Resulullah'ın hadislerini mi arıyorsunuz ?
Türkiye'nin En Geniş Kapsamlı Hadis Sitesi
HZ.MUHAMMED (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
"أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ"

Latest Post

“Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Gözde bakışı, kalbde şehveti büyütür. (insanı aç gözlü, doymaz eder.) Yemîn ederim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak), sâhibine uzun süren sıkıntı bırakır.” “Dünyâdan geçmeye bakın. Tamîri ile uğraşmayın.”
“Ey Âdemoğlu! Ey zayıf insan! Nerede olursan Allah'tan kork! Dünyâda yolcu gibi ol! Mescidleri ev edin. Gözüne ağlamayı, bedenine sabrı, kalbine tefekkürü öğret! Yarınki rızkı düşünüp üzülme! (Allahü teâlâ rızkı kendi üzerine almıştır, bunda şüphen olmasın,) yoksa günâha girersin.”
“Sizden biriniz, denizin dalgaları üzerine ev yapamadığı gibi, dünyâyı da devamlı kalma yeri bilmesin.”
“Su ile ateş bir kapta durmadığı gibi, dünyâ ile âhıret sevgisi de aynı kalbde bulunmaz.”
“Dünyâyı isteyen, deniz suyu içene benzer, Ne kadar içerse, harâreti o kadar artar ve nihâyet ölür.”
“Şeytan dünyâ iledir. Mekri, aldatması mal ile; tezyini (süslemesi, güzel göstermesi), hevâ (nefsin arzuları) ile; yerleşmesi de şehvetler iledir.”
“Günâhlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun.”
“Uyuyup da günâhla meşgûl olmayan ve günâhsız olarak uyanan göze müjdeler olsun.”
Mâlik bin Dinâr anlatır: Îsâ aleyhisselâm eshâbı ile giderken, yolun kenarında bir hayvan ölüsü gördüler. Eshâbı, ne fenâ kokuyor dediler. Îsâ aleyhisselâm, kötü söz ve gıybetten onları men etmek için; “Dişleri ne kadar da beyazdır” buyurdu.
Allahü teâlânın zikri, hatırlatıcısı olan sözden başkasına teşekkür etmeyiniz, kalblerinizi katılaştırır. Katı, sert kalb ise, Allah'tan uzaktır, fakat uzak olduğunu bilmez. Kendinizi Rab gibi görüp, kulların günâhlarına o nazarla bakmayınız. Kendinize zayıf kullar bularak, onlara bakınız. Zirâ insanlar, âfiyet sâhibi ve müptela (belâ ehli) diye ikiye ayrılırlar. O hâlde belâ ehline merhamet edin ve âfiyette bulunduğunuz için de Allahü teâlâya hamd edin.”
“Allah için amel edin (çalışın), karınlarınız (mideleriniz) için çalışmayın! Şu kuşa bakın! Karnı tok, sırtı pektir yâni rahattır. Ne tarla eker, ne ekin biçer, fakat rızkını Allah verir. Eğer bizim midemiz kuşunkinden daha büyüktür derseniz, şu yabanî büyük hayvanlara, geyiklere, yabanî eşeklere bakınız. Hepsi de yiyor ve rahattırlar. Hiç birisi ekip biçmiyor. Rızıklarını Allah veriyor.”
“Allah katında en sevgili olan şey, sâlih kalblerdir. Allahü teâlâ, onların hürmetine dünyâyı yaşatır. Onlar bozulunca, yeryüzünü harâb eder.”
“Üç kişiye şaşarım. Dünyâyı elde etmeye çalışana şaşarım, zirâ ölüm ona yaklaşıyor; köşkler yapana şaşarım, zirâ kalacağı yer kabirdir; katıla katıla, ağız dolusu gülene şaşarım, halbuki önünde ateş (Cehennem) vardır.”
“Ey Âdemoğlu! Çokla doymaz, aza kanaat eylemezsin. Malını, seni iyilikle anmayan için biriktirirsin; halbuki Rabbinin huzûruna çıkacaksın ve özür ileri süremeyeceksin. Sen sâdece midenin ve şehvetinin kulusun. Miden ise, ancak kabre vardığında dolar. Ey Âdemoğlu! Sen topladığın malını başkasının terâzisinde görürsün.”
“İlim öğrenen, öğreten ve öğrendiği ile amel eden kimse; göklerdeki melekler arasında, ulu kişi diye çağrılır, anılır.”
“Ey havârîler topluluğu! Ehli olmayana hikmet, ilim söylemeyin. Hikmete, ilme hakâret etmiş olursunuz. Hikmeti, ilmi ehli olandan da esirgemeyin. Esirgerseniz, o kişelere zulmetmiş olursunuz.”
“İşler üç çeşittir: Emredilmiş, güzel şeyler; saâdete götürürler. Bunları yapınız. Men edilmiş, kötü işler; felakete götürürler. Bunlardan kaçınınız. Aranızda ihtilaf ettiğiniz şeyler; bunların ilmini Allah’a havâle edip, ihtiyatlı davranınız!”
Îsâ aleyhisselâma; “Fitne bakımından insanların en şiddetlisi, zararlısı hangisidir?” dediklerinde; “Yanılan âlimdir. Çünkü âlim yanılır, ayağı kayarsa, onunla birlikte birçok kimselerin de ayağı kayar” buyurdu.
Dinini dünyâya alet eden bozuk ilim adamları için buyurdu ki: “Ey kötü âlimler! Dünyâyı başınızın üzerinde tutup, âhıreti ayaklarınızın altına aldınız. Sözünüz şifâ; ameliniz, yaptığınız işler ise hastalık vericidir. Siz zakkum ağacı gibisiniz. Gören hayran olur, meyvesini yiyen ölür.”
“Kim ki faydalı ilim öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve bunu başkalarına da öğretirse, göklerde bulunan melekler arasında hürmet ve tâzimle anılır.”
“Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. Meyveler çoktur, ama hepsi tatlı değildir. İlimler çoktur, ama hepsi faydalı olmaz.”
Îsâ aleyhisselâm yolda giderken, bâzı insanlara rastladı. O kimselerin vücutları zayıflamış, yüzlerinin rengi gitmişti. Bu hâli gören Îsâ aleyhisselâm; “Nedir bu hâliniz? Bu hâle düşmenizin hikmetini söyler misiniz?” buyurdu. Onlar da; “Cehennem ateşinin korkusu bizi bu hâle getirdi” dediler. Bunu işiten Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâ, korkanları, selâmete erdireceğini vâd etmiştir ve bunu zât-ı ilâhîsi için bir hak saymıştır” buyurdu ve yoluna devam etti. İkinci bir grup insana rastladı. Onları da diğerlerinden daha çok zayıflamış, renkleri değişmiş bir hâlde buldu. Bunlara da; “Bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Biz Cennet’e âşıkız, onun hasretiyle bu hâle geldik” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâ sizin gibilerin arzu ve isteklerini vermeyi zât-ı ilâhîsi için hak kabûl etmiştir” buyurdu ve yoluna devam etti. Bu defâ daha da zayıflamış ve renkleri değişmiş bir gruba rastladı. “Sizlerin bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Bizler, Allahü teâlânın aşkından bu hâle geldik” deyince, Hazret-i Îsâ; “Siz Allahü teâlâya yakın olan kimselersiniz” buyurdu ve bu sözlerini üç defâ tekrar etti.
Îsâ aleyhisselâmın havârîleri; “İhlâs nedir?” diye suâl ettiklerinde buyurdu ki: “İşleri ve amelleri yaparken, insanların beğenmesini düşünmemek, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.” “İhlâslı kimse nasıldır?” diye sorduklarında da; “Önce Allahü teâlânın emirlerine uyar, hukûkullaha riâyet eder, sonra da insanların haklarını gözetir. Meselâ bu kimseye; biri dünyâya diğeri âhırete âit iki iş verilse, âhırete âit olanını yapar” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâyı, O'nun emir ve yasaklarını aranızda anlatınız. Bunlardan başkasıyla fazla meşgûl olmayınız. Eğer böyle şeylerle çok meşgûl olursanız, kalbiniz katılaşır. Katı bir kalb ise Allahü teâlâdan uzaktır” buyurdu.
Vehb bin Münebbih (rahmetullahi aleyh) şöyle anlatır: Havârîler, Hazret-i Îsâ'ya; “Kendileri için korku olmayan ve mahzûn da olmayacak olan, Allahü teâlânın velî kulları kimlerdir?” diye sordular. Îsâ aleyhisselâm onlara şöyle cevap verdi: “İnsanlar dünyâya baktıkları (meyledip yöneldikleri) zaman, onlar âhırete bakarlar. Kendilerini günâha götürecek şeyi yapmazlar. Kendilerini terkedeceğini bildikleri şeyi terkederler, Onlar, hak etmeden kazandıkları dünyâ yüksekliğini bırakırlar. Onlara göre, dünyâ eskidir. Onu yenilemeye çalışmazlar. Evleri (dünyâ) harâb olmuştur, tâmire kalkmazlar. Dünyâ, onların kalblerinde ölmüştür. Onu canlandırmaya teşebbüs etmezler. Bilakis onlar, dünyâ ile âhıretlerini kurtarmaya, ahretlerini ma’mûr etmeye, güzelleştirmeye çalışırlar, (Dünyâyı gaye değil, âhıretleri için bir vâsıta görürler.) Onlar, fânî olan dünyâyı satıp, karşılığında baki olan âhıreti satın alırlar. Sonra dünyâ ehlinin, belâ, musîbet ve sıkıntılar ile yere serilmiş olduklarını görürler. Onun için, dünyânın isminden bile bahsetmeyip, âhıreti çok hatırlarlar. Onlar, Allahü teâlâyı ve O'nu anmayı severler. Allahü teâlânın kendilerine verdiği nûr ile aydınlandıkları gibi, bu nûr ile etrâflarını aydınlatırlar.”
Îsâ aleyhisselâm, havârîlerine buyurdu ki: “Ey yeryüzünün sâlihleri! Fesat çıkarmayınız. Bir şey fesada uğradığı zaman, onu ancak sâlih, iyi olan kimseler düzeltir. Biliniz ki, sizin iki hasletiniz vardır: Birincisi, devamlı güler yüzlü olmanız, ikincisi de uyumadan sabahlamanızdır.”
Îsâ aleyhisselâm; “Sağırı, dilsizi tedavi ettim, ölüyü dirilttim. Fakat, cehl-i mürekkebin ilacını bulamadım” buyurmuştur. Çünkü, böyle kimse, câhilliğini ilim ve kemâl sanmaktadır. Câhil ve rûh hastası olduğunu bilmez ki, ilacını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlayan, bu dertten kurtulabilir.”
“Ey havârîler! Rüzgâr çok ışıkları söndürmüştür. Ucb yâni kendini ve ibâdetini beğenmek de, çok ibâdetleri söndürmüştür, sevaplarını yok etmiştir.”
“Hasta olup musîbete, felakete uğrayıp da, günâhları affolacağı için sevinmeyen kimse, âlim değildir.”
“Varacağı yer âhıret iken, dünyâyı seven; bir de amel için değil de yalnız başkasına anlatmak için ilim öğrenen kimse, nasıl âlimlerden olabilir?”
“Allah'ım! Benimle, düşmanımı sevindirme, dostumu mahcup etme, ibâdetimde bana kusur ettirme. Maksadımı, dünyâlık eyleme. Bana acımayanı, bana musallat etme yâ Hayyu yâ Kayyûm.”
Rivayete göre, Îsâ aleyhisselâm gördüğü bir adama; “Ne yaparsın?” diye sordu. Adam; “İbadetle meşgûl olurum” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Geçimini kim te’min eder?” diye sordu. Adam; “Kardeşim te’min eder” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Asıl abid kardeşimdir desene” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâma; “Cennet’e götürecek bir amele bizi irşad et” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “Hiç konuşmayın” buyurdu. Onlar; “Buna imkân yok” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “O hâlde hayır söyleyin” dedi.
“Yalanı çok söyleyenin, güzelliği; insanlarla mücâdele edenin de mürüvveti gider. Meşgaleyi çoğaltanın vücûdu hastalanır. Ahlâkı kötü olanın da dâimâ canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır” Yahyâ aleyhisselâm, Îsâ aleyhisselâma; “En şiddetli şey nedir?” diye sordu. Îsâ aleyhisselâm; “Allah'ın gadabıdır” dedi. Yahyâ aleyhisselâm; “Allah'ın gadabına yakın olan hangisidir?” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Senin gadab etmen yâni insanların kızmasıdır” dedi. Yahyâ aleyhisselâm; “Gadabın kaynağı nedir?” diye sordu. Îsâ aleyhisselâm; “Böbürlenmek, bencillik, üstünlük iddiası ve kıskançlıktır” dedi.
Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâyı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın. Zirâ dünyâ hazînelerine sâhip olanların, muhtelif afet ve felaketlerle karşılaşmalarından korkulur. Ama, Allahü teâlânın hazînelerine sâhip olanlar için, böyle bir korku bahis mevzuu değildir” demiştir.
Yine Îsâ aleyhisselâm; “Yazıklar olsun o dünyâlık peşinde koşanlara, nasıl olup da o servetlerinden ayrılacaklardır. Halbuki onlar dünyâlığa bağlanmış, ona aldanmışlardır. Onlar ona bel bağlarken, o, onları rezil etmiştir. Yine yazıklar olsun o dünyâya mağrur olanlara, o dünyâ, nasıl onlara hoşlanmadıkları şeyi gösterecektir. Onları sevdiklerinden ayıracak ve mukadder akıbetlerine uğratacaktır. Düşüncesi dünyâlık, işi isyân olan kimseye yazıklar olsun. Nasıl olsa yarın günâhları ile rezil olacaktır” demiştir.
Îsâ aleyhisselâm; “Ateşin yiyemediği şeyi çoğaltın” dedi. Dinleyenler, “Bu nedir?” diye sordular. Îsâ aleyhisselâm; “İkramdır” diye cevap verdi.
“Ey kötü âlimler! Namaz kılar, oruç tutar ve sadaka verirsiniz. Fakat emrettiğinizi yapmaz, yapmadığınızı öğretirsiniz. Ne çirkin hüküm veriyorsunuz. Dil ve sözünüz ile tevbe ederken, nefsinizin istek ve arzularına göre hareket edersiniz. Kalbleriniz isyânla kirlenmiş ve kararmış olduğu hâlde, vücutlarınızı sabunla yıkamak size bir fayda sağlamaz. Size hakîkati söylüyorum; unu çıkarıp da kepeği içinde kalan elek gibi olmayın. Sizin yaptıklarınız böyledir. Ağızlarınızdan hükümleri savurursunuz, gıll-u gış yâni hîle ve gizli düşmanlık içinizde kalır. Ey dünyâ kulları! Rağbet ve şehvetini dünyâdan kesmeyenler, âhıreti nasıl bulabilir? Size hakîkati söylüyorum; kalpleriniz amellerinize ağlar. Çünkü dışınız içinize uymuyor. Dünyâyı dilinize doladınız. Ameli ve âhıreti ise ayağınızın altına aldınız. Size doğru söylüyorum; dünyâlığı mükemmel yapacağız diye, âhıretinizi kaybettiniz. Sizin için dünyâ düzeni âhıret düzeninden daha sevimli oldu. Sizden daha âdî kim olabilir? Bunu bir bilseydiniz. Yazıklar olsun size, ne vakte kadar bu karanlık içinde bocalayacak ve bu şaşkınlık içinde kalacaksınız. Sizin dâvetiniz dünyâlığadır. İstediğiniz şey; dünyâ halkı, sizin için dünyâlıktan feragat etsin ve bütün dünyâ, varlıkları ile size kalsın. Karanlıkta kalan evin damına ışık yakmakla, evin içine bir fayda olur mu? Oradan ışığın gelmesi mümkün mü? Siz de böylesiniz. Ağzınızdan ilim nûrları parlarken, kalbleriniz karanlık içinde kıvranıyor. Ey dünyâya tapanlar, dünyânın bir gün sizi kökünüzden koparıp yüz üstünde sürümesi yakındır. Sonra sizi burnunuzun üzerine sürter, günâhlarınızı boynunuza geçirir. Bir de ilminiz sizi arkanızdan iter, yalın ayak ve çıplak olarak, teker teker Allahü teâlânın huzûruna sevkeder. Orada, kötü amellerinizin cezâsını size çektirir” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâda alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun ki, kıyâmet günü onlar, kürsî sâhipleridir. Dünyâda ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun. Çünkü, kıyâmette, Firdevs Cennet’ine onlar vâris olacaktır. Dünyâda kalbini temizleyenlere müjdeler olsun. Çünkü, kıyâmet günü, Allahü teâlânın cemâline onlar bakacaklardır” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Mahsul; dağlarda, sert topraklarda değil, ovada, sulu ve yumuşak toprakta yetişir. Bunun gibi, hikmet de; kibirlilerin gönüllerinde değil, mütevazı olanların kalblerinde gelişir. Görmez misiniz? Başını tavanlara kaldıranların, başları tavana değer ve yaralanır, başını eğenlere ise tavan gölgelik yapar ve kendini korur” buyurdu.
Rivâyete göre Îsâ aleyhisselâm, cüzzam hastalığından etleri dökülen, kötürüm, gözleri kör, her tarafı perişân bir adam gördü. Adam; “Kullarından çoklarını müptela ettiği dertten beni koruyan Allah'a hamdederim” diyordu. Îsâ aleyhisselâm adama yaklaşarak; “Daha hangi belâ kaldı” diye kendisine sorunca, adam; “Ey Allah'ın peygamberi! Benim kalbime yerleştirdiği marifete sâhip olmayanlardan, ben çok daha iyiyim” dedi. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “Doğru söylersin, elini ver” dedi. Elinden tutup duâ etti. Bütün hastalıkları geçti. Îsâ aleyhisselâma arkadaş olarak, uzun müddet ibâdetle meşgûl oldu.
Havârîler, Îsâ aleyhisselâma; “Amellerden hâlis olan hangisidir?” diye sorduklarında, Îsâ aleyhisselâm; “Hiç kimsenin övmesini sevip beklemeden, Allah için yapılan ameldir” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Yarını düşünmeyin, eğer ömrünüz var da yarına ulaşacaksanız, rızkınız da beraberinizdedir. Eğer ulaşamayacaksanız, âlemin rızkı için uğraşıp durmayın” demiştir.
Havârîlere buyurdu ki: “Dünyâyı yüzüstü bıraktım. Zirâ benim, ne ölecek bir zevcem, ne de harâb olacak bir evim yoktur.”
Îsâ aleyhisselâm; “Başkaları ile birlikteyken de, yalnızken de Allahü teâlâdan hayâ ediniz!” buyurdu.
“Kim; “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün lâ yemût bi-yedihil hayr. Ve hüve alâ külli şeyin kadîr” duâsını yüz defâ okursa, o gün yeryüzünde hiç kimsenin ondan üstün ameli olmaz. Kıyâmet günü de sevâbı, diğer ibâdetlerden çok olur.”
“Her kim; “Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Ehaden sameden lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ehad” duâsını yüz defâ okursa, milyonlarca sevap verilir ve o kadar günâhı defterinden silinir. Cennet’teki derecesi binlerce kat yükselir. Binlerce melek duâ ederler ve bu duâları okuyanlara mağfiret dilerler.”
“Her kim; “Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün lâ yemût bi yedihil hayr. Ve hüve ala külli şey’in kadîr” duâsını yüz defâ okursa, bir Melek o kulun duâsını, Melik, Celil ve Cebbâr olan Allahü teâlâya arzeder. Allahü teâlâ, bunu okuyan kuluna rahmet nazarı ile bakar. Allahü teâlânın rahmet nazarı ile baktığı kimse ise bedbaht olmaz.”


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Hakîki İncîl’e çok yakın İncîllerin de mevcût olduğu bu gün bilinmektedir. Bunlardan en mühimi de Barnabas İncîl’idir. Barnabas, Kıbrıs’ta doğmuş bir yahudi olup, asıl ismi Joses idi. Îsâ aleyhisselâma îmân etti. Kendisi hazret-i Îsâ'ya inananların en başında gelmektedir. Havârî olup olmadığı kat’î bilinmemekte ise de havârîlerin arasında mühim bir mevkîi bulunmaktadır. Kendisine verilen Barnabas lakabı, nasîhat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir. Hıristiyanlık âlemi, Barnabas'ı, Sen Pol (Saint Paul), (Paulos) ile birlikte ilk defâ olarak hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir azîz olarak tanımakta ve her senenin 11 Haziran'ı onun yortu günü sayılmaktadır. Barnabas, hazret-i Îsâ'dan duyduğu ve öğrendiği husûsları hiç bir değiştirme yapmadan kaydetmiştir. Bu İncîl, hıristiyanlığın ilk üçyüz senesinde diğer İncîllerle birlikte elden ele dolaşmış ve okunmuştur. 325 senesinde İznik (Nicene) rûhanî meclisi, ibrânîce yazılı bütün İncîllerin ortadan kaldırılmasına karar verince, Barnabas İncîl’i nüshaları da yakılmış, sâdece bir nüshası kalmıştır. Diğer İncîller, Latince'ye tercüme edilmiş, fakat kalmış olan Barnabas İncîl’i de birdenbire ortadan kaybolmuştur. Yalnız 383 senesinde, papa Damasus, tesâdüfen eline geçen, Barnabas İncîl’inden arta kalan bir nüshayı papalık kütüphânesinde saklamıştır. 993 (m. 1585) senesine kadar burada kalan Barnabas İncîl’ini papa Sixtus'un dostu olan Fra Marino, kütüphânede bulmuş ve onunla çok ilgilenmiştir. Çünkü tanınmış hıristiyan din adamlarından Irananeus (130-200) tahminen 160 senesinde, “Bir tek Allah olduğunu, Îsâ'nın Allah'ın oğlu olmadığını” ileri sürerek, “Saint Paul, Romalıların bir çok tanrıya tapmak alışkanlığından ilham alarak teslisi, yâni üç Allah'a tapmak yanlış kanaatini Hıristiyan akîdesi arasına sokmak istemiştir” diyor ve Saint Paul'ü tenkit ederken, şâhid olarak yalnız bir tek Allah olduğunu belirten Barnabas İncîl’ini gösteriyordu. Bunu bilen Fra Marino, Barnabas İncîl’ini büyük bir dikkatle okumuş ve tahminen 1585-1590 seneleri arasında İtalyanca'ya çevirmiştir.
Bu İtalyanca el yazısı, bir çok sâhip değiştirdikten sonra, Prusya kralı müşavirlerinden Cramer'in eline geçmiş ve Cramer, 1120 (m. 1713) senesinde bu kıymetli el yazısını, Türkleri Zenta'da yendiği ve onların elinden Macaristan ile Belgrad kalesini geri aldığı için, Avrupa'da büyük bir ün kazanmış olan Prens Öjen'e (Eugene de Savoie) (1663-1736) hediye etmiştir. Prens Ojen öldükten sonra Barnabas İncîl’i, onun özel kütüphânesi ile birlikte, 1738'de Viyana'daki kraliyet kütüphânesine (Hofbibliothek) nakledilmiştir.
İlk defâ olarak bu kütüphânede Barnabas İncîl’inin İtalyanca tercümesini bulan iki İngiliz, Bay ve Bayan Ragg, bunu İngilizce'ye çevirmişler ve bu İngilizce tercüme, 1325 (m. 1907) târihinde Oxford'da basılmıştır. Fakat bu tercüme de esrârlı bir tarzda ortadan kaybolmuştur. Bu tercümeden yalnız bir tanesi, Britsh Museum ve bir tanesi de Vaşington'da Amerikan Kongresi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır. Pakistan Kur'ân-ı kerîm cemiyeti (Qoran Council) büyük bir gayretle İngilizce nüshasını 1973 yılında tekrar basmaya muvaffak olmuştur.
Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncîl’i hakkında şu bilgi vardır: “Barnabas İncîl’i diye tanımlanan bir el yazısı, onbeşinci yüzyılda İslâmiyeti kabûl etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış uydurma bir kitaptır.” Bu açıklamanın tamamıyla yanlış olduğu şundan bellidir: Barnabas İncîl’i daha üçüncü yüzyılda, yâni hazret-i Muhammed'in gelmesinden 300 veya 700 sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırılmıştır. Demek ki, daha o zaman da içinde fanatik hıristiyanların işine gelmeyen yâni üç ilâh inancının aleyhinde olan, başka bir peygamberin geleceğini bildiren bahisler vardı. Onun için, daha İslâmiyet başlamadan evvel, müslüman olması mümkün olmayan bir kimse tarafından yazılmasına imkân yoktur. İtalyanca'ya çeviren Fra Marino ise, bir katolik rahibi olup, müslümanlığı kabûl ettiğine dâir elimizde hiç bir vesika yoktur. Bunun için tercümeyi değiştirmesine bir sebep bulunmamaktadır.
Unutmamak gerekir ki, çok zaman evvel, yâni milattan sonra 300 ile 325 seneleri arasında bir çok önemli hıristiyan din adamları, hazret-i Îsâ'nın, Allah'ın oğlu olduğunu kabûl etmemiş ve Îsâ'nın bizim gibi bir insan olduğunu ispat etmek için Barnabas İncîl’ini öne sürmüşlerdir. Bunlardan en mühimi, Antakya piskoposu olan Luçian'dır. Fakat bundan da meşhûru, onun şakirdi olan Arius'dur. (270-336). Arius, İskenderiyye piskoposu tarafından aforoz edilmesine rağmen, etrâfında o kadar fazla taraftar toplanmıştı ki, onu tutup hapse atmak kabil olamamış, Bizans imparatoru Konstantin'in kız kardeşi bile onun kurduğu Arianlar mezhebine girmiştir.
Bundan sonra, Muhammed aleyhisselâm zamanında papa olan Honorius, hazret-i Îsâ'nın yalnızca insan olduğunu ve üç Allah'a inanmanın doğru olmadığını ileri sürmüştür. “Bu sebeple, 630'da ölen papa Honorius, ölümünden 48 sene sonra, 678 senesinde İstanbul'da toplanan rûhanî meclis tarafından resmen lânetlenmiştir.”
L.F.M. Sozzını, hıristiyanların en büyük din bilginlerinden biri olan Fransız Jean Calvin'e (1509-1564) müracaat ederek; “Ben teslise (üçlü tanrıya) inanmıyorum” diye meydan okumuş, Arius tarikatını tercih ettiğini bildirmiş ve mühim bir hıristiyan akîdesi olan; “Hazret-i Âdem'in esas büyük günâhı ve insanların bunun keffâreti için dünyâya geldiği” nazariyesini reddetmiştir. Bu zâtın yeğeni olan F.P. Sozzını, 1562'de bir kitap neşrederek, Îsâ'nın ilâhlığını kat’îyen inkâr etmiştir. 1577'de Sozzını, Transilvanya'da Klausenburg şehrine gitmişti. Çünkü bu memleketin başında bulunan Sigismund, teslisin aleyhtarı idi. Yine burada Piskopos Francis David (1510-1579) teslisin tamamıyla karşısında idi ve teslisi reddeden bir mezhep kurmuştu. Bu mezhep, Polonya'da Rakov şehrinde kurulduğu için, sâlikleri Rakoviyanlar adını almışlardı. Bunların hepsi Arius'a inanıyorlardı.
Bütün bu târihi bilgiler, aklı başında olan bir çok hıristiyan din adamının, ellerinde bulunan İncîl’e inanmadıklarını ve Barnabas İncîl’inin doğruluğunu kabûl ettiklerini belirtmektedir. Bu isyânı gören papalar ve onların avânesi, Barnabas İncîl’ini ortadan kaldırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.
Barnabas İncîl’inden bâzı bölümler: 70. bâbından: “Hazret-i Îsâ, kendisine; Sen Allah'ın oğlusun diyen Petrus'a çok kızdı. Onu azarladı. Ona; Sen benden uzaklaş! Çünkü sen fenâ şeyler düşünüyor ve bana fenâlık yapmak istiyorsun dedi. Ondan sonra havârîlerine dönerek; Veyl (yazıklar olsun!) bana böyle söyleyenlere! Çünkü, Allah, bana bunlara lânet etmek emrini verdi” dedi.”
71.babından: “Ben kimsenin günâhını affedemem. Ancak Allah günâhları affeder.”
72. bâbdan: “Ben bu dünyâya, Cenâb-ı Hakk'ın dünyâya selâmet getirecek olan Resûlünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz! O gelinceye kadar bir çok yalancı peygamberler zuhûr edebilir. Benim İncîl’im bozulabilir.” Havârîlerin; “Geleceğini söylediğin bu Resûl hakkında bize bâzı işâretler verebilir misiniz? suâline karşı; “Bu Resûl sizin zamanınızdan sonra gelecektir. O geldiği zaman, benim İncîl’im tahrif edilmiş olacak ve hakîkî inananlar 20 kişiyi geçmeyecektir. İşte o zaman, Cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, hakîkî Mesîh'i yollayacaktır. O'nun başının üzerinde dâimâ beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezâlandıracaktır. O'nun sayesinde, insanlar Allah'ı tanıyacak ve O'nu tebcil edecektir. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyleyenlerden intikâm alacaktır...”
96. bâbından: “Ben, bütün dünyânın beklediği ve İbrâhim'in kendi kavmine geleceğini müjdelediği Mesîh değilim. Ben bu dünyâdan çekildiğim zaman, şeytan birçok insana benim Allah ve Allah'ın oğlu olduğumu söyleyerek onları kandıracaktır. Cenâb-ı Hak, dünyâ üzerinde ancak 30 hakîkî hıristiyan kaldığı zaman insanlara acıyarak, hakikî Mesîh'i (Resûl'ünü) yollayacaktır. Bu resûl güneyden gelecektir. Büyük kudret sâhibi olacaktır. Putları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hâkimiyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte Cenâb-ı Hakk'ın selâmeti de, inanan insanlara varacak ve kendisinin sözlerine inananlar, Cenâb-ı Hakk'ın türlü nîmetlerine nâil olacaktır.”
197. bâbından: “Söylediğin Mesîh'in ismi nedir ve O'nun geldiğini nasıl anlayacağız?” diye soran havârîlere, hazret-i Îsâ şöyle dedi: “Mesîh'in (Resûl'ün) adı, hayran olmaya değer güzelliktedir. Cenâb-ı Hak, O'nun nûrunu yarattığı zaman, O'na bu ismi verdi ve O'nu semâvî ihtişamı içine koydu ve; “Senin hatırın için ben Cennet’i, dünyâyı ve bir çok mahlûku yarattım. Bunları sana hediye ediyorum. Seni takdir eden, benden nîmet bulacak. Sana küfreden, tarafımdan lânet olunacaktır. Ben seni dünyâya benim resûlüm olarak göndereceğim. Senin sözün sırf hakîkat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fakat, senin îmânın dâimâ sonsuz olacaktır” dedi. O'nun mukaddes ismi Ahmed'dir. Bunun üzerine Îsâ’nın etrâfında toplanmış olan halk, seslerini yükselterek; “Ey Ahmed! Dünyâyı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdı.”
128. bâbından: “Kardeşlerim! Ben tıpkı sizin gibi topraktan yapılmış (yaratılmış) insanım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günâhlarınızı bilin ve tevbe edin! Kardeşlerim! Şeytan, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyleyerek sizi aldatacak. Ona inanmayın! Yoksa, Allah'ın lânetine lâyık (müstahak) olursunuz.”
136. bâbdan: “Bu bâbda, Cehennem hakkında izâhat verildikten sonra, hazret-i Muhammed'in kendi ümmetini Cehennem’den nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.”
163. bâbdan: “Havârîlerin: Geleceğini söylediğin zât, nasıl bir kişidir? suâline karşı, hazret-i Îsâ, kalbinin bütün sevinci ile; “O'nun ismi Ahmed'dir. O geldiği zaman, uzun müddet yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Birlikte getirdiği, Allah'ın rahmeti sayesinde insanlar, O'nun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar, Allah'ın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacaktır dedi.”
Hazret-i Îsâ'nın son günleri hakkında Barnabas İncîl’i aşağıdaki bilgiyi veriyor; (Bâb 215-222) Roma askerleri Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman, Cenâb-ı Hakk'ın emriyle Kerubiyyun (dört büyük melek) Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil aleyhimüsselâm onu kucaklayıp pencereden çıkararak göğe kaldırdılar.
Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehuda'yı (Judas), “Sen Îsâ’sın!” diye yakaladılar. Bütün inkârlarına, bağırıp çağırmasına, yalvarmasına rağmen, sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmıha götürüp astılar. Sonra hazret-i Îsâ, annesi Meryem ve havârîlerine göründü. Meryem'e; “Anne, görüyorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehuda haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakının! Çünkü o, dünyâyı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler için sizi şâhid yapıyorum” dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günâhkârların nedamet getirmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Şakirdlerine dönerek; “Allahü teâlânın nîmeti ve rahmeti sizinle olsun” dedi. Bundan sonra dört büyük melek onu şakirdlerinin ve anasının gözü önünde tekrar semâya kaldırdılar.
Görülüyor ki, Barnabas İncîl’i son Peygamberin geleceğini, O'ndan 600 veya 1000 sene kadar evvel bildirmektedir ve bir tek Allah'tan bahsetmektedir. Teslisi yalanlamaktadır.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


Bunlar 22 risale olup, 14'ü Paulos'a, 3 tanesi Yuhannâ'ya, 2 tanesi Petrus'a, bir tanesi Ya’kûb'a ve bir tanesi Yehuda'ya aittir. Bunlara, Hazret-i Îsâ'yı kurban edilmiş bir kuzu olarak tasvir eden Yuhannâ'nın vahyi risalesi de ilave edilir. Dört İncîl’in tamamlayıcısı ve ekleri denilen bu risalelere nazar edilirse, bunların da gerek birbirleri ile, gerekse İncîller ile çok fazla tenakuzları vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1- Resûllerin İşleri'nin 9. bâbının 7. âyetinde; “Onunla beraber yolculuk eden adamların, nutku tutulup durdular. Sesi işitiyorlar. Fakat kimseyi görmüyorlardı” demektedirler.
22. bâbının 9. âyetinde ise; “Benimle beraber olanlar gerçi nûru gördüler. Fakat bana söz söyleyenin sesini işitmediler” demektedir.
26. bâbda ise, sesin işitilip işitilmediği husûsu hiç bir şey söylenmeyerek kapalı geçilmiştir.
2- Aynı kitabın 9. bâbının 6. âyetinde; “Rab ona dedi ki: Kalk şehre gir, ne yapman icâb ediyorsa sana söylenecek” demektedir.
22. bâbın 10. âyetinde; “Rab bana; Kalk Şam'a git, orada ne yapılması lâzım geleceği sana söylenir dedi” demektedir.
26. bâbının 16. 17. ve 18. âyetlerinde ise; “Kalk ve ayakta dur! Çünkü hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şâhid tâyin etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim kavimden ve milletlerden kurtaracağım. Tâ ki, onların gözlerini açıp kendilerini karanlıktan nûra ve şeytanın tasallutundan (sataşmasından) Allah'a döndüresin ve bana îmân etmeye ve günâhların bağışlanmasına ve mukaddesler arasında nasîbe nâil olsunlar” diye yazılıdır.
Bunlardan şu netîceye varılır: 9. ve 22. bâbdaki âyetlerde, onun yapacakları, şehre vardıktan sonra, kendisine beyân edileceği söylenmiş iken, 26. bâbdaki âyetlere göre, sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.
3-26. bâbın 14. âyetinde; “Nûrun görünmesinde biz hepimiz yere düştük” demektedir. Halbuki, 9. bâbın 7. âyetine göre, onunla beraber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. 22. bâbında ise, susmak, nutku tutulmak diye bir şeyden bahsedilmemiştir.
Paulos'un, Korintoslulara yazdığı 1. mektubun 10. bâbının 1. ve sonraki âyetlerinde; “Ecdadımız bulutun altında idiler. Denizden geçtiler. Bulutta ve denizde Mûsâ tarafından vaftiz oldular. Siz onların bâzıları gibi putperest olmayasınız ve zina etmeyesiniz. Nitekim onlardan bâzıları zina edip bir günde yirmiüçbini birden öldü” demektedir. Ahd-i atik’te Adetler (sayılar) kitabının 25. bâbının 1. ve sonraki âyetlerinde; “İsrâiloğulları zina etmeye başladı. Cenâb-ı Hak taûn hastalığını musallat eyledi. Taûndan ölen yirmidörtbin kişi idi” denilmektedir. Ölenlerin miktarı arasında 1000 kadar bir fark göründüğünden, ikisinden birisi elbette yanlıştır.
Yine Resûllerin İşleri'nin 7. bâbının 14. âyetinde; “Yûsuf (aleyhisselâm) adam gönderip babası Ya’kûb ile bütün akrabâsı, yetmişbeş kişiyi Mısır'a dâvet etti, çağırdı” demektedir. Bu ibarede Yûsuf aleyhisselâmın Mısır'da olan iki oğlu ile kendisi, bu yetmişbeş kişiye dâhil değildir. Zikredilen adet, sâdece Ya’kûb aleyhisselâmın aşiretinin sayısını bildirmektedir.
Halbuki Tekvîn'in 46. bâbının 27. âyetinde ise; “Ya’kûb oğullarından olup, Mısır'a gelenlerin adedi yetmiş kişi idi” demektedir. Resûllerin İşleri kitabının ibaresinin yanlış olduğu meydandadır.
İşte hıristiyanlık akidesinin (inancının) temel kitabı olan dört İncîl’in ve risalelerin hâli budur.
Müslümanların kendisine sarıldıkları, (kendisine uymaları sebebi ile dünyâ ve âhıret saâdetine kavuştukları) Kur'ân-ı kerîm ise, Allahü teâlânın; Kur'ân-ı kerîmi biz indirdik ve yine onu biz hıfz edeceğiz” meâlindeki Hicr sûresinin 9. âyetinin mânâ-i şerîfi mucibince, hicret-i nebeviyyeden zamanımıza kadar, çeşitli milletlere mensup müslümanların ellerinde bulunduğu hâlde, bir noktası dahî fazla veya eksik olmayarak, Allahü teâlânın ilâhî hıfzı ile mahfûz olduğu, herkes tarafından tasdik edilmiştir.


H A D İ S
K Ü T Ü P H A N E S İ


SELMAN SEVEN

{facebook#https://facebook.com/} {twitter#https://twitter.com/}

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget