Îsâ Aleyhisselâmın hikmetli sözlerinden bâzıları
“Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır. Gözde bakışı, kalbde şehveti büyütür. (insanı aç gözlü, doymaz eder.) Yemîn ederim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak), sâhibine uzun süren sıkıntı bırakır.” “Dünyâdan geçmeye bakın. Tamîri ile uğraşmayın.”
“Ey Âdemoğlu! Ey zayıf insan! Nerede olursan Allah'tan kork! Dünyâda yolcu gibi ol! Mescidleri ev edin. Gözüne ağlamayı, bedenine sabrı, kalbine tefekkürü öğret! Yarınki rızkı düşünüp üzülme! (Allahü teâlâ rızkı kendi üzerine almıştır, bunda şüphen olmasın,) yoksa günâha girersin.”
“Sizden biriniz, denizin dalgaları üzerine ev yapamadığı gibi, dünyâyı da devamlı kalma yeri bilmesin.”
“Su ile ateş bir kapta durmadığı gibi, dünyâ ile âhıret sevgisi de aynı kalbde bulunmaz.”
“Dünyâyı isteyen, deniz suyu içene benzer, Ne kadar içerse, harâreti o kadar artar ve nihâyet ölür.”
“Şeytan dünyâ iledir. Mekri, aldatması mal ile; tezyini (süslemesi, güzel göstermesi), hevâ (nefsin arzuları) ile; yerleşmesi de şehvetler iledir.”
“Günâhlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun.”
“Uyuyup da günâhla meşgûl olmayan ve günâhsız olarak uyanan göze müjdeler olsun.”
Mâlik bin Dinâr anlatır: Îsâ aleyhisselâm eshâbı ile giderken, yolun kenarında bir hayvan ölüsü gördüler. Eshâbı, ne fenâ kokuyor dediler. Îsâ aleyhisselâm, kötü söz ve gıybetten onları men etmek için; “Dişleri ne kadar da beyazdır” buyurdu.
“Allahü teâlânın zikri, hatırlatıcısı olan sözden başkasına teşekkür etmeyiniz, kalblerinizi katılaştırır. Katı, sert kalb ise, Allah'tan uzaktır, fakat uzak olduğunu bilmez. Kendinizi Rab gibi görüp, kulların günâhlarına o nazarla bakmayınız. Kendinize zayıf kullar bularak, onlara bakınız. Zirâ insanlar, âfiyet sâhibi ve müptela (belâ ehli) diye ikiye ayrılırlar. O hâlde belâ ehline merhamet edin ve âfiyette bulunduğunuz için de Allahü teâlâya hamd edin.”
“Allah için amel edin (çalışın), karınlarınız (mideleriniz) için çalışmayın! Şu kuşa bakın! Karnı tok, sırtı pektir yâni rahattır. Ne tarla eker, ne ekin biçer, fakat rızkını Allah verir. Eğer bizim midemiz kuşunkinden daha büyüktür derseniz, şu yabanî büyük hayvanlara, geyiklere, yabanî eşeklere bakınız. Hepsi de yiyor ve rahattırlar. Hiç birisi ekip biçmiyor. Rızıklarını Allah veriyor.”
“Allah katında en sevgili olan şey, sâlih kalblerdir. Allahü teâlâ, onların hürmetine dünyâyı yaşatır. Onlar bozulunca, yeryüzünü harâb eder.”
“Üç kişiye şaşarım. Dünyâyı elde etmeye çalışana şaşarım, zirâ ölüm ona yaklaşıyor; köşkler yapana şaşarım, zirâ kalacağı yer kabirdir; katıla katıla, ağız dolusu gülene şaşarım, halbuki önünde ateş (Cehennem) vardır.”
“Ey Âdemoğlu! Çokla doymaz, aza kanaat eylemezsin. Malını, seni iyilikle anmayan için biriktirirsin; halbuki Rabbinin huzûruna çıkacaksın ve özür ileri süremeyeceksin. Sen sâdece midenin ve şehvetinin kulusun. Miden ise, ancak kabre vardığında dolar. Ey Âdemoğlu! Sen topladığın malını başkasının terâzisinde görürsün.”
“İlim öğrenen, öğreten ve öğrendiği ile amel eden kimse; göklerdeki melekler arasında, ulu kişi diye çağrılır, anılır.”
“Ey havârîler topluluğu! Ehli olmayana hikmet, ilim söylemeyin. Hikmete, ilme hakâret etmiş olursunuz. Hikmeti, ilmi ehli olandan da esirgemeyin. Esirgerseniz, o kişelere zulmetmiş olursunuz.”
“İşler üç çeşittir: Emredilmiş, güzel şeyler; saâdete götürürler. Bunları yapınız. Men edilmiş, kötü işler; felakete götürürler. Bunlardan kaçınınız. Aranızda ihtilaf ettiğiniz şeyler; bunların ilmini Allah’a havâle edip, ihtiyatlı davranınız!”
Îsâ aleyhisselâma; “Fitne bakımından insanların en şiddetlisi, zararlısı hangisidir?” dediklerinde; “Yanılan âlimdir. Çünkü âlim yanılır, ayağı kayarsa, onunla birlikte birçok kimselerin de ayağı kayar” buyurdu.
Dinini dünyâya alet eden bozuk ilim adamları için buyurdu ki: “Ey kötü âlimler! Dünyâyı başınızın üzerinde tutup, âhıreti ayaklarınızın altına aldınız. Sözünüz şifâ; ameliniz, yaptığınız işler ise hastalık vericidir. Siz zakkum ağacı gibisiniz. Gören hayran olur, meyvesini yiyen ölür.”
“Kim ki faydalı ilim öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve bunu başkalarına da öğretirse, göklerde bulunan melekler arasında hürmet ve tâzimle anılır.”
“Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. Meyveler çoktur, ama hepsi tatlı değildir. İlimler çoktur, ama hepsi faydalı olmaz.”
Îsâ aleyhisselâm yolda giderken, bâzı insanlara rastladı. O kimselerin vücutları zayıflamış, yüzlerinin rengi gitmişti. Bu hâli gören Îsâ aleyhisselâm; “Nedir bu hâliniz? Bu hâle düşmenizin hikmetini söyler misiniz?” buyurdu. Onlar da; “Cehennem ateşinin korkusu bizi bu hâle getirdi” dediler. Bunu işiten Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâ, korkanları, selâmete erdireceğini vâd etmiştir ve bunu zât-ı ilâhîsi için bir hak saymıştır” buyurdu ve yoluna devam etti. İkinci bir grup insana rastladı. Onları da diğerlerinden daha çok zayıflamış, renkleri değişmiş bir hâlde buldu. Bunlara da; “Bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Biz Cennet’e âşıkız, onun hasretiyle bu hâle geldik” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâ sizin gibilerin arzu ve isteklerini vermeyi zât-ı ilâhîsi için hak kabûl etmiştir” buyurdu ve yoluna devam etti. Bu defâ daha da zayıflamış ve renkleri değişmiş bir gruba rastladı. “Sizlerin bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Bizler, Allahü teâlânın aşkından bu hâle geldik” deyince, Hazret-i Îsâ; “Siz Allahü teâlâya yakın olan kimselersiniz” buyurdu ve bu sözlerini üç defâ tekrar etti.
Îsâ aleyhisselâmın havârîleri; “İhlâs nedir?” diye suâl ettiklerinde buyurdu ki: “İşleri ve amelleri yaparken, insanların beğenmesini düşünmemek, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.” “İhlâslı kimse nasıldır?” diye sorduklarında da; “Önce Allahü teâlânın emirlerine uyar, hukûkullaha riâyet eder, sonra da insanların haklarını gözetir. Meselâ bu kimseye; biri dünyâya diğeri âhırete âit iki iş verilse, âhırete âit olanını yapar” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâyı, O'nun emir ve yasaklarını aranızda anlatınız. Bunlardan başkasıyla fazla meşgûl olmayınız. Eğer böyle şeylerle çok meşgûl olursanız, kalbiniz katılaşır. Katı bir kalb ise Allahü teâlâdan uzaktır” buyurdu.
Vehb bin Münebbih (rahmetullahi aleyh) şöyle anlatır: Havârîler, Hazret-i Îsâ'ya; “Kendileri için korku olmayan ve mahzûn da olmayacak olan, Allahü teâlânın velî kulları kimlerdir?” diye sordular. Îsâ aleyhisselâm onlara şöyle cevap verdi: “İnsanlar dünyâya baktıkları (meyledip yöneldikleri) zaman, onlar âhırete bakarlar. Kendilerini günâha götürecek şeyi yapmazlar. Kendilerini terkedeceğini bildikleri şeyi terkederler, Onlar, hak etmeden kazandıkları dünyâ yüksekliğini bırakırlar. Onlara göre, dünyâ eskidir. Onu yenilemeye çalışmazlar. Evleri (dünyâ) harâb olmuştur, tâmire kalkmazlar. Dünyâ, onların kalblerinde ölmüştür. Onu canlandırmaya teşebbüs etmezler. Bilakis onlar, dünyâ ile âhıretlerini kurtarmaya, ahretlerini ma’mûr etmeye, güzelleştirmeye çalışırlar, (Dünyâyı gaye değil, âhıretleri için bir vâsıta görürler.) Onlar, fânî olan dünyâyı satıp, karşılığında baki olan âhıreti satın alırlar. Sonra dünyâ ehlinin, belâ, musîbet ve sıkıntılar ile yere serilmiş olduklarını görürler. Onun için, dünyânın isminden bile bahsetmeyip, âhıreti çok hatırlarlar. Onlar, Allahü teâlâyı ve O'nu anmayı severler. Allahü teâlânın kendilerine verdiği nûr ile aydınlandıkları gibi, bu nûr ile etrâflarını aydınlatırlar.”
Îsâ aleyhisselâm, havârîlerine buyurdu ki: “Ey yeryüzünün sâlihleri! Fesat çıkarmayınız. Bir şey fesada uğradığı zaman, onu ancak sâlih, iyi olan kimseler düzeltir. Biliniz ki, sizin iki hasletiniz vardır: Birincisi, devamlı güler yüzlü olmanız, ikincisi de uyumadan sabahlamanızdır.”
Îsâ aleyhisselâm; “Sağırı, dilsizi tedavi ettim, ölüyü dirilttim. Fakat, cehl-i mürekkebin ilacını bulamadım” buyurmuştur. Çünkü, böyle kimse, câhilliğini ilim ve kemâl sanmaktadır. Câhil ve rûh hastası olduğunu bilmez ki, ilacını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlayan, bu dertten kurtulabilir.”
“Ey havârîler! Rüzgâr çok ışıkları söndürmüştür. Ucb yâni kendini ve ibâdetini beğenmek de, çok ibâdetleri söndürmüştür, sevaplarını yok etmiştir.”
“Hasta olup musîbete, felakete uğrayıp da, günâhları affolacağı için sevinmeyen kimse, âlim değildir.”
“Varacağı yer âhıret iken, dünyâyı seven; bir de amel için değil de yalnız başkasına anlatmak için ilim öğrenen kimse, nasıl âlimlerden olabilir?”
“Allah'ım! Benimle, düşmanımı sevindirme, dostumu mahcup etme, ibâdetimde bana kusur ettirme. Maksadımı, dünyâlık eyleme. Bana acımayanı, bana musallat etme yâ Hayyu yâ Kayyûm.”
Rivayete göre, Îsâ aleyhisselâm gördüğü bir adama; “Ne yaparsın?” diye sordu. Adam; “İbadetle meşgûl olurum” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Geçimini kim te’min eder?” diye sordu. Adam; “Kardeşim te’min eder” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Asıl abid kardeşimdir desene” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâma; “Cennet’e götürecek bir amele bizi irşad et” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “Hiç konuşmayın” buyurdu. Onlar; “Buna imkân yok” dediler. Îsâ aleyhisselâm; “O hâlde hayır söyleyin” dedi.
“Yalanı çok söyleyenin, güzelliği; insanlarla mücâdele edenin de mürüvveti gider. Meşgaleyi çoğaltanın vücûdu hastalanır. Ahlâkı kötü olanın da dâimâ canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır” Yahyâ aleyhisselâm, Îsâ aleyhisselâma; “En şiddetli şey nedir?” diye sordu. Îsâ aleyhisselâm; “Allah'ın gadabıdır” dedi. Yahyâ aleyhisselâm; “Allah'ın gadabına yakın olan hangisidir?” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Senin gadab etmen yâni insanların kızmasıdır” dedi. Yahyâ aleyhisselâm; “Gadabın kaynağı nedir?” diye sordu. Îsâ aleyhisselâm; “Böbürlenmek, bencillik, üstünlük iddiası ve kıskançlıktır” dedi.
Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâyı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın. Zirâ dünyâ hazînelerine sâhip olanların, muhtelif afet ve felaketlerle karşılaşmalarından korkulur. Ama, Allahü teâlânın hazînelerine sâhip olanlar için, böyle bir korku bahis mevzuu değildir” demiştir.
Yine Îsâ aleyhisselâm; “Yazıklar olsun o dünyâlık peşinde koşanlara, nasıl olup da o servetlerinden ayrılacaklardır. Halbuki onlar dünyâlığa bağlanmış, ona aldanmışlardır. Onlar ona bel bağlarken, o, onları rezil etmiştir. Yine yazıklar olsun o dünyâya mağrur olanlara, o dünyâ, nasıl onlara hoşlanmadıkları şeyi gösterecektir. Onları sevdiklerinden ayıracak ve mukadder akıbetlerine uğratacaktır. Düşüncesi dünyâlık, işi isyân olan kimseye yazıklar olsun. Nasıl olsa yarın günâhları ile rezil olacaktır” demiştir.
Îsâ aleyhisselâm; “Ateşin yiyemediği şeyi çoğaltın” dedi. Dinleyenler, “Bu nedir?” diye sordular. Îsâ aleyhisselâm; “İkramdır” diye cevap verdi.
“Ey kötü âlimler! Namaz kılar, oruç tutar ve sadaka verirsiniz. Fakat emrettiğinizi yapmaz, yapmadığınızı öğretirsiniz. Ne çirkin hüküm veriyorsunuz. Dil ve sözünüz ile tevbe ederken, nefsinizin istek ve arzularına göre hareket edersiniz. Kalbleriniz isyânla kirlenmiş ve kararmış olduğu hâlde, vücutlarınızı sabunla yıkamak size bir fayda sağlamaz. Size hakîkati söylüyorum; unu çıkarıp da kepeği içinde kalan elek gibi olmayın. Sizin yaptıklarınız böyledir. Ağızlarınızdan hükümleri savurursunuz, gıll-u gış yâni hîle ve gizli düşmanlık içinizde kalır. Ey dünyâ kulları! Rağbet ve şehvetini dünyâdan kesmeyenler, âhıreti nasıl bulabilir? Size hakîkati söylüyorum; kalpleriniz amellerinize ağlar. Çünkü dışınız içinize uymuyor. Dünyâyı dilinize doladınız. Ameli ve âhıreti ise ayağınızın altına aldınız. Size doğru söylüyorum; dünyâlığı mükemmel yapacağız diye, âhıretinizi kaybettiniz. Sizin için dünyâ düzeni âhıret düzeninden daha sevimli oldu. Sizden daha âdî kim olabilir? Bunu bir bilseydiniz. Yazıklar olsun size, ne vakte kadar bu karanlık içinde bocalayacak ve bu şaşkınlık içinde kalacaksınız. Sizin dâvetiniz dünyâlığadır. İstediğiniz şey; dünyâ halkı, sizin için dünyâlıktan feragat etsin ve bütün dünyâ, varlıkları ile size kalsın. Karanlıkta kalan evin damına ışık yakmakla, evin içine bir fayda olur mu? Oradan ışığın gelmesi mümkün mü? Siz de böylesiniz. Ağzınızdan ilim nûrları parlarken, kalbleriniz karanlık içinde kıvranıyor. Ey dünyâya tapanlar, dünyânın bir gün sizi kökünüzden koparıp yüz üstünde sürümesi yakındır. Sonra sizi burnunuzun üzerine sürter, günâhlarınızı boynunuza geçirir. Bir de ilminiz sizi arkanızdan iter, yalın ayak ve çıplak olarak, teker teker Allahü teâlânın huzûruna sevkeder. Orada, kötü amellerinizin cezâsını size çektirir” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâda alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun ki, kıyâmet günü onlar, kürsî sâhipleridir. Dünyâda ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun. Çünkü, kıyâmette, Firdevs Cennet’ine onlar vâris olacaktır. Dünyâda kalbini temizleyenlere müjdeler olsun. Çünkü, kıyâmet günü, Allahü teâlânın cemâline onlar bakacaklardır” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Mahsul; dağlarda, sert topraklarda değil, ovada, sulu ve yumuşak toprakta yetişir. Bunun gibi, hikmet de; kibirlilerin gönüllerinde değil, mütevazı olanların kalblerinde gelişir. Görmez misiniz? Başını tavanlara kaldıranların, başları tavana değer ve yaralanır, başını eğenlere ise tavan gölgelik yapar ve kendini korur” buyurdu.
Rivâyete göre Îsâ aleyhisselâm, cüzzam hastalığından etleri dökülen, kötürüm, gözleri kör, her tarafı perişân bir adam gördü. Adam; “Kullarından çoklarını müptela ettiği dertten beni koruyan Allah'a hamdederim” diyordu. Îsâ aleyhisselâm adama yaklaşarak; “Daha hangi belâ kaldı” diye kendisine sorunca, adam; “Ey Allah'ın peygamberi! Benim kalbime yerleştirdiği marifete sâhip olmayanlardan, ben çok daha iyiyim” dedi. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “Doğru söylersin, elini ver” dedi. Elinden tutup duâ etti. Bütün hastalıkları geçti. Îsâ aleyhisselâma arkadaş olarak, uzun müddet ibâdetle meşgûl oldu.
Havârîler, Îsâ aleyhisselâma; “Amellerden hâlis olan hangisidir?” diye sorduklarında, Îsâ aleyhisselâm; “Hiç kimsenin övmesini sevip beklemeden, Allah için yapılan ameldir” buyurdu.
Îsâ aleyhisselâm; “Yarını düşünmeyin, eğer ömrünüz var da yarına ulaşacaksanız, rızkınız da beraberinizdedir. Eğer ulaşamayacaksanız, âlemin rızkı için uğraşıp durmayın” demiştir.
Havârîlere buyurdu ki: “Dünyâyı yüzüstü bıraktım. Zirâ benim, ne ölecek bir zevcem, ne de harâb olacak bir evim yoktur.”
Îsâ aleyhisselâm; “Başkaları ile birlikteyken de, yalnızken de Allahü teâlâdan hayâ ediniz!” buyurdu.
“Kim; “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün lâ yemût bi-yedihil hayr. Ve hüve alâ külli şeyin kadîr” duâsını yüz defâ okursa, o gün yeryüzünde hiç kimsenin ondan üstün ameli olmaz. Kıyâmet günü de sevâbı, diğer ibâdetlerden çok olur.”
“Her kim; “Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Ehaden sameden lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ehad” duâsını yüz defâ okursa, milyonlarca sevap verilir ve o kadar günâhı defterinden silinir. Cennet’teki derecesi binlerce kat yükselir. Binlerce melek duâ ederler ve bu duâları okuyanlara mağfiret dilerler.”
“Her kim; “Eşhedü en lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün lâ yemût bi yedihil hayr. Ve hüve ala külli şey’in kadîr” duâsını yüz defâ okursa, bir Melek o kulun duâsını, Melik, Celil ve Cebbâr olan Allahü teâlâya arzeder. Allahü teâlâ, bunu okuyan kuluna rahmet nazarı ile bakar. Allahü teâlânın rahmet nazarı ile baktığı kimse ise bedbaht olmaz.”