rüyâsında; “Ondan daha büyüğünü kurban et!” emri verildi. Sabahleyin bir sığır kurban ettiği hâlde tekrar, rüyâsında; “Ondan daha büyüğünü kurban et!” emri üzerine; “Ondan daha büyüğü nedir?” diye sordu. O zaman; “Oğullarından birini kurban etmeyi adamıştın. Adağını yerine getir!” denildi. Ertesi günü Abdülmuttalîb çocuklarını toplayarak, seneler önce yaptığı duâyı söyledi. Sonra oğullarına, içlerinden birini kurban etmesi lâzım geldiğini bildirdi. Evlatlarından hiç bir muhâlefet görmedi. Üstelik onlar; “Ey babamız! Adağını yerine getir! İstediğini yapmakta serbestsin!” diye rızâ gösterdiler. Abdülmuttalîb, kur'a çekerek kurban olacak oğlunu tespit etti. Kur'a, en çok sevdiği oğlu, alnında Allahü teâlânın habîbi Muhammed aleyhisselâmın nûrunu taşıyan Abdullah'a çıkmıştı. Abdülmuttalîb, bir an sendeledi, göz pınarları yaşla doldu. Allahü teâlâya verdiği sözü yerine getirmeliydi. Bir eline bıçağı, bir eline ciğerpâresi Abdullah'ı alarak, Rabbine verdiği sözü yerine getirmek için Kâbe'ye vardı. Gözü yaşlı baba, Abdullah'ı kurban etmek için bütün hazırlıklarını tamamladı. O esnada, Kureyş'in ileri gelenleri, hayret dolu bakışlarla hâdiseyi tâkip ediyorlardı. İçlerinden Abdullah'ın dayısı; “Ey Abdülmuttalîb! Dur! Biz senin bu oğlunu boğazlamana aslâ râzı değiliz. Eğer böyle bir iş yaparsan, bundan sonra Kureyş arasında âdet olur. Herkes oğlunu kurban için nezredip keser. Böyle şeye ön ayak olma! Sen, Rabbini başka bir şekilde râzı eyle!...” dedi. Sonra; “Bir kâhine sor da sana yol göstersin” diye teklifte bulundu. Abdülmuttalîb, bu söz üzerine, Hayber'de bulunan Kutbe (veya Secak) adındaki kâhine gitti ve durumu anlattı. Kâhin; “Sizde bir insanın diyeti ne kadardır?” diye sordu. “On devedir” diye cevap alınca; “On deve ve oğlunuz arasında kur'a çekiniz. Kur'a oğlunuza çıkarsa, on deve daha artırarak yeniden kur'a çekiniz. Kur'a develere çıkıncaya kadar böyle artırarak devam ediniz” dedi. Abdülmuttalîb, hemen Mekke'ye döndü ve kâhinin dediği gibi yaptı. On deve artırarak defâlarca kur'a çekti. Hep Abdullah'a çıktı. Ancak deve sayısı yüze çıkınca, kur'a develere isabet etti. İhtiyat olsun diye iki defâ daha çekti. Her iki kur'a da, develere çıktı. Abdülmuttalîb; “Allahü ekber Allahü ekber!” diyerek tekbirlerle develeri kurban etti. Etlerini kendisi ve oğullarından hiç biri almadı. Hepsini fakirlere dağıttı.
Âdem aleyhisselâmdan beri, bir de İsmâil aleyhisselâmın kurban edilme hâdisesi vardır. Peygamber efendimizin nesebi, İsmâil aleyhisselâma dayandığı için; “Ben, iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuşlardır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bir gün rüyâsında bir kimse; “Ey Abdülmuttalîb! Kalk Tayyibe'yi kaz!” diyerek kayboldu. Ertesi gün; “Kalk, Berre'yi kaz!” dedi. Üçüncü gün de aynı kimse; “Kalk, Mednûne'yi kaz!” emrini verdi. Rüyânın arkası kesilmiyordu. Dördüncü gün ise yine o kimse; “Ey Abdülmuttalîb! Kalk, zemzem kuyusunu kaz!” deyince, Abdülmuttalîb; “Zemzem nedir? Kuyu nerededir?” diye sordu. O zât da; “Zemzem bir sudur ki, hiç eksilmez ve dibine erişilmez. Dünyânın dört bucağından gelen hacılara kifayet eder. Cebrâil aleyhisselâmın kanadıyla vurduğu yerden çıkmıştır. Allahü teâlânın, İsmâil aleyhisselâm için yarattığı sudur. Susuzları kandırır. Açları doyurur. Hastalara şifâ olur. Yerini bildireyim. Kurban kestikleri zaman artıklarını bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelir. Gagasıyla yeri eşer. Karganın eştiği yerde, bir de karınca yuvası görürsün, işte orası zemzemin yeridir” dedi.
Abdülmuttalîb, sabahleyin yanına oğlu Hâris'i alarak Kâbe'ye gitti ve heyecanla beklemeye başladı. Bir ara rüyâda söylenildiği şekilde kırmızı gagalı karga gelip, oradaki bir çukura kondu ve gagası ile yere vurmaya başladı. Altından karınca yuvası çıktı. Abdülmuttalîb ile oğlu Hâris, derhal orayı kazmaya başladılar. Bir müddet kazdıktan sonra kuyunun ağzı göründü. Abdülmuttalîb, bunu görünce; “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirmeye başladı. Başından beri, kuyunun kazılmasını dikkatle tâkip eden Kureyşliler, ona dönerek; “Ey Abdülmuttalîb! Bu, babamız İsmâil'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız vardır. Bizi bu işe ortak etmelisin!” dediler. Abdülmuttalîb ise, derhal karşı çıktı ve “Hayır! Bu iş, sâdece bana ihsân edilmiş bir vazifedir” diye cevap verdi. Bunun üzerine Kureyşliler; “Sen yalnızsın. Tek oğlundan başka kimsen de yok. Bu şekilde bize karşı koyman mümkün değil!” dediler. O zaman içi burkuldu. Çünkü kendisini kimsesizlikle ayıplıyorlardı. Ellerini semâya kaldırarak; “Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsân eyle. Eğer bu duâmı kabûl buyurursan, içlerinden birini Kâbe'de kurban edeceğim” diye yalvardı.
Abdülmuttalîb, kazı işinin tehlikeli bir hâl aldığını, netîcede şiddetli çarpışmaların olabileceğini düşündü. Sonunda kazmayı bırakarak anlaşma yoluna gitti. İşin bir hakem tarafından hâlledilmesini istedi. Sonunda, Şam'da oturan bir kâhinin buna çâre bulacağına karar verdiler. Kureyşin ileri gelenlerinden bir grup ile yola çıkıldı. Yolda susuzluktan ve sıcaktan ziyâdesiyle bunalan kervan, hareket edemez oldu. Artık bir damla suya can atacak hâle gelmişlerdi. Tek arzularının bu olmasına rağmen, kavurucu çölün ortasında su bulmak imkânsızdı. Herkesin ümidini kestiği bir anda, Abdülmuttalîb onlara; “Geliniz, geliniz! Toplanınız! Hem size, hem de hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!” diye bağırdı. Muhammed aleyhisselâmın mübârek nûrunu alnında taşıyan Abdülmuttalîb, su ararken, devesinin ayağı büyük bir taşa takılmış ve taş yerinden oynayınca altından su çıkmıştı. Herkes koşarak geldi, kana kana su içerek yeniden hayat buldu. Abdülmuttalîb'in bu büyüklüğü karşısında mahcup olan Kureyşliler; “Ey Abdülmuttalîb! Artık sana diyecek bir sözümüz kalmadı. Zemzem kuyusunu kazmaya en lâyık olan sensin. Bu husûsta seninle bir daha münâkâşa etmeyeceğiz. Artık hakeme gitmeye de lüzum kalmadı, geri dönüyoruz” dediler ve Mekke'nin yolunu tuttular. Abdülmuttalîb, alnında parlayan nûrun hürmetine, zemzem kuyusunu kazıp suyu çıkarma şerefine kavuştu.
Yâ Resûlallah, Yâ Hayr-al-beşer müştâkınam.
Kim sepüpdür mûcizatın âlem-i esrâra su.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Kureyş kabîlesinin Hâşim oğulları kolundandır. Babası Abdullah’tır. Onun da babası Şeybe'dir. Peygamberimizin dedesi olan Şeybe, Medîne'de doğdu. Şeybe, babası Hâşim vefât ettiğinde, daha çocuktu. Bir gün Medîne'de, dayılarının evi önünde arkadaşlarıyla ok talimleri yapıyordu. Onları seyreden büyükler, Şeybe'nin alnında parlayan nûrdan, onun şerefli bir kimsenin oğlu olduğunu tahmin ederek hayran kaldılar. Ok atma sırası Şeybe'ye geldiğinde, yayını gerip hedefe okunu saldı. Ok, tam isabet edince, o heyecanla; “Ben Hâşim'in oğluyum. Elbette okum hedefini bulur!” dedi. Onun bu sözlerinden, Mekkeli Hâşim'in oğlu olduğunu anladılar. O sırada Hâşim ölmüştü. Abdü Menaf oğullarından biri Mekke'ye döndüğünde, Hâşim'in kardeşi Muttalib'e; “Medîne'de bulunan yeğenin Şeybe çok akıllı bir çocuk. Alnında da herkesi hayran bırakan bir nûr parlıyor. Böyle kıymetli bir çocuğu yanınızdan ayırmanız doğru mu?” dedi. Bunun üzerine Muttalib, hemen Medîne'ye gitti ve yeğeni Şeybe'yi alarak Mekke'ye getirdi. Mekke sokaklarında; “Bu çocuk kimdir?” diye soranlara da; “kölemdir” derdi. Bundan sonra Şeybe'nin ismi, Muttalib'in kölesi anlamına gelen Abdülmuttalîb olarak kaldı.
Abdülmuttalîb, amcası Muttalib vefât edinceye kadar yanında kaldı. Abdülmuttalîb ki, mübârek bedeninden misk kokusu gelirdi. Alnında, Allahü teâlânın habîbi Muhammed aleyhisselâmın nûru parlar, etrâfına hayırlar, bereketler saçardı. Her ne zaman Mekke beldesine yağmur yağmayıp kıtlık olsa, Mekkeliler Abdülmuttalîb'in eline yapışıp kendisini Sebir Dağı’na çıkarırlar, duâ etmesi için ona yalvarırlardı. O da kimseyi kırmaz. Allahü teâlâya yağmur ihsân etmesi için duâ ederdi. Cenâb-ı Hak da, Abdülmuttalîb'in alnında parlayan sevgili Peygamberimizin nûru bereketine duâsını kabûl eder, bol bol yağmur gönderirdi. Böylece Abdülmuttalîb'in günden güne kıymet ve îtibârı çoğaldı. Mekkeliler onu başlarına reîs seçtiler. Ona karşı gelen olmaz, emri altına giren de rahat ve huzûr bulurdu. O devrin hükümdârları da, Abdülmuttalîb'in fazîletini ve büyüklüğünü tasdik ederlerdi. Sâdece İran kisrası çekemez, açık ve gizli olarak ona düşmanlık beslerdi. Abdülmuttalîb, Hanif dînine tâbi idi, yâni müslüman idi. Bu din, dedelerinden İbrâhim aleyhisselâmın dîni idi. Bu sebeple, hiç bir zaman puta tapmadı ve hattâ yanlarına bile yaklaşmadı. Kâbe'nin etrâfında Allahü teâlâya duâ eder, ibâdetini yapardı.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget