Mekkeliler öteden beri ticâretle uğraşarak geçimlerini bu yoldan sağlarlardı. Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Ebû Tâlib de ticâretle uğraşırdı. Sevgili Peygamberimiz yirmibeş yaşlarında iken, Mekke'de geçim sıkıntısı iyice artmıştı. Bu sebeple Mekkeliler, Şam'a gitmek üzere büyük bir ticâret kervanı hazırladılar. Bu günlerde Ebû Tâlib, Resûlullah efendimize gelip; “Ey muhterem yeğenim! Fakirlik son haddine ulaştı. Kıtlık ve mücâdele ile geçirdiğimiz bu son yıllar elimizde, avucumuzda bir şey bırakmadı. İşte, Kureyş kervanı hazırlanmış, Şam'a hareket etmek üzeredir. Hadîce Hâtun da kervanla mal gönderecek. Mutlaka bu işi yapacak güvenilir kimseler arıyordur. Muhakkak ki, senin gibi emîn, temiz ve vefâkâr bir kimseye ihtiyâcı vardır. Gidip bir konuşsak da, senin vekil olarak gitmeni sağlasak iyi olacak. Şüphesiz seni, başkalarına tercih eder. Aslında ben senin Şam'a gitmeni istemiyorum. Zirâ oradaki yahudilerin sana bir zarar vermesinden korkuyorum. Fakat başka çâre de bulamıyorum” dedi. Peygamber efendimiz ona; “Sen nasıl istersen öyle yap” buyurdular.
Hazret-i Hadîce; güzelliği, malı, aklı, iffeti, hayâsı ve edebi ile Arabistan'da büyük şöhreti olan bir hanımefendi idi. Bu sebeple her taraftan kendisine tâlib olan ve rağbet eden pek çok kimse vardı. Fakat gördüğü bir rüyâ gereği o hiç kimseye iltifât etmemişti. Rüyâsında, gökten ay inip koynuna girmiş, ayın nûru koltuğundan çıkıp bütün âlemi aydınlatmıştı. Sabahleyin bu rüyâyı akrabâsından olan Varaka bin Nevfel'e anlattı. Varaka; “Âhır zaman Peygamberi vücûda gelmiştir. Seninle evlenir ve senin zamanında O'na vahiy nâzil olur. Dininin nûru âlemi doldurur. En önce îmân eden sen olursun. O Peygamber, Kureyş’ten ve Benî Hâşim'den olur” dedi. Hazret-i Hadîce, bu cevâba çok sevindi ve o Peygamberin gelmesini beklemeye başladı.
Hazret-i Hadîce, ticâretle uğraşır, anlaştığı kimselerle ortaklık yapardı. Ebû Tâlib, hazret-i Hadîce vâlidemize durumu anlattı. Bunun üzerine Hadîce (radıyallahü anhâ), Resûlullah efendimizi görüp konuşmak üzere evine dâvet etti. Efendimiz teşrîf edince pek ziyâde tâzim ve hürmette bulundu. Peygamber efendimizin nezaketini, nezih ve pâk cemâlini görüp hayran kaldı. Resûlullah efendimize dedi ki: “Doğru sözlü, güvenilir, emniyetli ve güzel huylu olduğunuzu biliyorum. Bu iş için hiç kimseye vermediğim ücretin, kat kat fazlasını vereceğim...” Sonra bu hizmette lâzım olacak elbiseler vererek, kalb huzûru içinde teşyî eyledi.
Hazret-i Hadîce vâlidemiz, bilgili bir hıristiyan olan amcasının oğlu Varaka bin Nevfel'den peygamberlik alâmetlerini öğrenmişti. Resûlullah efendimizin bu ziyâretinde de peygamberlik vasıflarını üzerinde teşhis etmişti. Bu sebeple Meysere ismindeki kölesine; “Kervan Mekke'den ayrılacağı zaman, devenin yularını Muhammed aleyhisselâmın eline ver ki, Mekkeliler herhangi bir dedikodu yapmasınlar. Şehirden uzaklaşıp gözden kaybolunca bu kıymetli elbiseleri O'na giydir” dedi. Sonra develerinden en güzelini sultânlara lâyık bir şekilde donattı. Meysere'ye; “O'nu bu deveye büyük bir hürmet ile bindirip yularını eline al ve kendini o Hazretin hizmetkârı bil! O'ndan izinsiz bir iş yapma ve O'nu muhâfaza etmek, tehlikelerden korumak için canını esirgeme! Gittiğiniz yerlerde çok eğlenmeyiniz ve çabuk geliniz. Böylece Hâşimoğulları katında mahcup olmayalım. Eğer bu dediklerimi harfiyen yerine getirirsen, seni âzâd eder ve istediğin kadar da mal veririm” dedi.
Kervan hazırlandı, Mekkeliler yakınlarıyla vedalaşmak üzere büyük kalabalıklar hâlinde toplandılar. Sevgili Peygamberimizin akrabâsı, amcaları ve Hâşimoğullarının büyükleri de orada hazır oldular. Peygamberimizin halası, Allahü teâlânın Resûlünü sallallahü aleyhi ve sellem hizmetçi elbisesi ile ve devenin yularını eline almış görünce dizlerinin bağı çözüldü. Ağlayıp feryâd etti. Ah ve vah edip, gözlerinden yaşlar dökerek; “Ey Abdülmuttalîb! Ey Zemzem kuyusunu kazan büyük zât! Ey Abdullah! Kabirlerinizden kalkıp, başınızı bu tarafa çevirip de şu mübareğin hâlini görün!” diyerek acılarını dile getirdi. Ebû Tâlib de aynı duygular ve aynı hâller içinde idi. Resûlullah efendimizin Hakk'ı gören mübârek gözlerinden inci gibi yaşlar döküldü ve “Beni sakın unutmayın. Gurbet elde gam ve keder çektiğimi yâd eyleyin” buyurdu. Bu sözleri işitenlerin hepsi ağlaştı. Gökteki melekler de bu hâle ortak oldular ve “Ey Rabbimiz! Bu, kendine habîb yaparak, en büyük makâmı ihsân eylediğin Muhammed aleyhisselâmdır. Bu hâlin hikmeti nedir?” dediler. Allahü teâlâ onlara; “Evet, O benim habîbimdir. Fakat siz muhabbet sırrını bilemezsiniz. Sevilen ve seven arasındaki sırlara vâkıf olamazsınız. Bu makâmı kimse bilmez. Bu gizli işten kimse bir şey anlamaz” buyurdu.
Nihâyet kervan yürüyüp, Mekke görünmez olunca, Meysere, aldığı emir üzerine, kıymetli elbiseleri, sevgili Peygamberimize giydirdi. Çeşitli kumaşla örtülmüş ve pek güzel süslenmiş deveye bindirdi. Yularını da kendi eline aldı.
Bu yolculukta kervandakiler, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin üzerinde, O'nu gölgeleyen bir bulutun ve kuş şekline giren iki meleğin O'nunla birlikte, sefer bitinceye kadar hareket ettiğini gördüler. Yolda yürüyemeyecek derecede yorulup kervandan geri kalan iki devenin ayaklarını eliyle sığamasından sonra, develerin birden sür’atlenmesi gibi nice hâllerini görünce, O'nu son derece sevip, şânının çok yüce olacağını anladılar. Busra denilen yere vardıklarında, yine oradaki manastırın yakınında konaklamışlardı. Gördüğü birçok alâmetlerden, O'nun son peygamber olacağını anlayıp söyleyen râhip Bahîra ölmüş, yerine Nâstûra adında bir başkası geçmişti. Manastırın yakınına gelip konan Kureyş kervanını seyreden râhip Nâstûra, yakınında bulunan bir kuru ağacın altına birinin oturduğunu ve o anda yeşerdiğini görünce, Meysere'ye; “Şu ağacın altındaki zât kimdir?” diye sordu. Meysere; “Bu, Kureyş kabîlesinin Harem halkından bir zâttır” dedi. Râhip; “Şimdiye kadar bu ağacın altına peygamberden başkası oturmamıştır” dedi. Sonra da; “O'nun gözlerinde biraz kırmızılık var mı?” diye sordu. Meysere; “Evet vardır ve gözlerinden hiç ayrılmaz” dedi. Nâstûra; “Îsâ aleyhisselâma İncîl’i indiren Allahü teâlâ hakkı için bu zât son peygamber olacaktır. Ne olaydı ben O'nun peygamberlikle emrolunduğu zamana ulaşsaydım” dedi...
Muhammed aleyhisselâm, Busra pazarında Hadîce Hâtun'un mallarını satarken de, O'nunla pazarlık yapan bir yahudi inanmadığı için; “Lât ve Uzzâ” adındaki putlara yemîn et de, inanayım” deyince, Muhammed aleyhisselâm; “Ben o putlar adına aslâ yemîn etmem! Onların yanından geçerken yüzümü başka tarafa çeviririm” buyurdu. O'ndaki diğer alâmetleri de gören yahudi; “Söz, senin sözündür. Vallahi bu zât peygamber olacak bir kimsedir” dedi ve “Âlimlerimiz kitaplarda bunun vasfını bulmuşlardır” diyerek hayranlığını dile getirdi. Meysere, Resûlullah efendimizde gördüğü ve hakkında duyduğu her şeyi zihnine nakşediyor ve O'na olan hayranlığı git gide artıyordu. Meysere'nin kalbinde Âlemlerin efendisine karşı büyük bir muhabbet hâsıl olmuştu. Artık O'na zevkle ve hürmetle hizmet ediyor, en küçük bir işâretini büyük bir aşkla yerine getiriyordu.
Götürülen mallar satılmış. Peygamber efendimizin bereketiyle her zamankinden kat kat fazla kâr edilmişti. Kervan dönüşe geçti. Merr-uz-zahrân mevkîine geldikleri zaman Meysere, sevgili Peygamberimize, Mekke'ye müjde haberi götürmesini teklif etli. Efendimiz de kabûl buyurarak kervandan ayrılıp Mekke’ye doğru devesini sür’atlendirdi.
Nefise binti Müniyye Hâtun anlattı ki: “Kervanın gelme zamanı yaklaşmıştı. Hadîce Hâtun her gün hizmetçileriyle sarayının üzerine çıkıp kervanın yollarını beklerdi. Öyle bir gün Hadîce'nin yanında idim. Ansızın uzaktan deveye binmiş bir kimse göründü. Üzerinde bir bulut ve kuş şekline girmiş iki melek O'na gölge yapıyor, Peygamberimizin mübârek alnındaki nûr, ay gibi parlıyordu. Hadîce Hâtun gelenin kim olduğunu anlayıp gönlü ferahladı. Fakat bilmezlikten gelip; “Bu sıcak günde gelen kim olabilir?” diye sordu. Hizmetçiler; “Bu gelen Muhammed'e (aleyhisselâm) benzer” dediler ve gördüklerinden hayrete düştüler. Az sonra Resûl-i ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz, Hadîce (radıyallahü anhâ) vâlidemizin konağına geldi ve durumu anlattı. Verdiği müjde ile onu çok sevindirdi.
Bir müddet sonra kervan Mekke'ye girdi. Meysere, hazret-i Hadîce vâlidemize, yolculuk esnâsında Peygamber efendimizin gölgelendirildiğini, râhip Nâstûra'nın söylediklerini, zayıf develerin nasıl sür’atlendirildiğini ve buna benzer gördüğü nice fevkalâde hâlleri tek tek anlattı. Peygamber efendimizi dili döndüğü kadar medhetti. Hazret-i Hadîce, bunları biliyordu, fakat bu sözler onun yakînini arttırdı. Meysere'ye; “Bu gördüklerini kimseye söyleme!” diyerek tembih etti.
Hadîce vâlidemiz, bu işittiklerini haber vermek üzere Varaka bin Nevfel'e gitti. Olanları büyük bir hayranlıkla dinleyen Varaka; “Ey Hadîce, bu anlattıkların doğru ise, Muhammed aleyhisselâm, bu ümmetin peygamberi olacaktır” dedi. Peygamber efendimiz 12 yaşında iken amcası Ebû Tâlib ile ticâret için Busra'ya kadar, 17 yaşında iken amcası Zübeyr ile Yemen'e, 20 yaşında Şam'a ve 25 yaşında da hazret-i Hadîce'nin mallarını satmak üzere yine Şam'a olmak üzere tam dört defâ seyahate çıktı. Bu seyahatlerinden başka hiç bir yere seyahat yapmadı.