Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

İki cihânın efendisi olan peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın nûrunu alnında taşıyan Abdullah, doğduğunda, kitap ehli birbirine; “Âhır zaman peygamberinin babası Mekke'de dünyâya geldi” diye haber verdiler. İsrâiloğullarının yanlarında yünden örülme bir cübbe var idi ki, bu cübbe Yahyâ aleyhisselâmın olup, şehîd olduğu zaman üzerinde bulunuyordu ve mübârek kanı bu cübbeye bulaşmış idi. Kitaplarında da; “Ne zaman bu kan tazelenir damlamaya başlarsa, âhır zaman peygamberinin babası dünyâya gelir” yazıyordu. İşte ehl-i kitap bu alâmeti görerek, Abdullah'ın doğduğunu anladılar. Lâkin kıskanıp nice defâlar öldürmeye kastettilerse de, Allahü teâlâ Abdullah'ı alnındaki nûrun bereketiyle korudu. Abdullah büluğ çağına eriştiğinde, gerek güzel ahlâkı ile gerekse yakışıklılığı ile insanlar arasında mümtaz bir şahıs oldu.
Uzaktan yakından herkes, ona kızlarını vermek için yarışa girdiler. Nice hükümdârlar Abdülmuttalîb'e gelerek kızlarını oğluna alması için teklifte bulundular ve bunun için her fedâkârlığa katlanacaklarını bildirdiler. Fakat Abdülmuttalîb her birini uygun lisân ile red ederdi. Abdullah, onsekiz yaşına girdiğinde güzelliği dillere destan oldu. Alnındaki nûr, güneş gibi parlar, gören kızların ister istemez gönlü ona akardı. Güzelliği ve şöhreti Mısır'a kadar yayılmıştı. İki yüze yakın kız onunla evlenmek için Mekke'ye kadar gelip, evlenme teklif etmişlerdi. Abdülmuttalîb ise oğluna; zamanın en kibar, asîl, güzel, İbrâhim aleyhisselâmdan beri uydukları Hanif dînine bağlı müslüman bir kız arıyordu.
Kitaplarında bildirilen âhır zaman peygamberinin, kendi kavimlerinden olmayacağını anlayan İsrâiloğulları, çekememezlik yüzünden, Abdullah'ı öldürmeye and içtiler. Bu iş için silâhlı yetmiş kişiyi Mekke'ye gönderdiler. Bir fırsatını bulup, o anı beklemeye başladılar. Nihâyet Abdullah'ın kıra çıktığı bir gün, kimsenin görmediğini zannettikleri bir sırada kılıçlarını çekip, üzerine hücûm ettiler. O gün, hikmet-i ilâhî, Abdullah'ın akrabâlarından Vehb bin Abd-i Menaf da, bir kaç arkadaşı ile ava çıkmıştı. Bunlar, Abdullah'ın üzerine atılan İsrâiloğullarını gördüler. Akrabâlık gayretiyle Abdullah'ı kurtarmak için yardım etmeye karar verdiler. Fakat karşıdakiler çok kalabalıktı. Bu çarpışmada mağlûb olacakları belli idi. Nihâyet, nasîhat yolunu seçmeyi uygun buldular. Onlara doğru yaklaştıkları zaman, bu âlemde hiç kimseye benzemeyen, yağız atlara binmiş, eli kılıçlı pek çok kimsenin gaybdan yıldırım gibi yetiştiğini, tekbir sesleri ile İsrâiloğullarına saldırdığını ve hepsini kılıçtan geçirerek kaybolduğunu gördüler. Vehb, bu hâl karşısında şaştı ve Abdullah'ın nasıl korunduğunu ve Allahü teâlâ katındaki kıymetini anladı. Eve gelince, durumu hanımına anlattı. Her ikisi de kızlarının dengi olan yiğidin, Abdullah olduğunu kabûl edip, Âmine'yi ona vermek için karara vardılar.
Abdülmuttalîb de, Benî Zühre kabîlesinin büyüğü Vehb'in kızı Âmine'nin hüsnü cemâlini, iffet ve hayâsını, dînine bağlılığını işitmişti. Soy bakımından da akrabâ idiler ve bir kaç bâtın yukarıda bileşiyorlardı. Oğlu Abdullah'a bu kızı almak için Vehb'in evine gitti. Abdülmuttalîb; Vehb'in kızını oğlu Abdullah'a isteyince, Vehb; “Ey amcaoğlu! Biz bu teklifi sizden önce aldık” dedi ve daha önce şâhid olduğu hâdiseyi anlattı. Sonra şunu da ilave etti. “Âmine'nin annesi bir rüyâ gördü. Anlattığına göre evimize bir nûr girmiş, aydınlığı yeri ve gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyâmda, dedemiz İbrâhim aleyhisselâmı gördüm. Bana; “Abdülmuttalîb’in oğlu Abdullah'la, kızın Âmine'nin nikâhlarını ben kıydım. Sen de onu kabûl et!” dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyânın tesiri altındayım. Acabâ ne zaman gelecekler, diye merâk ediyordum.” Bu sözleri duyan Abdülmuttalîb'in dilinden “Allahü ekber! Allahü ekber!” sesleri dökülmüştü. Nihâyet onsekiz yaşında bulunan oğlu Abdullah'ı, ondört yaşındaki Vehb'in kızı Âmine ile evlendirdi. Âmine ile Abdullah'ın evlenmeleri husûsunda başka rivâyetler de vardır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Abdülmuttalîb'in, zemzem kuyusunu kazdıktan sonra şânı ve şöhreti daha çok arttı. Aradan yıllar geçti. Cenâb-ı Hak, gönlünün derinliklerinden koparak yaptığı duâyı kabûl edip Abdülmuttalîb'e, Hâris’ten başka on oğul ve altı kız çocuğu ihsân etti. Oğullarının ismi; Kusem, Ebû Leheb, Hacl, Mükavvim, Dirâr, Zübeyr, Ebû Tâlib, Abdullah, Hamza ve Abbâs'tır. Kızları ise; Safiyye, Âtike, Ümmü Hâkim Beydâ, Berre, Ümeyme ve Ervâ idi. Abdülmuttalîb, çocukları arasında en çok Abdullah'ı severdi. Çünkü alnındaki nûr, onda parlamaya başlamıştı.
Abdülmuttalîb'e, bir gün rüyâsında; “Ey Abdülmuttalîb! Adağını yerine getir!” denildi. Sabahleyin Abdülmuttalîb bir koç kurban etti. Gece rüyâsında; “Ondan daha büyüğünü kurban et!” emri verildi. Sabahleyin bir sığır kurban ettiği hâlde tekrar, rüyâsında; “Ondan daha büyüğünü kurban et!” emri üzerine; “Ondan daha büyüğü nedir?” diye sordu. O zaman; “Oğullarından birini kurban etmeyi adamıştın. Adağını yerine getir!” denildi. Ertesi günü Abdülmuttalîb çocuklarını toplayarak, seneler önce yaptığı duâyı söyledi. Sonra oğullarına, içlerinden birini kurban etmesi lâzım geldiğini bildirdi. Evlatlarından hiç bir muhâlefet görmedi. Üstelik onlar; “Ey babamız! Adağını yerine getir! İstediğini yapmakta serbestsin!” diye rızâ gösterdiler. Abdülmuttalîb, kur'a çekerek kurban olacak oğlunu tespit etti. Kur'a, en çok sevdiği oğlu, alnında Allahü teâlânın habîbi Muhammed aleyhisselâmın nûrunu taşıyan Abdullah'a çıkmıştı. Abdülmuttalîb, bir an sendeledi, göz pınarları yaşla doldu. Allahü teâlâya verdiği sözü yerine getirmeliydi. Bir eline bıçağı, bir eline ciğerpâresi Abdullah'ı alarak, Rabbine verdiği sözü yerine getirmek için Kâbe'ye vardı. Gözü yaşlı baba, Abdullah'ı kurban etmek için bütün hazırlıklarını tamamladı. O esnada, Kureyş'in ileri gelenleri, hayret dolu bakışlarla hâdiseyi tâkip ediyorlardı. İçlerinden Abdullah'ın dayısı; “Ey Abdülmuttalîb! Dur! Biz senin bu oğlunu boğazlamana aslâ râzı değiliz. Eğer böyle bir iş yaparsan, bundan sonra Kureyş arasında âdet olur. Herkes oğlunu kurban için nezredip keser. Böyle şeye ön ayak olma! Sen, Rabbini başka bir şekilde râzı eyle!...” dedi. Sonra; “Bir kâhine sor da sana yol göstersin” diye teklifte bulundu. Abdülmuttalîb, bu söz üzerine, Hayber'de bulunan Kutbe (veya Secak) adındaki kâhine gitti ve durumu anlattı. Kâhin; “Sizde bir insanın diyeti ne kadardır?” diye sordu. “On devedir” diye cevap alınca; “On deve ve oğlunuz arasında kur'a çekiniz. Kur'a oğlunuza çıkarsa, on deve daha artırarak yeniden kur'a çekiniz. Kur'a develere çıkıncaya kadar böyle artırarak devam ediniz” dedi. Abdülmuttalîb, hemen Mekke'ye döndü ve kâhinin dediği gibi yaptı. On deve artırarak defâlarca kur'a çekti. Hep Abdullah'a çıktı. Ancak deve sayısı yüze çıkınca, kur'a develere isabet etti. İhtiyat olsun diye iki defâ daha çekti. Her iki kur'a da, develere çıktı. Abdülmuttalîb; “Allahü ekber Allahü ekber!” diyerek tekbirlerle develeri kurban etti. Etlerini kendisi ve oğullarından hiç biri almadı. Hepsini fakirlere dağıttı.
Âdem aleyhisselâmdan beri, bir de İsmâil aleyhisselâmın kurban edilme hâdisesi vardır. Peygamber efendimizin nesebi, İsmâil aleyhisselâma dayandığı için; “Ben, iki kurbanlığın oğluyum” buyurmuşlardır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bir gün rüyâsında bir kimse; “Ey Abdülmuttalîb! Kalk Tayyibe'yi kaz!” diyerek kayboldu. Ertesi gün; “Kalk, Berre'yi kaz!” dedi. Üçüncü gün de aynı kimse; “Kalk, Mednûne'yi kaz!” emrini verdi. Rüyânın arkası kesilmiyordu. Dördüncü gün ise yine o kimse; “Ey Abdülmuttalîb! Kalk, zemzem kuyusunu kaz!” deyince, Abdülmuttalîb; “Zemzem nedir? Kuyu nerededir?” diye sordu. O zât da; “Zemzem bir sudur ki, hiç eksilmez ve dibine erişilmez. Dünyânın dört bucağından gelen hacılara kifayet eder. Cebrâil aleyhisselâmın kanadıyla vurduğu yerden çıkmıştır. Allahü teâlânın, İsmâil aleyhisselâm için yarattığı sudur. Susuzları kandırır. Açları doyurur. Hastalara şifâ olur. Yerini bildireyim. Kurban kestikleri zaman artıklarını bir yere dökerler. Sen orada iken kırmızı gagalı bir karga gelir. Gagasıyla yeri eşer. Karganın eştiği yerde, bir de karınca yuvası görürsün, işte orası zemzemin yeridir” dedi.
Abdülmuttalîb, sabahleyin yanına oğlu Hâris'i alarak Kâbe'ye gitti ve heyecanla beklemeye başladı. Bir ara rüyâda söylenildiği şekilde kırmızı gagalı karga gelip, oradaki bir çukura kondu ve gagası ile yere vurmaya başladı. Altından karınca yuvası çıktı. Abdülmuttalîb ile oğlu Hâris, derhal orayı kazmaya başladılar. Bir müddet kazdıktan sonra kuyunun ağzı göründü. Abdülmuttalîb, bunu görünce; “Allahü Ekber, Allahü Ekber!” diyerek tekbir getirmeye başladı. Başından beri, kuyunun kazılmasını dikkatle tâkip eden Kureyşliler, ona dönerek; “Ey Abdülmuttalîb! Bu, babamız İsmâil'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız vardır. Bizi bu işe ortak etmelisin!” dediler. Abdülmuttalîb ise, derhal karşı çıktı ve “Hayır! Bu iş, sâdece bana ihsân edilmiş bir vazifedir” diye cevap verdi. Bunun üzerine Kureyşliler; “Sen yalnızsın. Tek oğlundan başka kimsen de yok. Bu şekilde bize karşı koyman mümkün değil!” dediler. O zaman içi burkuldu. Çünkü kendisini kimsesizlikle ayıplıyorlardı. Ellerini semâya kaldırarak; “Yâ Rabbî! Bana on çocuk ihsân eyle. Eğer bu duâmı kabûl buyurursan, içlerinden birini Kâbe'de kurban edeceğim” diye yalvardı.
Abdülmuttalîb, kazı işinin tehlikeli bir hâl aldığını, netîcede şiddetli çarpışmaların olabileceğini düşündü. Sonunda kazmayı bırakarak anlaşma yoluna gitti. İşin bir hakem tarafından hâlledilmesini istedi. Sonunda, Şam'da oturan bir kâhinin buna çâre bulacağına karar verdiler. Kureyşin ileri gelenlerinden bir grup ile yola çıkıldı. Yolda susuzluktan ve sıcaktan ziyâdesiyle bunalan kervan, hareket edemez oldu. Artık bir damla suya can atacak hâle gelmişlerdi. Tek arzularının bu olmasına rağmen, kavurucu çölün ortasında su bulmak imkânsızdı. Herkesin ümidini kestiği bir anda, Abdülmuttalîb onlara; “Geliniz, geliniz! Toplanınız! Hem size, hem de hayvanlarınıza yetecek kadar su buldum!” diye bağırdı. Muhammed aleyhisselâmın mübârek nûrunu alnında taşıyan Abdülmuttalîb, su ararken, devesinin ayağı büyük bir taşa takılmış ve taş yerinden oynayınca altından su çıkmıştı. Herkes koşarak geldi, kana kana su içerek yeniden hayat buldu. Abdülmuttalîb'in bu büyüklüğü karşısında mahcup olan Kureyşliler; “Ey Abdülmuttalîb! Artık sana diyecek bir sözümüz kalmadı. Zemzem kuyusunu kazmaya en lâyık olan sensin. Bu husûsta seninle bir daha münâkâşa etmeyeceğiz. Artık hakeme gitmeye de lüzum kalmadı, geri dönüyoruz” dediler ve Mekke'nin yolunu tuttular. Abdülmuttalîb, alnında parlayan nûrun hürmetine, zemzem kuyusunu kazıp suyu çıkarma şerefine kavuştu.
Yâ Resûlallah, Yâ Hayr-al-beşer müştâkınam.
Kim sepüpdür mûcizatın âlem-i esrâra su.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget