Kur’ân’da Sahabe
Sahabi, kelime manası olarak “sohbet” ve “sahip” kelimelerinden türetilmiştir. Resûl-i Ekrem Efendimizi mümin olarak gören ve mümin olarak vefat eden kişiye de “sahabi” denir. Sahabe ve ashâb, sahabinin çokluk şeklidir. Bazen bu kelime “iyi ve seçkin insanlar” manasında Sahabe-i Kirâm veya Ashâb-ı Güzîn şeklinde de kullanılır.
Başta Kur’ân olmak üzere İlahî kitaplar Sahabe-i Kirâm’ı övmüş, onların üstün vasıflarını dile getirmiştir.
Kur’ân’da onları öven, takdir eden birçok âyet mevcuttur. Bunların bir kısmının meali şöyledir:
“Muhammed, Allah’ın Resûl’üdür. Onunla beraber bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Sen onların rükû ve secde ettiklerini görürsün. Onlar, Allah’ın lütfunu ve rızasını ararlar. Yüzlerinde ise secde izi vardır. Onların Tevrat’taki vasfı budur. İncil’deki vasıfları ise şöyledir: Onlar filizini çıkarmış, sonra gitgide kuvvet bulmuş, kalınlaşmış ve gövdesi üzerinde yükselmiş bir ekine benzer ki, ekincilerin pek hoşuna gider. Allah’ın onları böylece çoğaltıp kuvvetlendirmesi, kâfirleri öfkeye boğmak içindir. Onlardan iman eden ve güzel işler yapanlara Allah mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.”[Fetih Sûresi, 29.]
Şu âyette de onların methedilen özellikleri yer alır:
“İman edip de hicret eden ve Allah yolunda cihat eden kimselerle onları barındıran ve onlara yardım eden kimseler ise gerçek müminlerin tâ kendileridir. Onlar için günahlarından bağışlanma ve cennette tükenmez bir rızık vardır.”[Enfal Sûresi, 74.]
Allah’ın rızasına nail oldukları da şöyle ifade edilir:
“İslam’da önceliği olan Muhacirler ve Ensar ile onları güzellikle takip ederek örnek alanlar ve onları hayırla yâd edenlere gelince… Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdırlar. Allah onlara, içinde ebedî olarak kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Bu ise en büyük kurtuluştur.”[Tevbe Sûresi, 100.]
Muhacir ve Ensar’ın birbirlerine olan kardeşlik bağları da şöyle ifade edilir:
“O mallarda, bir de yurtlarından çıkarılıp mallarından mahrum bırakılmış fakir muhacirlerin hakkı vardır ki, onlar Allah’ın lütfunu ve rızasını arar, Allah’ın dinine ve Resûlüne yardım ederler. İşte onlar imanlarında sadık olanların tâ kendisidir.
“Daha önce Medine’yi yurt edinmiş ve imanı kalplerinde yerleştirmiş olanlara gelince… Onlar kendi yurtlarına hicret eden din kardeşlerini severler, onlara verilen şeyden dolayı gönüllerinde bir kıskançlık duymazlar ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ihtiraslarından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir.
“Onlardan sonra gelenler de, ‘Ey Rabb’imiz,’ derler, ‘bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. İman edenlere karşı kalplerimizde kin bırakma Ey Rabb’imiz. Muhakkak ki Sen çok şefkatli, çok merhametlisin.”[Haşir Sûresi, 8-10.]
Sahabilerin cesareti de şöyle anlatılır:
“Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, ‘Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar. Onlardan korkun!’ dedi de, bu söz onların imanını artırdı ve ‘Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!’ dediler.”[Âl-i İmrân Sûresi, 173.]
Diğer İlahî kitaplarda da sahabilerden övgüyle bahsedilir. Zebur’da onlar hakkında, “Ey Dâvud, Muhammed’i ve ümmetini bütün ümmetlere üstün tuttum.”[el-Bidâye, 2: 326.]ifadesi yer alır. Tevrat’ta ise onlardan “Kutsiler” diye söz edilir. İncil’de sahabilerden, “cihatla görevli” kimseler olarak bahsedilir.
Hz. Kâb’a Kitab-ı Mukaddes’te sahabiler hakkında neler anlatıldığı sorulduğunda şunları söyledi:
“Ahmed (a.s.m.) ve ümmeti Allah’a çok hamd ederler. İyi ve kötü hiçbir hâllerinde şükürden ayrılmazlar. Allah’ın şanını yüceltir, O’nu her yerde anarlar. Onların yakarışları göklere kadar yükselir. Namazlarını öylesine bir huşu içinde kılarlar ki, çıkardıkları uğultu, oğul arılarının kayalardaki uğultularına benzer. Namazlarında melekler gibi saf tutarlar. Savaşta da namazdaki gibi dizilirler. Allah yolunda savaşa tutuştuklarında melekler keskin ve sivri mızraklanyla onların ön ve arkalarında yer alır;—işaret parmaklarıyla işaret ederek—tıpkı şu beyaz çiçeklerin, yapraklarının gölgelerini takip ettikleri gibi.— Allah da kudretiyle onları gölgeler. Onlar asla savaştan geri kalmazlar.”[Hilyetü’l-Evliyâ, 5: 386.]